
Selamün Aleyküm Canlar🥀
Bu bölüm haddinden fazla oldu yine, dört bini geçince ikiye bölmeye karar verdim.
Bu arada, normal hayatımda öğretim görevlisiyim. Bu yüzden biraz yoğun bir insanım ne yazık ki. 10 günde 15 günde bir bölüm atabiliyorum. Genelde uzun oluyorlar ama arası mecburen açık oluyor. Şimdiden özür diliyorum bunun için.
Dilerim bölümü beğenirsiniz.
Düşüncelerinizi çok merak ediyorum!
Keyifli Okumalar🎉
Dışarıdan gelen sesler kesilince başını tekrar önüne düşürdü. Ne kadar vakit geçmişti? 20 dakika mı? Lavoboyu temizlemiş elini yüzünü güzelce yıkamış ve dışarısının sakinleşmesini beklemişti. Aradığı ortam sağlandığında dışarı çıkacak ve Yiğit'e yemeği kendisinin ısmarlayacağını söyleyecekti. Sipariş vermeden önce konuşması gerekiyordu ki çok tantana çıkmasın.
Kapıyı aralayıp salona çıktı. Herkes gitmişti. Bir tek polis salonun ortasında durmuş telefonunun ekranında yazan numarayı salondaki ev telefonundan tuşlamaya çalışıyordu. Gözlerinin içi bomboştu. Birisi Yiğit'in yüzüne baktığında karakterini göremiyor, gözlerinden sıcak enerji namına bir şey alamıyordu. Kardeşi Ömer ile göz göze geldiğinden beridir o boş ifade yüzünden hiç silinmemişti. Sanki bu durumu yansıtırcasına arama yapabilmek için bastığı tuşlar da sinir bozucu sesler çıkarıyor, sessizliği delerek birer iğne gibi kulak zarına batıyorlardı.
"Ne yapıyoruz?"
Başını kaldırıp karşısındaki gence baktı Yiğit, nereden çıktığını anlamamıştı ama pek de umursamıyordu. Omuz silkti.
"Kahvaltı ediyoruz."
"Sipariş mi veriyorsun?"
Küçük bir baş hareketi ile onayladı. Önündeki elemanın gitmediğini fark edince başını kaldırıp yüzüne bakmıştı,
"Ne oldu, sen neden gelmiştin?"
Sözün kendisine döndüğüne memnun, olduğu yerde biraz daha doğruldu Burak, az buçuk bir tepki alacağının farkındaydı fakat şu an umursamamazlık konusunda Yiğit ile yarışabilirdi.
"Hesabın ne kadar tuttuğunu soracaktım."
"Ben ödeyeceğim."
"Sen mi?" dedi, ister istemez çatılan kaşları göz irislerine biraz olsun duygu eklemişti sanki.
"Bütün hesabı?.."
"Öğrenci değil misin?"
"Ne alaka birden bire?"
Burak bir süre durdu. Öğrenci olduğunu mu düşünüyordu? Eğer öyleyse bunu bozmaya gerek yoktu. Zaten kimliğini hemen aşikar etmek gibi bir niyeti de yoktu.
"Üzerimde yeterince para var şu an."
"Yemek ısmarlayacağım diye hesap soracak değilsin heralde?"
Yiğit baştan aşağı süzdü çocuğu, çok da meraklı değildi ama hangi enayi daha adlarını bile yeni öğrendiği neredeyse 10 kişilik bir gruba yemek ısmarlardı? Hem de öğrenci hâliyle?
"Öyle olsun." dedi inanmadığını ima eder bir tonda.
"Para senin sonuçta, istersen yırt at. Beni bağlamaz."
"Ben siparişi verip geliyorum."
"İndirim yaptırmaya çalışırım ama yapacağına söz veremem."
Söylediği söz biter bitmez telefon açılınca yanından uzaklaşmıştı Yiğit. Polisin uzaklaşmasını izlerken bir iki dakika oracıkta durdu, işi kısa sürerse diye beklemeyi düşündü Burak. Pazarlık yapma işine girişeceğini hatırladığındaysa vazgeçti. Dışarı çıkacaktı. Lavobada midesini tekrar tekrar kaldıran o ekşi kusmuk kokusunu atlatması gerekiyordu. Hava alması lazımdı. Hem belki dışarıda Ömer ile de karşılaşır sorması gereken şeyleri ona sorardı.
