@rabiaikta9
|
------------------------ 18 YIL SONRA... ------------------------ Gecenin verdiği ıssız Dağkapı sokaklarında çaresiz attığı adımları birbirlerini kovalıyordu genç adamın. Bıkmıştı artık hayatından, verilen gereksiz hükümlerden. Bu zamana kadar yaptğı fedakârlıkların kendi özünde haddi hesabı yok iken, en yakınlarından göz ardı edilmesi perişan ediyordu gönlünü. Fark etmeden attığı adımları Ulu caminin avlusuna kadar varmıştı. Başını kaldırıp sıcak çikolatayı andıran gözleriyle etrafı incelemeye başladı. Şadırvan da bulunan çeşmede damla damla akan suya takıldı gözleri. Etrafı çevreleyen gecenin karalığı bir vakitten sonra sabah ezanıyla birlikte aydınlanmak için ip çekiyor gibiydi. Gözlerini bu sefer caminin eski mimarisi olan işçiliklerini es geçip içeriye bakmaya başladı. 'Sanırım imam içeride' diye düşünmeden edememişti. Yaz ayında olmalarına rağmen gecenin verdiği rüzgâr mavi tişörtünü titretiyordu genç adamın. Koyu renkte olan kot pantolonunu bacaklarını sarmasına izin verecek şekilde adımlarını caminin kapısına doğru atmaya başladı. İçeriye girdiğinde üzerine giyindiği cübbesi ile mescidi süsleyen İmamı görmüştü. Sıcak çikolatayı andıran gözleri ışıl ışıl parlamıştı. "Hayırlı geceler İmam ağabey!" Duyduğu kalın sesle arkasına irkilip dönmesi bir olmuştu İmamın. Şaşkınlıkla bakan adam, karşısında olan genci baştan aşağı süzmüş ve yüzüne yerleşen samimi bir şekilde gülümseme bırakmıştı. "Buyur, gel içeri!" Aldığı komutla yüzüne yayılan sevinçle attı adımını genç adam. Ama o anda unuttuğu bir şey vardı, ayakkabısını çıkarmadan mescide girmesi ile İmamın sert bakışlarıyla istila etmesine sebep olmuştu. "O ayakkabıyı çıkarıp da gir içeri genç!" Mahcubiyetle dudaklarını ısırmıştı genç adam. Omuzlarını düşürmüş adımlarını yavaşlatmıştı. Eğilip ayakkabısını çıkarmaya başladı bu sefer genç adam. "Düşünemedim İmam ağabey, kusura bakma." "Sen namaz kılmaz mısın hiç, nasıl bilmezsin Allah'ın evine böyle girilmediğini?" İşittikleri ile başını hızla kaldırmıştı genç adam. "Evde arada kılarım..." İmam korkuyla gözünü açmış ve hızla yaklaşıp onu durdurmuştu eliyle. "Sen Târik üs salât yapıyorsun, girme içeriye öyleyse!" "Anlamadım, o ne demek?" Genç adam afalamış diline dökülenlere mâni olamamıştı. Karşısında her dediğini anlamayan genç ile gözleri devrilmişti İmamın. Dudaklarının üzerinde olan aklarla bezelenmiş bıyıkları kınarcasına alt dudağının üzerini örtmüştü. "Ey namazı terk eden demek!" "Hee şimdi anladım! Bir şey olmaz İmam ağabey, en fazla cehennem de yanarım olur biter." "Sen deli misin oğul, öyle şey mi olur?" "Olmaz mı?" "Olmaz tabii!" Artık dayanamamıştı genç adam. Evdekilere hesap verdiği yetmezmiş gibi gelip birde imama cevap yetiştirmesi onun bir hayli canını sıkmıştı. "İmam ağabey, konumuz bu değil. Benim bir iki gecelik yatacak yer bulmam lazım, onun için geldim buraya!" "Yok olmaz, namazı terk eden burada kalamaz!" Kaşlarını çatıp karşısında onu çıkmaza sokan yaşını başını almış adamla dumura uğramış ve şaşırmıştı genç adam. "Allah Allah, niye burası Allah'ın evi değil mi? Kim demiş namaz kılmayan giremez diye, hangi mahlukât bu tanıya varmış?" "Ben diyorum, giremez