@rabiasofi
|
HOŞGELDİNİZ :) Salahdar Dünyası karmaşık, gizemli ve bir o kadar da hayalidir. Umarım beğenerek ve keyif alarak okursunuz BÖLÜM BİR (Salahdar)Ekim Cenazede herkes hakkını helal etmişti. Yağmurlu bir günde toprağa verilen Salahdar Valisi Tuğrul Kaya kalp krizinden vefat etmişti. Mavi, kadınlar arasında saf tutmuş, annesinin yanında ciddi bir yüz ifadesiyle bir gün gireceği daracık çukura bakıp kendi ölümünü düşünmekten kendini alıkoyamamıştı. Cenaze alayı yavaş yavaş dağılırken Mavi, Salahdar ülkesinin başı Emir Hazretleri’nin etrafındaki kalabalığa baktı. En önce Eşref Birliği muhafızları vardı. Sağ kolu Kartal Başı İbrahim Ağa, devletin baş veziri Celal Özi ve diğer vezirleri elbet. Tüm Şura üyeleri cenazedeydi. Şura’nın tek kadın veziri Fatma Hatun ise Mavi’nin olduğu sıradaydı. Yirmi sekiz yaşında ki genç Emir, babasının yerine geçeli yedi yıl olmuştu. O zamanlar genç kızlığa yeni adım atan Mavi, Emir’in büyük bir aşkla evlendiği Diyar-ı Şems ilinden Hüma Hatun’un, bütün ülkenin ve dünyanın gündemine oturduğunu hatırlıyordu. Altı sene evvel olan nikâhı hala içine sindiremeyenler vardı. Herkes onları konuşmuş, Emir Hazretleri’nin Salahdar’ın köklü ailelerden birinin kızı ile evlenmemesini pek çok kişi eleştirmişti. Ancak Hüma Hatun onlara ne kadar yanıldıklarını göstermiş ve kısa zamanda içine girdiği saray yaşantısına ayak uydurmuş zekâsı ve karakteriyle halkın sevgisini ve saygısını kazanmış, ona karşı olanları ise susturmuştu. Mavi, Başvezirin kızı olarak on sekizinde saraya girmiş Hüma Hatun ile tanış olmuş, bir şekilde dost olmuşlardı. Pek çok şey öğrendiği Hüma Hatun’a pek çok şey öğretmişti. İlmi siyasete düşkün olan Mavi’nin tek hayali ise bir gün Şura masasında Fatma Hatun gibi vezir olarak oturmaktı. Ancak bu hayalinin önünde üç engel vardı. Birincisi babası, ikincisi ağabeyi, üçüncüsü ise soyadıydı. “Merhumun hatununa baş sağlığı dileyip eve dönelim,” diye fısıldadı yanında duran annesi. Yirmi üç yıllık kocasına bakıp “baban Emir ile birlikte saraya gidecektir,” dedi. Mavi, kafasıyla onayladı. Gözü yaşlı kadının yanına gittiğinde uzanıp elini öptü başına koydu. “Allah sabır versin, geride kalanlara hayırlı ömürler nasip etsin.” diye dua etti. Kadın “amin Aliye kızım amin,” dedi boş gözlerle. Hayat arkadaşını yoldaşını kaybetmiş bir hatundu o. Annesi de kadına sarılıp “Allah sabırlar versin Naciye” dedi. Mezarlıktan çıkana kadar birkaç tanıdıkla daha durup vedalaştılar. Yanlarında Özi mülkünden iki yiğit vardı. Arabaya bindiklerinde Mavi, annesinin omzuna yaslanıp elinden tuttu. Cenazede babalarının ardından ağlayan evlatlarını görünce bencillik edip kendi anne ve babası hayatta olduğu için şükretmişti. Annesi de bunu anlamış olmalıydı ki yol boyunca elini öpmüş yüzünü sevmişti. Eve vardıklarında ondan bir yaş küçük kız kardeşi Ceylan onları karşıladı. Cenazeye gelmek istememişti. Annesi de ısrar etmemişti. Ceylan; özgür ruhlu, dediğim dedik, inatçı bir kızdı. İstemediği bir şeyi ona yaptırmak pek az kişinin başarabildiği bir işti. Ancak