9. Bölüm

8. Bölüm

Aliya Sancaktar
pusu_13

Selamün Aleyküm Canlar 🌺❤️‍🩹

Çok heyecanlıyım. Çooook uzun ve çooook önemli bir bölümle geldim.

Yorum okumak beni çok mutlu ediyor. Dilerim bu upuzun bölüme bol bol yorum yazarsınız. (3 bin kelimeyi aştı.)

Tepkileriniz için sabırsızlanıyorum ;)

Keyifli Okumalar!

~☆~

 

Sabahın ilk ışıkları süzülüyordu pencerelerden. Uyuyamamıştı Yiğit, bu huzursuzluğa neyin sebep olduğunu bilmiyordu. Vicdanın sesini susturalı bayağı olmuştu. Betül ağlıyor diye kötü hissedemezdi. Şayet Betül'e karşı en ufak bir acıma duygusu oluşursa içinde bu görevi devam ettiremezdi. Biraz olsun kafasını dağıtabilmek amacıyla odasından dışarı çıktı. Adımları yavaş, bakışları yerdeydi. Sabahın bu saatinde kimse ayakta olamazdı ya? Herkes yatağında olmalıydı.

Koridoru salona bağlayan girişe geldiğinde başını yerden kaldırdı. Herkes... Herkes mi? Hayır, hiçkimse mi uyuyamamıştı? Herkes buradaydı. Hepsi ayrı bir koltuğa kurulmuş kendi dünyalarının yıkılışını izliyor gibiydi. Tekrar tekrar...

Yüzüne kalkan bakışlarla bakışların sahiplerine çevirdi gözlerini, üzerine oluk oluk akan nefreti hisseti. Dün gece neye uğradıklarını şaşırmış olmalılardı. Fevri davranmamalıydı bugün. Onlar bulundukları yere tam alışamadan daha fazla üzerlerine gidemezdi.

Kendisine bakan kimseye aldırmadan Emir'e yaklaştı, Ömer yaralı omzunu sarmıştı. Emir ile göz teması kurmadan Ömer'e döndü.

"Çok kanaması oldu mu?"

"Ani hareketlerde açılmaya meyilli dağınık bir yarası var. Mermi sadece sıyırmamış, sıyırıp geçmesi gerekirken biraz fazla hasar bırakmış."

Ömer'in imâlı sesi Yiğit'in hafifçe kaş çatmasına sebebiyet vermişti. Dün gece çok iddialı konuşup Emirlerin üzerine gittiği için doktor inceden inceden Yiğit'e lafını yedirmeye niyetlenmişti.

"Derdine mi düştün?" dedi Emir tükürürcesine. Bal sarısı gözleri karardı. Koyulaşan hareleri Yiğit'in yüzüne sabitlenmiş başka bir yere dönmüyordu. Gözlerindeki her bir kıvrım dün gece nasıl yanıyorsa o şekil alev almaya hazırdı. Bir kıvılcım gerekiyordu sadece. Eğer ki Yiğit ters bir şey söyleyip aradığı kıvılcımı kendisine sunarsa büyük bir zevkle yakasına yapışıp duvar ile buluşturacaktı.

"Dün sadece sizin için zor geçen bir gün değildi." diye bir cevap ile karşılaştı. Kimse ertesi gün Yiğit sakinken bu kadar değişmesini beklemiyordu. Neredeydi o vahşi bir hayvan kadar saldırgan kişi, ölümü bile göze alabilecek o gamsız? Bu kadar dengesiz bir kişiliği bir beden tartabilir miydi?

"Omzumda bu kadar sorumluluk varken fevri davranmam kaçınılamazdı."

Özür dilemiyordu. Sadece ilk günden herkesin yüreğini ağzına getirdiğinin farkındaydı. Bu yüzden karakterini frenliyor olmalıydı. Zaten hastalığın pençesine düştüklerini düşündükleri için hırçınlaşan bir avuç insana bir de silah doğrultmuştu. Bu kadar gerginliğe sebep olup adeta binadan içeri bir iç çatışma başlatamazdı. O yüzden yaptıklarının arkasında durup bunu diğerlerine de gösteriyordu.

