Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@rabbit4science

KİMLİK TARTIŞMASI

(Üç yıl önce)

 

Ben bittim.

 

Bundan kaçamazsın.

 

Ellerini yıka.

 

Kaçamazsın!

 

Yakalayacaklar!



 

YIKA! 

 

Bu kan benim değil...

 

Suyun altında akıyordu.

 

Yıkamam gerek.

 

Babam çok kızacak.

 

Baba. 

 

Yardım et baba.

 

Nerdesin?

 

Ellerim, ellerimde kan var.

 

Ben öldürdüm, ben.

 

Geçmiyor.

 

Öldü...

 

Sonunda.

 

Kurtuldum.

 

Katil oldum.

 

Yaşıyorum.

 

Öldürdüm.

 

Baba yardım et.

 

Yüzüme su vurdum, sonra bir tokat.

 

"UYAN! KENDİNE GEL!" Kime bağırıyordum? Kendime mi?

 

Katilsin.

 

Kaç!

 

Nefes alamıyorum.

 

Hayır önce kandan kurtul.

 

"Nefes al."

 

Ölüyordum...

 

Öldürecekti bizi.

 

Yaşasaydı babam ölürdü.

 

Ama o öldü.

 

Yaşıyorum.

 

Ölsün istemedim.

 

Saçlarım..

 

Saçlarımda kan var.

 

Hayır bende kanıyorum.

 

Ölcek miyim acaba?

 

Ölmeliyim belki.

 

Ben yapmak istemedim.

 

Böyle olsun istemedim.

 

Babamı dinlemeliydim.

 

Baba yardım et.

 

"Baba nolur yanıma gel." Ağlarsam gelir belki. O her ağladığımda gelir.

 

Baba nerdesin?

 

Tuvaletin kapısı, duvara çarptı. Ses can yakabilir mi?

 

Babam geldi. Babamdır demi?

 

Hayır beni buldular.

 

Bitti.

 

Herşey bitti.

 

Ben bittim.

🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃

 

 

 

"Günümüz"

 

Kavuldum.

 

Yine....

 

Her yerden olduğu gibi yine kovuldum. Oysaki geçen seferde babamın patronumun karşısında beni kovmaması için ne kadar yalvardığını hatarlamamam gerekiyordu. Onu tekrardan mahcup etmiştim. Yine.

 

İş bulamıyordum, bu sicille normal tabi. Bulduğum az maaşlı işlerden ise kavulmayı beceriyordum. Geleceğimi tam olarak hangi noktada mahvettiğimi kestiremiyorum. Okul mu? Oradan da kavulmayı becerdim. Baya oldu doğrusu. Garip bir şekilde üniversiteye kadar ilerlemeyi başardım. Taki geçen yıl henüz seneyi daha yeni yarı etmişken karıştığım kavga yüzünden kovulana kadar. Zaten devamsızlıklarım boyumu geçmişti.Bazılarına göre hakettim, muhtemelen sebebini söylesem sizde aynısını düşünürsünüz. Başıma gelen herşeyi hakediyordum.

 

 

Yaşıtlarım gibi bir üniversiteye ya da bir işe girmiş olmam gerekiyordu, serseri gibi sokaklarda dolaşmam ne büyük bir hayal kırıklığı olduğumun göstergesiydi.

 

Sokaklarda dolaşmam benim içinde tam zamanlı bir işkenceydi. Binalardaki koca panolar yine haberler ile doluydu. Yeşil Yol sakinleri yine dükkanlarından çıkmış ve sanki dünyanın en önemli şeyi oradaymış gibi o panolara bakıyordu. Bugünün haberlerinde ne mi vardı? Tabii ki her zamanki şeyler. Süper kahramanlar ve onların muhteşem hareketleri.

