Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Yazıklar Olsun

@rabiaikta9

Gördüğü manzara karşısında içinde oluşmaya başlayan boşluğa mâni olamamıştı Hilal. Kızarmış ela harelerinde akmak için gözyaşları epeyce direniyordu. İçinde yıkılan boşluğu yankılanarak beynine vurunca;


"Kazım!" Diye haykırdı Hilal.


Bu haykırış acı doluydu. Bu haykırış ihanet hissiyle doluydu. Darmaduman olmuş içi gibi omuzları çökmüştü Hilal'in. Aklına Kazım'ın söylediği sözler gelince, kızarmış ela harelerinde direnen gözyaşlarını özgürlüğüne bıraktı.


Koskoca pavyonda yankılanan ses ile tüm çehreler o yöne dönmüştü. Kezban'ın şokla bakan gözleri ilk Kazım ile Neriman'ın üzerindeydi, sonra Hilal'in üzerinde dolaştı. 'Bu kim?' diye düşünmeden edemedi. Yanında duran Ahmet'i görünce kaşları olabildiğince daha çok çatılmıştı Kezban'ın. Hilal'in çökmüş omuzlarını görünce şaşkınlıkla bakan siyah gözleri kısılmıştı.


Neriman'ın yanağın da duran elini hızla çekmişti Kazım Hilal'in haykırışını işitip, bedenini karşısında görünce. Mayışmış bedenini sendeleyerek kaldırdı Kazım. Sarhoş olmuş olsa da Hilal'i görünce beyninden vurulmuşa dönmüştü.


---------------------------


2 SAAT ÖNCE...


---------------------------


Ahizeli telefonun yüzüne kapatılmasıyla sinirle soluyan Hilal çığlık atarak önüne gelen her şeyi savurmuştu yere. Seslerden dolayı uyuyan kız bebeğinin ağlamasıyla, sinirden titreyen bedenini durdurmaya çalışıyordu Hilal.


"Sakin olmalısın Hilal. Bu olanlar geçecek..." diye fısıldadı kendine, ellerini yüzüne götürüp sertçe sıvazladı. Koyu kahve saçları sinirden terlediği için yüzüne yapışmıştı Hilal'in. Kazım'ın bu hırsı, ne kendisine ne de Kazım'a iyi gelmeyeceğini çok iyi biliyordu ama söz dinletemiyordu. Bu düşünceler ile boğuşurken, ağlayan bebeğinin sesini daha keskin duyunca hızlı adımlarla kızının yanına doğru yürümeye başladı.


Kızının odasına girip beşiğinde durmadan ağlayan kızını kucağına alıp hafifçe sallamaya başladı. Anne kucağına gelen bebek iki dakika aradan sonra ağlaması sakinleşmişti. Başını eğip baktı kızına Hilal. Daha altı aylıktı kızı, minnacık süt kokan bebekti. Kazım ile kendisinin bebeğiydi...


Aşk ağacının küçük ve tatlı meyvesiydi.


Küçücük bir buse bıraktı bebeğinin başına Hilal. Bırakmasıyla ıslanan gözlerinde bir damla yaş akıp kızının saçlarına doğru süzülmüştü.


"Güzel kızım, biliyorum babanı çok özlüyorsun. Ama artık bu özlemin yok olacak. Her yanımız da olmadığı saniyelerin hesabını kat ve kat sorup getireceğim yanımıza Suzan'ım benim..." dedi fısıldayarak beyaz tenli ve minnacık yüzlü bebeğine bakarak.


Başını kaldırıp loş odanın tavanına baktı. Usulca akan yaşları gerdanına doğru süzülüyordu Hilal'in. İçinde anlam veremediği bir his vardı. Canı acıyordu, hatta kalbi sıkışıyordu. Başını içindeki kötü hisleri savururcasına sallayıp, bebeğini tekrardan yavaşça beşiğine koydu. Koyduğu gibi derince nefes alıp beşiğin yanına çömeldi, bir elini yerden destek alıp dizleri üzerine çöktü. Dudaklarını ıslatıp kapadı ıslak ela gözlerini.


