Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Ölüm

@rabiaikta9

Öncelikle herkese merhaba!


Wattpad de yaşanılan sorundan ötürü yazar arkadaşlarımın ve bir çok okuyucumun rızası ile kitabımı burada da yayınlamaya karar verdim. Umarım ki Wattpad aramıza tekrardan geri döner 🥺


Keyifli okumalar dilerim!


Küçük çiziklerin olduğu, bembeyaz tavana odaklanmış gözlerinden akan yaşlar elmacık kemiğinden süzülüp tavanla aynı renkteki yastığa dökülüyordu. Hissizdi, duygusuzdu, acımasızdı ve karartıcıydı yeşil gözlerin sıcak gözyaşları. Öyle ki hâlâ da çığlıklar yankılanıyordu kulağında...


_____


GEÇMİŞ


_____


"Niye ağlamıyorsun, niye benim gözlerime bakıp, 'anne' demiyorsun? Gerçekten kırık bir oyuncak bebek misin? Yoksa varlığınla bana huzurla dolu olan cenneti yaşatan bebek misin!"


Tren raylarının cılız çığlıklarının yankılandığı arazide, içini ısıtan annesinin sesini yankılanarak duyuyordu genç kız. Ne hoştu o ses öyle genç kız için. Sanki bir tek o sesti ona, 'ben yanındayım korkma,' hissi veren. Peki neden bu ses genç kızı korkutuyordu şimdi? Niye feryat figân ederek koşuyordu o sesin sahibine? Ayaklarının ince sızısı diz kapağına kadar veriyordu ağrısını. Belki de kanıyordu...


Ama koşup da ayaklarının ağrısı değildi ona acı veren, annesinin feryat eden sesiydi ona acıyı en derinden hissettiren. Amansızca nereye gittiğini bilmeden, koşuyordu annesine ağrıyan ayaklarıyla. Öyle ki küçük bir taş parçasına takılıp düştü diz üstü. Gözlerinden ne zamandandır bilmediği tuzlu yaşlar akıyordu yanaklarına. Rüzgâr da uçuşup dağılan saçları, yüzünün her bir köşesine yayılmış ve önünü görmesine olanak sağlamıyordu. Kaldırdı hızla başını toprağın önünden.


"Anne!" Diye bağırdı. Belki duyar sesini diye. Ama duymadığı acı bir gerçekti. Genç kız bile onun feryat eden sesini az işitiyordu. Hızla salladı başını.


"Anne bırakma beni!"


Son çığlığını da savurdu rüzgârın mesken tutmuş, tren raylarının bulunduğu boş arazi de. Öylece yankılandı sesi savrulan çimenlerin arasından kulağına. Toprağa bulanmış elini daha çok bastırdı tırnağıyla. Yavaş yavaş kalkmaya başladı seyrek olan çimenlerin üzerinden. Her bir santim dikleşen bedeni, zorlukla duruyordu ayakların da kurumuş ama acısını hisettiren ağrılarla.


Artık gerçekten, umudunun tükendiği son noktadaydı. Tuzlu göz yaşları, anlından boynuna süzülen ecel teri, kanlarla bezelenmiş olan ayakları ve elleri ona 'isyan' ediyordular. Onların isyanı genç kızı yıldıramazdı annesine giden yolda. Hızla koşmak için çıplak ayaklarını atıyordu çimenlerin üzerinden. Bu kadar şey oldu başardı genç kız, bunu mu başaramayacak? O kadar kolay değil. Pes etmek kaybetmekti ve genç kız pes ederse hayatın acı oyununa boyun eğmiş olurdu. Yapamazdı! Yapmamalıydı...


Ayaklarını bacaklarına dolaya dolaya koştu zor olsa da, annesini bulmasına az kalmıştı. Çünkü her dolanan adımların da yaklaşıyordu nur sesini etrafa sunan kadına. Her sese yaklaşımın da rayların cılız çığlıkları çok keskinleşiyordu ve kulaklarını sağır edecek kadar sarsıyordu genç kızı.