buna rağmen merhametli ve vicdan sahibi bir kızdı. En önemlisi Allah korkusu vardı. Anneleri bütün çocuklarını bu fıtrat üzere yetiştirmişti. Ama içlerinde en zahit olanları en küçük kardeşleri on yedisinde ki Arslan’dı. Sessiz sakin, çoğu vakit içine kapanık, kitap okumayı çok seven, narin yapılı bir gençti Arslan. İslam ilimleriyle uğraşan ve bu doğrultuda bir eğitim alan Arslan, evin küçüğü ama en olgunu sayılırdı. Üç katlı evlerinin oturma odasına geçtiklerinde Mavi, kendini koltuklardan birine atıp başındaki örtüyü çıkarttı. Çaprazında oturan Arslan ona bakıp “ıslanmışsın,” dedi huzur veren sesiyle, “hasta olmayasın.” Mavi, kardeşine “bir şey olmaz Allah’ın izniyle Arslan’ım,” diye cevap verdi. Anneleri gelir gelmez mutfağa geçip, evi çekip çeviren bu malikânenin emektarlarından Kübra teyzenin yanına gidip akşam ne pişirileceğini konuşmaya dalmıştı. Ancak elbette bir tek bu konuyu halletmeyeceklerdi. Kübra Teyze, annesinin sırdaşı sayılırdı. Bu eve ilk gelin geldiği vakit Kübra Teyze; annesine evin düzenine ve Özi sülalesinin kurallarına alışana kadar çok yardımcı olmuş, annesi de her daim bu yardımlarını dile getirmiş hiç unutmamıştı. “eeee sizce yeni Salahdar Valisi kim olur?” diye sordu Ceylan. Kısa sarı saçları dağınık ve şekilsiz duruyordu. Kahverengi gözleri her daim meraklıydı. Dört kardeşten bir tek Mavi’nin gözleri maviydi. İnsanlar ona bu yüzden asıl ismi olan Aliye Bahar diye hitap etmezlerdi. Mavi, derlerdi. “bilmiyorum, Emir Hazretleri’nin kafasında elbet biri vardır.” diye cevapladı Mavi. Babasının kafasında kimin olduğunu merak etti. Yirmi iki yaşına gireli iki ayı yeni (temmuz sonu) geçmişti ama şimdiden kendini Şura masasında hayal ediyordu. Babası ise onun ilmiye dairesinde öğretmenlik yapmasını istiyordu. Ancak Emir Hazretleri ilk başta onu karısına şahsi hocalık yapması için atayınca sessiz kalmıştı. Mavi’nin sarayın idari kısmından çıkmaya niyeti yoktu. Sonuna kadar direnecekti. Baş Hatun’un yanına girdiğinden beri sarayı yakından gözlemleme şansı elde etmişti. Hüma Hatun’a Aziziye Lisanını öğretmişti. Hayatında Hüma Hatun kadar çabuk öğrenen birini daha görmemişti. “benim de aklımda biri var” dedi Ceylan. Mavi, ona bakıp “kim?” diye sordu. Ceylan gözleri parlayarak “İshak ağabeyim” diye cevap verdi. “aslına bakarsanız babamın emekliliği yaklaştı. İshak ağabeyimin de Emir’le olan ilişkisine bakarsak bence onu önce Salahdar Valisi olarak atayacak, babam görevinden ayrılınca da-“ “vezir ilan edecek,” diye tamamladı onu aniden kapıda beliriveren babası. Onu görünce hepsi toparlanıp ayağa kalktı. Celal Vezir, yer yer grileşen gür kahverengi saçları ve bıyıklarıyla evlatlarına bakıp her zaman ki koltuğuna geçti. Heybetli duruşuyla bir mekana girdiğinde her daim dikkat çekerdi. “oturun bakalım” dedi her zaman ki kalın sesiyle. Yüzünde ise normalde olduğundan daha ciddi bir ifade vardı. Mavi, yerine tekrar oturduğunda babasına bakıp “o zaman siz de Ceylan gibi düşünüyorsunuz,” diye babasından laf almaya çalıştı. Aslında bu fikir onun da