"Allah'ım bana kaldıramayacağım yükleri verme ne olur..." dedi kısık sesle. Tam o sırada dış kapı seri bir şekilde çalmaya başladı. İrkilip gözlerini hızla açarak kalktı yerden Hilal korkuyla. Kızının odasından çıkıp ince koridora girdi endişeli adımlarıyla. Dış kapıya vardığında 'kim o?' demeden hızla açtı. Açmasıyla bedeni dona kalmıştı Hilal'in. Ela gözleri, ilk küçük tatlı esmer çocuğun parlak siyah gözlerini görünce, tatlıca gülümsedi çocuk;


"Hilal teyze biz geldik." Diyerek keyifle içeri geçtiğini görünce Hilal, kendini geri çekmişti çocuğun içeri geçmesi için, ardından bakışlarını içeri geçen çocuktan çekip, karışmış koyu sarı saçlar, kızarmış kahve gözlerin, başı ile birlikte yere odaklanmış olan boynu bükük kadını görünce;


"Serpil..." diye fısıldadı. Karşısında boynu bükük olan kadının ne için böyle olduğunu çok iyi biliyordu Hilal. Ama nasıl herşeyi rayına oturtacağını bilemiyordu. Kapının köşesine geçip daha çok yer açtı Serpil için. Bir süre beklediler ikisi de öylece kapı önünde. Dudaklarını büzüştüren Hilal;


"Girmeyecek misin içeriye?" dedi. Başı hâlâ eğik olan kadın başını olumsuzca salladı.


"Hak etmiyorum içeriye girmeyi." dedi. Hilal itiraz edercesine başını sallayıp hızla Serpil'in kolundan tutup içeri doğru çekiştirdi. İçeriye koyduğun da ayağıyla kapıyı kapatıp, salona doğru gidip onu koltuğa oturturdu. O da karşısına oturup hâlâ başı eğik kadını görünce hafifçe acıyla gülümsedi Hilal.


"Eğme başını Serpil, asıl benim eğmem lazım başımı. Benim kocam senin kocanı bu işe koydu." Dedi yine gözlerinde akan yaşı durduramamıştı Hilal. Söylediği sözler ile başı eğik olan Serpil hızla başını kaldırdı. Olumsuzca başını sallayıp;


"Senin kocan benim abim Hilal. Ama inan ki dayanamıyorum. Her ikisinin de başına bu işten dolayı bir şey gelme olasılığına katlanamıyorum. Ahmet'in eve doğru dürüst geldiği yok Hilal." dedi ağlamasını durduramıyordı. Kaşlarını istemsizce çatan Hilal;


"Ahmet eve gelmiyor mu dedin sen?" dedi. Kazım'ın başına buyruk hareketlerini bilir Hilal ama Ahmet'in başına buyruk olduğunu asla kabul etmezdi. Bu sebepten eve gelmediğine çok şaşırmıştı...


"Hayır! En son bir ay önce tartıştığımızdan beri gelmedi eve..."


"Ahmet gelmedi?" Dedi Hilal sorusunu yineleyerek. İnanamıyordu Ahmet'in böyle vurdumduymaz olduğuna.


"Evet, gelmedi ve gelmiyor. Başına bir şey gelmesinden korkuyorum Hilal." Dedi Serpil bu sefer hafifçe sesini yükseltmişti. İşte o an Hilal'in ela gözleri korkuyla açılmıştı. Hızla yerinden kalkıp, salonun köşesinde kahverenginde ki sehpanın üzerinde olan ahizeli telefona ilerleyip pavyonun telefonunu aramaya başladı. Serpil'de ona kaşlarını çatarak anlamazcasına bakıyordu. Telefon çalmaya başladığın da Serpil'de yerinden kalkıp yavaşça Hilal'in yanına doğru adımlar atmaya başladı. Bir süre daha çalan telefonu pavyon da çalışan adamlardan biri açmıştı.


"Buyurun?"


"Ben Ahmet'i arayacaktım. Ahmet orada mı?" Telefonda olan çalışanın merakla kaşları havaya kalkmıştı. Boğazını temizleyerek;


"Siz kimsiniz?" dedi bu sefer çalışan.