 

Burası Yeşil Yol. Burası çizgi romanların, aksiyon filmlerinin gerçek olduğu yer. Sokaklarda insan gücünün üstünde, polislerin bile baş edemediği kötü insanlar ve onları durduracak pelerinli Süperlerin olduğu yer. Doğuştan ucu ve güçlere sahip olan insanlar ve üstün zekaya sahip insanlarla dolu biri yer. Halk sanki ikiye ayrılmış gibiydi. Biri sürekli bir çatışmanın ortasında kalan normal insanlar diğeri de o çatışmaların parçası olan Novalar. Süper iyi ya da Süper kötü. Nova ırkından bazıları dışarıdan normal insan gibi gözüküyor. Onları ayıran Süper zekaları ve yetenekleri . Cidden bunu samimiyetle soruyorum. Bir yerde bir avuçtan fazla süper zeka varsa Süper zeka olmanın bir anlamı var mıdır? Bir şeylerin başına süper ekleyince artık halk için kahraman ya da canavar oluyordunuz. Süperler ve onların süper hayranları. Ülkenin parasını yiyip bitiren süperler ve onlara hayranlıkla bakmaktan karınlarını doyuracak para kazanamayan hayranlar. Zaten kazandıklarını da Süper kötülere çaldırıyorlardı. Ne komik bir evren.

 

Babam eskiden böyle olmadığını söylerdi. İnsanlar uzayla fazla içli dışlı olmadan önce her şey çok normalmiş. Ne zaman ki uzayı fazla karıştırdık işte o zaman Dünya artık farklı bir yöne bak dönmeye başladı. Artık her gün uzaydan bilmediğimiz bir canlı türü Dünya'ya saldırıyor bizim dünyada ki uzaydan gelme güçlere sahip Nova'lar biz onlara karşı koruyordu.

 

Süperler artık yeni bir ırk oluşturabilecek kadar fazlaydı. Gerçekten de çok yaratıcı bir ırk ismi "Nova". Onların da tıpkı polis akademisi gibi gittiği bir akademi vardı, Noveryus Akademisi. Buradan mezun olunca devlete çalışan resmi bir Nova oluyorlardı. İşin asıl tuhaf kısmı ne biliyor musunuz?

 

Benim babamda bir Nova. Çok şükür ki emekli oldu. En son görevinde istemeden sebep olduğu bir felaket yüzünden ağır bir ceza aldı. Üç yıl hapis yattı ve akademi rozeti elinden alındı. Bundan sonra güçlerini halka açık yerlerde kullanamayacaktı. Artık o inanılmaz güçlerini evde koltukları ve dolapları kaldırıp temizlemekle harcıyor. Arada eski madalyalarına hüzünle baksa da sakin bir hayata alışmış durumda. Zor ve sancılı bir süreçti ama geçti.

 

 

Eh işte bu benim hikayem. Dünyanın en iyi babasının sahip olabileceği en kötü çocuk. Onun gibi kahraman değilim. Üniversiteye gitmedim ve girdiğim her işten düzenli olarak kovuldum. Babam benden hiçbir zaman umudu kesmedi, bence kesmeli, her seferinde onu hayal kırıklığına uğrattım.

 

Sokakta aylak aylak yürürken bela her zaman ki gibi yine beni buldu. Bugünün belası ne mi? İşten kovulmama sebep olan üç gevşek adam. Karşımda ağzında kokusu burnumu yakan sigaralarla dikilmişlerdi. Çalıştığım restoranda kendilerine dünyanın en tatlı insanı gibi siparişlerini alıyordum. Kıçıma yediğim şapkağı hissedene kadar gayet sakindim. Ardından gelişen şeyler benden istenilen telefon numaram ve cevap olarak verdiğim bir kırık burun, iki dökülmüş diş ve burkulmuş bilek. Verdiğim cevap yeterli olmamış olmalı ki şimdi karşımda sargı bezleri ile birlikte geçen günümü hatırlatıyorlardı.

 

"Beyler bakıyorum da benle flörtleşmeye doyamamışsınız. Bu ne güzel bir karşılaşma."

 

İçlerinden sıska olanı ağzındaki yarısı içilmiş sigarayı çekip yere attı. Neden hemen yandaki çöp kovası değilde orası yani? Çenesi kırık olan birşeyler geveleyince hepimiz ona döndük ama tercüman olmadan birşeyler anlayamazdık tabi ki. Sıska patron tekrar bana döndü ve yere tükürdü.

 

"Mayda Frost. Tobiast Frost'un kızı." Dedi iğrenircesine. Benle uğraşıcaklardı ve ben bunun yerine evime gitmek istiyordum.

 

"Numaramı vermediğimden eminim oysa. Adımı hayran sayfalarından mı öğrendin yoksa?" Bence güzel kafiye yaptım.

