Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@queenwx2

Gözlerim yaşlarla dolmuştu, panikle kapıyı zorlamaya devam ettim ama sıkışmıştı. O anda ciğerlerim daralmaya başladı, nefes almakta güçlük çekiyordum. İmdat çığlıklarım yağmurun sesine karışıyor, kimseye ulaşmıyordu. Ellerim titriyor, başımdaki uğultu gittikçe artıyordu.

 

"Batu, lütfen... Lütfen uyan!" diye fısıldadım. Ama Batu hâlâ hareketsizdi. Arkamı tekrar döndüm, Melek’in yüzü kan içindeydi ve nefes alıp almadığını anlayamıyordum. O an içimdeki çaresizlik devasa bir boşluğa dönüştü. Her şey üstüme yıkılıyor gibiydi.

 

Dışarı çıkmam gerekiyordu. Ne olursa olsun birilerini bulup yardım çağırmalıydım. Diğer kapıyı denemek için hızla koltuğun üzerine tırmandım. Kapıyı ittim, bu sefer biraz oynadı. Kendi gücümle başaramayacak gibi hissediyordum ama bir yandan da içimdeki korku beni daha da zorluyordu. Sonunda kapı açıldı. Soğuk yağmur damlaları yüzüme çarpınca bir anlığına serinlemiştim, ama dışarı çıkmakla işim bitmemişti.

 

Ayaklarım titreyerek yola adım attı. Her yer karanlık ve boştu, tek duyduğum şey yağmurun asfaltta çıkardığı ritmik ses ve uzaktaki bir motor gürültüsüydü. O sırada, uzaktan bir araba farı göründü. Koşmaya başladım, hızla gelen arabaya doğru el sallayarak bağırdım:

 

"İmdat! Yardım edin! Lütfen durun!"

 

Araba yaklaşırken ben de güçsüz bedenimle yolda savruluyordum. Ne yapacağımı bilmeden, bu kabustan uyanmayı bekliyordum. Her şey bitiyor gibiydi ama yardım umudu hâlâ oradaydı...

 

Araba yaklaştıkça, içimdeki umut bir an yeşerdi. Farlar gözlerimi kamaştırıyordu, yağmur damlaları yüzümde hızla dans ederken, nefes nefese elimi sallamaya devam ettim. "Lütfen durun..." diye mırıldandım kendi kendime, kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyordu.

 

Araba nihayet durdu. Bir adam hızla dışarı çıktı, bana doğru koştu. Orta yaşlı, şemsiyesiz, üstü başı yağmurdan sırılsıklam olmuştu.

 

“Ne oldu? İyi misin?!" diye seslendi panikle.

 

"Arkada… Arabanın içinde arkadaşlarım var!" dedim, kelimeler ağzımdan zar zor çıkıyordu. “Kaza yaptık... Batu ve Melek... Onlar... Onlar hâlâ içerideler.”

 

Adam bir an bile tereddüt etmeden arabaya doğru koştu. Ben ise donup kaldım, bacaklarım ağırlaşmış, adım atacak hâlim kalmamıştı. Sanki bedenim bana itaat etmiyordu. Uzaktan Batu’nun başını direksiyonda hareketsiz görüyordum, Melek’in kanlı yüzü gözlerimin önünden gitmiyordu. İçimdeki çaresizlik gitgide büyüyordu.

 

Adam kapıyı açmaya çalıştı ama kapı sıkışmıştı. "Ambulans çağırmamız lazım!" diye bağırdı bana doğru. Kafamı salladım ama dilim tutulmuş gibiydi, telefona bile ulaşamıyordum. Adam hızla cebinden telefonunu çıkarıp bir şeyler söylemeye başladı. Sesler uzaktan geliyormuş gibi yankılanıyordu.

 

Yağmur hiç durmaksızın yağıyordu. Zaman, mekân her şey bulanıklaşmıştı. Adamın ne dediğini bile anlamıyordum, tek düşündüğüm Batu ve Melek’ti. Onlar hâlâ oradaydı. Sesim titredi:

 

"Batu... Melek... Dayanın, ne olur..."

 

Kısa bir süre sonra, uzaklardan siren sesleri duyulmaya başladı. Ambulansın kırmızı-mavi ışıkları yağmur damlalarıyla birlikte gözlerimin önünde parıldıyordu. Yardım geliyordu, ama içimde bir korku vardı; ya geç kalınmışsa?

 

Ambulans ve kurtarma ekibi hızla arabaya yöneldi. Birkaç paramedik ve itfaiyeci aracın etrafını sardı. Onların profesyonel tavırları bana biraz olsun umut veriyordu ama aynı zamanda içimde büyüyen o korku, giderek daha gerçekçi bir hâl alıyordu. Paramediklerden biri yanıma yaklaştı, elini omzuma koydu:

 

"İyi misin? Yaralı mısın?"

