Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Solan Menekşeler

@rabiaikta9


"Anne, babamın başına Mahmud ağabeyin başına geldiği gibi Edim ağabey yüzünden bir şey gelmesin sakın?"


"Kötü düşünme kızım. Fadıl'ın başına kolay kolay bir şey gelmez. Gelse gelse Edim itinin başına gelir bu sefer!"


Fadıl, Mahmud ve Edim en iyi arkadaştılar çok önceden. Ta ki Edim'in niyetini öğrenene kadar… Edim siyasi suçlardan dolayı aranıyordu polisler tarafından. Birçok kez de kurucu ve esas partilerle ajan olarak gezerdi. Siyasetten aranmasına rağmen, kendini bu işlerden örtbas etmesini çok iyi biliyordu. Öyle ki, Mahmud'un evinde dört aya yakın bir süre zarfında, kendi yaptığı ajanlığı yakalandığı zaman Mahmud'un üzerine atmıştı.


Polisler tarafından yakalanan Mahmud, ne kadar bu olanları inkâr etmiş olsa da siyasetten suçlandığı için ağırlaştırılmış müebbet istenilmişti. Neriman'ın babası Mahmud bir aydır Diyarbakır Cezaevi’nde suçsuz bir şekilde tutuklu olarak yargılanıyordu. Kaç defa annesi Gülcan ile görüşe gitmelerine rağmen bir kere bile babası Mahmud'u görememişlerdi. Neriman'ın annesi Gülcan, her geçen gün gözler önünde eriyordu eşinin suçsuz cezasından dolayı.


Şimdi ise, Kezban'ın babası Fadıl Edim'i bulmak için Diyarbakır'ın her yerini talan ediyordu. Ama sonuç; bulamamaktı...


Ta ki Fadıl'ın kulağına arkadaşlarından gelen habere kadar... Evlerine gelen iki adam Edim'i gördüklerini söylemişti. Fadıl da bu mucizevi haberi duyduğunda belindeki kemerin arasına yerleştirdiği çakı bıçakla çıkmıştı evden. Edim'i bulup gerekirse onu yaralayıp, arkadaşı Mahmud'u cezaevinden çıkarmak için onun yaptığını karakola götürüp söylettirecekti.


Fakat durum öyle gelişmemişti. Mahmud'un kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nden kötü haber gelmişti. Mahmud siyasi suçtan ötürü girdiği cezaevinde darp edilerek öldürülmüştü. Kötü haber tez yayılırmış deyimi, işte o an direkt Fadıl'ın zihninde yankılanmıştı. İstikameti olan Edim'in yanı iken, yönünü cezaevine döndürmüştü. Koşa koşa ve durmadan akan gözyaşları ile arkadaşı Mahmud'un yanına gidiyordu çığlıkları isyana dönerek.


Evde Fadıl'dan haber bekleyen Kezban'ın annesi Meryem ve Neriman'ın annesi Gülcan bu olanlardan habersizdiler. Ama onlarında öğrenmesi çok vakit almamıştı. Mahalle ahalisi kulaktan kulağa misali duyup, dil ucuyla onlara söylemişti evlerindeki kapıyı kırarcasına çalarak. O anda ağır çekime bağlayan saliseler, Gülcan'ın kalbini tutarak yere yığılması ve Neriman'ın babası için durmadan dökülen gözyaşları saliselere karışmış, saatleri bulmuştu.


Hayat yalanlar üzerine kurulmuş bir kurguydu. Hayali dünyadan esinlenip, plan kurulmuş olsa da gerçekleşemeyen acılardan ibaretti. Oysa ki kader yazılı olsa bile kısmetine engel olan aciz insanlardı. Belki de var olmayan kaderin kırılmış kalemiydi insanlar ve bomboş olup da kurşun kalemin tahta parçalarıyla kirlenmiş olan kâğıt parçasıydı. Hani insanlar kendi kaderini kendisi yazardı ya; Hâlbuki çoktan yazılmış acı bir kaderdi Mahmud'un yaşadıkları. Suçsuz günahsız yargılanıp, cezaevinde bilinmeyen vasıflar tarafından darp edilerek öldürülmüştü ve ölüm sebebini de kalp krizi olarak kayıtlara geçmişlerdi.


