Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Pavyon

@rabiaikta9

-----------------------------------------------


GEÇMİŞ, YIL 1986 19 KASIM...


-----------------------------------------------


Kahkahaların, şarkıların ve bağırışmaların arasında seri ve telaşlı adımlar atan çalışan patronunun yanına ilerliyordu telaşlı adımlarına inat sakin yüzü ile. Çalışanın adımları,  zengin iş adamları ile kadınların arasındaki bordo renginde olan koltukta oturmuş, hararetle konuşan patronun yanına varınca eğilerek kulağına fısıldayarak;


"Ağabey odandaki telefon sürekli çalıyor, sanırım acil." Dedi gür sesiyle çalışan. Kaşları çatılan adam, istemsizce yerinde kıpırdanmaya başladı. Başını kaldırıp yeşil gözlerini çalışana çevirdi.


"Kimmiş?" Dedi sert ve katı bir sesle. Çalışanın bir çok yerinin jilet izi olduğu her halinde belli olan çehresi buruşmuştu.


"Senin odanda olan telefon olduğu için cevap vermedik ağabey." Dedi. Yeşil gözleri olduğundan çok kısılan adam 'tamam' dercesine başını sallayıp, el işareti ile gitmesini bildirmişti. Çalışanda başını saygıyla indirip ayrıldı patronun yanından. Kim arıyor diye merak hissi yayılmıştı adamın içine. Başını yanlarında zengin müşterilerine yönlendirip,


"Beyler bayanlar siz eğlenmenize bakın, ben birazdan sizlere ilgili çalışanlarımı yollayacağım." Deyip yavaşça yerinden kalktı. Bayanların arasında olan yapma sarı saçlara ve zayıf kısa boylu kadın, dudağından taşmış kırmızı rujuyla,


"Bir sorun yoktur umarım?" Dedi. Adam bakışlarını ona soru soran kadına çevirmişti ister istemez.


"Sorun yok, sadece bir telefon görüşmesi yapmam lazım."


Söylediği cevap ile etrafında olan kalabalık onu başıyla onaylamıştı. Böylece adam yerinden kalkıp çalışanına göz ucuyla masa ile ilgilenmesini bildirmişti. Sonra kendi odasına doğru adımlar atmaya başladı hızlı adımlarla. Kalabalığın arasından çıkıp, odasının bulunduğu bordo ve gold detaylarla dizayn edilmiş koridora girdi. Siyah kapılı odanın kulpunu hızla açıp girdi içeriye ve hâlâ da durmadan çalan ahizeli telefona doğru ilerleyip açtı;


"Alo!"


Hızlı hızlı nefes alış veriş sesi geliyordu telefondan. Sessizliğin içindeki hızlı nefeslerden korkmaya başlamıştı adam.


"Kimsin?" Dedi adam merakla telefonda ki kişiye. Telefondan kısa sürede ses gelmemişti ama sonrasın da telefonda ki kadın hararetle,


"Ooo, Sazancı beyfendiler telefonu cevaplamak için lütufta bulunmuşlar inanamıyorum!" Dedi. O an anlamıştı adam kimin aradığını. Yeşil gözlerini devirerek,


"Ne var Hilal?" Söylediği soru üzerine telefonun diğer ucunda olan kadın sinirlenmeye başlamıştı.


"Ne mi var!" Dedi bağırarak kadın. Adam kadının sözleriyle hafiften sinirlenmeye başlamıştı. Mavi gömleğinin düğmeleri, göğsünde ki şişkinlikten dolayı buğday tenini düğme aralıklarından gösteriyordu. Sinirle nefes alıp yüksek sesle,


"Hilal, biliyorsun şuan işteyim beni rahatsız etme!" Dedi. Kadının içinde sinir alevinin yayılmasıyla daha çok kükredi adama;


"Karınım ben senin karın! Benimle doğru düzgün konuş. Allah bilir o iş yerinde ne haltlar yiyorsun sen! Rahatsız etme ne demek?"


Adam burnunda sinirle nefes almıştı. Burun kemiği ve alnı sinirden kızarmıştı.


"Ne haltlar mı yiyorum? Peki, sen bundan sonra görürsün ne haltlar yediğimi!" Dedi son kez bağırarak ve telefonu kadının cevap vermesine izin vermeden suratına kapattı. Adamın yeşil gözleri sinirden kızarmaya başlamıştı artık. Kahve renk ile cümbüş halinde olan masasının üzerinde olan ne varsa sağ eliyle sinirle savurmuştu yere...