Tabii, bulabilseydi.
Neredeydi? Bütün bahçeyi turlamış ama doktoru bulamamıştı. Bu süre zarfında iki kere Esma ile karşılaşmış Ömer'i aradığını anlayınca soru sormak isteyen kızı atlatmak için kaçarcasına yön değiştirmişti. Sahi, kız olan doktor her taşın altından çıkabilecek potansiyele sahipti de erkek olanın sesi soluğu çıkmıyordu.
Bir an önce bulması gerekiyordu doktoru. Daha Yiğit ile tekrar görüşüp parayı teslim edecekti.
Adımları artık ilerlemeyi reddedince durdu. Serin serin esen rüzgar yüzünü sıvazlıyordu. Başını yukarı kaldırdı Burak, farkında olmadan okulun arkasına gelmişti. Üstelik aradığını da bulmuştu. Ömer Karaaslan, elleri cebinde, sırtını duvara yaslamış dalgın bir şekilde göğe bakıyordu.
"Doktor!"
Kendisine dönen yüze baktı. Gözlerinde aynı boşluk vardı sanki. Bu iki kardeşin arasında her ne varsa ikisini de oldukça çok etkiliyor olmalıydı.
"Bir şey sormam lazım."
"Buyur."
Kahve rengi gözleri yavaş yavaş eski hâline döndü. Gözlerindeki boşluk yerini sorgulayan bakışlara bırakmıştı.
"Ne soracaktın?"
Cümleye nereden başlaması gerektiğini bilemedi Burak, ne dese konuya ortadan girmiş olacaktı sanki.
"Kendimizi tanıtırken..."
"Betül'ün tepkilerini gördün değil mi?"
Bildiğin ortadan dalmıştı.
"Tepkisini tam göremedim," dedi Ömer,
"Ama ne kadar stres olduğuna şahit oldum."
"Neden sordun?"
Doktorun yüzünde mimik yoktu. Yine de içinden bir ses Ömer'in bu konuşmanın sonuna dair hoş şeyler düşünmediğini söylüyordu.
"Elleri kasıldı." diyebildi, görüntü tekrar gözünün önüne geldiğinden anlatırken strese giriyordu istemsizce,
"Ben ağzımı her açtığımda,"
"Nefesi daraldı."
"Korkuyor... Gibiydi."
Ömer'in bakışları muhatabının derdini anlatırken titreyen ellerine kaydı. Burak farkına varınca elini saçına atmış peşine de yorgun bir nefes vermişti.
"Yani senden korkuyor mu diyorsun?"
Omuz silkti Burak,
"Emin değilim."
Yere inen gözlerini güç belâ yeniden doktor ile buluşturmuştu. Yanlış anlamasını istemiyordu ama kendisine güvenip güvenmeyeceğini de bilemiyordu. Tedirgindi. Titreyen eli daha fazla kendini hissettirmeye başladığında doktorun bu işi "Suçlukuk Psikolojisi"ne yormaması için içinden dualar ediyordu.
"Birbirimizi tanımıyoruz, bu yüzden bu tepkileri beni endişelendiriyor."
"Onunla sadece 2 gün önce karşılaştım. Asfaltta başını ellerinin arasına almış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hatta daha çok... Bağırıyordu. Canı çok yanıyor gibiydi. Abisi onu zapt etmeye çalışırken oradaydım."
"Yanlarına çöktüm, bir süre neyi olduğunu anlayabilmek için bekledim. Betül o sırada kendine geldi, karşısında abisi var sanıyordu muhtemelen. Gözlerime baktı. Savunmasızdı. Destek alabilmek için baktığı yerde ansızın tanımadığı birini buldu."
"Bana mantıksız geliyor anlatırken,"
"Fakat emin olmak istiyorum, böylesi bir olay kendini tekrarlayan bir korkuya sebep olabilir mi?"
Ömer bir süre susup anlatılanı düşündü. Kızın korktuğunu zannetmiyordu. Hadi korktu diyelim peki bu böyle bir olaydan dolayı mı olurdu?.. Ya da korktuğu şey gerçekten Burak mıydı?