o kadar!" "La Havle, çattık ya. Tamam al başına çal camiyi!" Deyip hızla döndü arkasını. Hem ayakkabısını düzeltiyor hemde ağzında bir şeyler geveliyordu genç adam. "Adama bak ya, Allah'ın evinden kovuyor. Gören diyecek şeriatla verilen kararı o vermiş!" Adımları şadırvana yaklaşmış hâlâ da damlayan çeşmeye uzanıp açmaya çalışmıştı. Ne yaparsa yapsın bir türlü açılmayan çeşmeyle, vücuduna yayılan sinir yüzünden dayanamamış vurmuştu çeşmeye. "Tik tak tik tak diye söylen ama kursağımızı ıslatma!" Söylenerek kalkmış cebinde olan telefonunu çıkarmıştı. Kapalı olan telefonunu açmak için tuşa basılı tuttu baş parmağını. Bir süre sonra açılan telefonun ışığı yüzünü aydınlatırken gördükleri ile kaşları üzüntüyle çatılmıştı. Ekranı dolduran mesajlar ve aramaların arasında gördüğü 'Sarışınım' kişisi ile daha çok kederlenmişti. Gelen kutusunda 'Sarışınım' adlı kişinin attığı mesaja baktı. 'Eren annen çok merak ediyor seni, böyle yapma artık ne olur gel eve.' 'Arıyorum niye açmıyorsun?' 'Bu saatte dışarı çıkamayacağımı bildiğin için böyle yapıyorsun değil mi?' 'Ya Eren aç şu telefonu!' 'Delirtme beni yoksa varya o telefonu senin bir yerine monte ederim, pisliklik yapma!' Sonda okuduğu mesajla gülmeden edememişti. Kolay kolay argo konuşmayan Sâra'nın mesajını görmesiyle inci dişlerini sergilemekten çekinmemişti. Ama durum artık vahimdi. Çünkü annesi onun kumar oynadığını öğrenmişti. Annesine bir çok kez, 'sakın Sâra'ya bunu yaptığımı söyleme, yoksa Vallahi evi terk eder bir daha gelmem!' demişti. Annesinin bunu duyması üzerine konuşmaları es geçip yüzüne tokat vurmasıyla Eren'in gururuna gitmiş, hızla çıkmıştı evden. Bir kerelik gittiği mekan resmen onun bir gecede hayatının kararmasına sebep olmuştu. Oysa ki sevdiği kıza, yani Sarışınına yeni telefon almak için o kumarı oynamış ve ne olduğunu bile bilmeden para kazanmıştı. Kumarı kaybettiği halde kazandığı para hâlâ da şaşkınlığa sokuyordu. Aklına gelen düşünceleri önüne gelen bir bardak suyla bertaraf etmişti. Gözleri bardağın etrafında olan buhara değdi. Leziz gözüken su kanını kaynatıyordu. Dili damağı kurumuştu ki, bakışlarını bardaktan çekip bardağı tutan buruşmuş elin sahibine çevirdi. İmam karşısında sıcak gülümsemeyi sunarak bardağı uzatmıştı. Kaşlarını olabildiğince çatan genç adam aklına gelenler ile başını itiraz ederek salladı. "Yok almam ben o suyu!" Sesinin yüksek çıkmasına sebep olmuş İmamı hayrete düşürmüştü. Yüzünde olan yaşlılık izleriyle, "Niye alamazsın?" Dedi İmam. Eren'in tek kaşı kalkmıştı. "Ben sana o hayrı işletir miyim be adam? Al şimdi o suyunu götür Allah'ın evine, öldüğünde yanan bedenine dökmelerini istersin!" Bunun üzerine İmam dayanamamış, "İyilikte yaramıyor!" Diye sesini yükseltmişti. Eren arkasını dönmüştü son sözünden dolayı. Hızla adımlarını atarken aralarında olan iki metre mesafeden tekrardan İmama dönmüş sinirden koyu renge dönüşen gözlerini dikmişti. İşaret parmağını kaldırıp sallamaya başladı. "Ee Vallah ben sana o hayrı işletmeyeceğim, istersen altın suyuna bulan!" Tekrardan arkasını dönüp söylene söylene yürümeye başlamış imamın da onun gibi konuşmasına sebep olmuştu. Umutsuz vaka gibi kendi hayatını sorgulaya