Odasının çıkışına yönelip, ardından sertçe duvarla birleşip ses çıkaran kapı bırakarak pavyonun arka tarafta olan girişine doğru yürümeye, hatta koşar adımlar atmaya başladı heybetli bedeni ile. Karısının ona karşı ithâmına dayanamıyordu. Dengesiz konuşmaları onu güçsüzleştiriyordu. Hâlbuki bu pavyonu sefalet içinde yaşamak için kurmuştu ve başarmıştıda. Ama sefalet gelip, huzursuzluk yayılmıştı ailesine, farkındaydı...


Adımları pavyonun kapısına vardığında, hızla kendini yağmurun altına bırakmıştı adam. Dışarıdan bakılınca güçlü, heybetli ve aklı çalışan adam gibi görünen genç adam, karısının sözleri yüzünden güçsüzleşmişti. Başını yağmurun altında kararmış gökyüzüne çevirdi, karısının yaptığı şeylere tâhâmülü kalmamıştı. Gittikçe karısı onu sıkıyordu ve o bu durumdan bunalıyordu, derince nefes alarak yönünü tekrardan pavyona yöneltmeye başladı rugan ayakkabısını sertçe taşlarla dolu olan asvalt yere vurarak.


Adamın sinirle soluduğu yağmurlu hava, şuan içini ferahlatmak yerine sıkıyordu kadının sözleri aklına gelince.


Adımları sert ve kendinden emindi. Hafif uzun olan kumral saçları rüzgârdan uçuşuyordu adımlarından dolayı. Pavyonun zenon lambalarla dolu olan siyah parlak kapısına gelince adımlarını yavaşlattı. Kaşlarını olabildiğince daha çok çattı. Karısına, 'bundan sonra ne haltlar yiyorum görürsün,' demişti. Sıkkınlıkla nefes alıp yönünü dış tarafa çevirdi. Cebinden sigara paketini çıkarıp, bir dal sigara çıkardı ve iki dudağının arasına koyup ucunu altın renkli çakmağıyla, elini çakmağının önüne sönmemesi için siper ederek yaktı.


Yaktıktan sonra çakmağını ve sigara paketini cebine koydu hafiften titreyen eliyle. Yaktığı sigarasından derince nefes çekip, burnundan yavaşça bırakmaya başlamıştı. Karısını seviyordu, hem de deliler gibi...


Ama karısının ona karşı güven bozukluğuna dayanamıyordu. Güven her şeyin temelidir onun gözünde, bir bağda sevgi, saygı ve güven yoksa o temel eninde sonunda yıkılırdı. Bu düşüncelerin içinde iken, yarıladığı sigara yaprağı yağmur damlacıklarından dolayı griye çalmıştı nemlilikten. Yine çekti sigarasını ve yine burnundan bıraktı sigarayı rüzgârla dolu olan yağmurun arasına.


Dalmıştı adam, omzunda olan elin daha yeni farkına varmıştı. İrkilip başını omzunda olan elin sahibine çevirdi.


"Kazım, çok içiyorsun farkındasın değil mi?" Dedi kapkara gözlere, kapkara kaşlara ve kapkara saçlara sahip olan adam. Adam yönünü tamamen ona soru soran adama çevirip umursamazca omuz silkti.


"Farkındayım Ahmet ama derdimde yanımda olan, en pis ve en sadık bu illet sigara." Dedi. Karşısın da omuz silken adama uzunca baktı esmer adam.


"Yanlış yapıyorsun Kazım, gel bu pavyonu elimizden çıkaralım. Hem sen rahat et, hem de ben."


"Olmaz Ahmet, burada daha iyi para çıkıyor. Burası ekmek teknemiz, bütün mal varlığımı burayı satın alıp işletmek için kullandım, hatta kullandık." Dedi buğday tenli adam. Mavi gömleği ıslaklıktan dolayı bedenine yapışmıştı. Karşısında kaşları çatık bakan esmer adamın içi yanıyordu. Bu işe gerçekten herşeyini vermişti. Her eve gittiğinde karısıyla olan bağırışmalara, kavgalara dayanamıyordu.