Otopsi sonucuna bile izin verilmemişti Mahmud'un darp edilerek öldürüldüğünü kanıtlamak için. Cenazesini bile yıkamadan toprağa konulmuştu. Bembeyaz kefeni kanlar içindeydi. Bu dünyadaki herşey menfaat içindi. Edim o kadar ay evlerinde kalıp karnı tok gezmişti Mahmud ile Fadıl sayesinde. Şimdi ise yaptığı nankörlük can almıştı suçsuz günahsız yere. Fadıl'ın o gün cezaevine koşan adımları jandarmalar yüzünden durdurulmuştu ve öylece arkadaşı Mahmud'un cenazesini, cezaevinden çıkarmışlardı cenaze aracına bırakmak için.


Jandarmalara yalvarmıştı Fadıl; “Onun koyulduğu araçta, son olarak ben olayım kurban olayım komutan!” diye haykırıyordu ama boştu çünkü izin verilmiyordu. Fadıl jandarmanın bulunduğu araca bindirilmişti zor bela. Hastaneye getirilen cenazeyi otopsi için morga bırakılmıştı, deyim yerindeyse göz boyamak içindi otopsi. Fadıl da Mahmud'un bırakılmasıyla arkasından girdi morga. Kapı girişinde durup öylece arkadaşının cenazesine baktı. Titreyen bedeni ile her iki elini bacağına vuracaktı ki eli cebine değdi.


Değmesiyle öylece durdu anlık titremesi. Elini cebine koyup cebindekileri çıkardı. Gümüş renginde olan sigara tabakasına ve kibrite baktı. Hafifçe gülümsedi bakarak. Hızla ilerledi Mahmud'un cenazesinin yanına. Uzattı elindekileri Mahmud'un yüzüne doğru.


"Hevâl hevâl! De veke çavê xwe."


(Dost dost! Hadi aç her iki gözünü.) Söylediği sözler üzerine hiç kıpırdamayan bedene baktı Fadıl. Başını hızla sallayıp;


"Tu naz ê xwe ba min rî dikê he? Tamam, tu bêsekîne."


(Sen bana nazını mı yapıyorsun ha? Tamam, sen dur.) dedi bu sefer Fadıl. Elinde olan kibriti tekrar cebine koydu. Ardından gümüş sigara tabakayı açıp, yaprak ile tütünle sigara sardı. Tekrar gümüş tabakayı kapatıp cebine koydu ve cebindeki kibriti çıkardı. Sardığı sigarayı dudağının arasına koyup, çıkardığı kibritle yaktı. Fadıl'ın bulunduğu morg odası, sardığı sigara yüzünden anında duman olup bulanıklaşmıştı. Sigarayı çekip bıraktı bir kaç defa. Etrafı bulanıklaştıran sigaranın dumanını her bıraktığında koyu kahverengi gözlerinden yaşlar akıyordu.


"Haydi, veke çavê xwe Mehmût. Rabe ser xwe, zûlme hâyat xîlas nabê tu jê zanê. Tu çıma hê jî di xew re yi?"


(Hadi aç gözlerini Mahmud. Kalk ayağa, hayatın zulmü bitmiyor sen de biliyorsun. Sen niye hâlâ uyuyorsun?) Dile getirdikleri havada asılı kalmıştı sanki Fadıl'ın... İşaret ve orta parmağının arasında olan sigarayı parmak uçlarıyla tuttu bu sefer. Mahmud'un bedenine yaklaşıp eline bastırıp yakmaya başladı. Bu eylemi bir kaç kez daha deneyip durdu. Amacı sigarayı eline vurduğunda yanıp acıyı hissederek Mahmud'u derin uykudan uyandırmaktı ama bunun boş bir çaba olduğunu Mahmud'un elinin sedyeden sarktığını görünce kafasına dank etmişti.