sorgulaya adımlarını atıyordu Eren. Aklına gelenle aniden durup haylazca gülmeye başladı. Gecenin sessizliğine köpeklerin sesi eşlik ediyordu. Duyduğu ses ile elinde hâkimiyet süren telefonun ekranını açıp aramalarda 'Gaffar' yazılı olan arkadaşını aramaya başladı. Çalan telefonun sesine sesi karışmıştı. "Lan oğlum aç şu telefonu, köpeklere gece ziyafeti çektirme!" "Ne var?" Aniden çalan telefon durmuş boğuk ve nefes nefese çıkan sesi işitmişti. Dışarıdan kurtuldum düşüncesi ile, "Nerdesin Gaffar?" Dedi. "Bekar evinde sevgilimin koynundayım Eren." "Lan Gaffar yengeyi kurban çıkar, anamla kavga ettik sokaktayım!" "Yok çıkarmam ama gel yine de, ahırın anahtarını veririm orda uyursun." Gözleri korkuyla açılmıştı Eren'in. Yüzünü aniden buruşturup yutkundu. Ahırda olan inekleri düşündü ve tezek kokusunu... Bunu anlamış olan arkadaşı, "Korkma lan, anam ineği kesti. Koku içinde artık bu gecelik idare et." Duyduklarıyla el mecbur kabul etmiş yola koyulmuştu. Bu gecelik başka gidecek bir yeri olmadığını karanlık cadde ve ıssız sokaklar bağırıyordu. Her attığı adımda ayağına değen taşla bile tartışıp ayağı ile vuruyordu. Yollarla cebelleşmesi iç yorgunluğuna karışıp Gaffar'ın bekar evine gelmişti. Arkadaşının verdiği anahtarla paslanmaya yüz tutmuş kilidi açıp tahta kapıdan girmişti. Samanlarla da tartışıp söylene söylene başının ağrısına uykusuzluktan dayanamayıp uyumuştu... ____________ Ormanı andıran gözlerinin kırtasiye de olan rengârenk defterler ile kalemlerin arasında ince parmaklarıyla dolaşıyordu. Küçük çocukların bayramlar da yaptığı alışverişler gibi sevinçle etrafını tarıyordu. Yeşil harelerine takılan rafta olan roman ve hikâyelere bakıp yavaşça yakınlaşmaya başladı. Gazap Üzümleri, Vadideki Zambak, Ölü Canlar ve en çok da Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık yazılı olan kitabın üzerinde takılı kaldı. Ayak parmak uçlarına çıkıp eliyle uzanmaya çalışmıştı ki, "Ay Sâra, acil bakman lazım çok güzel bir günlük buldum!" Arkadaşı Duru'nun sesini duyup hızla döndü. Dönmesiyle beline kadar uzanan açık kumral saçları havalanmış, fark etmeden onun gibi kitaplara bakan genç adamın yüzüne değmişti. İpek gibi yumuşak olan saçların yüzüne sert değmesi ile yüzünü buruşturup kendini geri çekmişti genç adam. Parlak esmer yüzüne yayılan çizgilerin derinleşmesi ile kömür karası olan gözleri de kapanmıştı. Sâra'nın birden arkasında olan adam ile afalamış irkilmesine sebep olmuştu. "Kusura bakmayın, görmedim sizi." Kulaklarını dolduran naif sesle, gözlerini çevreleyen koyu gür kirpikleri aralanmıştı o an genç adamın. Karşısında gördüğü normal şartlarda uzun olan ama karşısında ufak olan kızla şaşkınlığını gizlemeden sunuyordu. Başını eğmiş kömür karası olan gözlerini yeşil ile sarı harmanlı gözlerin birbirleriyle savaş haline şahit olmuştu. Kara gözlerini istemsizce kısmıştı. O an yeni fark ettiği, içinde bilmeden tuhaf bir şekilde tohumlar ekilmeye başlanması alt dudağını hafif ısırmasının nedeni olmuştu genç adamın. Genç kızın yüzünde gezen gözleri sivri çenesinde olan küçük gamzeye takılmış, alt dudağının üst dudağının çelişikisi ile karışan halini izlemişti. Utanmanın verdiği