"Ben Kazım'ın eşi, Ahmet'in yengesi Hilal Sazancı!" İşittiği cümle ile çalışanın gözleri korkuyla açılmıştı. Hafifçe kekeleyerek;


"Hilal hanım, az önce Kazım ile Ahmet bey tartıştılar ve Ahmet bey pavyondan çıkıp gitti." dedi.


"Ne!" diye nida istemsizce çıkmıştı Hilal'in ağzında, o anda da Serpil 'ne oluyor?' dercesine bakıyordu Hilal'e. Hilal'de elini Serpil'in omuzuna koyup kafasıyla 'bir şey yok' dercesine salladı.


"Benden duymuş olmayın Hilal Hanım ne olur..." dedi çalışan yalvarırcasına.


"Tamam." dedi Hilal ve telefonu direkt kapattı. O an içine korkunun yayılmasıyla oflayacaktı ki, odaya giren küçük esmer çocuk siyah gözlerini devirerek;


"Suzi uyanmıyor anne, ne kadar oynasam da uyanmadı." dedi. Oda da olan ikilinin gözleri küçük çocuğa dönmüştü. Hilal küçük çocuğun yanına ilerleyip dizi üzerine çömeldi;


"Yarkın oğlum, ben markete gidip geleceğim sen Suzi'ye annen ile birlikte bak olur mu? Zaten o da az önce uyudu tekrar uyanır o zaman oynarsın onunla." Dedi tebessüm ederek. Küçük çocuğunda siyah gözleri ışıl ışıl parlamıştı.


"Tamam, ben yanına gideyim uyandığında oynarım." Deyip koşa koşa bebeğin odasına girdi keyifle. Giderken de;


"Bana çikolata da al olur mu?" dedi. Hilal'de,


"Tamam." dedi. Serpil'de arkadaşının yanına gelip;


"Niye gidiyorsun, ne oldu?" dedi Hilal'e karşı sözünü korkuyla yöneltmişti.


"Bir şey olmadı. Ben geleceğim tamam mı? Korkma sakın..." dedi ve Serpil'in konuşmasına fırsat vermeden hızla çıkışa yönelip siyah paltosunu vestiyerden çıkarıp üstüne giyindi. Ardından kahverengi botlarını giyip çıktı evden. Küçük küçük yağan yağmur damlacıkları, şimdi hızlı hızlı yağmaya başlamıştı. İçinde anlam veremediği his kendini olduğundan çok gün yüzüne çıkarıyordu. Boğazı düğüm düğümdü Hilal'in.


Hem Ahmet'i bulması gerekiyordu, hem de pavyona gitmesi gerekiyordu. Tartışmalarının sebebini öğrenip Kazım'a artık son sözlerini söyleyecekti. Bıkmıştı artık, boğuluyordu bu durumdan... Umuyordu ki Ahmet fazlasıyla uzaklaşmamıştır. Adımlarını hızla atıyordu Ofis'in sokaklarında. Attığı adımların da botlarından çıkan seslerin, su birikintisinde bıraktığı küçük eserlere şahit oluyordu istemsizce. Koyu kahve saçları epeyce ıslanmıştı ve paltosuna doğru ıslanan saçlarından yağmur damlacıkları akıyordu. Ellerini paltosunun cebine koyup adımlarını daha çok hızlı atmaya başladı.


İlerliyordu ama pavyonun nerede olduğunu bilmiyordu. Açılan pavyon beşinci ayına girmesine rağmen, bir kere bile olsa Kazım onu hiç işlettiği pavyona getirmemişti. Aklından sadece pavyoncular sokağına ilerleyip orada olan çoğu pavyonları soruşturarak Kazım'ın işlettiği pavyonu bulmaktı. Çünkü başka yolunu bulamıyordu gitmek için...


Dağkapı'ya vardığında daracık sokaktan geçip meydana ulaşacaktı ki, üstünde tenine yapışan beyaz gömlekli ve ıslak saçlarından akan yağmur damlacıkları ile gevşek adımlarla yürüyen Ahmet'i görünce, ela gözleri anında parlamıştı. Koşarak Ahmet'in kolunu tutup çevirdi kendine Hilal. Çevirdiği anda dalgın olan Ahmet, şaşkınlıkla kolunu çeken kadının kim olduğunu öğrenmek için kara gözlerini ela gözlere çevirdi. Şaşkın kara hareleri Hilal'i görünce korkuyla açılmıştı.