Bu olay olduktan sekiz saat sonra cenazeyi yıkatmalarına bile izin verilmeden toprağa gömmüşlerdi Mahmud'un cansız bedenini. Mahmud'un karısı Gülcan bu haberi duyunca kalp krizi geçirmişti ve hastaneye yatırılmıştı. Neriman ise yetimliğin verdiği acıyla kendini kaybedercesine durmadan hıçkırarak ağlıyordu mezarlığın yanında. Kezban da arkadaşı Neriman'ın yanında ağlayarak sıvazlıyordu Neriman'ın sırtını. Meryem'de Gülcan'ın bulunduğu hastanede arkadaşının yanındaydı.


Fadıl öylece mezarlığın yanında dizleri çökmüş bir şekilde ağlamadan bakıyordu mezara. Aklından geçen düşünceleri kanını donduruyordu. Suçsuz günahsız kardeş bildiği dostu sebepsiz gitmişti. Ne cenazesini yıkayabilmiştiler ne de cenaze namazı kıldırabilmiştiler. O kadar boş bakıyordu hayata. 'Demek ki bu dünya yalan dünyasıymış' diye düşündü. Tam eğilip Mahmud'un toprağına el sürecekti ki kalabalığın arasında olan tanıdık sima ile kanı çekilmişti. Çökmüş bedeni, gördüğü sima ile anında dikleşmişti. Kısık sesle;


"Edim..." dedi. Dediği gibide hızla yerinden kalktı. Edim'in donuk bakışları mezarda iken Fadıl'a gözü değince onun ona nefretle baktığını görmüştü. Kendini bir adımla geriye çekecekti ki mahallede bulunan tanıdık adamlar da Edim'i gördükleri için arkasına geçmişti. Ve Edim'in geriye doğru bir adım atmasıyla direkt onlara çarpmasına sebep olmuştu. Fadıl da belinde duran çakıyı çıkarıp hızla Edim'in yanına koşmaya başladı.


"Şerefsiz!" diye haykırdı Fadıl. Edim de itiraz edip başını salladı.


"Fadıl, bihêle ez yek carakê jê tere xaber bidim. Qurbane binê lingê te me."


(Fadıl, bir kere seninle konuşmama izin ver. Ayağının altına kurban olayım.)


Fadıl onu hiç dinlemeden elindeki çakı ile onu delik deşik ederek, Edim'in oracıkta yere yığılmasına sebep olmuştu. Can çekişen Edim'in yarasına durmadan ayaklarıyla basan Fadıl, polislerin gelmesiyle onları ayırmaya çalışıyorlardı. Etrafta olan kalabalığın çığlıkları ile Kezban ve Neriman'ın dizlerine vurarak isyanları, rüzgârın esip gürlediği havaya karışmıştı. Sonunda ayrılan ikiliyle gidişatı belli olan istikâmetler belirlenmişti. Fadıl adam öldürme suçundan on dört yıl boyunca hapse, Edim ise Mahmud'un yeri gibi dört köşeli kara toprağın arasına...


____________


Bu acı düşüncelerle Neriman'ın Kezban'a verdiği sarsıntıyla irkilerek kendine geldi Kezban. Bu olayların üzerinden üç yıl geçmişti. Neriman'ın güzel yüzüne baktı... İçinden, 'bir daha el adamı yüzünden kandırılmamıza izin verme Allah'ım' diye dua etti Kezban. Eğer bir daha böyle bir şekilde kandırılma olmasa bile, herhangi bir kandırılmada ikisinin de kendilerine gelemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Özelliklede Neriman'ın böyle bir durumda kendine geleceğini hiç ummuyordu. Neriman'ın şaşkınlıkla açılmış gözleri korkuya dönmüştü Kezban'ın gözyaşlarını görünce.


"Kezban neyin var senin Allah aşkına?"


Kezban'ın bakışları Neriman'ın sözleriyle yenilenmeyi bekleyen gözyaşları silikleşmişti. Boğazını temizleyip derince nefes aldı Kezban.