 

"Hadi ama babanı bilmeyen var mı?" Dedi dişileri dökülmüş olan. "Tam da babasının kızı. Bu ego sağlam bir dayakla hallolur." Bunu hakaret olarak söylemişti. Babamın istemeden sebep olduğu felâketi herkes biliyordu çünkü. Kaza olduğunu bilmelerine rağmen sanki bunun cezasını yeterince çekmemişim gibi hala başıma bela oluyorlardı.

 

"Konuşa biliyor musun? Görünüşe göre yeterince dişini dökmemişim. Bu akşam diş perisisinden iyi para kazanacaksın." Dedim sırıtarak. O sırada çenesi kırık olanın arkasındaki çivi süslemeli sopasını çıkarışını inceledim. Bu Nova adamlar işe yaradıkları zaman ortalıkta olmazlar. Sözde şehri koruyacaklardı.

 

Sakince yeni aldığım çantam zarar görmesin diye kenara attım. İstemsizce ilk darbenin onlardan gelmesini bekledim. Babam haklıydı, benim attığım her adımda bir halt vardı.

 

Dişleri dökük olan yanıma yaklaştı. Parmağının burcu ile omzumu ittirip bana yukarıdan bakarak konuştu. "Sırf bir Nova'nın kızısın diye yaptığın herşey yanına kâr kalacak sanıyorsun değil mi?" Diyip tekrar omzumdan iteledi. Bir adım geri attım ama durmadı. "İşe bak babam gibi ucube yeteneklerinde yok. Nasıl koruyacaksın kendini ha? Utanmıyor musun bizim gibilere bulaşırken? Ben senin yerinde olsam evimden dışarı çıkmazdım." Dedi ve tekrar itmeye çalıştı.

 

Bu sefer izin vermedim elini havada kalkıp ters yöne büktüm. "Benim yerimde olmadığına göre benden dayak yiyebilirsin."

 

Diğer eliyle bana müdahale etmeye çalıştı. Diğer elini bana yaklaştımadım ve bacağına çerme takıp yere düşmesini sağladım. Diğer ikisi de olaya karışmaya karar verip bana yaklaştı. Bir bileği kırık olan adam hızla üzerime doğru uçup bir tekme atmaya çalıştı, ondan kolaylıkla kaçtım. Cidden az önce gözlerim kanatan olay uçan tekme miydi? Sopalı arkadaştan kurtulmak için son anda eğildim.

 

"O öyle değil, böyle yapılır" diyip uçan tekme eğitimi verdim. Doğrulacakken biri beni arkamdan kavrayıp duvara çarptı. Karnıma tekrar tekrar sert yumruklar vurup ağzımdan kan çıkmasına sebep oldu. Birkaç saniye gözümün karardığını hissettim. Tekrar bir yumruk yememek için karşımdaki adama kafamı çarktım.

 

Bu baya acı acıtmıştı ama toparlanmam için fırsatım yoktu. Diğer ikisi kollarından tutup beni ayağa kaldırdı kıpırdamama izin vermeyecek şekilde beni sabitlediler. Kafa attığım adam ayağa kalktı ve hıncını almak istercesine önce yüzüme bir tokat çakıp rastgele yumruklar atmaya başladı. Canım çok acıyordu keşke onlara teke tek kavga teklif etseydim. Aklımı kullanmadığım zamanlar böyle oluyordu işte. Bir an yumruklar kesildi kendimi rahatlamış gibi hissetmiştim ama birkaç metre ötede yerden alınan sopanın sesini duyunca panik beni sardı. Adrenalinin etkisiyle bir beni tutan adamlardan birinin ayağını hızla bastım adam yere eğilince sağ kolumu hızla çekip karnına diz kapağımı geçirdim. Diğer adam saçlarımdan kavrayıp beni geri çekti birkaç adım geri sendeleyince adamın ayağına topuğumla sert bir şekilde bastım. Öfke ve acı ile edilen küfürler kulaklarımı kanatıyordu.

 

Acısı yüzünden tuttuğum karnımı yoklarken karşıma baktığımda geç kaldığımı fark ettim. Yerdeki sopa çoktan adamın eline geçmişti ve yüzüme doğru iniyordu. Vaktim kalmadığını anlayınca ellerimi kendime siper ederek acıyı kabullendim.