 

Başımı salladım, "Batu... Melek... Onlar içerde," diye tekrarladım sadece.

 

Ambulans ekibi hızla Batu ve Melek’e müdahale etmeye başladı. Gözlerim dolmuş, içimden dua ediyordum. Zaman durmuş gibiydi; her şey bulanıktı ama o an tüm dünyam, Batu ve Melek'in kurtulmasına odaklanmıştı.

 

Bir süre sonra, paramediklerden biri, Batu'yu arabadan çıkardıklarında, onun yüzüne odaklandım. Bilinçsizdi ama yaşıyordu. Yavaşça derin bir nefes aldım, kalbimdeki ağırlık biraz hafifledi. Ancak Melek… Onu sedyeye yatırdıklarında hâlâ hareketsizdi. Ellerim istemsizce titremeye başladı.

 

"Batu... Batu iyi mi?" diye sordum birine, ama cevap vermediler. Kimse bana bir şey söylemiyordu, her şey çok hızlı gelişiyordu. Ambulansa bindirilen Batu'yu izlerken, Melek’e dönüp baktım. Onun sessiz ve hareketsiz hali, içimde derin bir korku bıraktı.

 

Ambulans kapıları hızla kapandı ve Batu’yu içeri aldılar. Ben hâlâ ayakta, yağmurun altında kalmış gibiydim. Melek’i de hızla sedyeye koydular, yüzü kan içinde ama hâlâ hareketsizdi. Onları alıp götürmek üzereydiler ama ben yerimde çakılıp kalmıştım. Bedenim hareket etmiyordu; sadece onları izliyordum. İçimde bir korku vardı, belki de gerçekten Batu ve Melek’i kaybedebilirdim.

 

Bir paramedik yanımdan geçerken kolumu tuttu. "Sen de geliyorsun," dedi sert ama nazik bir sesle.

 

"Ben... iyiyim, onlar..." diye fısıldadım ama sesim duyulmuyordu. Paramedik beni ambulansa doğru yönlendirdi, başka seçeneğim yoktu. Zihnimde hâlâ kaza anı dönüp duruyordu. O kornanın sesi, o an Batu’nun direksiyonu kırışı, Melek’in çığlığı... Hepsi kafamda yankılanıyordu.

 

Ambulansa bindim, Batu sedyenin üzerinde yatıyordu. Nefes alışverişi düzensizdi, yüzünde derin kesikler vardı. Yanına çömeldim, ellerim titreyerek ona dokunmak istedim ama cesaret edemedim. Gözlerim doldu, içimden bir dua etmeye başladım. "Lütfen, lütfen iyi ol," diye mırıldandım.

 

Melek ise diğer sedyede, paramedikler ona hızlı müdahale ediyordu. Kalp atışlarını kontrol ediyorlardı, her şey çok gergindi. Gözlerimi Melek’ten ayıramıyordum, onun o sessiz hali beni paramparça ediyordu.

 

Ambulanstaki kaos devam ederken, gözlerimi Melek’in yüzünden ayıramıyordum. Paramedikler hızla çalışıyordu, kalp atışlarını kontrol ediyor, kanamayı durdurmaya çalışıyorlardı. Bir an için umutlanmaya cesaret edemedim. Ama sonra, paramediklerden biri Melek’e döndü ve arkadaşına başıyla olumlu bir işaret verdi.

 

"Melek yaşıyor!" diye fısıldadı biri. İçimde büyük bir rahatlama hissettim, sanki üzerimden devasa bir yük kalkmıştı. Hemen yanıma çöken umutsuzluk bir anlığına kayboldu. Hâlâ yaşıyordu, hâlâ bir şansı vardı.

 

Ambulansın içindeki herkes ona odaklanmıştı, ben ise Batu’nun yanında diz çökmüş, ellerimi sıkıca kavuşturmuş dua ediyordum. Batu’nun yüzündeki kanlı izlere bakarken, onun da iyi olmasını dilemekten başka çarem yoktu.

 

Hastaneye vardığımızda, sedyeler hızla dışarı çıkarıldı. Batu ve Melek acil müdahale odasına götürülürken, ben hâlâ ambulansın içinde kalakalmıştım. Yaşadıklarımın gerçekliğini anlamaya çalışıyordum. Hem Batu hem Melek yaşıyordu, ama ne kadar ağır yaralı olduklarını bilmiyordum. Tek yapabileceğim beklemekti.

 

Hastanenin koridorlarında yürürken, içimdeki kaygı dalga dalga büyüyordu. Melek’in hayatta olduğunu bilmek biraz rahatlatıcıydı, ama bu yaşadıklarımızın izleri hemen silinmeyecekti. Batu ve Melek için endişeliydim. Saatler geçerken, zaman duruyormuş gibi hissettirdi.