aklındaydı. Yüzyıllar süren gelenek bozulacak değildi ya. Özi ailesi demek Vezir ailesi demekti. “Ben ve Emir Hazretleri de Ceylan gibi düşünüyoruz.” diye onayladı babası. Mavi, oldukça bariz olan bu gelişmeyi hem sevinç hem de üzüntüyle karşıladı. Vezirlik hayalleri böylece yine suya düşmüştü. Olmayacağını biliyordu aslında ama umut ediyordu. Ancak bir masada iki akraba oturamazdı. Yönetimin kurallarından biri de buydu. Hele hele acemi, genç ve tecrübesiz bir kızın üç senedir Vezir şehrinde valilik yapan ilmi siyaset tahsili almış bir Özi erkeğinin karşısında hiç şansı olamazdı. “hayırlısı olsun,” dedi Arslan. “İshak ağabeyim bu makama en layık olanımız.” Babası ona bakıp “çünkü sen layık olmak için hiç çabalamadın” diye karşılık verdi. Mavi, ‘yine mi aynı tartışma,’ dercesine gözlerini devirecek oldu ama Arslan cevap vermeyerek bir söz dalaşı çıkmasının önüne geçti. Arslan, bir Özi erkeği olarak siyaset işleriyle ilgilenmek yerine dedesini örnek almıştı. Annesinin babası, bütün ülkece tanınan kendi zamanın ayakta kalan son İslam âlimlerinden idi. Diyar-ı Şems’te bulunan mülkünde nice fakirler aç karınlarını, nice gezginler aç kalplerini, nice talebeler de aç akıllarını doyururlardı dedesinin eşiğinde. Abdullah Veli, sert mizaçlı biriydi. Sufi’nin yumuşak huylusu evlaydı elbet ama onun dedesi anlaşılması zor adamdı. Sözü de bakışları da sertti. Sana baktığı zaman sanki tüm ruhuna bakar öyle konuşurdu. Az konuşur öz konuşurdu. Çoğu vakit cümlelerini anlamak aylar yıllar sürerdi. Lakin yetime karşı bir o kadar yumuşaktı. Yolda kalana azık verir, haksızlığa uğrayana yoldaşlık ederdi. Kardeşi Arslan da dedesinin yolundan gidiyordu. Bu ise babasının hoşuna gitmiyordu çünkü ona göre her Özioğlu siyaset veyahut onun alt dallarıyla uğraşmalıydı. Kayınpederinin yolu ise siyasetten pek uzaktı. “o zaman İshak ağabeyim yakın zamanda evine geri dönüyor,” dedi Ceylan sevinç içinde. Pencereden gözüken boş hanesine baktı. Annesi düzenli aralıklarla evi havalandırıp temizletirdi. Çünkü bir gün geri döneceğini bilirdi oğlunun. “sadece o değil” dedi babası gözlerini Mavi’den ayırmadan. “İmran da dönüyor. Burada ki kara ordusuna atanmış.” Mavi, bu sevinç dolu haberi duyunca neredeyse kalbi yerinden çıkacaktı. Yirmi iki yaşına girdiği gün nişanlanmıştı İmran’la. Parmağında ki yüzüğe bakıp yüzünü gizlemeye çalıştı. Babasının yanında sevinmek olmazdı elbet. “Kerim’in hanesini de temizletmek lazım” diye mırıldandı Vezir Celal. Uzaklara dalıp gitmişti şimdi. Arslan, babasına “Kerim amcam da mı dönüyor yoksa?” diye sordu sesinde ki heyecanı bastırma gereği duymadan. Özi mülküne son ayak basmasının ardından tam on yıl geçmişti. Mavi, hala hatırlıyordu. Bir yanında İmran- ki o zamanlar adı Thomas’dı- diğer tarafında Mavi’nin annesi, ikisini uğurluyordu. Arkada Ahmet amcası vardı. Yanında rahmetli yengesi, altı yaşında ki kızı Asiye’yi tutuyordu. Mavi, Ceylan, Arslan ve İshak abisi de vardı ama bir tek babası çıkmamıştı onları uğurlamaya. Mavi, onların kavga ettiğini işitmişti. Bir keresinde