Yiğit biraz dengesiz gözüken bir karaktere sahipti. Sinirlenmezse her şey normaldi ama sinirlenince kayışları koparıyordu. Bunu da şaşırmadan karşılayabilen tek kişi Ömer olmuştu. Bayağı uzun süredir tanıyorlardı birbirlerini. İstemsizce Ömer'e dönen bakışlarını geri çekti Yiğit, bir şekilde konuyu toparlaması gerekiyordu.

"Eee," diyebildi.

"Tanışmayacak mıyız?"

Herkes kendisine garip garip bakınca

"Sadece bir polis kimliğiyle burada kalmayacağım, " dedi.

"İster istemez birbirimizin özel hayatlarına tanıklık edeceğiz."

"Muhataplarımızı tanımamız gerekmez mi?"

Bir süre sessizlik oldu.

"Ömer Karaaslan." diyen sesi duyunca başından aşağı kaynar sular döküldü. Doktorun başlamasını beklemiyordu.

"26 yaşındayım."

"Doktorum."

Bu kadar mıydı? Neden susmuştu şimdi? Devam etsin, kendisinin söylemek istemediği şeyleri de söylesin istedi Yiğit. Fakat Ömer'in yaptığı tek şey dönüp gözlerine bakmak olmuştu.

Doktorun dünden beri doğru düzgün ilk konuşması bu olduğu için kimse daha fazlasını beklememişti. Yiğit hariç.

"Ben Esma Tan. 25 yaşındayım."

"Doktorum."

Kısa bir sessizliğin ardından sıradaki kişi sözünü devraldı. Herkes öylesine bir isim, soyisim söyleyerek işi geçiştiriyordu. Hâlâ üzerlerindeki şoku atlatamamış gibiydiler.

"Liva Aktaş. "

"26 yaşındayım."

"Evliyim."

...

"Okan Aktaş. 29 yaşındayım."

"Evliyim. Serbest meslek sahibiyim."

Sıra kardeşine geldiğinde bir sessizlik oluştu. Herkes dönmüş burada olmalarının sebebinini süzüyordu. Betül üzerindeki baskıdan çekindiğinden dolayı abisinin elini kavramış ondan güç almaya çalışıyordu. Zar zor açtı ağzını,

"Betül... Betül Güney. 18 yaşındayım."

"Güney mi?."

Senâ'dan gelen sesle ona doğru döndü. Kız şaşırdığını saklamadan konuşmaya devam etmişti.

"Ama abinin soyadı Aktaş? Siz üvey misiniz?"

"Değiliz."

Senâ anlamadığını belirtir bir bakış takındı. Kardeşlerse küçük bir soyadı mevzusunu açıklayabilirlerdi heralde. Burada iç içe yaşayacaklarsa birbirlerine güvenebilmeleri için biraz açık konuşmaları gerekiyordu.

...

"Uzun mesele." diye araya girdi Okan, kardeşi konuşmakta güçlük çekiyordu, Senâ'nın bakışlarını görmüş kardeşinin üzerine gitmesi hoşuna gitmemişti.

"Ebeveynlerim çocuk bakacak durumları olmadığı için ben doğar doğmaz beni farklı bir aileye vermişler. Doğum kaydım Betül'ün ailesinin üzerine değil, Aktaş ailesinin ilk ve son çocuğu olarak gözüküyorum kağıt üzerinde."

"Fakat üvey değiliz, biyolojik annemiz aynı."

İkinci bir duraksamadan sonra sıra kaldığı yerden devam etti.

"Senâ Güneş. 23 yaşındayım."

"Buraya tıkılmadan önce Emir ile dövüş eğitimi veriyorduk."

"Milli sporcuyum."

...

"Emir Yesari. 25 yaşındayım."

"Milli Sporcu ve Eğitmenim."

...

"Burak Kahraman."