"Kazım, bu ekmek teknesi canımızı yakıyor görmüyor musun? Mafyalar başımıza çullanacak buranın işlekliğinden anlamıyor musun? Ailemiz elimizden gidecek." Dedi yalvarırcasına. Kazım'ın bu sözleri kulakları işittiğinde, siniri olduğundan çok taşarak elinde ki sigarayı fırlatıp hızla Ahmet'in yakasını tuttu.


"Lan Ahmet kendine gel! Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Bu gidişle milyarlar sahibi olacağız, sen mafya diyorsun. İşlekliğiyle dolu dolu paralar gelecek elimize, mafyaların götü tutar mı bize kafa tutmaya?" Dedi bağırarak. Ahmet Kazım'ın yakasın da olan elini sıkarak hızla indirdi. Kara gözleri alev saçıyordu Kazım'a bakarken. Sinirle güldü Ahmet,


"Ulan gerizekâlı. Götü tutar tabii, bizim neyimiz var sanki? Adam katsayımız olsa olsa üç yüz tane, mafyaların en az iki bin üç bin. Bizim kökümüzü kuruturlar!" Ahmet'de aynı şekilde bağırmıştı artık. Kazım sinirle nefes alıp sakallarını sertçe sıvazladı. Pavyon görevlilerin şaşkınlıkla bakan çehreleri, karşısında olan patronlarına bakıyordu. İkilinin yanlarına gitmeye tereddüt ediyordular ama ne olur ne olmaz diye mesafelerini tartışan ikiliye karşı yakın tutuyordular, daha kötü bir kavga da ayırmak için...


"Yürü git lan! Kardeşimin kocası demem katilin olurum. Korkaklıkta zirve atlamışsın, benim ortağım böyle korkak olamaz, git başımdan!" Dedi Kazım sinirle burnundan soluyordu fark etmeden. Ahmet'in Kazım'dan duyduğu bu sözler ile sinirle kahkaha attı. Kazım'ın hareketleri ona hiç doğru gelmiyordu ve bu kahkahası da sinirdendi Ahmet'in.


"Tamam, gidiyorum ama başından değil, tamamen ortağın olmaktan çıkıyorum. Ben oğlumla karımı kendimden uzaklaştıramam, onlar olmadan hayata devam edemem. Bu ortaklıkta artık ben yokum sen teksin." Dedi Ahmet Kazım'ın yüzüne yaklaşıp dişlerinin arasından tıslamıştı. Hem bir çift kara göz, hem de bir çift yeşil göz birbirlerine dostluktan yana, düşmanlıkla bakıyordu.


"Canını yakacağımı unutma o zaman Ahmet, şimdi defol gözümün önünden!" Dedi Kazım sonda bağırarak. Ahmet, 'yazık' bakışları atıp yanından uzaklaşmaya başladı. Ahmet'in beyaz gömleği soluk renk almıştı yağmurdan, onun da giydiği siyah bol paça pantolonu, yerdeki küçük taş parçalarını sürtüyordu yürürken. Arkası dönük olduğu için son kez daha arkasına baktı Kazım'a bakmak için.


"Canımı acıtırken, canını acıtma Kazım tamam mı?" Dedi sesini Kazım'ın duyacağı şekilde yükseltti. Kazım da umursamazca yönünü pavyona çevirip içeri girdi Ahmet'e bakmadan. Ahmet acıyla gülümseyip hasret çektiği ailesinin yanına gitmeye başladı. Ailesi onun canıydı ve hanımına bu iş için söylediği sözler aklına gelince canı acıyordu. Oğlu Yarkın'ın ona 'babam' deyişine aylardır hasret kalmıştı. Ve şimdi Diyarbakır'ın Sur sokaklarını ailesine gitmek için hızla adımlar atıyordu...


________


"Neriman inanamıyorum sana ya, buranın sahibi olan adama nasıl tutulursun aklım almıyor?" Diyordu Kezban içki bardaklarını yıkarken. Aklı ermiyordu arkadaşının pavyon sahibine olan sevdasını. Adamı yakışıklı buluyordu ama pavyon işletmeciliği yapan birinin arkadaşını üzeceğine emin olduğu için bu sevgiyi olumlu bulmuyordu.