 

Herşeyin bittiğini düşünürken tam o sırada bir mavi ışık gözlerimi kör etti. Vaktinde göz kapaklarım kapanmadığı için tekrar açtığımda geçici bir körlük yaşadım. Bulanık pencereden karşıma bakarken sopalı bir adamın olmadığını görmek içimi rahatlattı. Birkaç kırpıştırmadan sonra gözlerimin tekrardan normal gördüğünü hissettim. Tabii bunun yanında sağ tarafımda küçük bir esinti olduğunu farkettim.

 

 

Başımı yavaşça kaldırıp etrafa bakındım. O sırada gözümün önüne mavimsi bir parıltı geldi. Işığın kaynağını bulmak için daha dikkatlice baktım ve nihayet onu gördüm. Karşımda bir Nova vardı; üstü başı tertemiz, yüzünde kendinden emin bir gülümseme, elinde ise hala mavi bir enerji halesiyle parlayan bir eldiven. Anlaşılan beni bu durumdan kurtaran kişi oydu. Siyah formasının üstünde Noveryus Akademisi'nin arması dikkatimi çekiyordu. Bu şehirde normal insanların suç işlemesi imkansızdı. Mutlaka bir Nova tarafından fark edilirdiniz. Şanslıyım ki karşımdaki bir kahraman Nova'ydı. Ne yapsaydım acaba, kahramanım deyip boynuna mı atılsam?

 

İki adım geri çekilip kendime özel alan tanıdım. Sinirli bir şekilde bana bakan bu Nova'yı tanıyordum. Kendisi daha önce de bu tarz olaylardan bir kaçında beni kurtarmıştı. Ve o zaman elime imdat alarmı gibi birşey verip yardıma ihtiyacım olduğunda çağırmamı söyledi. Eh işte benim gibi emekli bir Nova'nın kızıysanız düşmanınız çok oluyordu.

 

"Sanırım yardıma ihtiyacın vardı," dedi alaycı bir sesle. Sesin sahibi, karşımdaki Nova'ydı; sesinde belirgin bir küçümseme vardı. Sinirlerim iyice gerildi, ama yine de alaycı bir karşılık verdim.

 

"Yok canım, arkadaşlarla bale gösterisi için çalışıyoruz," dedim, her kelimeyi üzerine basa basa, gözlerimi devirdim.

 

Nova, hafifçe kaşlarını kaldırarak beni süzdü. "Tabii, tam olarak öyle görünüyordu," diye karşılık verdi. Sözlerinin alaycılığı yüzüne yansımıştı, dudaklarının kenarında beliren hafif bir gülümsemeyle bana baktı. Görünüşe göre lafım pek de hoşuna gitmemişti. Her Nova'nın bir karizması vardır, böyle laflardan hiç hoşlanmazlar.

 

Karşımdaki kumral adam, gözlerini bana dikti ve soğuk bir tonda, "Dur tahmin edeyim, alarmın yanında bile değil," dedi.

 

"Evde unutmuşum," diye cevap verdim, istemsizce omuzlarımı silktim. Nova'nın yüzündeki sinir ifadesi bir anlığına daha da belirginleşti, kaşlarını çattı ve bir adım bana doğru yaklaştı.

 

"Taşımıyorsun çünkü ihtiyacın olmadığını düşünen aptal bir ergen olduğun için," diye çıkıştı. Onun bu kadar sinirli olmasına biraz şaşırdım. Gerçekten bu kadar mı çirkin görünüyordum?

 

Canım çok yanıyormuş gibi yapmamıştım, ama şimdi bu Nova'nın derdiyle mi uğraşacaktım? Bu alarm ücretliydi ve her basımda bin birim ödemen gerekiyordu. Benim cebimde ise tek kuruş yoktu. İşsizdim. O parayı vereceğime dayak yemeyi tercih ederdim.

 

"Ergen değil, fakirim. Sıkıysa sen her seferinde bir binlik ver," dedim, omuzlarımı dikleştirerek. Nova, gözlerini devirdi ve bir adım ileri çıkıp yerden kafasını kaldırmaya çalışan şişkoya nişan aldı. Avcundan çıkan mavi ışık, adamın vücuduna çarptı ve tekrar bayılmasına neden oldu.

 

Nova yeniden bana döndü, yüzünde hala sert bir ifade vardı. "Parayı babandan alabilirsin, biliyorsun değil mi? Tobias Frost'un kızı olarak, sokakta dayak yemek pek iyi bir görüntü olmaz," diye ekledi. Sözlerinde hem bir uyarı hem de bir ima vardı. Beni tanıyordu, babamı tanıyordu. İçimde tuhaf bir rahatsızlık hissettim. Nova'lar arasındaki o tuhaf, içten içe süregelen dayanışmayı ve saygıyı hiç sevmemiştim.