Gözleri istasyona takıldı. Başka İllerden gelen trenin anonsları veriliyordu, istasyonda ki tren yolcularına. Ani çığlık yükseldi etrafında,


"Yeter, artık ağla!"


Bu ses onu içinde patlayan volkan gibi titretti. Bakışlarını istasyonun kırmızı ışığından hızla çekip sese yönlendirdi. Elinde paramparça olan bebeği hızla sallayıp haykırıyordu yüzüne nur sesli kadın.


Ak düşmüş olan kahve ve siyah saçların da sarkmış olan bandaj tokası, yüzünün önüne gelen seyrek tutamlar, rüzgâr esintisiyle uçuşuyordu dört bir yana. Ayağında olan ev terliklerinin biri yırtılmış, biri de parmak uçları içine sığacak şekilde duruyordu. Darma duman olmuş bedeni hıçkırıklarından dolayı sarsılıyordu. Onu buradan alıp göğsünde yatırmaya geldi genç kız.


Yıllardır hasret kaldığı annesini bulmuştu ve onu sahip olduğu yere götürmeye gelmişti. Acıyla gülümsedi annesine bakarak, genç kız onu tanımadan lanet demişti, onu sevmeden nefret etmişti, ona bağlanmadan koparmıştı bütün bağları. Oysa ki nefret kustuğu kadın, sevgi ve şefkat yağmuruydu. Onu tanıyınca huzur, onu görünce sevgi, ona dokunduça kördüğüm bağlanmıştı...


Usulca döktüğü göz yaşlarının gerdanına kadar indiğini hissediyordu. Derince nefes alıp, onu bu dünyaya getiren kadının yanına doğru adımlar atmaya başladı. Nefesini ciğerleri patlayana kadar tutmuştu. Adımları annesinin yanına gelmesine altı yedi metre kala durdu ve öylece sıkıca tuttuğu nefesini yavaşça vermeye başladı. İşte sevgisini gizlediği, ama hasretiyle yanıp tutuştuğu kişi az ötede duruyordu. Hafifçe akan burnunu çekti,


"Geldim..." dedi kısık sesle, arkası genç kıza dönüktü ve sesini duyduğuna bile emin değildi. Elinde paramparça olan oyuncak bebeği hızla sallıyordu aklar ile bezelenmiş olan saçların sahibi.


"Niye ağlamıyorsun, niye gülmüyorsun, niye büyümüyorsun? Madem bunca zamandır elimdesin, hiç mi iyi bakmadım sana da bana karşılık vermiyorsun? Yoksa gerçekten öldün mü? Ya da babanın dediği gibi hiç olmadın mı?" Bebeğe verdiği sarsıntıya karşılık haykırıyordu kadın. Genç kız, titreyerek duyduğu haykırışlarına dayanamayarak,


"Anne ben geldim!" Dedi bağırarak. Hızla elinde salladığı bebeği anında durdurmuştu genç kızın bağırmasıyla. Kaskatı kesilen bedenini yavaşça döndürdü ona doğru. Gördüğü kişi ile önce ki kişi arasında dağlar kadar fark vardı. Kehribar gözleri kan çanağı olmuş, göz altları ağlamaktan morarmıştı.


Buruşmuş yüzü üzüntüyle çökmüştü, boynu dik olan kadın şimdi boynu büküktü. Kehribar gözleri ilk kez genç kıza bakınca solgundu, hüzünlüydü, en önemlisi de acı vardı o bakışlarda. Hiç konuşmadan baktı genç kıza kadın, öylece baktı... Genç kızın durmaksızın akan göz yaşlarıyla bir adım attı ona. Attığı adımla kehribar gözlerinden iki damla yaş aktı.


"Ben senin annen değilim ki asil kız." Dedi kehribar gözlü kadın.