kızarıklık yüzünden hafif belirgin elmacık kemiğinde son bulmuştu. "Hiç önemli değil." Hafif dolgun olan dudağından dökülenlerle Sâra'nın gözleri ışıldamıştı. Karşısında sempatik görünen adamın keskin yüz hatlarını es geçip kirli sakallarına yol almıştı. Yeşil gözleri kömür karası gözerine değince ilk kez bu kadar koyu gözleri gördüğü için hayranlıkla izlemişti. Ama fark ettiği bir şey vardı ki, karşısında olan adamın sağ gözünde küçük bir sarı leke vardı. Bu ona daha çekici gelirken küçük bir çocuk gibi masum bakması tuhaf hissettirmişti. Tam cevap vereceği sırada, "Kız Sâra hadi!" Diye yine arkadaşının sesini duymuştu. Karşısında hâlâ da onu izleyen adama tebessüm etmiş başını eğerek yanından uzaklaşmıştı. Üzerinde gerdanını dışarıya sunan yarım kollu, belinde olan lastikleriyle diz altında biten pembe renkte elbisesi, savrula savrula Duru'nun yanına varmıştı. Sabırsızlıkla açık kahve badem şeklinde olan gözlerini Sâra'ya dikmişti Duru. "Gelmeseydin!" Gözlerini devirmişti Sâra Duru'dan işittiği azardan dolayı. "Ne yapayım ya? Kitaplar hoşuma gitmişti o yüzden." Duru dayanamamış gülmüştü. Hızla eğilip Sâra'nın kulağına fısıldayarak; "Yakışıklı adam şimdi, yiğidi öldür ama hakkını yeme Sâra." Dedi. Sâra irkilmiş, kendini geri çekip işaret parmağını dudaklarına götürmüştü. "Sus Duru." "Ee ne ama öyle!" Diye bu sefer sesini yükseltti Duru. Arkalarında olan genç adam bunları duymuş bıyık altından gülümsemişti. Fazla onlara bakıp Sâra'yı utandırmamak için masanın üzerinde olan renkli kalemlerin üzerinde oyalanmaya çalıştı. Sâra'nın Duru'ya verdiği ikâzı yetmemiş, bu sefer kolunu çimciklemişti. Gözlerini devirip konuyu değiştirmek istercesine, "Hani gördüğün günlük?" Dedi Sâra. Duru haylazca gülüp masa da olan günlüğü uzattı. "Bak bu! Ben çok beğendim, sen de beğenirsin diye düşündüm." Sâra Duru'nun elinde olan günlüğe uzanmış eline alıp incelemeye başlamıştı. Tahta kapaklı olan ve üzerinde kurutulmuş sarı gülün camın içinde sıkılaştırılmış bir şekilde kapağı süslemesi hayranlığını artırmıştı. Koyu kahve oyukları olan el işçiliği o kadar güzeldi ki, ince parmaklarını narin bir şekilde üzerinde gezdirmeye başladı. Üzerinde olan küçük gümüş tenginde olan anahtar yeri 'sırlar günlüğü' diye kendini sunuyordu Sâra'ya. "Evet, çok güzel..." Diye fısıltıyla konuştu Sâra. Duru da kendi zevkine güvenircesine göğsünü kabartmıştı. "Tabii kızım ne sandın?" Sâra daha fazla dayanamamış, hızla kırtasiye de çalışan, ihtiyarlığın ilk imzasını taşıyan saçları olan adama tebessüm ederek yönelmişti ki kulağına fısıltıyla, "Sarı gül." Cümlesi geldi. Kaşlarını çatıp yanına az evvel yanlışlıkla çarptığı adam, elinde olan günlükle gözleri arasında gezindiğine şahit olmuştu. Afalamış bir şekilde, "Efendim, anlamadım ne dediniz?" Dedi. Genç adamın gözleri önünde eşsiz güzelliği olan kızı andıran sarı gül motifli günlüğü görmesiyle, ağzından çıkan sözlere engel olamadığı için kendi içinde küfürler atmaya başlamıştı. Kemikli ellerini gözlerinin eşliğiyle onun elinde olan günlüğü işaret etmişti. "Çok güzelmiş..." Sâra daha çok gülmüştü. Başını onaylayarak salladı. "Evet, bende çok beğendim." Dedikleri genç adamın iç savaşına