"O adamdan uzak dur Neriman."


Kezban'ın arkadaşına diyebileceği tek şey buydu. Çünkü o adamın evli olduğunu arkadaşına söylerse üzüleceğini biliyordu, bu sebepten uzak durması gerektiğini kesin ve net bir şekilde böylece dile dökmüştü.


Neriman'ın duyduklarıyla kaşları olabildiğince daha çok çatılmıştı.


"Bu nereden çıktı Kezban?"


"Bir yerden çıktı Neriman. Onun için diyeceğim tek şey, sadece mi sadece o adamdan uzak dur. Ha eğer yine kendi bildiğini okuyacaksan sana baştan diyeyim olacakları, sevilmeyeceğin bir yürek senin nefesini anında keser."


Lafını dediği gibi bulaşıkhanenin kapısının arkasında asılı duran çantası ile paltosunu alıp tekrar Neriman'a döndü.


"İşler bitti. Al sen de paltonu eve gidiyoruz."


Neriman'ın anlamsız bakışları Kezban'ın üzerinde gezdi. 'Ne demeye çalıştı' diye düşünmeden edemiyordu. Ama bu kadar kesin konuşması onu korkutmaya yetmişti. Dilinin ucunda olan sorularını yutkunup, Kezban'ın dediğini yapmak için paltosunu alıp pavyondan çıktılar. Saat gece biri geçtiği için araba bulamayacaklardı bu yüzden yaya olarak gidiyordular eve. Sur'u atlatıp Ofis'in gündüz ana baba günü gibi ama gece ıssız olan sokaklarını da geçip Bağlar'a varmışlardı.


Hem Kezban'ın beyni dopdoluydu hem de Neriman'ın beyni Kezban'ın sözleriyle merakla çepeçevre sarılmıştı. Evlerinin önüne gelince Kezban çantasının içinde ev anahtarını çıkarıp müstakil evlerinin bahçe kapısını açmıştı. Bahçeye giren Neriman ile Kezban evinde kapısını anahtarla açıp içeri girmişlerdi. Girdiklerinde uyanık olan Neriman'ın annesi Gülcan'ı gördü Kezban. Salonda yer yatağında yatan Gülcan Neriman'ı görünce gözleri parlamıştı. Neriman da annesini uyanık görünce gözleri ışıl ışıl parlamıştı.


"Uyumamış mısın sen hâlâ Gülcan Hanım?" dedi Neriman önünde diz çökerek. Kafasını olumsuzca sallayan Gülcan;


"Uykum gelmedi." dedi ve başını eğdi Gülcan. Eğdiğinde Neriman da eğmişti onun eğip baktığı yere. Islaktı yatağı Gülcan'ın. Neriman hafifçe tebessüm edip;


"Temiz çarşaf getirip değiştiririz şimdi tamam mı?"


"Tamam." dedi Gülcan. O da mahcup bir şekilde dudaklarını büzüştürüp bakışlarını başka yöne çevirmişti. Geçirdiği kalp krizi yüzünden sol tarafı felç geçirmişti Gülcan'ın. Felç geçirdiği günden beri hem Meryem, hem de Kezban ile Neriman ona göz bebekleriymiş gibi kötü hissettirmeden bakıyordular, bir kere bile sitem etmeden.


Aradan geçen zamanda Neriman ile Kezban çarşafı değiştirip Gülcan'ı tekrardan yatağa taşımışlardı. Ardından da üstünü değiştiren ikili, biraz daha uyanık kalıp Gülcan'la sohbet ettikten sonra, Kezban kendi odasındaki yatağına, Neriman da annesinin yanına yatak serip onun yanına yatmıştı. Ay ışığının odaya verdiği hafif aydınlıkla anne kızın bedeni mayışmıştı. Gözleri karanlığa alıştığı zaman iki bedende hissizleşmişti. Sonrası ise boşluktu...