"Annemsin." Dedi hızla ve yine adım attı ona. Attığı adımla kendini hızla geriye çekti kadın, çekmesiyle elinde ki oyuncak bebek tren raylarının üzerine düştü. Çığlık atarak,


"Bana anne deme, canımı acıtıyorsun! Böyle değil beni mutlu etmek, öldürüyorsun beni!" Genç kızın yüzüne söylediği sözler üzerine tokat yemiş gibi irkildi. Başını olumsuzca sallayıp,


"Hayır annemsin!" Dedi genç kız haykırarak. Kadının, genç kızın haykırışını kulak ardı ettiği, tren raylarının arasına düşen bebeği almak için eğilme çabasından belliydi. Genç kız hızla adım atacaktı ki ona,


"Gelme!" Dedi. 'Gelme'... ne ağırdı bu söz böyle. Genç kızın, onun kızı olduğuna inanmıyordu. Usulca akan gözyaşları hıçkırıklara dönüşmüştü artık.


"Yapamam ben, yapamam." Dedi genç kız. Boğuklaşan gözlerini elinin tersiyle sildi. Gözlerini ona dikti. Eğdiği bedeniyle bebeği almaya çalışıyordu kadın ama bebek tren raylarının arasına sıkıştığı için çıkmıyordu.


"Özür dilerim bebeğim seni isteyerek atmadım. Gerçekten isteyerek olmadı." Diyordu bebeği almaya çalışırken. Bebeği alma çabası boştu çünkü bebek fazlasıyla sıkışmıştı. Sıkışmış bebeği almak için bu sefer ayağa kalkıp tren raylarının üzerine atladı. Atlamasıyla genç kızda adım attı ona. Başını hızla kaldırıp,


"Sana 'gelme' dedim. Gelirsen eğer beni son görüşün olur!" Dedi. O anda da yaklaşan trenin sesini duymaya başladı solgun yeşil gözlü genç kız. Korkuyla gözlerini açıp baktı yaklaşan trene. Hızla nefes alıp veriyordu, başını olumsuzca sallayıp,


"Tamam gelmeyeceğim, hadi çık oradan gel buraya!" Dedi bağırarak.


"Hayır bebeğimi almadan gelmem." Dedi kadın itiraz ederek.


"Tamam gel yanıma ben bebeğini alacağım oradan. Ne olur..." dedi genç kız annesine.


"Hayır yalan söylüyorsun, almazsın sen. Sende oyuncak deyip geçersin bebeğime." Dedi ağlayarak kehribar gözlü kadın.


"Ben senin bebeğine hiç oyuncak dedim mi?" Kazandığı annesinin kaybetmenin korkusu ile hıçkırarak ağlıyordu artık dayanamayarak genç kız. Gittikçe tren yaklaşıyordu ve yaklaştıkça ölümden korkuyordu. Kendi ölümü canını acıtmazdı ama varlığına inandığı annesinin canına bir şey olması onu içten içe parçalıyordu.


Kaşlarını derince çatarak,


"Hayır, demedin." Dedi kadın.


"Hadi o zaman gel yanıma, ben sana alacağım bebeğini." Dedi yalvararak genç kız.


"Tamam, ama sen gelme ben geleceğim."


"Tabii ki de, bak ben kıpırdamıyorum." Dedi genç kız, kendini yerinde zor bela tutarken. Kadın da yavaşça çıkmaya başladı ama gözü hâlâ da bebeğindeydi. Alması gerekiyordu, bebeğinin başına bir şey gelmesine izin veremezdi. Kızarmış kehribar gözlerinden yine usulca yaşlar akmaya başladı. Gözünü oyuncak bebeğinden çekip, karşısında ona beklenti ile bakan kıza baktı. Genç kız da korkusuna rağmen sözünü yerine getiriyordu. Yerin de bir santim bile kıpırdamıyordu.


Çünkü kıpırdarsa varlığıyla huzur dolan içini yarım bırakmış olurdu. Kadın da onu bekletmemek için hızla çıktı tren raylarının bulunduğu yerden. Hızlı adımlarla genç kızın yanına geldi.