karışırken hızla yine kırtasiye de olan ihtiyar adama yönelmişti. "Şu günlüğün fiyatı ne kadar?" Adam, Sâra'nın elinde ki günlüğe gözlerinin üzerinde olan gözlüğü hafif indirerek baktı. "Etrafı ceviz kaplama ve işçiliği çok olduğu için 80 TL kızım!" Her iki genç kızın ağızları gözlerine eşlik edercesine açılmıştı. "Amca çok pahalı değil mi ya?" Duru dayanamamış hızla atınmıştı. Adam mahcubiyet ile dudaklarını büzüştürmüştü. "Kızım benimde onda pek kârım yok zaten, en düşük 75 TL olur!" Üzüntüyle kaşlarını çatmıştı Sâra. Duru'nun itiraz etmek isteyen kalkışına hemen engel olan Sâra, "Tamam amca çok teşekkür ederim. Zaten pek beğenmemiştim vazgeçtim almaktan." Deyip Duru'yu çekiştimeye başladı. Konuşmasına bile fırsat vermeden hızla kırtasiyeden çıkarmıştı. "Kız bıraksana beni! Adamı görmüyor musun, ne kadar da pahalı söylüyor?" "Duru Tarzan'lığımızı başka yerde göstersek daha iyi olacak. Yoksa elimizde olan parayla rezil olacağız, kalsın almayalım." Sâra'nın telefonun bildirim sesini kulakları işitince Duru daha fazla konuşamamıştı. Heyecanla gözlerini Sâra'ya dikmişti. "Baksana mesaja Sâra, belki Eren'dir mesaj atan?" Başını hızla sallayıp mesaja baktı Sâra. Evet, doğru söylemişti Duru. Eren mesaj atmıştı ve 'Kafedeyim, işiniz bitince gelin. Birinin doğum günü varmış, iyi para çıkar bahşiş falan verirler.' yazıyordu. Duru da mesajı okuyup derin nefes almıştı. Eren'e olan sevdası katlanıyordu her geçen günde ama sevdasını hep içine gömüyordu. Bir kaç kez söylemeyi tercih etmişti ama velakin, Eren'in Sâra'ya olan aşkını bildiği için hep sessiz kalmış sadece arkadaşlığın verdiği samimiyetle yetiniyordu. 'Tamam.' Hızla yazdığı mesajı Eren'e gönderen Sâra, "Hadi gidelim, beyefendi bizim dayağımızı özlemiş. O aradan faydalanıp hakkını veririz." Deyip gülmeye başladı. Duru da hafif tebessüm edip başıyla onaylamıştı. Durağın yanında ve gündüz vakitleri olduğu için otobüs gelmişti. Duru hızla elini kaldırıp otobüsü durdurmuş, ilk Duru ve ardından Sâra binmişti. Ama fark etmediği ve arkalarında onlara hızla yetişmeye çalışan genç adamın adımları yetişememiş sıkıntıyla yüzünü buruşturduğunu görememişlerdi. Sâra'nın isteyip alamadığı günlüğü paketlemişti. Ama yetiştiremediği için daha çok sinirle ayağında olan beyaz sporuyla yerde olan tozları uçurmuştu. Geldiği kırtasiyeden, yeni açmış olduğu kurs için alışverişe gelmişti ama alışverişi bile unutturan kız ile dumura uğramıştı. Bakışlarını caddede gezdirip arabasına doğru adımlar atmaya başladı genç adam. Arabasına yaklaştırdığı adımlara onun da telefonu eşlik etmiş, çalmaya başlamıştı. Telefonunu cebinden çıkarıp arayan kişiye baktı. 'Suzan' arıyordu. Bir kez daha canı sıkılmış alnını boşta olan eliyle ovuşturmuştu. "Hay ben bu işin içine..." Diye konuşup telefonu açıp kulağına doğru götürdü. "Efendim Suzan?" "Yarkın toplandık seni bekliyoruz, hangi mekana gideceğiz?" "Fark etmez, hangi mekan hoşunuza gidiyorsa oraya geçin, sonra da geçtiğiniz mekanın adını bana mesaj atarsınız." "Tamam, çok gecikme!" Gözlerini devirmişti Yarkın artık. Bu oyuna başlamadan sıkılmaya bile başlamıştı. Ama aklına gelenler onu daha çok intikamı için kanını kaynatıyordu. 