 

Bir süre sonra, doktorlardan biri yanımıza geldi. Yüzündeki yorgunluk ifadesine rağmen, gözlerinde bir umut vardı.

 

"İkisi de stabil durumda," dedi. "Melek’in durumu ciddiydi ama müdahalemiz başarılı oldu. Şu anda yoğun bakımda. Batu'nun da durumu iyiye gidiyor, ama birkaç kaburga kırığı var ve biraz dinlenmeye ihtiyacı olacak."

 

Derin bir nefes aldım, içimdeki düğüm biraz çözülmüş gibiydi. Her ne kadar kazanın etkileri büyük olsa da, en azından ikisi de yaşıyordu. Bu bir mucize gibiydi.

 

Koridorun sonundaki oturma alanına doğru ilerleyip bir sandalyeye çöktüm. Yağmurun sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu ama artık o korkunç kazanın sonrasında bir umut ışığı belirmişti.

 

Bekleyiş bitmek bilmiyordu. Zaman durgunlaştıkça kafamın içindeki sesler daha da yükseliyordu. Ne kadar süre geçmişti bilmiyordum, sadece Batu ve Melek’in iyileşmesini bekliyordum. Yoğun bakımın önündeki o sandalyede, zamanın akışını tamamen kaybetmiştim. Gözlerim kapanıyor, düşüncelerim karışıyordu.

 

Bir süre sonra, hastanenin sessizliğini doktorun ayak sesleri böldü. Bana yaklaştı ve yorgun bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

 

“Batu kendine geldi. Durumu stabil ama bir süre daha gözlem altında tutacağız. Melek de iyileşiyor, fakat o biraz daha zaman alacak. Şimdi onları görmene izin verebiliriz, ama fazla yorma onları, tamam mı?”

 

Başımı hızla salladım, rahatlama dalgası vücudumu sarmıştı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu ama aynı zamanda büyük bir şükran duygusuyla doluydum. İkisi de yaşıyordu ve bu, her şeyden daha önemliydi. Doktor, Batu’nun odasını işaret etti. Yavaşça kapıyı açıp içeri girdim.

 

Batu yatakta yarı uyanık bir haldeydi. Yüzü yara izleriyle doluydu ama gözleri açıktı, beni gördüğünde hafifçe gülümsedi.

 

“Erva,” dedi sesi çatallaşarak. “Neler oldu?”

 

Gözlerim doldu ama hemen toparlandım, Batu’nun yanında güçlü görünmeliydim. Yanına oturup hafifçe elini tuttum.

 

“Bir kaza geçirdik,” dedim. “Ama merak etme, hepimiz iyiyiz. Sen de iyileşiyorsun.”

 

Batu derin bir nefes aldı, başını hafifçe oynatarak onayladı. Gözlerinde belli belirsiz bir korku ve yorgunluk vardı ama bu, onun gücünü kaybetmediği anlamına gelmiyordu. Konuşmaya devam etti.

 

“Melek... O nasıl? O iyi mi?” Sesi endişeliydi.

 

Onun bu soruyu sormasını bekliyordum. Gözlerim hafifçe sulandı ama kendimi topladım ve onu rahatlatmaya çalıştım. "Melek de iyi, biraz daha zamana ihtiyacı var ama yaşayacak. Her şey yoluna girecek Batu, söz veriyorum."

 

Batu'nun yüzünde büyük bir rahatlama ifadesi belirdi. “Teşekkür ederim,” dedi fısıldayarak. “Sen olmasaydın...”

 

Sözünü bitirmedi. O an, yaşadıklarımızın ağırlığını daha da hissettim. Onun gözlerinde sadece minnet değil, aynı zamanda yaşadığı korkunun izleri de vardı. Ama şimdilik her şeyin iyi olacağını biliyordum.

 

🤍

 

Sonrasında Melek’in odasına gitmeye karar verdim. Kapının önünde bir an duraksadım. İçeri girdiğimde Melek hâlâ uyuyordu. Makinalara bağlıydı, ama nefes alıyordu. Yavaşça yanına oturdum ve ellerimle onun soğuk elini tuttum. Gözlerim yaşlarla doluydu ama bu sefer rahatlamıştım.

 

“Melek, seni burada bekliyoruz. Dayan, tamam mı?” diye fısıldadım.

 

Bu sessiz anlarda, kazanın bize ne kadar büyük bir ders verdiğini düşündüm. Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu, bir anlık dikkatsizliğin nelere mal olabileceğini görmüştük. Ama şimdilik, önemli olan şey birbirimize sahip olmamızdı.

 

Birkaç gün sonra, hastane koridorlarının soğuk ve sessiz havası yavaş yavaş yerini normale bırakıyordu. Batu’nun iyileşme süreci hızlanmıştı, Melek de her geçen gün biraz daha kendine geliyordu. Ancak yaşananların izleri kolay kolay silinecek gibi değildi. Kaza sadece fiziksel yaralar değil, derin duygusal yaralar da bırakmıştı.