"Bu benim alanım değil." dedi birden,
"Betül'ün yaşadığı korku herkesin içinde kriz geçirmek istemediği için istemsizce verdiği bir tepki de olabilir."
"..."
"Fakat eğer durum dediğin gibiyse bunun bir psikoloğa anlatılması daha uygun olur."
"Ama öncelikle emin olalım."
Bu bekleyişin sebebini az çok tahmin edebiliyordu. Betül'ün hastalığına fiziksel olarak bir şey diyemeyince mutlaka bir psikoloğa sevketmişlerdi. Tahminen o odalarda az vakit harcamamıştı ve ortaya bir şey çıkmamış olmalıydı ki şimdi burada hep beraber hastalık nöbeti tutuyorlardı. Bilinmeyen bir hastalığın nöbeti için dört duvar arasında kalıyorlardı.
Şimdi Betül için psikolog gerektiren bir durum ortaya çıkmış olsa bile Yiğit buraya gelmesi yahut yanına gidilmesi için bir psikolog ayarlamaya sıcak bakmayacaktı. Belki söylenilenlere inanmayacaktı bile. Bu konunun bahsini açabilmek ilk önce emin olmak gerekiyordu.
"Bir süre daha.."
Henüz konuşmaya başlamıştı ki Ömer kesti sözünü, eğer konuşabilseydi "Bekleyelim." diyecekti.
"Kendini sakınmaya çalışan bir kıza sürekli gözlerini dikmeyeceksin değil mi?"
Bir sessizlik oldu. Denileni algıladığında irkilmişti Burak, doktor kendisi hakkında ne düşünüyordu?
"Aklımın ucundan geçmedi."
Bir süre sessizlik oldu. Ömer konuşmanın bittiğini varsayıp ayrılmak için yönünü çevirdiğinde Burak da kenara çekilip yolunu açarak konuşmanın bittiğine kendince onay vermişti.
Aksi yönlere ilerlediler. Ömer geldiği yoldan geri dönerken Burak doğruca ilerlemeye devam edip okulun çevresini dolaşmıştı. O yüzden ardından gerçekleşen şeyleri göremedi. Konuşmanın başından beri okulun duvarına yaslanıp kendilerini izleyen Esma da buna dahil. Gerçi, görseydi de bir anlam veremezdi fakat Ömer kızın ne için orada dikildiğini gayet iyi biliyordu.
Başını olabildiğince eğdi, adımlarını hızlandırdı. Onu görmemiş gibi hızlıca oradan ayrılacaktı. Muhatap olmasını...
"Hâlâ sıkılmadın mı?"
... İstemiyordu.
"Yine mi görmemezlikten geleceksin Ömer?"
Arkasından kendisine yaklaştığını hissetti. Kurduğu her yeni cümlede sesi biraz daha yükseliyordu. Kimsenin duymaması için temkinli davranıyor gibiydi ama yine de sesinin titremesine engel olamıyordu Esma. Bu yükselişleri biliyordu Ömer, birazdan ağlamamak için bastırdığı sesi duyamayacağı kadar kısılacaktı.
"Ben sanki hiç burada yokmuşum gibi davranacaksın?"
"Senden bir tepki alabilmek için sinirleneceğini bile bile varlığımı gözüne sokuyorum."
"Ama sen yine de beni görmüyorsun, hem de hiçbir tepki vermeden!"
"Öfkelenmiyorsun bile."
Sesini kısmaya başladı. Gözleri dolmuştu muhtemelen. Kendisine ulaşamadığı her geçen gün duygularına hakim olmakta daha çok zorluk yaşıyordu bu kız.
"Gerçekten... " dedi.
"Sıkılmadın mı artık? Seni durmadan rahatsız etmemden de mi sıkılmadın?"
Öylece sırtı dönük, bir adım uzağında dikilen adamın koluna uzandı Esma, Ömer kendini aniden geri çekince elini mecburen geri indirmişti.
Karşısında olduğu hâlde dokunamamak, sesini istediği zaman duyamamak, gözlerine bir kez olsun bakamamak ne kadar acı veren bir duyguydu. Âşık olan o değildi tabii, bilmiyordu. Mesafe koymuştu aralarına, öyle böyle değil. Sahra çölü bile daha küçüktü sanki, sahra çölü bile daha canlıydı onlara nazaran. Gerçi "Onlar" bile diyemiyordu ya, o izin vermiyordu. Her seferinde kendi kendine çabalıyordu ve her seferinde duygularını da önüne katıp yanından ayrılıyordu.