Kendini tanıtmaya henüz başlamıştı ama sesini duyurur duyurmaz Betül'ün abisini tutan eli birden kasıldı. Bu ani hareketi fark edince genç çocuğun yeşil gözleri diğerlerinin yüzlerinden Betül'ün ellerine kaymıştı. Yüzüne bakmasa da kızın kendini sıktığını ve sakince nefes almaya çalıştığını fark etmişti. Okan'ın kardeşine dönüp ne olduğunu anlamaya çalıştığını gördü. Betül'ün yorgun bir sesle "İyiyim." dediğini işitti. Tam o esnada Betül'ün kucağına bir damla düştü. Ağlıyor muydu?

"Sonra konuşalım abi." demişti kız, sesi titriyordu.

Derin bir nefes aldı kimseye hissettirmeden, kendini biraz olsun rahatlatıp sözüne öyle devam etmek istedi Burak. Betül'ün bu hareketlerine bir anlam verememişti.

"20 yaşındayım."

Eli tekrar kasıldı. Başını yerden kaldırmasa da kızın kendisine baktığını hissetmişti. İlk defa oluyordu bu. Üzerindeki bakışlara refleks olarak başını kaldırınca yeşilleri Betül'ün yeşilleri ile buluştu. Aklına yağmurun altındayken nasıl yanlışlıkla göz göze geldikleri geldi. Bir süre gözlerini geri çekemedi, bir anlık hata ile gözlerine bakmıştı fakat bakışlarını o gözlerden ayıracak cesareti kendisinde bulamıyordu. Tıpkı o gün yaptığı gibi kızın kendini geri çekmesini bekledi. Belki yine kendisine sataşır, "Bakma!" diye kızardı.

Betül bir süre tepki veremedi, kendine geldiğindeyse gözleri ateşe değmiş gibi hızlıca kendini geri çekmişti. Nefesleri kesikleşti kızın, boşta olan eli titriyordu. Kendini toparlayabilmek adına yutkundu. Neden böyle tepkiler veriyordu? Bu kriz geçirecekmiş gibi hissettirmiyordu. Ya berbat bir heyecanın içerisindeydi ya da... Korkuyordu? Abisi de kendisini süzmeye başlamıştı. Kim bilir neler düşünüyordu.

Daha fazla devam edemedi. Biraz daha konuşursa kız daha kötü olacakmış gibiydi.

Kısa sürede toparlanıp daha fazla dikkat çekmemişti Betül, daha deminki hâlinden geriye kalan tek şey titreyen elleri olmuştu.

Geriye sadece Yiğit kalmıştı. Bir süre sustu. Gözlerini abisinin elini tutan kızın üzerinden çekip yere düşürdü bakışlarını. Hiç söze başlamak istemiyor gibiydi.

"Yiğit..." dedi.

"Yiğit Karaaslan."

"Karaaslan?" dedi Burak,

"Evet, " diye araya girip sözünü kesti. Hiç söylemek istemiyordu fakat Ömer bilerek bu konuda tek kelime etmemişti. Belki de Yiğit'in kardeşim, demesini beklemişti.

Ona istediğini vermek istemiyordu Yiğit. Hem yıllar önce tükürürcesine söylediği "Artık kardeş değiliz, kan bağı umrumda değil." cümlesini yalamak da istemiyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Bunca insana oturup Ömer'e neden kardeşim demediğini açıklayamazdı. Öfkesini yuttu ve çaresiz olduğuna kendisini iyice ikna etti.

"Kardeşiz."

Önündeki topluluktan hayret nidaları yükseldi. Gelen tepkilere şaşırmamıştı, hiçbirine cevap vermedi Yiğit, sadece dönüp Ömer'e baktı. İkisinin de simasından duygular silinmiş gibiydi. Ömer'in gözlerinde her zaman saklı olan o gizli hüzün bile yok olup gitmişti şimdi. Sadece ürkütücü ve uçsuz bucaksız bir boşluk vardı.

"İçin rahat etti mi?"

Sessizlik...