 

Baba parasını yeterince yemiştim. Biraz daha babamdan para istersem utancımdan yerin altına girip, Dünya'nın diğer ucundan çıkardım. Benim gibi hayırsız bir evlada yeterince bakmıştı. Daha fazla isteyemezdim ama tabii ki bunu karşımdaki Noveryus Akademisi mezununa anlatamazdım.

 

"Uzun hikaye. Kurtardığın için teşekkür ederim, adını bilmediğim kahraman. Ben izninle gideyim," dedim, kaçamak bir bakışla ona göz attım. Adını bilmiyordum ama madem bu kadar samimi olmuştuk, öğrenebilirdim.

 

Gidiyormuş gibi yaparken, "Adımı ne yapacaksın?" diye sordu, hafif bir tebessümle. Anlaşılan kolay kolay peşimi bırakmayacaktı.

 

Mecaz yaparak, "Bundan sonra sana 'Kahramanım' yerine adınla sesleneceğim," dedim, sesime hafif bir alay kattım.

 

"Bana kahramandan çok baş belasıymışım gibi davranıyorsun ama illa adım lazımsa, Rin de," dedi, sanki bu küçük oyun ona hiç dokunmamış gibi.

 

"Memnun oldum, Rin. Görüşmemek üzere," dedim ama o yine bırakmadı. Hızlı bir rüzgarla önüme geçti, yolumu kesti. Bu sefer iyice sabırsızlanmaya başlamıştım.

 

"Senin kötüleri adalete teslim etmen gerekmiyor mu? Kurtardın işte beni, ne istiyorsun?" dedim bıkkınlıkla. O sopayı yeseydim, şimdiye toparlanıp eve varmış olurdum.

 

Rin, bir adım geri çekilip bana dik dik baktı. "Hem babandan para almaya utanıyorken, hem de karşısına bu yüzle çıkabilir misin acaba?" dedi, sesi ciddileşmişti. Beni bir camın önüne çekti ve vahşet eseri olan yüzümü gösterdi.

 

"Aslında kan yüzüme ayrı bir çekicilik ekledi. Bence çok da sıkıntı olmaz," dedim, yüzümü kolumla silerek temizlemeye çalıştım. Burnum kaynayıp tüm çenemi ıslatmıştı. Kaşım patlamıştı ve sol gözüm kan çerçevesinin içinde kalmıştı. Babam çok endişelenecekti, bu yüzden biraz da içten içe pişmanlık duydum.

 

Rin, kolumu tutup yüzümden çekti. Sağ elini yüzümde gezdirmeye başladı. Bu çok tuhaftı, ne yaptığını anlamaya çalıştım. Parmaklarının ucundan çıkan mavi parıltılar yavaşça yüzümde geziniyordu. Gözlerim genişledi, ilk kez böyle bir şeye şahit oluyordum. Dokunuşu inanılmaz bir serinlik veriyordu ve yaralarımın iyileştiğini hissediyordum. Ancak bir an duraksadım...

 

Dur bir dakika... İyileştirme gücü olan Novalar genelde geri planda çalışırdı, suçlularla birebir savaşmazdı. Rin neden sahadaydı?

 

Rin işi bitirince beni serbest bıraktı. Yüzümde soru soran ifadeyle ona baktım, gözlerimle cevap arıyordum. "Ne var? Çok mu şaşırdın?" dedi hafif bir gülümsemeyle.

 

"Sen neden düşmanlarla iç içesin? Senin sahip olduğun güç inanılmaz. Üstelik çok nadir bulunan bir güç. Nasıl oldu da senin burada olmana izin veriyorlar?" diye sordum, şaşkınlığımı gizleyemeyerek.

 

Rin, omuzlarını hafifçe silkti. "Ömrümün geri kalanını akademide dört duvar arasında geçirmek istemiyorum çünkü. Akademi bilmiyor. Bunu bilen birkaç kişiden birisin, aramızda kalsın," dedi göz kırptı ve ardından hiçbir şey olmamış gibi yerden suçlularla beraber mavi bir ışıkla havalandı.