babası Kerim amcasına “bu gavur tohumunu aldığın yetmedi bir de ona bizim soyadımızı vereceksin ha!” demişti. Kerim amcası ise hiddetlenip “oğlum hakkında düzgün konuş ağabey yoksa ötesine karışmam,” demişti. O an Ahmet amcası araya girip “yapmayın, etmeyin siz kardeşsiniz kavga yakışmaz,” diyerek onları sakinleştirmişti. Nişanlısı İmran, Yüzbaşı İmran Kerim Özi; Kerim amcasının öz oğlu değildi. Kerim amcası hiç evlenmemişti ama kimsesiz bir Hristiyan çocuğunu alıp evladı yapmış o Hristiyan çocuk da Kerim amcasının sevgisi sayesinde yüreğinde ki hakikat fidanını bulmuş İslam’a dönmüş, Müslüman olmuş ve Ali İmran suresinde adı geçen o temiz kadın Hz. Meryem’in atasının adını almıştı. Kerim amcası ise onu nüfusuna geçirmiş kendi mirasına veliaht tayin etmişti. Aradan geçen yıllarda Mavi, İmran’ı bir daha hiç görmemişti. Çünkü askerlik eğitimi aldığı okul yatılıydı ve Kerim amcasını ziyaret edebildiği vakitlerde hiç denk gelmemişlerdi. “dönüyor,” dedi babası. “oğluyla birlikte tabi” “bu çok güzel bir haber,” dedi Ceylan. Arslan’a bakıp göz kırptı ve ablalarını işaret etti. Mavi ise sevinçten yerinde duramıyor ama babasına olan saygısından sesini de çıkartamıyordu. “yedi ay sonra düğününüz olacak,” dedi babası birden. Mavi, kafasını hızla kaldırıp “y-yedi ay mı?” diye kekeledi. Babası ona bakmadan devam etti. “Sizin için yukarıda ki Gazi Malikânesini hazırlatıyorum. Evlendiğiniz zaman orada kalacaksınız.” “nasıl uygun görürseniz,” dedi Mavi ama içinden ‘İmran ne der?’ diye geçirdi. Çok zor zamanları sevdalarına tutunarak atlatıp bu noktaya gelmişlerdi. Bundan beş ay önce İmran’la nişanlanacaksın deseler hayatta inanmazdı. Ama yüce Rabbi dualarını kabul buyurmuş, babasının inadını yumuşatmış en sonunda babası da bu evliliğe razı gelmişti. “siz Özi sülalesinin iki evladısınız. Etraf sizin hakkınızda çok konuşacak o yüzden düğün hazırlıklarını yaparken çok dikkatli olun. İsraf istemiyorum.” “elbette.” “İmran gelince onunla da konuşacağım ama şimdiden haberin olsun düğünde size gelen hediyeler ihtiyacı olanlara dağıtılacak.” “çok memnun oluruz” “şimdilik diyeceğim bu kadar. Ötesini vakti gelince konuşuruz.” Babasının bu cümlesiyle birlikte üçü de ayağa kalkınca Mavi, en büyükleri olarak “müsaadenizle baba” diyerek izin istedi. Celal Paşa kızına baktı. Mavi, gözlerinde gördüğü şeyin ne olduğunu anlayamadı önce ama sonra üzgün olduğunu anladı. Nişanlanacağı gün de böyle bakmıştı ona. Anladı Mavi, kız babası olmak zordu. Celal Paşa kafasını sallayıp kafasını çevirdi. Odadan çıktıklarında Ceylan, ablasına sarılıp “gördün mü bak!” dedi. “sana asla umudunu kaybetme dememiş miydim?” Mavi; kardeşine, sırdaşına sımsıkı sarılıp varlığına şükretti. Sonra da Arslan’a sarıldı. Arslan, ablasının alnından öpüp “çok mutlu ol canımın canı” dedi. “İmran abim de sen de bu haberi çok beklediniz.” “kıymetlim benim. Sözü, huyu güzel kardeşim sağ ol, var ol” Haberi annesine vermek için Ceylan’la mutfağa gittiklerinde Arslan yanlarından ayrılıp odasına geçti. Hanımların arasında kalmak