Neriman da elinde olan metal tepsiye, temiz içki bardaklarını koyuyordu. Ardından aklında hayal kurup, adama duyduğu aşkın olumlu geliştiğini kehribar gözlerini kapatarak hissetmeye çalışıyordu. Kezban arkadaşının bu halini görünce siyah gözlerini devirip,


"Neriman kendine gel Allah aşkına, kafaya mı yedin sen? Adamın ne ayak olduğunu bile bilmiyoruz, ne biliyorsun belki iki avrat etmiş..." dedi. Demesiyle hayal dünyasına dalmış olan Neriman'ın gözleri korkuyla açıldı.


"Niye öyle diyorsun Kezban? Ne güzel şurda hayal kuruyoruz." Dedi. İstemsizce gözleri kızarmıştı bunları duyunca. Hayran kaldığı yeşil gözlerin bir başka kadına aşkla baktığı düşüncesi ona fazlasıyla acı geliyordu. Sanki içi paramparça oluyordu ve parçaları bilinmeyenlerin ötesinde ki mazide kalıyordu.


"Hadi Neriman kes şunları, çabuk bardakları götür bağıracaklar birazdan bize ve bir daha o aşk ile sevdiğin adamı göremezsin benden demesi." Dedi Kezban. Pembe dudaklarını büzüştüren ve omuzlarını silken Neriman;


"Peki..." dedi. Kocaman hislerini böylece bir minnacik 'Peki'ye sığdırdı. Bardakları tepsiye sırasıyla yerleştirdikten sonra, yavaş adımlarla içkilerin bulunduğu yerlere gitmeye başladı Neriman. Tamamen kapıdan çıktıktan sonra arkasından bulaşıkhanenin kapısını örtmek için dönüp kapadı. Önüne döndüğü zaman, iri cüsseli orta boylarda olan adama sertçe çarptı Neriman. Çarptığı anda elinde olan metal tepsi ve içine konulmuş bardaklar seri bir şekilde yere düşüp tuzla buz olmuştu.


Neriman ilk yere düşen bardak ile metal tepsinin etrafa yaydığı sese odaklanmıştı. Gözleri kırık beyaz feyansların üzerine düşenlere değdiğinde gözleri korkuyla açılmıştı. Ne cevap vereceğim şimdi patrona? Diye düşünmeye başlamıştı. Üçüncü ayına girmişti bu pavyonda çalışalı ve gerçekten iş bulamadığı için burada çalışıyordu. Bu düşüncelerle boğuşurken, etrafına hayran olduğu kalın ses yankılanmıştı.


"Dikkatli olsana!" Dedi Kazım.


Az önce yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de bu üstüne eklenince, hepten delirmişti Kazım. Neriman hayran kaldığı sesi ona karşı yüksek işittiğinde irkilerek başını kaldırdı. Kehribar gözleri, yeşil harelere değince ilk kez bu kadar yakından ve ilk kez bu kadar kin dolu görmüştü.


Harabe olan adamın bedenine göz gezdirince, sol elinde içki şişesini ve alkol kokan nefesini hissedince, istemsizce yüzünü buruşturmuştu. Kaşlarını mahcubiyetle çatmıştı Kazım'a. Heyecan ve korkuyu aynı anda yaşıyordu. Hem üç aydır tutulduğu adamın karşısında görmenin heyecanı, hem de yeşil gözlerin sinirle bu kadar kısılmasından dolayı da korkuyordu ters bir şey olmasından. Bir kaç defa ağzını açıp oynattı Neriman. En sonun da kekeleyerek,


"Kusura bakmayın Kazım bey, isteyerek olmadı." Dedi Neriman başka söz bulamamıştı. Başını önüne eğmişti Neriman, kehribar gözleri kovulma ihtimalinden dolayı dolup kızarmıştı. Kazım'ın sert çehresi, karşısın da kırılgan olan genç kızdan dolayı yumuşamıştı. Sarhoş bedeni ayakta durmak için azim gösteriyordu. Gözleri istemsizce Neriman'ın üzerinde dolaşmıştı. Balon kollu beyaz gömleği, kırmızı ile mavi karışımı olan kalın pileli eteği, siyah kirpiklerin arasında ışıl ışık parlayan kehribar gözleri ve kahve ile siyah karışımı saçlarını at kuyruğu yapmış olan bu genç kızın, bu ortam da müşteri olmadığını, çalışan olduğunu anlamıştı. Kaşlarını naifçe çatarak,