 

Şaşkınlıkla aynadaki yansımama bakarak elimle yüzümü yokladım. Bir saniye... Ben az önce ne yaşadım? Bugün de tuhaf günler listeme ekleniyordu.

 

🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃🌃

 

 

Evin kapısını ağır çekimde açtım, sanki en ufak bir gıcırtı bile tüm dünyayı yerinden oynatacakmış gibi hissettim. Nefesimi tutarak kapıyı arkamdan yavaşça kapadım ve salona doğru başımı uzattım. Mutfaktan gelen lezzetli sebze yemeği kokusu havayı doldurmuştu. Babam, elinde kumanda, kanepede oturmuş haberleri izliyordu. Nova'ların yaptıklarını coşkuyla anlatan spikerin olduğu kanalı değiştirirken yüzünde beliren sıkıntıyı fark ettim. Yeni kanalda, kır saçlı bir adam, önceki spikerin aksine Nova'ları büyük bir nefretle anlatıyordu; tıpkı çoğunluğun hissettiği gibi. Onların bir zindana kapatılıp kontrol altına alınması gerektiğini söylüyordu. Babam bir kez daha kanalı değiştirdi. Bu seferde hava durumu anlatılıyordu: Gök gürültülü sağanak yağış bekleniyormuş. Gözlerimi babamdan ayırarak parmak uçlarımda odama doğru ilerlemeye başladım.

 

Rin yüzümü iyileştirmişti ama vücudumun bazı yerlerinde hala kanayan yaralar olduğunu hissediyordum. Üstelik tozla kaplıydım ve gömleğimin düğmeleri kopmuştu. Tam salonun sonuna varmıştım ki babamın sesi beni yerimde dondurdu.

 

"Bir zamanlar tüm kötülükleri alt eden, halkın sevilen kahramanıydım... Şimdi ise öz kızım bile benden korkup kaçıyor."

 

Babam beni yakalamıştı. Sesi, benim en hassas noktamdan vurmuştu.

 

"Hayır, ben sadece şey..." Bir yandan bahane bulmaya çalışırken, bir yandan da askıdan bir hırka alıp mahvolmuş gömleğimi saklamaya çabalıyordum. "Sana sürpriz yapmak istiyordum. Bak, ben geldim. Ta da..." Sözlerim kulağa ne kadar da zavallı geliyordu. Babam hala yüzünü bana dönmemişti. Onun neden kaçmaya çalıştığımı anlamış olduğunu biliyordum. Galiba her şeyi berbat etmek zorundaydım.

 

"Mayda, gel yanıma otur," dedi. İçimden kendimi kınayarak yanına doğru ilerledim. Önce yüzüne baktım, o ise elini yanındaki boşluğa koyarak "Gel bakalım buraya," dedi. Yanına oturur oturmaz bana döndü ve gözleriyle beni baştan aşağı süzmeye başladı. Onun önünde, kendimi yabancı gibi hissettim; çünkü babama yalan söylemek zorunda kalmamalıydım. O ise tüm varlığımla beni inceliyordu. Pantolonumdaki tozları silkelediğimi ve saçlarımı düzgünce topladığımı sanmıştım ama babam her şeyin farkındaydı.

 

"İşten mi kovuldun?" dedi. Bir an için içimden derin bir nefes aldım; dayak yediğimi anlamamıştı.

 

"Yenisini aramaya başladım bile. Hem eski patronum tam bir Nova düşmanıydı ve adam sürekli ter kokuyordu. Emin ol, bu sefer daha iyisini bulacağım." Sözlerimle onu ikna etmeye çalışırken babam iç çekip başını iki yana salladı.

 

"Benim kızım, dünyanın hiçbir yerinde kabul görmeyen kızım... Yeni bir iş bulsan ne olacak? Yine kovulmayacak mısın? Kabul et; ben baba olmakta ne kadar kötüysem, sen de kendine uygun bir iş bulmakta o kadar kötüsün."

 

"Ne? Kim söyledi bunu? Sen dünyanın en iyi babasısın. Bu düşünce nereden çıktı?"

 

"Hadi ama... Eğer gelişim çağındayken senin yanında olsaydım, şimdi kendini ifade etme biçimin şiddet ve öfke olmazdı. Tüm dünyayı kurtarayım derken, kendi kızımı kaybettim. Bugün olduğun kişi benim suçum."