------------


Elini tutmuş olan yeşil gözlere sahip küçük kız çocuğuyla koşan Neriman, güle güle çığlık atıp kendilerini yemyeşil çimenlerin üzerine atmışlardı. Yeşil gözlü küçük kız çocuğunun sarı saçlarının arasında olan papatyaları görünce, kehribar gözleri hayranlıkla parlamıştı. Kendi saçlarına da merakla göz gezdiren Neriman'ın çenesini tutan küçük kız çocuğu Neriman'ın bakışlarını kendisine çevirdi.


"Merak etme bu papatyalar olmasa da, çok güzel menekşeler var saçında."


"Öyle mi, ben göremedim bakınca?"


"Göremezsin, çünkü ben de kendi saçımdaki papatyaları göremiyorum. Ama senin saçında olan menekşeleri görüyorum rengârenkler..."


"O zaman nereden bildin saçında papatyaların olduğunu?" dedi Neriman küçük kızın bilmiş konuşmasına gülerek soru sormuştu.


"Gözlerine bakınca yansımasını gördüm. Eğer sen de benim gözlerime bakarsan, görürsün saçlarındaki rengârenk menekşeleri."


Ağzı şaşkınlıkla açılmıştı Neriman'ın. Küçük kızın da yeşil gözleri parlayarak kalkmıştı çimenlerin üzerinden. Gülerek koşmaya başladı küçük kız ardına bakmadan.


"Menekşeleri merak ediyorsan yakala beni!" diye seslendi koşarken. Neriman da gülerek kalktı çimenlerin üzerinden ve o da küçük kızın peşinden koşmaya başladı. Gülüşe gülüşe atılan hızlı adımlar küçük kızın çukura ilerleyip oraya düşmesiyle anında durmuştu. Ne küçük kızın gülüşleri vardı ne de Neriman'ın. Gülüşü sönen Neriman koşarak o çukurun yanına gitti. Baktığında çukurun sonu görünmüyordu. Çığlık atarak;


"Küçük kız!" diye haykırdı. Saçlarını ellerinin arasına alıp,


"Ben ne yapacağım şimdi?" dedi Neriman. Başını çevirip gözleriyle etrafı aramaya kalkıştı. Ayağa kalkıp arayacaktı ki, ayağı ağaç parçasına takılıp diz üstü düştü. Gözleri eline değdiğinde, eline bulaşmış çamuru ve dizlerinde olan yara ile toprağı gördü. Tam başını kaldıracaktı ki önünde temiz su birikintisine baktı. Baktığında saçında olan menekşeleri görmüştü ve rengârenk olan menekşelere elini sürecekti ki menekşelerin rengi sönmüş canlılığı gitmişti...


----------


"Kızım, uyan uyan sabah oldu!" Duyduğu sesle yerinden fırlayan Neriman, kan ter içinde kalmıştı. Annesi Gülcan;


"Ne oldu kızım rüya mı gördün?" dedi. Neriman da başını onaylayarak sallayıp,


"Tatlı rüya, solmuş menekşelerle bitti anne." dedi. Gülcan anlamazcasına bakmıştı kızına.


"Ne gördün rüyanda, anlat bakalım?"


Neriman da olan biten herşeyi annesine anlattı. İlk duyduğu şeylerle gülen annesi, sonrasında gülümsemesi anında gitmişti.


"Anne bu rüyanın anlamı ne böyle?" Bir süre boyunca gülüşü sönen Gülcan öylece düşündü. Nasıl dilinin ucundakilerini anlatacağını tartıp biçmişti.


"Kızım, ben sana tek bir şey söyleyebilirim o da kulağına küpe olsun." dedi Gülcan. Neriman da başını olumluca sallayıp,


"Söyle anne." dedi.


"Çava tu raket, xawn ê şirin te dît, hay ji xwe hebe keçâmên. Ewxewnâ te, bila nebe mirina te..."


(Ne zaman uyudun ve sen tatlı rüya gördün, kendinden haberin olsun kızım. O rüyan olmasın ölümün.)


"Kanma hayatın hiç bir şeyine bundan sonra." diye de ekledi Gülcan...


Loading...
0%