'Hayır Yarkın, şimdi değil. Daha yolun başındasın. Kendi adaletini hak edene vermeden pes etme.' İçinde kendine verdiği telkini coşturmuş derin nefes almıştı. "Tamam Suzan!" Son sözü ile karşıdan 'görüşürüz' yanıtına cevap vermeden kapatmıştı telefonu. Hızla gri renginde olan arabasına binip hâkimiyetini sergilediği direksiyonla oynayarak çıktı yola. Fazla zaman geçmeden telefonuna gelen mesajla gideceği yer belirlenmişti... ______________ "Suzi düşünsene, Sosyal Hizmet Memuru olduktan sonra müebbet hapis cezası alan adama denk geldiğini. Ne yapacaksın o zaman?" Botan'ın sesi kafeyi doldurmuş, kafe çalışanları da dahil olmaz üzere bütün çehreler bu sorunun cevabı için Suzan'a yönelmişti. Suzan'ın kaşları ona yöneltilen soru karşısında hayretle havalanmıştı. "Güzel soru, bir düşüneyim..." Adar'ın ve İrem'in heyecanla gözleri açılmış cevabı bekliyorlardı Suzan'dan. Botan karşısında baş parmağını çenesinde tutup, uzunca düşünen kıza dayanamamış kahkaha atmıştı artık. "Dur ben diyeyim, Allah kurtarsın!" Herkesin gülüşü kafede Sezen Aksu'nun 'Firuze' adlı çalan şarkısına karışmıştı. Duru ile Sâra da birbirlerine bakıp kahkaha atmıştı. Eren'de gülmüş, "Ne kadar da piç lan bu adam." Demişti kızların duyacağı şekilde. Sâra tek kaşını kaldırmıştı. Kafeye geldiklerinde Eren'in sessizliği daha yeni bozulduğu için şaşırtmıştı Sâra. Ne yaparlarsa yapsınlar Duru ile Sâra konuşturamamıştı Eren'i. Hep bir işle meşgul ediyordu kendini. "Piçlik değil o Eren, zekilik!" Dedi Sâra. Eren gözlerini devirip ve Sâra'ya başını eğerek konuştu. "Zeki olana piç diyorlar Sâra!" "Ya Eren bunun piçlikle ne alakası var? Görmüyor musun adam çok zekice bir soru sordu, eminim bunu aramızda kimse düşünemezdi!" Eren'i çekiştirmesi kahkahaya dönüşürken kafeye giren genç adamın bakışları ikiliye değmiş kaşlarını çatmıştı. Suzan için geldiği kafede Sâra'yı görmesiyle epey şaşırmış olsa da bu kadar yakın olan çift görmeyi beklemiyordu. Elinde hâlâ da aldığı paket duruyordu. Arabadan çıkarken bile yine aldığı günlüğü kendiyle birlikte getirmiş yanından ayırmamıştı. Kara gözleri elinde olan poşete değince hafif sıkmıştı. İlk kez hoşuna giden bir kızında hayatında birinin olması zoruna gitmişti. 'Sen alışmadın mı oğlum yalnızlığa zaten, ne bu öfken?' diye içinden geçirip bakışlarını ona, "Yarkın buradayız, gel buraya!" Diye seslenen Suzan'a döndürmüştü. Yüzüne takındığı samimi gülümseme ile siyah kot pantolon giyen bacaklarına hüküm verip atmaya başladı. Eren o esnada Sâra'nın kolunu sıvazlamıştı, sonrasında yanlarından ayrılmış yedek bardaklar için mutfağa yönelmişti. Sâra'nın bakışları da kafeyi süzüyordu ki gördüğü adam ile şok olmuştu. Duru da genç adamı görmüş heyecanla dönmüştü Sâra'ya. "Oha, o adam burada Sâra!" "Şuan bende şoktayım Duru, cidden ne işi var burada?" Diye sesini kısarak söylemişti. Duru dudaklarını ısırmıştı keyifle. "Kız bu yoksa bizi senin için takip etmiş olmasın?" "Yok daha neler, birde hemen nikahına alsın!" Diye atıldı Sâra. "Bilemiyorum artık." Duru'nun konuşmasını dudaklarını büzerek cevaplamıştı Sâra. Yeşillerine heyecan karışmasından dolayı sarı renklerin gösterilerini etrafa sunuyordu. Karşısında Suzan