Yine tam hiçbir şey demeden gidecekti ki Ömer'in sesini duyan kulakları ayaklarını olduğu yere mıhladı. İkisi de birbirlerine sırtlarını dönmüştü şimdi. Nefes bile almayabilirdi şu an, ne dediği de önemli değildi. Kendisiyle konuşuyordu ya, önemli olan buydu.
"Ben sana diyeceğimi zaten aylar önce dedim."
Ve cevap vermesini beklemeden yoluna devam etti. Öylece ardından bakakaldı. Bütün duyguları birbirine girmişti yine. Gelmiş dağıtmış ve utanmadan çekip gitmişti.
"Düşünme," dedi kendisine, titreyen elleri ile yüzünü sıvazladı.
"O günü düşünme."
Daralan nefesini düzene sokmaya çalıştı. Ama nafile!
"Bilerek söyledi, düşünme."
Zihnine hakim olamıyordu. Öfkeyle vurduğu duvarın eline zarar vermesine aldırış etmeden bir kere daha geçirdi yumruğunu, sanki beton elinde ezilebilecekmiş gibi hırslıydı. Yine de... Boşunaydı sonuçta. Eklem yerleri çatlamış kanamaya başlamıştı.
Doğruldu. Burada öylece dikilip ağlamayacaktı. Boğazına dizilen hıçkırıkları gerisin geri gönderdi, göğe bakarak gözyaşlarını gizlemiş ısınıp kızaran yüzünü biraz olsun kendine getirmişti.
Siyah saçlarını geri atıp güzelce nefeslendi. Koşar adım binanın girişine yöneldi. Kapıda yetişse de Ömer'den tarafa bakmamıştı. Bu haldeyken olmazdı. O da pek oralı olmamıştı zaten.
İçeri girmek istemiyordu. Kendine gelmeden dört duvar arasına girmeyecekti. Derin bir nefes daha alıp kapının önünde ileri geri adımlamaya başladı. Polis de kapının önündeydi. Zaten iş bu ya, ne zaman Ömer ile bir şey yaşasa Yiğit mutlaka yakınlarda olurdu. Daha kendisini fark etmemişti. Ömer ile konuşan çocuğa bir kağıt uzatmış "Açıklamaya yazman gerekenler orada yazıyor. Parayı ibana atınca onaylanmış sayacaklar." demişti.
Hayır, kesinlikle nereye baktığı, neyle ilgilendiği önemli değildi. Ömer'in dediği şey aklından çıkmıyordu bir türlü!
"Ben sana diyeceğimi zaten aylar önce dedim."
"Sabır..."
Yiğit arkasında kendi kendine söylenen kızı duymuş yanından ayrılan çocuktan bakışlarını çekip ondan tarafa dönmüştü. Gözleri şöyle bir süzdü kendisini, ezilen eklemlerini görünce sırıtmaya başladı. Gözünü kanlanan yerden ayırmıyordu ama bıraksa katıla katıla gülecekti.
"Yine yanına mı gittin?"
"Evet."
"Ne dedin? İzin ver öpeyim?"
Dalga geçiyordu. Doktorun bozulan yüzünü görünce daha fazla dayanamayıp sesli bir şekilde gülmeye başlamıştı.
"Hadi lütfen, bak bir kere öpeyim sen de seveceksin!"
Gülüşü kahkahaya kaydı. Gülmek istediği için gülüyor ve dikkat çekiyor çekmiyor gram umursamıyordu. Esma dik dik suratına bakıyordu şimdi. Onun bozulduğunu bu kadar belli etmesi daha kötü yapıyordu Yiğit'i, nefes bile alamıyordu artık.
"Hemen o sesini kesmezsen," dedi Esma,
"Ne olur ne olmaz diye getirdiğimiz bütün iğneli şırıngaları müsait bir tarafına sokarım."
Bunun onu susturması mı gerekiyordu?