"Kahvaltı edelim." dedi Esma, dikkatleri üzerine çekmek istedi. Bu iki kardeşin hikayesini yakından bilen tek kişiydi ve şimdi kurcalanmasını istemiyordu.

"Üzerinizde para var mı?" diye sordu.

"Mutfağın temizlenmesi gerekiyor. Yapımı yeni bittiği için oldukça tozlu."

"O şekilde içeride doğru düzgün bir şey yapamayız."

"Üzerinizde varsa hazır söyleyelim."

"Ne yiyeceğiz?"

"Ne olursa, mide bulandırmasın yeter. Karantinaya alınmışız, oturup çay saati yapacak halimiz yok."

"Haklı."

Arkasında bıraktığı muhabbet yoğun zihninden dolayı yavaş yavaş uğultuya dönmeye başladığında Burak ayaklanıp Yiğit'in yanına yol almıştı. Emir arkadaşının kalkışını gördü, yöneldiği yere baktı. Yapacağı şeyi anlayınca kolundan tutmuştu. Bir süre bakıştılar, Burak duyacağı sözleri tahmin ettiği için kolunu geri çekip yoluna devam etti. Nutuk dinlemek istemiyordu. Bu kararı tek başına vermişti ve uyacaktı. Yiğit'ten önce Okan'ın yanına uğradı. Emir'in ardından bakmasını umursamamaya çalışıyordu.

"Abi, kardeşine dokunan herhangi bir şey var mı?"

"Yemeği siz seçin biz ne olsa yeriz."

Dediği şey duyulunca arkadaki uğultu dindi. Bunu bir düşünen Burak mıydı? Kimsenin aklına gelmemiş miydi? Betül hasta değil miydi? Her şeyi yiyemeyebilirdi.

"Henüz kendisine bir şeyin dokunduğunu görmedim." demişti Okan. Bir süre düşündü. Eliyle işaret edince Burak bir adım daha yaklaşmış Okan söyleyeceğini hafif eğilerek, fısıltıyla söylemişti.

"Yengenin önüne borç getirme."

Bu hesabın olduğu gibi bana yaz, demekti. İçtenlikle gülümsedi Burak, Okan herkesin içinde Livâ'ya kağıt uzatırlar da o an veremeyip utanır diye endişe etmişti. Livâ hariç bütün kadınların meslekleri elinde gibiydi. Senâ dövüşçüydü, belki eğitim de veriyordu? Esma ise doktordu. Belki de buradaki görevi için ayrıyeten para alıyordu.

Tebessüm etti genç çocuk, yeşilleri tatlı tatlı gülüyordu.

"Ben ısmarlayacağım."

"İçin rahat olsun."

"20 yaşındasın." dedi Okan. Kehribarları kendisini dikkatle süzdüğünde içinin titrediğini hissetti Burak, bedeninde gezinen gözler tekrar yavaş yavaş yukarı çıktı. Yeşillerine değdi yeniden, sorgular bir bakışı vardı.

"Eline meslek almak için çok erken. Okul okumuyor musun? "

"Hem daha adımızı yeni duydun. Sen böyle her isim soyisim duyduğuna yemek ısmarlayacaksan dikiş tutturamazsın abim, cebin delinir."

Güldü Burak, ne kadar içten uyarmıştı öyle.

"Aynı Emir gibi konuştun abi."

"Endişe etme, kenarda birikmişim var benim."

"Ne kadar birikmişin olsa da..."

Sözünü kesti.

"Öyle az buz değil abi. Endişe etme sen."

"Hem ben ne harcıyorsam sadaka niyetine harcıyorum. Giden geri geliyor bir şekilde."

"O yüzden sakın ben kendi sparişimi kendim vereceğim diye söylenip hayrıma engel olma."

Burak'a bakan gözleri bir anlığına Betül'ü görmüştü sanki. Zeki bir çocuktu Burak, önünü balla kesmişti. Dindar birisine benzemiyordu. Belki de kardeşi örtülü olduğu için kendisinde de benzer hassasiyetlerin olduğunu varsaymış "Hayrıma engel olma." diyerek kendince bütün yolları kapatmıştı.