 

Batu, tekerlekli sandalyesinde odasında otururken camdan dışarıya bakıyordu. Odaya girdiğimde beni fark etmedi, dalıp gitmişti. Yanına yaklaştım ve sessizce:

 

“Ne düşünüyorsun?” diye sordum.

 

Batu, gözlerini camdan çekip bana döndü. Hafif bir tebessüm etti ama yüzündeki yorgun ifade silinmemişti. "Melek'i düşünüyorum," dedi. "Onunla bir türlü konuşamadım... Durumu düzeliyor ama hâlâ tam kendine gelemedi."

 

Ona baktım, derin bir nefes aldım ve yanına oturdum. "Merak etme, o da iyileşiyor. Seninle konuşacak gücü bulduğunda zaten ilk seni arayacak, eminim."

 

Batu, hafifçe başını salladı. "Biliyorum," dedi. "Ama içimde bir suçluluk hissi var. Direksiyonda ben vardım... Eğer biraz daha dikkatli olsaydım, belki bu kaza hiç olmazdı."

 

Bu cümleler beni de derinden etkiledi. Batu'nun kendini bu kadar suçlamasını görmek zordu. Elini tuttum ve gözlerinin içine baktım.

 

"Batu, bu bir kazaydı. Hiçbirimiz bunun olmasını istemezdik. Kendini suçlaman doğru değil. Hepimiz oradaydık ve olan oldu, artık önemli olan bundan sonra ne yapacağımız."

 

Batu derin bir nefes aldı, gözlerinde hala suçluluğun gölgesi vardı, ama biraz olsun rahatladığını görebiliyordum.

 

🤍

 

Melek’in odasına girdiğimde, o gün ilk kez gözlerini açık buldum. Hâlâ biraz yorgun görünüyordu ama dudaklarında zayıf bir gülümseme vardı. Yanına yaklaşıp, sessizce elini tuttum.

 

“Merhaba uyuyan güzel,” dedim hafifçe gülerek. “Nasıl hissediyorsun?”

 

Melek, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Birkaç tır çarpmış gibi," dedi zayıf bir sesle, ardından gülümsedi. O gülümsemeyi görmek bana umut verdi.

 

“Gerçekten de fena bir kaza geçirdik,” dedim. “Ama şükür ki hepimiz hayattayız.”

 

Melek’in yüzü bir an için ciddileşti. “Batu nasıl? O iyi mi?”

 

“Evet, Batu iyi. O da senin gibi iyileşiyor. Seni sormuştu, merak etme, seni görünce çok rahatlayacak.”

 

Melek’in gözleri bir an parladı, ama ardından yeniden durgunlaştı. “Onu görebilir miyim? Ona teşekkür etmek istiyorum… Belki de bizden daha çok yaralandı. Direksiyondaydı, öyle değil mi?”

 

Başımı salladım. “Evet, Batu kendini biraz suçluyor. Ama herkes bunun sadece bir kaza olduğunu biliyor. Asıl önemli olan şey, hepimizin hayatta olması.”

 

Melek derin bir nefes aldı ve bir süre sessiz kaldı. Sonra bana bakarak yavaşça, "Batu'yu buraya getirir misin?" dedi. "Onunla konuşmam lazım."

 

🤍

 

Batu’yu Melek’in odasına getirdiğimde, ikisi de birbirlerine bakıp sessizce gülümsediler. Aralarındaki sessizliğin altında, birbirlerine duydukları yoğun duyguların izlerini görebiliyordum. Batu, Melek’in yanına oturup onun elini nazikçe tuttu.

 

“Melek… Ben çok özür dilerim,” dedi Batu, sesi titreyerek. “Her şey benim hatam gibi hissediyorum. Sizi koruyamadım…”

 

Melek, Batu’nun elini sıkıca kavrayarak ona ciddi bir ifadeyle baktı. “Hayır, Batu. Bu bir kazaydı. Senin hatan değildi. Asıl önemli olan şey, burada olmamız. Hayattayız, ve bu sayende.”

 

Batu’nun gözlerinde biriken yaşlar, Melek’in bu sözleriyle dökülmeye başladı. Melek, yavaşça ona doğru eğilip, başını Batu’nun omzuna yasladı. O an, kazanın tüm duygusal yükünü birlikte taşıdıklarını anladım. Birbirlerine dayanak oluyorlardı, bu zorlu süreçte birbirlerinden güç alacaklardı.

 

(1822 kelime)

 

 

Kestikkkk

 

 

Benim için uzun bir bölüm oldu umarım beğenirsiniz :)

 

 

Instagram: queenwx02

 

 

Tiktok: queenwx2

 

 

 

Loading...
0%