"Geldim, hadi al onu oradan. Beni onsuz bırakma." Dedi kadın yeşil ile sarı harmanlı gözlere bakarak. Genç kız da kadını kollarından tutup hızla yürümeye başladı ardına bile bakmadan. Onu buradan götürecekti. Az kalsın gözünün önünde ona tren çarpacaktı. Bu korku, onu oracıkta bitirmeye bile yeterdi. Kadın anlamazcasına bakıyordu genç kıza. Niye bebeğini almamıştı oradan? Diye düşünüyordu. İstasyona yaklaştıkların da, kadın daha fazla dayanamayarak,


"Bana söz vermiştin, onu oradan alacaktın. Bana bebeğimi getirecektin. Ama sen beni bebeğimden uzaklaştırıyorsun!" Diye bağırdı kadın genç kızın yüzüne doğru. Genç kızın, dalgınlıkla dolan çehresi alabora olmuş gibi döndü kadına. Sonradan aklına gelmişti sebebi. Acıyla gülümsedi,


"Ben senin kızınım anne." Dedi. Kadın hararetle başını olumsuz anlam da salladı.


"Doğru değil! Ne ben senin annenim, ne de sen benim kızımsın. Doğru olan tek şey, bana yalan söylemiş olman." Dedi kadın. Ardından, hızla kolunu çekti genç kızın elinin arasından ve hızla tren raylarının yanına koşmaya başladı. Genç kız öylece dona kalmıştı arkasından. Bomboş olan eli, bomboş olan gözleri, bomboş olan sözcükleri ve bomboş olan yüreği ile başbaşa kalmıştı.


Trenin istasyona geldiğine dair sinyaller, anonslar vardı etrafta. Genç kızın bunları duyması ile, o anın verdiği korkuyla sarsıldı. Annesi o raylara koşuyordu oyuncak bebeğini almak için. O da hızla koşmaya başladı, 'anne' diye bağırarak. Feryatlar ile bağırarak koşan genç kıza engel olmak için güvenlik kızın kollarından tutmuştu.


"Hanım efendi gidemezsiniz. Görüyorsunuz anons ediliyor, hayati tehlike söz konusu." Dedi güvenlik kıza. Genç kız,


"Benim değil, annemin hayatı söz konusu." Dedi ağlayarak.


Kadın da perişan bir şekilde çıkarmaya çalışıyordu bebeğini raylarının arasından. Ama her şey, planlanmış gibi gelişiyordu ve kadının oyuncak bebeğini raylardan çıkarma çabası boşa gidiyordu. Etrafta yükselen çığlıklar, yaklaşan trenin vagon sesi, nefesinin kesileceğine işaretmiş gibiydi.


Güvenlik görevlilerinin kadına bağırması, genç kızın ağlayarak annesine adımları, genç kıza deli divane olan adamın sevdiğine, 'neredesin' diye haykırışı hepsi aynı salisede oluyordu.


Trenin uzunca yol aldığı rayların arasında etrafa yayılan taze kanlar ile artık hayat durmuştu. Ne genç kız feryat ediyordu, ne de etrafta ses vardı. Sanki güneşin bile rengi sönmüştü, sanki kuşlar bile haberdardı bugünün kara gün oluşuna. Sessizliğin hakim olduğu yerde ani kahkaha sesi duyulmuştu. Genç kızın, o an gözünden tek bir damla yaş bile akmamıştı. Güvenlik görevlileri ile tutulan kollarıyla kalakalmıştı oracıkta.


En son içinde ki boşluğu düşündü. İlk ve son. Her ikisinde de boşluk vardı. İlk bilmezdi annesini, içinde yer edilmiş boşluk vardı. Zaman geçti bulup öğrendi annesini, tam sarılıp içinde ki boşluğu doldurmak için bağrına basacaktı ki, gitti.


Ve yine boşluk...


Bu hislere dayanamayarak kahkaha atmaya başlamıştı genç kız. Gülmekten yaşaran gözleriydi. Hissizdi. Sadece gülüyordu. Yüzüne gelen tokatlar onu kendine getiremiyordu. Gülümsemesi hissiz olmasına rağmen saf acıydı ve şimdi ise hissizce gülen yüzü isyan ile ağlayıp haykırışlara dönüştü. Titreyen bedeni olduğundan çok sarsılıyordu. Kararan gün gibi, kapanmıştı artık yeşil ile sarı harmanlı gözleri...


---------


ŞİMDİ...


---------


Hatırladıkları genç kızı oracıkta korkutmaya yetmişti. Şuan ki durumu hastane odasında hayal mayal hatırladıkları terletiyordu. Bunlar gerçek değil! Diye düşünüyordu. Seri bir şekilde beyaz çarşafların arasından kalktı. Hızla nefes alıp veriyordu.


"Anne!" Diye bağırdı. Bağırmasıyla koltukta uyuyan genç adam korkuyla kara gözlerini açarak genç kızın yanına gelmişti. Ellerini kızın yanağına koyarak,


"Sâra ne olur kendine gel." Dedi korkuyla. Genç kızın yaşadığı travmadan dolayı ona sakin olması konusunda teselli veren adamı duymuyordu. Genç adamın ellerini hızla yüzünden çekip,


"Annem nerede?" Dedi fısıldayarak. Genç adama yönlendirdiği soru üzerine, genç adam kaskatı kesilmişti. Ne diyeceğini bilmiyordu. Söylerse daha kötü olacaktı, söylemezse daha da kötü. Genç kızın beklentiyle bakan bakışlarına başını eğerek karşılık vermişti genç adam. Genç kızdan hissiz bakışlar yine etrafa yayılmıştı. Başını yavaşça olumsuzca sallayıp,


"Cevap ver bana Yarkın..." dedi yine fısıldayarak. Genç adamın bakışlarını yere dikilmiş bir şekilde hiç genç kıza değdirmiyordu. Söylenecek hiç bir sözü yoktu genç adamın acı sözcüklerinden başka. 'Annen öldü.' Demek onun için çok zordu. Ona, 'sakin ol' demek bile acı veriyordu. Onu istasyonda kriz geçirirken görmeyi hiç beklemiyordu. Gördüğün de sanki başından aşağıya kadar kaynar sular dökülmüştü. Genç kızın ne için kriz geçirdiğini öğrendiğinde ise, o da dayanamayarak duvar köşesine yığılarak ağlamıştı.


Acısını çok iyi anlıyordu genç adam ama teselli edecek kadar güçsüzdü ölüm konusun da. Genç kızın beklenti ile bakan çehresi, sorusuna yanıt alamadığı için anın da sertleşmişti.


"Cevap versene be adam, annem nerede!" Dedi bağırarak genç kız. Bağırışıyla odaya ağlayarak giren genç kızın arkadaşı ve annesinin can dostu, kapı girişin de durup sadece başını eğen genç adam ile hararetle bağıran kıza bakmaya başladılar. Genç kız elinde ki serumlara aldırış etmeden, hızla genç adamın yakasını tutmuştu.


"Konuşsana!" Dedi haykırarak ama cevap yine sessizlikti... Genç kız da anlamıştı bu sessizliğin sebebini de kendine anlatamıyordu bu olanları. Annesinin ölmüş olmasını düşünmeyi bile aklından geçiremiyordu. Genç kız daha fazla sıktı bitkin genç adamın yakalarını.


"Susma Yarkın ne olur." Dedi ses tonunu olduğundan bile kısarak. Adam da duymuştu sesini, cevap olarak iki damla gözyaşı akmıştı yanağına, ordan da genç kızın kararmış olan yüreği gibi sakallarına. Genç kız bu sessizliğe rağmen dökülen iki damla yaş ile donmuştu. Kaskatı kesilen bedeni ellerinde gevşeklik yaratarak adamın yakasından düşmüştü. Kaşlarını olduğundan çok çatarak, boşluğa odakladı yeşil ile sarı harmanlı gözlerini. İşte yine titremeye başlamıştı bedeni, tek bir damla bile dökmeyen gözleri bile titriyordu. Kendini geri çekip,


"Yalan." Dedi fısıldayarak.


"Hı hı yalan, o ölmedi yaşıyor. Hatta dışarı da beni bekliyor bebeğine kıyafet alacağız, daha çok eğleneceğiz. O gidemez, o beni bırakamaz. O bensiz yapamaz!" Diye devam etti son kelimesinde bağırarak. Gerisi yine kabustu genç kız için, acılarla dolu kabus, rüya olmayan...


Genç kızın haykırışları feryada, feryattan da isyana dönüşmüştü. Hastane ayağa kalkmış gibi inliyordu bağırışlarıyla. Yabancı herkesin, 'yazık, Allah rahmet eylesin, İnşallah tez vakitte bu travmayı atlatır.' Diye sarf ettiği cümlelerdi. Bir süre sonra hastane sessizleşti. Doktorların genç kıza yaptığı sakinleştirici iğneyle, genç kız yine hissizce uzanarak tavana gözleri açık şekilde izliyordu tek bir kelime etmeden. İçinde sadece boşluk vardı, kaybediş vardı. Doktorlar da tekrardan yanlarından ayrılmıştı. Oda da kalan Yarkın, genç kızın arkadaşı Duru ve annesinin can dostu olan Kezban'dan başka kimse kalmamıştı.


Yarkın'ın dağınık üstü, dağılmış siyah saçları, epey uzamış sakalları ve bir aya yakın doğru dürüst yemek yemediği için zayıfamış, kısaca perişan olmuş bedenini duvara yaslayarak oturmuştu bacaklarını kendine çekerek. Sadece gözleri yatakta hissizce uzanan genç kızdaydı. Genç kızın arkadaşı Duru da, olanların böyle gelişmesinden dolayı onun da yaşadığı küçük travma da cabasıydı. Haftalarca döktüğü gözyaşları hem toprağa giren kadın için, hemde yıllardır annesine hasret kalıpta kavuşamadığı arkadaşı içindi.


Annesinin can dostu olan Kezban, bu olanlara dayanamadığı için hızla çıkmıştı odadan. Akan yaşlarını durduramıyordu. Suçu kendinde arıyordu. Genç kızın haftalarca hastanede kaldığı zaman, hatta arkadaşının cenazesini toprağa gömdüğünden beri, 'her şey benim suçum...' diyordu her attığı adımda. Ve şuan da durum böyleydi.


"Her şey benim suçum, her şey benim suçum..." hızla söylediği sözler, hıçkırıklarının arasından çıkıyordu boğukça. Dayanamayarak diz üstü çöktü, yüzünü sertçe sıvazlıyarak,


"Her şey benim suçum." Diye yineliyordu sözlerini. Etrafın da geçen insanların 'deli mi?' sözlerini işitiyordu ama anlamıyordu. Bu sefer söz söylemeyerek, hıçkırarak ağlamaya başladı Kezban. Sol omuzuna değen elle hafifçe hıçkırığı durmuştu. Başını omzuna dokunan kişiye çevirip kaldırdı. Ağlayan gözlerinin yaşları dinmiş, titreyen bedeni kaskatı kesilmişti.


"Sen..." dedi gözlerini karşısında ki kişiye dikerek...


Evvettt arkadaşlar bu bölüm hakkında görüşlerinizi çok merak ediyorum lütfen beni mahrum etmeyin sabırsızlıkla bekliyorum.


İlk sorum birinci bölüm nasıldı?


İkinci sorum acıyı deşmek gibi olmasın ama başınıza bu olaya yada benzer travma olayı hiç yaşadınız mı?


Üçüncü sorum karekterleri ilk bölüm analizinde nasıl bulduğunuz?


Son sorum ise Kezban'ın kaskatı kesen kişi kim olabilir?


Loading...
0%