"Öyle olsun abisi." dedi.

"Ama bir daha olursa kabul etmem haberin olsun."

Burak'ın tokalaşmak için uzattığı elini tam tutacaktı ki arkadan gelen Emir sertçe Burak'ın kolunu geri çekti.

"Hastalık bulaşıcı olabilir diyorlar, sen de milleti yalamaya yer arıyorsun." diye tısladı arkadaşına doğru. Okan'ın ortamda bulunmasını umursamıyordu.

"Ne dedim ben? Üçümüz de sapa sağlam çıkacağız buradan."

"Mümkünse kimsenin eline uzanma."

Geldiği yere geri dönmeden önce Okan'a kısa bir bakış attı. Sözlerini sakınmamaya kararlı gibiydi.

"Sizin hiç korkunuz yok mu?"

"Hastalık sahibi insan bulaştırmaya çekinmez mi?"

Gözü ile Betül'ü tutan elini işaret etti.

"7/24 bir elin kardeşinin üzerindeyken elini başkasına uzatmaya çekinmiyor musun?"

Okan derin bir nefes alıp kardeşinin elini daha sıkı kavradı.

"Haklısın."

"İki yıl boyunca bunun içinde yaşadığımız için unutuyoruz biz bazen. Arada hatırlatmanız iyi oluyor."

Emir'in yüzündeki ifade değişirken eliyle omzunun üzerinden arkasını işaret etti.

"Sevgilini de bir uyar istersen."

Arkasını dönünce Senâ'yı Livâ ile yan yana konuşurken görmüştü.

"Bizimki unutmuştur."

Sanki dalga geçiyordu. Sanki ciddi değildi. Anlaşılmıyordu ses tonundan hiçbir şey. Onunla uğraşmak istemeyince dediği gibi Senâ'ya yönelmişti Emir.

Sevgilisine işaret etti. Odaya geçecek uzun uzun konuşacaktı. Gerçekten hasta olmak istemiyordu. Senâ tam ne dediğini anlayabilmek için başını çevirdiği esnada birisi tuttu Emir'in kolunu, dönünce bir çift koyu yeşille karşılaştı. Gözleri kararmıştı Burak'ın, bal sarısı gözleri ilk defa uysal yeşillerinin, rüzgarlı ormanlara dönüştüğünü görüyordu. Burak kendisine karşı öfkesini belli etmemişti hiç. İlk defa oluyordu.

"Ne oldu?" diye sordu anlamadığını belli eder bir dilde,

"Konuşalım."

"Yalnız."

"Bahçeye mi?"

"Hayır, mümkünse müsait bir odaya."

Sonra beraber koridorlardan birine geçtiler, Burak gözüne kestirdiği ilk odaya girince Emir de peşinden içeri adımlamıştı.

"Ne oldu az önce?" diye sordu yeşillerin sahibi

"Ne demek ne oldu az önce?" demişti Emir,

"Kolumdan tutup çektin?"

"Evet? Dikkatsizdin çünkü?"

"Çocuk muyum ben Emir?"

Histerik bir gülüş kaçtı Emir'in dudaklarından, elini saçına atıp öndeki kısımları arkaya yatırmıştı. Bunun için mi çağırmıştı kendisini gerçekten?

"Ne saçmalıyorsun Burak?"

"Ne mi saçmalıyorum? Oldu olacak bir de çevirip iki tokat atsaydın?"

"Bunca zaman yaşımı üzerimde taşımadığımı, bana kol kanat gerdiğinde itiraz etmediğimi biliyorum, yanlışlarımı pek çok defa düzelttiğini de biliyorum. "

"Ama ben 20 yaşındayım."

"Kendim bir karar verdiğimde bunun sonuçlarına katlanabilirim. Tutacağım el bana uzanmışken gelip arkadan çekmek de ne demek?"

Emir'in de kaşları çatıldı bu sefer,

"Boş boş konuşup küfrettirme kendine."