"Şşş!" dedi gülüşünün arasından Yiğit, gerçekten kendini dizginlemezse burada can verebilirdi. Derince bir nefes alıp kuracağı cümlelere hazırlandı.
"Edepsizleşme!" dedi bir solukta.
"Sonra Ömer bana niye bakmıyor."
Esma iğrenirmiş gibi baktı karşısındaki çocuğa, sakinleşmişti. Artık gülmüyordu ama bu önemli değildi şu an.
"Sizin nasıl aynı rahimden çıktığınız tarihin en büyük bilimsel gizemi biliyor musun?"
"Güldürme."
Bir iki saniye nefeslendi Yiğit, uzun uzun nefes almak işe yarıyordu.
"Bir sürü işim var, onları halletmem lazım."
"Kimliğini ver."
Aniden ciddileşen ses polisin bipolar olduğunu düşündürmeye başlamıştı yine. Bu kadar değişken bir ruh hâline sahipse kesinlikle ruh hastası olmalıydı.
"Neden istiyorsun?"
"Nikah tarihi ayarlayacağım (!)"
Evet ruh hastasıydı. Düzelene kadar en kapsamlı Ruh ve Sinir Hastalıkları merkezine yatırılması gerekiyordu.
"..."
"Adınıza dosya tutmam gerekiyor. Bilgilerinizi gireceğim."
"Hatta sadece kendi kimliğini getirme, diğerlerininkini de topla öyle gel."
"Dalga mı geçiyorsun?"
Evet, dalga geçiyordu. Hem de ciddi bir yüz ifadesiyle.
Göz devirdi Esma, odasının yolunu tutmuştu. Arkasında kalan çocuğa umrunda olmadığını gösterebilmek adına elini kaldırıp öylesine salladı.
"Kendi işini kendin hallet."
"Ben gidiyorum. Kimliğimi de odama gelip alırsın."
Yaklaşık bir on dakika sonra Yiğit odasına uğrayıp kimliğini almış ve yarım saat kadar hiçbir yerde görünmemişti.
Her zaman bu kadar ciddiyetsiz biri değildi aslında. Bazen sadece canı nasıl isterse öyle davranıyordu. İçten içe belli etmediği dertleri vardı belli ki, varlığından kendisinin bile habersiz olduğu... Dışarıdan bakınca aşırı derecede gamsız gözüküyordu ama böyle olamazdı. Hiçbir insan onun kadar umursamaz gözükemezdi. Bu bile tek başına bir uyarıydı. Bazen karakteri o kadar dengesizleşiyordu ki, gizliden gizliye depresyona girdiğini düşünüyordu Esma. Psikolog değildi, yine de onun hakkında kişisel bir yorum yapması gerekirse şunu açık bir şekilde söyleyebilirdi, bu kadar fevri olması Yiğit'in içinde sakladıklarına dair dikkate alınması gereken bir uyarı gibi geliyordu. Üstelik bir şeyleri dert ettiğini kendisi bile bilmiyordu. Buna adı gibi emindi ama kendine saklıyordu. Kafasına silah dayasalar karşısına çıkıp "Ne derdin var?" diye sormazdı. Hem değişik değişik cevaplara maruz kalır, doğru düzgün bir yanıt alamazdı hem de Ömer'in yanlış anlama ihtimali vardı. Bunu göze alamazdı. Zaten olmayan şansı da yelkenlere biner, öylece uzaklaşırdı kendisinden.
Çok düşününce midesi bulanıyordu. Hava alması lazımdı. Odasından dışarı çıktığında koridorun ucundaki odasından çıkan Yiğit'i gördü. Yüzünde ciddi bir ifade elinde ise kime ait olduğunu göremediği bir kimlik vardı.
"Buyur İrfan abi."
Yine aynı isim, diye düşündü. Kimdi bu İrfan Abi? Buraya geldiklerinden beri Yiğit'in telefonundan eksik olmuyordu. Artık her kimse Yiğit onunla konuşurken oldukça ciddi bir ruh hâline bürünüyor sanki telefonda konuşmuyormuş da masada satranç oynuyormuş gibi uzun uzun düşünerek cümlelerini sarf ediyordu.
"Nasıl mıyım?.."
"Karantina altında nasıl olunursa öyleyim abi."
"Ne oldu, bir şey mi oldu? Erken aradın."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |