Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Özür Di̇leri̇m

@rabiaikta9


Gülcan'ın söylediği son cümleden sonra Neriman uzun bir süre düşünmüştü. Aklında anlam veremediği tek şey o küçük kızın kim olduğuydu. Bu düşünceler ile boğuşurken annesine baş sallamak ile yetinip kalkmıştı yataktan. Ardından ortalığı toparlayıp, kahvaltı hazırlığına başlamıştı. Kezban da uyanıp ona eşlik edince erken saatte kahvaltılar yapılmış, sonra da hazırlanıp çarşıya gittiler Neriman ile Kezban.


Ev eksikleri alınmıştı alışveriş tamamlanmıştı. Bu süre zarfında ne Neriman ne de Kezban ev gereçleri hakkında başka konu konuşmamışlardı. Kezban hâlâ dünün etkisinden çıkamamıştı. Çoğu kez düşündü evli olduğunu söylemeyi ama boğazına bir yumru oturmuş gibi sessizleşiyordu. Henüz bunu söylemek için kendini hazır hissetmiyordu. Aradan geçen vakit öğleni bulunca eve varıp iş için hazırlanmaya başladılar. İşte bu saatlerden sonra mesai başlıyordu.


Pavyon akşamları iş çıkarıyordu. Gündüz gitmelerinin sebebi oranın temizliği içindi. Neriman hazırlanacağı vakit artık dayanamayıp;


"Neden bana dün öyle bir şey söyledin Kezban?" Dedi.


Neriman'ın giydiği koyu pileli kahve eteğine bakan Kezban, yavaşça kara gözlerini onun kehribar gözlerine getirdi. Nasıl söyleyeceğim diye düşünürken derin nefes aldı.


"Bu zamana kadar yaşadıklarımızı düşündüm dün Neriman. Fark ettin mi sende bilmiyorum ama yaşadıklarımız cidden çok ağır. Bu hayat bizim için hiç masum değil, ne insanları ne yaşattıkları."


Bu sözler üzerine Kezban Neriman'a uzanıp ellerinden tuttu.


"Dost acı söyler ya hani, Vallahi seni canımdan öte sevdiğim için sert girişlerim oluyor yoksa varya sana canım feda güzel gözlüm." Diye ekledi ve yaklaşıp alnından öptü. Neriman onun öpmesi ile dolan gözlerinden iki damla gözyaşı dökmüştü. Neriman onu haklı buluyordu. Bu zamana kadar yaşadıkları basit bir durum değildi ama bir yerden artık başlamaları gerektiğini de biliyordu. Geri çekilip o da Kezban'ın yanağını öptü usulca;


"Biliyorum ama Kezban hayat devam ediyor, artık bir yerden başlamamız şart."


Kezban gülümsedi. Neriman'ın omuzuna vurdu.


"Eh be kızım pavyon pislikleri tarafından değil. Ye, iç, gez, dolaş keyfine bak sonra zaten her türlü başlarsın."


Bunun üzerine daha da çok gülen Kezban, söyledikleri yetmezmiş gibi ekleme yaptı.


"Deseydin bunu, çarşıda birini bulurduk sana!" Dedi ve kahkaha attı. Neriman duyduklarıyla hızla Kezban'ın at kuyruğu yaptığı saçını çekmek için uzanmıştı ki Kezban paltosunu alıp hızla çıktı odadan.


"Çabuk paltonu giyin Neriman, yoksa çeyizsiz kocaya gideceksin!" Diye bağırmıştı Kezban. Gözlerini deviren Neriman, hızla krem renginde paltosunu giyinip özgürlüğüne kavuşmak isteyen saçlarını açıp elleriyle dağıttı. Son kez ayna karşısına geçip hafif sedefli pembe rujunu sürmüştü. Ardından ikisi pavyona gitmek için yola koyulmuştular...


---------------


Hıçkırıklarının ardı kesilmeyen Hilal seri adımları ile pavyondan çıkarken kolundan tutulup aniden durmasına sebep olmuştu. Ela harelerini kolundan tutan kişiye çevirince orta boylarda takım elbise giyen, kara olan havaya eşit esmer olan adama anlamazcasına bakmaya başladı.


"Hanımefendi, Ahmet bey yolladı bizi sizi evinize bırakmamız için, isterseniz buradan gelin araç burada." Dedi eliyle arkasında olan aracı gösterdi. Hilal ela gözlerini o tarafa çevirince benzer kıyafetler giyen bir adam daha görmüştü. Hilal olumsuzca başını salladı.


"Hayır, yalnız kalmak istiyorum gidin başımdan!"


Sesinin yüksek çıkmasına engel olamamıştı. Gözlerinde, yüreğinin ona isyanını sunan yaşlarını gizleyen yağmur yüzünü teyet geçip burnundan damlamasına sebep oluyordu.


"Ama hanımefendi Ahmet bey..."


"Yalnız kalmak istiyorum diyorum size, bunun neyinden anlamıyorsunuz!" Diye haykırdı.


"Ömer!" Diye ses Hilal'in haykırmasından sonra yüksek sesle duyulunca bütün çehrelerin oraya yönelmesine sebep olmuştu. Ahmet seri adımları ile onlara yaklaşıp,


"Bırakın, siz işinize dönün ben hallederim."


Çalışan bu sözleri duymasıyla derin nefes almıştı, hızla başıyla onaylayıp;


"Tamam ağabey." Dedi. Çalışanlar yanlarından sakin bir şekilde uzaklaşınca Ahmet yüzünü Hilal'e çevirdi. Bir kaç kez kıpırdattı dudaklarını. Sert bir şekilde dudaklarını ısırıp yüzünü sıvazladı. Nereden ve nasıl konuşacağını bir türlü başaramıyordu. Hilal Ahmet'in yüzünü izleyince acıyla gülümsemişti.


"Serpil ile Yarkın bizim evde, daha fazla endişelendirme karını, git özür dile ondan kendini affettir ona."


Duyduğu şeyler ile başını önüne eğmek zorunda kalmıştı Ahmet. Sonuna kadar haklıydı Hilal gözünde ama en çok düşündüğü kişi şuan oydu ve çaba sarf etmekten gocunmuyordu. Son kez derin nefes aldı.


"Yenge, ne desem boş biliyorum ama..."


"Suzan'da uyuyor, uyanınca mama yapmıştım hazırda vardı Serpil'e söylersin çok acıkırsa yedirsin. Ben biraz yalnız kalmak istiyorum." Dedi ve daha fazla konuşmasına izin vermeden yönünü değiştirip uzaklaşmaya başladı. Arkasından gözlerini sımsıkı yuman Ahmet;


"Herşeyi mahvettin işte Kazım." Diye fısıldadı.


Yağan yağmur sebebi ile, zeminde birikip topuk seslerinden çıkan su seslerinin verdiği iç savaşının sesi birbirlerini alabora etmişti. Yaşadığı herşey ona fazlasıyla ağır geliyordu ve artık yüreği buna dayanacak kadar güçlü değildi. Gözlerinin önünde yıllarını verdiği adam tarafından aldatılmak onu yağan yağmurun altında söndüremiyordu.


Issız sokakları da geçmişti, ıssız caddeleri de. En sonunda Dicle nehrine varmıştı. Alacakaranlığın hüküm sürdüğü bu saatlerde Dicle nehrinde artık dizlerinin üzerine çökmüştü. Başını kaldırıp hıçkırıklarının arasında bağırıp ağlamaya başladı. Ne kadar ağladığının farkında bile değildi. Yanlarına düşen her iki eli çamur ile çepeçevre sarılmıştı.


Gözleri, Dicle nehrinin yağan yağmurun etkisinden dolayı coşkuyla akışını ve ay ışığının yansımasını bir şahesermiş gibi etrafa yayan yansımasını izledi. Ela hareleri en güzel manzara karşısında gülümseyemiyordu. Mutluluk yaşları değil acı ve tuzlu gözyaşları döküyordu.


"Dayanamıyorum Allah'ım." Dedi son kez ve çamurlu ellerini umursamadan, yüzünü saran kahve saçlara inat ıslaklıktan dolayı siyaha çalan saçlarını yüzünden çekti. Derin nefes alıp yavaşça yerinden kalkmaya başladı. Gün yavaşça canlılığını kazanmaya başlıyordu ama Hilal kaybedeşi ile daha çok yüzleşiyordu.


Bu kayıp için bir çok kişiye de kayıp verecekti ve en önemli kişi; Kazım'ın ta kendisiydi. Gözlerinde ki yaşlara inat adımlarını eve doğru sert atarak yönlendirmeye başladı. Bu saatten sonra bir karar vermişti artık. Ama her şeyden önce kızı Suzan için büyük savaşı olacaktı...