"Hasta diye alnına mı yazsınlar?"

"Neden..." umursamıyorsun, diyecekti ki Burak'ın sesi kesti sözünü,

"Umrumda değil."

"Ne?"

"Umrumda değil, dedim."

"Oğlum senin neyin var sabah sabah? Çoktan şifayı kaptın da benim mi haberim yok?"

"Ateşin falan mı var?"

"Ne demek umrumda değil lan?"

"ÖLECEKSİN DİYORLAR KAFAN ALIYOR MU?"

Burak bir süre boş gözlerle süzdü Emir'i, arkadaşının çok çabuk oynayan sinirleri vardı. Bu tepkisizliğe katlanamayıp omzuna bir yumruk geçirmişti Emir.

"Kendine gel." dedi dişlerinin arasından,

"Kendine gel sabahın bu saati kırmayayım kemiklerini."

Bir süre daha ses gelmedi. Durduğu yerde delirecekti. Bir yumruk daha geçirdi ama bu sefer dövüşçülük deneyiminden esintiler gizlemişti içine. Burak omzuna inen yumruğun şiddetiyle geri adımladı.

"KONUŞSANA!"

"BEN Mİ UMURSATAYIM SANA CANINI?"

Yeşiller buruk bir ışıkla parlayınca bir sessizlik sindi odaya, arkadaşının yüzüne anlamlandıramadığı bir alay konmuştu şimdi.

"Sen mi umursatacaksın bana canımı?"

"Yapabilir misin Emir?"

"Söylesene. Yapabilir misin?"

Oda nasıl da buz kesmişti aniden? Neler söylüyordu bu çocuk? Neyi imâ ediyordu? Sinirlendiğinden söylüyor olmalıydı. Başka bir niyeti olamazdı. Olmamalıydı.

"Ne demek istiyorsun?"

"Eğer taşınacağını duymasaydım,"

"Şu an mezarımı yumrukluyor olurdun."

"Bir gün önce kaybedecektin zaten beni."

"Ama bunu bile yeni öğreniyorsun."

"Ne yapabilirdin ki?"

"..."

"Hiçbir şey."

"Sırf ölümümden kendini suçlarsın diye."

"Yalnızlık canına tak etmişti, ben de bırakıp gittim, dersin diye o gün hiçbir şey yapmadım."

"Eğer seni yolda zorlayıp taşınacağını öğrenmiş olmasaydım, şu an burada değildim."

"O yüzden çok yüksekten konuşma benimle."

"Elinden hiçbir şey gelmez."

Emir derin bir nefes aldı. Herşey yolundaydı aslında, bu kıvama gelecek ne yaşamıştı? Yeterince ilgilenememiş miydi? Acısı olmuştu da arkadaşının yanında olamamış mıydı? Bal sarısı gözleri yere inmiş bir yandan düşünürken bir yandan yeri turluyordu. Yine de hiçbir şey bulamıyordu bir türlü!

"Kahretsin!"

Parmaklarını saçlarının arasından geçirip başını geriye yatırdı. Ne denirdi ki şimdi? Yapma mı? Canına kıyma mı? Ne denirdi?

"Neden?" diyebildi. Gözlerini zorla yerden kaldırıp yüzüne baktı.

"Yaşamak için bir sebebim yok."

"Bu konuları daha önce konuşmadık mı?"

"Peki konuşmamız bir şeyi değiştirdi mi?"

...

"Değiştirmedi."

"Ben hâlâ kimliksiz bir avareyim."

"Ne evlat olabildim, ne eş ne de meselek sahibi."

"Fırsatım olmadı."

"OKUL BİLE OKUYAMIYORUM BABAM OLACAK O ŞEREF YOKSUNU BAŞIMA BİR İŞ GETİRİR DİYE!"

Aniden parlayınca sustu, derin bir nefes aldı. Emir onu hiç bu kadar yükselirken görmemişti. Her sarf ettiği cümlede daha bir hayrete düşüyordu da belli etmiyordu. Anlayabiliyordu Burak.