istememişti besbelli. Ceylan, annesine olanları hızlıca anlattığında annesi önce kocasına kızıp “Celal Paşa niye öncesinde bana haber etmez ki böyle şeyleri diye söylendi.” Sonra heyecanla kızına sarılıp “mübarek olsun, bereketli olsun, Rabbim ikinize arttıkça artan muhabbet nasip etsin,” diye dua etti. Mutfakta olan herkes hep bir ağızdan “amin,” diye karşılık verdi. Herkes Mavi’yi tebrik ederken annesini şimdi başka bir telaş sarmıştı. Halletmesi gereken üç hane vardı şimdi. Bir oğlunun ve gelinin evi, diğeri kayınbiraderi ve damadının evi, ötekisi ise kocasının kızı ve damadı için münasip gördüğü Gazi Malikânesi. “ben yukarı çıkıp İmran’a da haber edeyim son gelişmeleri” dedi Mavi. Ceylan ile aynı odada kalıyorlardı. Odasına çıkıp kapıyı kapatınca yaşadığı heyecandan dolayı küt küt atan kalbini tutup sakinleşmeye çalıştı. Telefonunu çıkartıp sevdiğini aradı hemen. Teknoloji denilen şey ne hayret vericiydi böyle. Lakin Kur’an’ı Kerim’de insanoğlunun teknolojide ne kadar ilerleyeceğine dair ayetler varken çok da şaşırmıyordu Mavi. “sevdam” diye telefonu açan İmran’ın sesini duyunca gülümsedi Mavi. “haberleri almışsın bakıyorum” “ben senin haberlerini aldım” dedi Mavi. “ama sen benimkileri almadın.” “hangi habermiş bu,” diye sordu İmran. “bilmediğim ne ola ki?” Mavi, “babam yedi ay sonra düğünümüzün olacağını söyledi.” diye müjdeyi verdi. İmran’ın gülümsemesini duydu Mavi. “şaka yapmıyorsun değil mi sevdam?” “şaka değil Yüzbaşı” dedi Mavi. “yedi ay sonra evleniyoruz.” “Rabbime şükürler olsun. Celal amcam en sonunda bize bir tarih verdi.” İmran Özi, ailesinin reisi olan amcasının düğün tarihine karar vermesini beklerken, Vezir deki görevinin bittiğini, yeni görev yerinin ise Salahdar olduğunu öğrenmişti. Ama şimdi bu sevinçli haber iki katına çıkmıştı. “bir de dedi ki” diye devam etti Mavi. Şimdi çekinceliydi. “bizim için Gazi Hanesini hazırlatacakmış. Orada yaşamamızı istiyor.” “emir buyuruyor yani” dedi İmran biraz sert bir sesle. Mavi ise bir karşılık vermedi. O da isterdi birlikte yaşayacakları yuvayı kendilerinin seçmesini ama ters bir şey derse babasının vazgeçmesinden korkuyordu. Hele ki hala, bu evliliğe nasıl razı geldiği konusunda bir fikri yokken. “nasıl isterse öyle olsun” diye ekledi İmran, Mavi’nin sesi çıkmayınca. “senin olduğun her yer bana hoştur sevdiğim, asma suratını hemen. Çatma güzel kaşlarını.” Mavi, yüzünü görmeden ne şekilde olduğunu bilen nişanlısına güldü ama sesini çıkartmadı. İmran hemen “neyse seni gülümsetebildim en azından” dedi. “sen, benim göz aydınlığımsın İmran” Mavi, böyle söyleyince bu sefer İmran sustu. Aralarında ki edep bunu gerektiriyordu. “Allah nasip ederse yakında kocam olacaksın. Senin sözün benim sözüm olacak. Bense senin ilk; sözünü sevdim zaten. Ben de isterdim yuvamızı birlikte kurmak ama nasibimizden öteye geçemeyiz bilirsin. Rabbim bizi birbirimize nasip etmiş ötesi ise bana dokunmaz.” “bana da dokunmaz sevdam. Sen bana kırılma, darılma başka bir şey istemem.” “ben sana kırılmam Yüzbaşı. Hiç kırılmam.” ... |
0% |