-----------


Kapının önünde eli öylece hava da kalmıştı Ahmet'in. Çalacağı kapının arkasında, uzun bir süre olmamasına rağmen yarım bıraktığı bir kadın vardı ve onunla gerçekten yüzleşmek için hazır hissetmiyordu. En son yaşadığı kavgadan sonra Serpil'in onun yüzüne bakacağına bile emin değildi. Boynunu sıvazladı Ahmet. Fazlasıyla gergin olduğu için boyun damarları kendini gün yüzüne çıkarıyordu. Elleri beyaz gömleğinin de yakasını gidince yavaş hareketlerle düzeltti. Siyah pantolunun da kemerini hafif çekiştirip kendine çeki düzen verdi.


Aklında kendini nasıl anlatacağına dair hiç bir fikri yoktu. Aklıyla oynayan Kazım yüzünden yaşam kaynaklarını zedelemesine sebep olmuştu. 'Hayır' diye içinden geçirip derin nefesini tazaleyip daha fazla düşünmeden çaldı kapıyı. Ne kadar düşünürse vazgeçeceğinden emindi. Düşünmek onu daha kötü hale getiriyordu çünkü yüzleşmesi gerektiği şey onu bilinmezliğe çıkarıyordu. En iyisi düşünmemek ve akışına bırakmaktı diye düşündü.


Tazelediği nefesi çaldığı kapının açılmasını bekleyene kadar durdurmuştu. Kapının açılması ile karşısında hayran kaldığı, özlemi ile yanıp tutuştuğu kadın duruyordu. Serpil'de karşısında ona kızarmış gözleriyle, çökmüş yüzü ile aynı hasreti ve özlemi taşıdığı kocasını görünce o anlığın verdiği şaşkınlıkla afalamıştı.


"Ahmet..." 


Kocasının onun sesini duyduğuna bile emin değildi çünkü sesi fısıltı halinde çıkmıştı.


"Serpil..." 


Aynı şekilde Ahmet'te fısıldamıştı. Adımını Serpil'e yaklaştırdığı vakit, tam sarılacaktı ki sağ yanağına inen tokat ile başı sol tarafına doğru eğildi Ahmet'in. Gözleri istemsizce yüzüne yayılan sıcak karıncalanma sebebiyle kapanan Ahmet'in eli yanağına gitmişti. Eğilmiş olan başını hafifçe kaldırıp yüzüne yayılan tebessümüne engel olamadı. Hak ettiğini o da biliyordu. Bu yüzden sadece gülümseyip sol yanağını da uzattı Serpil'e.


"İçin rahatlayana kadar vur." Dedi Ahmet.


Serpil bu cümle üzerine göz pınarlarında intihar etmeyi bekleyen gözyaşlarını bıraktı, toprağa hasret kalan yağmur gibi teker teker firar etmeye başladı.


"Neden?" 


"Özür dilerim." Serpil'in söylediği soru ile sadece net bir cümle dökülmüştü dilinde Ahmet'in.


"Özür mü?"


Başını küçük çocuklar gibi sallayan Ahmet saklamaya çalıştığı gözyaşlarını elinin tersiyle akmasına engel olmuştu.


"Evet." 


Bu 'evet' kelimesi ile kahkaha atmaya başladı ve gözlerinin yüzüne yaydığı tuzlu yaşlarını sildi Serpil.


"Özürün bir telafisi olsaydı ilk olarak ben kendi geçmişimden özür dilerdim Ahmet."


Ahmet tam ağzını açıp konuşacaktı ki Serpil konuşmasına fırsat vermeden konuşmasına devam etmeye başladı.


"Bak benliğim olan geçmişim onu dillendirdiğim için yüzünü kızarttı."


Onun yüzünü gösterince bunları ona geçmişini dile döktüğü için utanmasına sebep olmuştu Ahmet'in.


"Demek ki bir telafisi yokmuş..." Diye de ekledi. Bakışları ile pişmanlığını sunmasına rağmen sadece diyebildiği;


"Haklısın..." olmuştu.


Kendini hararetli konuşmaya hazırlayan Serpil'le, Ahmet'in kelimesini hava da asılı kalmasına sebep olan uykulu cılız ses ile, bacağına dolanan kollar yüzünden çiftin gözleri oraya kaydı.


"Babam, seni çok özledim."


Ahmet Yarkın'ı görmesiyle o andan kurtulmanın verdiği mutluluk ve oğluna olan özlemle, oğlunu kucağına alıp sımsıkı sarıldı. Sarılmasına koklayıp öpmeside karışmıştı.


"Bende özledim aslanımı."


Çiftin arasında olan sorunlar küçük Yarkın'ın gelmesi ile yarıda kesilmek zorunda kalmıştı...