 

Bugün olduğum insan bir yüz karasıydı, bu kimsenin suçu değildi, sadece benimdi.

 

"Baba, lütfen. Bu senin suçun değil. Toplumun düzeni böyle, yanımda olmadığın zamanları sen seçmedin. Bir Nova olduğun için sırtına dünyanın yükünü yükleyen sen değildin. Hem ben o kadar da öfkeli bir insan değilim. Bu nereden çıktı?"

 

"Boşver, bugünlük bu konuyu kapatalım da tadımız kaçmasın. Hadi, ben mumları getiriyorum, sen de pastayı aç."

 

Ne? Kahretsin, pasta! Dışarıda yağmur başlamıştı. Damlaların pencerede çıkardığı ses zihnimi sarsıyordu.

 

Babam kalkarken, ben olduğum yerde donup kalmıştım. Pastayı almayı unutmuştum.

 

"Mayda? Bugün annenin doğum günü. Pasta almadın mı yoksa?" Annem öleli sekiz yıl olmuştu. Biz onun her doğum gününü, sanki hala yanımızdaymış gibi kutlardık. Her seferinde pastayı ben alırdım ve bugün unutmuştum. Ama hatırlasam bile, pasta alacak param yoktu ki.

 

Hayır... Kahretsin, ben berbat bir insanım.

 

Babam yanıma oturup ellerimi tuttu. "Kızım," dedi yumuşak bir sesle. Benim artık annemin hatırasına bile saygım kalmamıştı. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

 

"Özür dilerim, baba."

 

"Hayır, ağlama lütfen." Beni kollarına alıp sarıldı. Sarılışı sırtımdaki yaraları sızlattı. "Seni anlıyorum. Zor bir dönemden geçiyorsun. Sevgilinden ayrıldın. Üniversiteden atıldın, iş bulamıyorsun. Sürekli sana sataşan serserilerle uğraşıyorsun. Sorun değil Mayda." Göz yaşlarımın süzülmemesi için kendimi zor tutuyordum. Babam daha da sıkı sarıldı. Dışarıdaki yağmuru ve şimşekleri izlemeye başladım.

 

Birden gözlerimin önünde yıllar öncesinden bir anı canlandı. O gün de böyle yağmur yağıyordu. Annemin dördüncü ölüm yıl dönümüydü; doğum gününden bir ay sonra ölmüştü. O gece ben, babamla birlikte katil olmuştum. Babam, enerji patlamaları yaratabilen insanüstü bir bilek gücüne sahip bir kahramandı. Ben ise lise üniformalı bir kız... Normal bir aile değildik. İkimiz de annemin ölümünü atlatamamıştık; birbirimizden kopmuştuk.

 

O gün, babam içinde bir sürü suçlunun olduğu bir binada, üzerinde kullanılan bir silah yüzünden güçlerinin kontrolünü kaybetmişti. Bina patlamış, içindeki suçlular ve binanın çevresindeki siviller zarar görmüş, bir kısmı hayatını kaybetmişti. O gün babama bir şey olduğu korkusuyla hemen o binaya girmiştim. Annem gibi onun da gitmesini istemiyordum. Her yer yıkılmış, duvarlar insanların üzerine çökmüştü. Bina zorlukla ayakta duruyordu. Patlamanın merkezine, yani babamın yanına gittim. Babam, üzerinde paramparça olmuş siyah Noveryus Akademisi formasıyla yerde yatıyordu. Her tarafta kan vardı. Bir an onu kaybettiğimi sandım.

 

"O gün öldün sandım, baba. Çok korktum," dedim fısıldar gibi. Babam saçlarımı okşadı.

 

"Bende korktum. Karşımda seni görünce annen gibi senin de, benimle savaşan bir suçlu yüzünden öleceğini sandım."

 

Babamın yanında yere yığılmış bir adam gördüm, elinde bir silah vardı ve babama doğrultmuştu. Babam başını kaldırınca ilk beni görmüştü. O adam, annemin katiliydi. O bir Nova'ydı ama güçlerini kötülük için kullanıyordu. Son sürat babama doğrultulan silaha doğru koştum. Sonrasını hatırlamıyorum. O an ne oldu bilmiyorum ama gözlerimi acıyla açtığımda ellerim kan içindeydi ve o adam yerde cansız yatıyordu.

 

"Ben öldürdüm, baba. Katil oldum."