"Yenge?" dedi fısıldayarak. Hilal'de direkt işaret parmağını kendi dudağına götürüp;


"Sus." demesiyle Ahmet gıkını bile çıkaramamıştı şaşkınlıkla. Hilal'de işaret parmağını dudağından çekip,


"Götür bakalım beni bu meşhur pavyonunuza, bende göreyim nasılmış bu pavyon?" Dedi Hilal sağanak yağışa dönen yağmurun altında...


----------


On beş dakikalık aradan sonra pavyona gelmişlerdi sessiz bir şekilde. Kalabalıkta gözlerini gezdirmelerine rağmen Kazım'ı görememişlerdi Hilal ile Ahmet. Yönlerini kalabalık ortamdan çekip Kazım'ın odasına doğru yönelmeye başladılar hızlı hızlı. Kazım'ın odasının bulunduğu koridora girdiklerinde sesler gelmeye başladı.


"Kazım bey kendinizde değilsiniz, lütfen bırakın beni."


Bu sesleri işittiklerinde birbirlerine anlamsızca bakan Hilal ile Ahmet, Kazım'ın odasına girmeden diğer yan koridora girdiler. Girdiklerinde her ikisinin de gözleri şok ile açılmıştı. Hilal'in alabora olmuş çehresi ile Ahmet'in kara gözlerini şok ile açması aynı andaydı, tıpkı Kazım'la Neriman'a aynı gözlerle bakan Kezban gibi.


Gördü ve yine gördü... Dona kalmış ıslak bedeni, buz tutmuş kalbi, ateş gibi olan tuzlu gözyaşları ve kıvılcımı sönen kül olmuş yüreği, herşeyi açıkça gördüğüne şahitti. Hem pavyonu, hem de ihanetini kendisine sunan eşini içi yana yana görmüştü. Kazım'ın elini yabancı kadının belinde kendisine çekerek ve yüzünü kadının yüzüne doğru eğdiğini görmek, ona her şeyi apaçık anlatıyordu. Kısık sesle;


"Yazıklar olsun..." dedi ve boynunu bükerek arkasını dönüp akmaması için direnen ama direnmeye dayanamayan gözyaşları ile durmaksızın akarak seri adımlarıyla çıkışa yürümeye başladı. Sevgi yalan, nefret yalan, aşk yalan, sevda yalan, güven yalan, ihanet yalan. Kısaca hayatın herşeyi, her anı ve her salisesi yalandı artık gözünde Hilal'in.


Şu zamana kadar boynu hiç bükülmemişti. Babasız büyümesine rağmen boynu hep dikti Hilal'in ama şimdi, kızının babasız büyüyeceği için boynu bükülmüştü. Kızımda mı boynu bükük olmamak için direnecekti? Diye düşündü içinden, tıpkı gülü dalından kopardıktan bir süre sonra cansız olup, kızımın da mı gül gibi boynu bükülecekti? Bunlar onun için acıydı, kezzaptı, toparlanamayacak kadar tuzla buz olmuş enkâzdı...


Kazım'ın sarhoş bedeni, karısı Hilal'in dudaklarının arasında 'yazıklar olsun' diye oynatışını yeşil gözleri görünce, bedenine buzlu su dökülmüş gibi ayılmıştı. İçinde ki sesin, 'yanlış yaptın Kazım' diye söylendiğini anlıyordu. Anlamamak aptallıktı ama arkasından gidip, 'beni dinle Hilal' demeye bile takati kalmamıştı. Ta ki yeşil gözleri siyah gözlere değene kadar.. Değmesiyle alev saçan gözleri görünce, sendeleye sendeleye Ahmet'in yanına gitmeye başladı.