diye öğrendiği kadının yanında oturmuştu genç adam. İri bedenini sarmalayan beyaz gömleği omuzlarını sıkıyordu genç adamın. Yandan bakılınca kemikli burnu sert yüzünde uyum içindeydi. Esmer tenine aheste aheste dökülen siyah saçlarının bir tutamı, küçük çocukların parlayan gözleri gibi kömür karası olan gözünün önüne serpilmişti. Ama bir şey vardı ki, şimdi ki gözleri parlamıyor tam aksine bulunduğu konumdan hiç memnun değil gibiydi genç adam. Huzursuzca yerinden kıpırdanmasına sebep olan Suzan'ın koluna dolanan elleri ile gözlerini kapatmıştı Yarkın. Sakallarını ovuşturup kalktı yerinden. "Ben bir lavaboya gidip geliyorum, siz devam edin." "Yarkın, oğlum nereye? Daha yeni Bismillah geldin, azıcık soluklan!" Adar'ın sorusuyla hızla dönüp baktı Yarkın. "Dedim ya lavaboya gideceğim Adar. İstersen gel sende birlikte..." "Dur lan, tamam sustum git!" Adar konuşmasına devam etmesine izin vermemiş ve hızla Yarkın'ın oradan ayrılması saniyeleri bulmuştu. Arkasında üzüntüyle bakan Suzan, "Neden böyle yapıyor?" Dedi. "Sıkıntılı bir projesi vardı onun, o yüzden böyle yapıyor Suzi." "Emin misin?" "Eminim Suzan, yalan borcum mu var sana deli kız?" Botan'ın rahat tavrıyla başını onaylayarak sallamıştı Suzan. Yarkın'ın kimseye bakmadan düz bir şekilde Sâra'nın yanından geçmesi, merak hissine sebep olsa da bakışlarını Duru'nun, "Sâra Eren'in yanına gitsene, bardakların altında mı ezildi buna ne oldu gelmedi bir türlü?" Demesi üzerine hemen sıyrılmıştı. "Tamam gidiyorum." Gülerek yanıtlayıp, adımları Yarkın'ın da az önce lavabo için gittiği koridora yöneldi. Attığı adımlarda bileklerine değen spor ayakkabının bağacıkları gıdıklanmasına sebep olmuştu. Baktığı bağacıklara omuz silkip eğilip bağlamaya başladı Sâra. Sabırsızlıkla yaptığı işlem son bulunca hızla kalktı ki başını sert cisme çarpası ile sendeledi. Elini başına getirip ovuşturdu acıyla Sâra. "Ne bu çarpma sevdası ya, bilerek mi çarpıyorsun?" Başını hızla kaldırmıştı Sâra. Kaşını çatıp anlamayarak baktı Yarkın'a. "Ne münasebet bunu nereden çıkardınız?" Yarkın'ın çenesini tutan eli inmişti. Çarptığı anda başı çenesine değdiği için dilini ısırmasına sebep olmuş, acıyla yüzünü buruşturmuştu Yarkın. Sabahtan beri yaşadığı can sıkıntılarından ötürü canına tak etmişti artık. "Kızım bu oldu kaçıncı çarpman, yeter artık bende insanım!" "Bilerek mi yaptım sanki, bu ne görgüsüzlük?" Yarkın pes artık dercesine kara gözlerini açmıştı. "Ben mi görgüsüzüm?" Deyip elini göğsünün üzerine koymuştu. Sâra da bu kadar sert girişmesine anlam veremediği için, "Evet!" Diye sesini yükseltti. Daha fazla direnemeyen Yarkın Sâra'nın kolundan tutacaktı ki, Eren'in odadan çıkıp bu olanları görmesi üzerine bardakları hızla bırakıp Yarkın'ı tutup çevirmesi ve yüzüne vurması bir olmuştu. Sâra bir anda gelişen bu olaylar yüzünden ağzından çıkan cılız çığlığa mâni olamamış elleriyle ağzını kapatmıştı. Sendelemiş olan Yarkın duvardan destek almıştı. Kendini koruma amaçlı diklenecekti ki ona vuran kişiyle kara kaşları havalanmıştı. Eren'in de gözleri vurduğu kişi ile hem korkuyla, hem de şaşkınlıkla açılmıştı. Başını itiraz edercesine sallamış, "Sen?" Diye fısıldamıştı Eren... |
0% |