"Yürüyen cüzdanım sadece."

"Bir işe yarayamamak ne kadar can sıkıcı bir şey bilemezsin."

"Varlığının ve yokluğunun bir şeyi değiştirmeyecek oluşunun bünyeye ne kadar ağır geldiğini tarif etmek zor."

"Bu benim ilk pes edişim değil."

"Daha önce de denedim, engel oldun. Yol gösterdin."

"Mutlu etmeye çalış, bunalımın geçer mutlu olursun dedin."

"Hak verdim, insanların borçlarını kapattım. Sevincinden ne yapacağını bilemeyen hasta yüreklere çare oldukça iyileştiğimi varsaydım."

"Belki de bu yüzden varım, dedim sonra."

"Babam insanlara yardım eli uzatabilecek biri değil. Bizi yaratan beni vesile edip onlara yardım gönderiyor dedim."

"Kendime bir amaç koymaya çalışıyordum, içimdeki boşluk kapansın diye."

"Sonra buraya geldik..."

"Sonra buraya geldik ve çaresizliği hissettim."

"Polis konuşurken hissettiğim o ağır yükün altında o kız ne zamandır."

"Anladım ki buna müdahale edemem, servetim bu derdin karşısında bir çöp."

"DELİRECEĞİM EMİR!"

"Neden yaşadığımı bilmiyorum."

"Ben de kendime bir amaç koydum şimdi."

Duygularını kustu gülerek, elleri titriyordu. Yeşil gözlerinde fırtınalar, rüzgarların altında birbirlerine karışan görkemli ağaçlar vardı.

"Gerekirse servetimi gerekirse kendimi harcayacağım. Aksi hâlde benden önce gözümün önünde bir can yiterse ve ben yine hiçbir işe yarayamazsam..."

Devamını getirmeye dili varmadı. Titreyen ellerini kaldırıp kapıya uzattı.

"Ya o kız iyileşecek, ben mutlaka bu güzel olayın bir parçası olacağım."

"Ya da nasıl olduğu fark etmeksizin defolup gideceğim bu dünyadan."

"Hastalıkları umrumda değil."

"O yüzden..."

"Kendimi sakınmayacağım."

"Eğer bir kez daha bu olayı tekrarlarsak bu sefer seni yanımda değil karşımda kabul ederim."

Emir'in bir şey demesine fırsat vermeden çekti gitti. Arkasında ne kadar şaşırmış ve ne kadar biçare birini bıraktığının farkındaydı. Emir için çocukluğundan beri yanında olan dostunun kendisini böylece ölüme atması ve yardım kabul etmemesi zor olmalıydı. Ama ömründe ilk defa kendisi için bir şey yapıyordu Burak. Sağlığına zarardı belki fakat psikolojisine iyi gelecekti. Bunun bozulmasını istemiyordu. Lavobaya girip yüzüne çarptığı suyun yere düşüşünü izlerken kulağına yeniden Betül'ün sesi geldi. Kriz tutmuştu yine. Salonda olmalılardı, ses çok net geliyordu. Abisi sarılıyordu belli ki ama sadece bu kadardı. Kimse bir şey yapamıyordu. Bu kız bu acının altında aklını bile kaybedebilirdi. Elinden bir şey gelmiyordu, yine...

Aniden karnına bir sancı girince lavobonun kenarına tutunup ayakta kalmaya çalıştı. Midesi ağzına gelmişti. Öğürdü, içi dışına çıkana kadar kendini durdurmamıştı. Düşünceleri de durmuyordu bir türlü, hiçbirini susturamamıştı. Düşünüyordu. Elinden bir şey gelmemesi bu kadar strese sebep oluyorsa ya bunu yaşamak tam olarak neye sebebiyet veriyordu?

Başını kaldırıp aynaya baktı. Kesinlikle, kararının arkasındaydı. Ya başarısına tanıklık edecek ya da ölümü erken de olsa tadacaktı...

 

 

Bölüm : 23.01.2025 18:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...