Her attığı adımda başı olduğundan çok dolanıyordu, yeşil gözleri etrafı bulanık görmeye başlıyordu Kazım'ın. Ahmet'in yanına bir adım kalmıştı ki Ahmet Kazım'ın kolundan tutup arka çıkışa yönelmeye başladı seri adımlar ile. Arkalarından şaşkınlıkla bakan Neriman ile Kezban da anlamazcasına arkalarından bakmaya başlamışlardı. Neriman yerden kalkıp Kezban'a baktı 'ben bir şey yapmadım' dercesine. Kezban da gözlerini 'biliyorum' dercesine yummuştu.


Hâlâ da yerinde şaşkınlıkla bakan Neriman'ı gören Kezban elini arkadaşının yüzünün önüne getirip parmaklarıyla şıplattı. O anda dalmış olan Neriman irkilip baktı Kezban'a.


"Hadi işimizin başına, bize ne onlardan? Sende ayağını denk al, öyle adamlardan uzak dur. Ne olduğunu biliyorsun zaten." dedi Kezban. Demesiyle Neriman da başını olumlu anlamda salladı.


"Tamam, bir daha olmayacak ama ben bir şey yapmadım o sarhoştu."


Tam Kezban cevap verecekti ki, arka tarafta ki çalışanlardan biri Kezban'a seslenip;


"Kezban gel burada ki müşterilerle ilgilen." dedi. Kezban da,


"Tamam, geliyorum birazdan!" diye seslendi ve Neriman'a yönelip,


"Burada ki işleri hallet, bulaşıklar yarım kalmıştı sen devam et ben gelene kadar. Sonra konuşuruz." dedi.


"Tamam yaparım." Neriman'ın sözleri ile Kezban da başını sallayıp arka tarafa doğru ilerlemeye başladı.


------------------


Ahmet, Kazım'ın kollarını öyle çok sıkıyordu ki esmer elleri mor ile beyaza dönüşmüştü. Çıkışa çıktıklarında çalışanlardan birine;


"Çabuk dışarıya çıkan siyah paltolu kadını arabaya bindirip eve bırakın. Çabuk!" dedi sonda haykırarak. İki çalışanda irkilerek başlarını sallayıp hızla Hilal'in yanına koşmaya başladılar. O anda burnundan sinirle soluyan nefesini buhar çıkartırcasına etrafına sunuyordu Ahmet. Sinirle elini yumruk yapıp Kazım'ın yüzüne vurdu. Vurdu ve yine vurdu... Kazım'ın yüzüne her vuruşunda titreyen bedeni artık dayanamayarak yığılmıştı asvalt yere.


"Senin şerefine tüküreyim Kazım! Nasıl yaparsın lan?"


Yumruklardan dolayı yığılan Kazım, hâlâ da sarhoşluğun hâkim olduğu bedeni ile içinin dinçliği ile yağan yağmurun altına serilmişti. Gücü kuvveti yoktu, Ahmet'e karşılık veremiyordu. Ahmet'te yumruk atmayı bırakıp Kazım'ın karnına ve göğsüne durmadan tekmelerini atmaya başladı.


"Konuş lan! Bu pavyon ekmek teknemiz iken nasıl nefsimizin yeri oldu?" Söylerken durmadan attığı tekmelerine dayanamayan Kazım;


"Yeter." dedi kısık sesle. Ahmet Kazım'ın sesini duyduğunda hızla eğilip Kazım'ın mavi gömleğinin yakasını tutup çekti kendisine doğru.


"Yetmez lan! Burası bizim ne olduğumuzu değiştirmez Kazım. Utan be utan karından!" Diye bağırdı. Kazım'ın yüzüne tükürüp hızla bıraktı Kazım'ın yakasını. Ve hızla ardına bakmadan pavyonun içine doğru yönlendirdi adımlarını. Kapıdan içeri geçip seri adımları ile kalabalığın arasında kayboldu Ahmet. Ardından kapıya sırtını dayayan ve eliyle ağzını kapatan Kezban her şeyi duymuştu ve Kazım'ın evli olduğunu öğrendiğinde arkadaşına karşı yaklaşımına anlam veremiyordu. Sonradan aklına dank eden şeyle siyah gözlerini olduğundan çok açarak;


"İnanamıyorum..." diye fısıldadı, ellerini o an ağzından çekmişti...


Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen ✨


Loading...
0%