 

"Benim suçumdu," dedi babam yavaşça.

 

"Benim suçumu üstlendin."

 

"Hayır. O gün zaten ceza alacaktım; birçok masum insan zarar gördü. O sadece arada kaynadı." Babamın masum olduğu kesindi. Çünkü ona doğrultulan silah, onun kontrolünü kaybetmesine neden olmuştu.

 

 

Üstelik, o patlama olmasaydı, o silahtan daha fazlasını üretip tüm Nova'ları kontrol edilemez bir hale getirebilirlerdi. Babam üç yıl hapis yattı. Geçen kış hapisten çıktı ve bu sonbaharda ilk kez aramızda parmaklıklar olmadan pastayı kesecektik.

 

"Baba, o günkü kadar kan görmedim hiç. Sen kaçmamı söylemiştin ve ben bir benzinliğin tuvaletine saklanmıştım." O gün, tuvaletten çıkmamı babamın bir arkadaşı sağlamıştı. Bir portal açıp beni evimize ışınlamıştı. O gece evin banyosunda saatlerce ağladım.

 

"Her şeyi hatırlıyorum."

 

"Ama ben neden her şeyi hatırlamıyorum?" O adamı nasıl öldürdüğümü unutmuştum.

 

"Baba, o adam nasıl öldü? Ne yaptım ben o gece? Elimde silah yoktu. Olsaydı beni parmak iziyle bulurlardı. Ben ne yaptım?" Babamın yüzü gölgelenmişti. Korkmuştu, sanki içindeki derin bir korkuyu serbest bırakmak istemiyordu.

 

"Bu sorunun geleceği günden hep korktum, Mayda," dedi babam, gözlerindeki endişeyi gizleyemeden. Sesinde, yılların biriktirdiği ağırlık vardı. "Sana bunu anlatmak, geçmişin yaralarını yeniden açmak gibi bir şey. Ama bilmek zorunda değilsin, en azından şimdilik. Bazen, bazı şeyler öğrenilmediği sürece insanın kalbinde daha az acı bırakır. Gerçeğin yükü ağır olabilir. Senin, bu yükü tek başına taşımaya hazır olmadığını düşünüyorum."

 

Bu sözler, kalbimde bir dalgalanma yarattı. Babamın beni korumak için taşıdığı bu korku, belki de onun için dünyanın en zor şeyi olmalıydı. Her şeyi anlatmakla, beni bu acıdan korumak arasında sıkışıp kalmış gibiydi.

 

"Zaten zor bir zamandan geçiyorsun," diye devam etti, sanki kendini ikna etmeye çalışıyormuş gibi. "Üzerine bir de bu gerçeği öğrenirsen, kaybolursun diye korkuyorum. Kızımı kaybetmek istemiyorum, Mayda. Seni kaybetmek... bu, yaşayabileceğim en büyük acı olurdu."

 

Babamın sesindeki kırılganlık beni derinden etkiledi. Onun bu kadar hassas olduğunu görmek, onun da aslında bu kadar insani olduğunu hatırlatıyordu bana. Ancak içimde bir yerde, gerçeği bilmem gerektiğini hissediyordum. Çünkü bu belirsizlik, bu gölgede kalmış gerçek, beni her geçen gün biraz daha içten içe kemiriyordu.

 

"Baba, ben zaten hep kayıptım," dedim. Sesim titredi ama bunu saklamaya çalışmadım. "Annem bile beni bulamamıştı. Bu yüzden... belki de artık kaybedecek hiçbir şeyim kalmamışken, şu dünyada beni seven bir tek sen kalmışken, bu gerçeği senden öğrenmem daha doğru olur."

 

Babamın yüzündeki ifade değişti. Gözlerinde, bir kararsızlık ve derin bir üzüntü belirdi. Onun içindeki bu çatışmayı görmek, beni daha da kararlı hale getirdi. Babam, bana her zaman doğruyu söylemişti. Beni korumak için yalan söylemek zorunda kalmadığı sürece, hep dürüst olmuştu.

 

Bir süre sessiz kaldı. Sanki ne söyleyeceğini tartıyor, kelimeleri seçiyordu. Sonra derin bir nefes alarak, yüzündeki yorgun ifadeyle konuştu:

 

"Mayda... Sen hem karanlık hem de aydınlıksın. Sen, Kozmik Nova'sın."

Loading...
0%