---------


"Kezban acil yardıma gel, şurada olan masayı tek kaldıramıyorum!" Kezban duyduğu ses ile kara gözlerini devirdi.


"Bir işi becerebilseydin şaşardım zaten Cengiz, bekle geliyorum!" Diye seslendi o da. Neriman onlara gülmeden edememişti. Çoğu kez Cengiz ile Kezban hep dalaşırdı, bu tartışmalarını da küçük çocuklar gibi yapıyordular ve bu her seferinde Neriman'ın kahkaha atmasına sebep oluyordu.


"Neriman ben bu gerizekâlı ile uğraşıp geleceğim. Hayrına o yarım kalan işi hallet."


Başıyla onayladı Neriman Kezban'ı. Kezban da hızla çıkmıştı bulaşıkhaneden o esnada. Çıktıktan iki dakika sonra bulaşıkhaneye giren pavyonda diğer çalışanlardan biri girdi.


"Neriman, Kazım bey sade türk kahvesi istiyor."


Kaşları çatılan Neriman nedensizce içinde olan huzursuzluğa engel olamadı. Dünü hatırlayınca biraz ürpermişti. Sonra aklına gelen 'zaten sarhoştu düşüncesi' ile az da olsa içinde olan huzursuzluğu yatıştırmıştı.


"Tamam ben yapıp götürürüm."


Çalışan da başıyla onaylayıp çıktı. Çıktıktan sonra yarım kalan işi de kahve pişene kadar halletmiş, fincana koyduğu dumanı üstünde tüten kahveyi sakin adımları ile Kazım'ın odasına götürmek için atmaya başladı. Kırmızı ve golt detayların hakim olduğu koridoru geçince siyah kapıya vardı. Kalbi çok hızlı atmaya başlamıştı. Ne yaparsa yapsın kendini telkin edemiyordu, hep mağlup oluyordu. Nefesini düzene sokup kapıyı tıklattı. İçeriden;


"Gel!" Diye hayran kaldığı sesi duyunca içinde az da olsa hakim olan huzursuzluk tamamiyle yok olup havaya karışmıştı. Kulpu çevirip koyu renkte olan pileli eteği savuşarak içeriye girdi. Karşısında masasının arkasında olan sandalyesinde oturup, sağ elini her iki kaşının ortasına sıkıştırıp ovalayan, ormanı andıran yeşillerini kapatan Kazım'ı görmeyi pek beklemiyordu.


Buğday tenine işlenmiş olan kızarıklar ve morluklar onu şaşırtmıştı. Şaşırmış olsa da gizleyip elinde olan kahveyi masaya bıraktı.


"Afiyet olsun Kazım bey, başka bir isteğiniz var mı?"


Duyduğu tanıdık ses ile kendine gelen Kazım sakince başını kaldırıp baktı Neriman'a. İçinde istemeden küçük bir kıvılcım kopmuştu. Yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamamıştı Kazım.


"Yok teşekkür ederim Neriman."


Başıyla onaylayıp tam çıkacaktı ki;


"Sen mi yaptın?" Dedi Kazım. Neriman şaşırıp dönüp yine baktı Kazım'a.


"Evet ben yaptım, beğenmediniz mi?"


"Hayır çok beğendim, uzun bir süredir bu kadar lezzetli bir kahve içmemiştim."


Neriman başını eğip utanıp gülmüştü. Kazım da onun utanmış haline tebessümle karşılık verdi. Karşısında olan kadını cidden çekici buluyordu, bunu inkâr etmiyordu çünkü utanması ve heyecanını yansıtması onu fazlasıyla erkeklik gururu olarak tatmin ediyordu. Farkındaydı Neriman'ın ona karşı hislerinin yoğunluğunu.


Ama bir şey durduruyordu onu; Hilal! Kazım yine ağzını açıp konuşacaktı ki oda da olan ahizeli telefon çalmaya başladı. Neriman ile Kazım'ın odağı olan telefonu açan Kazım eliyle Neriman'a dur işareti yapmıştı. Neriman da tamam dercesine başını sallamıştı, önemli bir şey konuşacağını düşündü telefondan sonra...


"Alo!" 


Telefonda duyduğu aşinası olduğu sesle, beyninde yankılanan ve durmadan tekrarlanan sesi uğultu halinde duymaya başladı Kazım. Neriman da anlamazcasına Kazım'ın bir anda değişen yüz ifadesini izlemeye başladı. Elleri titremeye başladı Kazım'ın, vücut dilini kontrol edememeye başlayınca;


"Ne dedin sen?" Dedi fısıltıyla...

Loading...
0%