"Senin adın ne?" Dedi merakla Kazım. Karşısın da korkudan dolayı bacakları titreyen genç kızın adının ne olduğunu merak etmişti. Neriman'ın gözleri dolu bir şekilde eğmiş olduğu başı, Kazım'ın sorusuyla anında kalkmıştı. Gözlerini şaşkınlıkla açarak,


"Anlamadım Kazım bey?" Dedi. Kovulmayı beklerken böyle bir şey duymasıyla çok şaşırmıştı Neriman. Kazım'ın da karşısında sorusuna şaşkınlıkla bakan genç kıza karşı, yüzünde istemsizce tebessüm belirmişti. Burada birçok kez görmüştü genç kızı ama bu kadar yakından güzel olduğuna ilk kez şahit olmuştu. Aklından geçenlerle kaşlarını havaya kaldırmıştı.


"Adınızı sordum güzel bayan, adınızı öğrenebilir miyim?" Dedi Kazım. Neriman'ın işte şimdi kalbi çok hızlı atmaya başlamıştı. Sanki kalbi ağzından atıyor gibiydi ve bu duygu oracıkta yaşamını bitirecekmiş gibiydi. İlk kez bir adama karşı bu kadar derin duyguları hissedip, aylar sonra gizliden sevdiği adamdan bunları duyması aklına ihanet, kalbine bilinmeyen mühürdü.


"Nee...Neriman..." dedi, zor bela bu sözleri söylediği için kekelemesine mâni olamamıştı. Bu havadan çıkmak için, hızla eğilip yerde olan cam parçalarını metal tepsiye koymaya başladı Neriman. Kazım da 'Neriman' adını kekeleyerek duymasıyla, aklına gelen şeyi gerçekleştirmeyi arzulamaya başlamıştı. Neriman'ın eğilip cam kırıklarını tepsiye koyduğunu görünce, o da sendeleyerek eğilip Neriman'a yardım etmeye başladı bir elinde hâlâ yerini sabit tutan içki ile. Eline aldığı cam parçalarını, Neriman gibi tepsiye koymaya yeltendiğinde Neriman korkuyla,


"Kazım bey siz dokunmayın, ben yaparım." Dedi ve hızla Kazım'ın eline dokunup çekecekti ki, Kazım Neriman'ın kulağına yaklaşıp,


"Memnun oldum." Dedi fısıldayarak. Neriman'ın elleri durmuş, gözlerini sımsıkı yummuştu. Kazım'ın içki kokan sıcak nesefini, elmacık kemiğinde hissettiği için olur olmaz titreyip vücut dilini doğru düzgün kullanamıyordu. Tam o sırada Kazım'ın eline cam parçası battığında, Kazım'ın ağzında küçük bir inilti kopmuştu. Neriman'ın gözleri korkuyla açılmıştı, hızla Kazım'ın elini tutup üflemeye başlamıştı nasıl olduğunu bilmeden.


"Kazım bey çok acıyorsa ve çok derinse, hastaneye görünün dikiş atsınlar." Dedi Neriman endişeyle. Kazım da karşısında, endişe ile üzüntüyle eline bakan kıza baygın gözleriyle baktı.


"Acı, hiç bu kadar tatlı olmamıştı..." dedi Kazım. Neriman bu sözleri duymasıyla dona kalmıştı.


--------


Yere düşen bardakların sesinden irkilen Kezban, korkuyla Neriman'a bakmak için kapının yanına gitmişti ki işittiği seslerden dolayı yerinde kalıp bekledi.


Bulaşıkhanenin kapısın da onları dinleyen Kezban'ın kaşları, Kazım'ın son sözüyle olduğundan çok çatılmıştı.


İçinden, 'bu kadar zamandır farkına varmadığı kadına, nasıl olurda birden bire bu cümleyi kurabilirdi Kazım bey?' Diye söylendi.


Mantıklı gelmeyen bu söylenimler yüzünden, yüzünü buruşturup bulaşıkhanenin kapısını açtı. Açtığı sırada yankılanan çığlıkla kulakları çınlamıştı Kezban'ın. Siyah gözleri olduğundan çok açılmıştı. Gördüğü manzara ile dona kalmıştı Kezban, eli kapı kulpunda öylece dururken,


"Kazım!" Diye haykırış, yine koskoca pavyonu doldurmuştu...


Loading...
0%