@rabiasofi
|
yavaş yavaş Özi ailesini tanıyalım :) iyi okumalar BÖLÜM İKİ (Vezir Şehri) İshak, valilikte geçen günün ardından evine döndüğü vakit almıştı haberi. Bizzat Emir Hazretleri’nin sağ kolu olan İbrahim Ağa aramış ve haberi ona bildirmişti. Şimdi üç gün içinde Vezir’deki işlerini halledip derhal Salahdar’a geçmesi gerekiyordu. Pencereden bakarken Kerim amcası ve İmran’ın geldiğini gördü. Onları akşam yemeğine davet eden karısıydı. Evlerinde bir hatun olmaması yüzünden karısı Zeynep, her daim Kerim amcası ve İmran’ın evlerini de kontrol eder çekip çevirirdi. Zaten evleri de oldukça yakındı. Neredeyse beş senedir İmran ve İshak Vezir şehrinde birlikte yaşıyorlardı. Kerim amcası da yanlarındaydı. Üç sene önce yaşadığı şehre vali olarak atanmıştı. Zeynep’le de burada tanışmıştı. Evleneli daha iki sene olmuştu. Yeni doğan kızlarının altıncı ayı daha yeni dolmuştu. Kızlarına Şifa ismini vermişlerdi. “geldiler” dedi İshak arkasında sofrayla ilgilenen karısına. Zeynep içeriye gidip şalını başına taktı. İshak onlara kapıyı açtığında amcasının elini öptü. Kerim amcası her zaman en büyük yeğeni İshak’ı bir ayrı sevmiş onu ayrı tutmuştu. İshak bunun sebebini bilmiyordu ama amcası da ona babasından daha yakındı. “selamun aleyküm” dedi amcası içeri girdiğinde Zeynep elini öpüp “aleyküm selam. Hoş geldiniz amca” diye karşıladı onları. İmran’a bakıp “sen de hoş geldin kardeşim” dedi. “hoş bulduk” dedi İmran üstünde asker üniforması vardı hala. Demek ki eve gidip değiştirecek fırsatı bulamamıştı. İshak hemen üniformasında ki yırtığı etrafında ki toz toprağı fark etmişti. “hayırdır İmran?” diye sordu masaya otururlarken. İmran koluna bakıp “önemli bir şey yok ağabey” dedi. Ancak revirde ona verdikleri ağrı kesicinin etkisi azalmaya başladığı için sırtında ki acı tekrardan hissedilir hale gelmişti. “tutuklu Boğaz teröristlerinden biri kaçmaya çalışmış.” diye açıklama yaptı babası oğlu yerine. “benim kahraman oğlum da onu kovalamış” “baba!” dedi İmran kızarak. Hayatını tehlikeye attığı her seferinde bütün Özi sülalesi –kayınpederi hariç- üzerine çullanıp onu azarlıyordu. Ama o bir askerdi. Elbette hayatı tehlikeye girecekti. “aman Aliye duymasın” dedi İshak hemen. İmran Zeynep'e dönüp “yenge bir şey deme olur mu?” diye rica etti. Zeynep kafasını salladı sadece. Konuyu değiştirmek için yemekleri servis ederken “hayırlı olsun bu arada” dedi. “babam düğün tarihi vermiş sonunda” Bu cümleyi duyunca İmran’ın ağzı kulaklarına vardı. İshak ona bakıp “hayırlı olsun.” dedi yüzündeki mutluluk onu da memnun etmişti. “Mavi, mutluluktan havalara uçmuştur.” dedi Zeynep. İshak kardeşine Mavi, denmesinden hoşlanmıyordu. “Celal amcam bizim için Gazi Hanesini uygun görmüş” dedi İmran. Zeynep yeni öğrendiği bu habere “ne güzel” yorumunu yaparak bir kez daha akıllı bir kadın olduğunu kanıtlamıştı. İshak karısının bu tepkisine gülüp “babamın uygun gördükleriyle yaşamak kaderimiz herhalde” dedi. Kerim amcası ise “ağabeyim herkes için en iyi olanı düşünür,” deyip konuyu kapattı. Hiçbir zaman ailesi hakkında kötü konuşmazdı ama herkes onların arasının soğuk olduğunu biliyordu. İmran önceleri bu soğukluğun kendisi yüzünden olduğunu düşünüyordu ama Celal amcası ona karşı hiç sert davranmamıştı. Kendi çocuklarına karşı ne kadar mesafeliyse ona karşı da o kadar mesafeliydi. Mavi, ile ilk evlenmek istediği zaman bu evliliğe izin vermemişti. İkisi için de zor zamanlardı. Sabırla amcasının yumuşamasını beklemişti. Sonra bir gün amcası İmran’ı yanına çağırmış, eğer kızını üzecek olursa kendi elleriyle onu öldüreceğini söylemiş, ‘önümüzde ki cuma günü gel kızımı benden iste,’ diyerek sohbeti bitirmişti. Şaşkınlıktan bir süre amcasının dediklerini idrak edemeyen İmran sonra hemen sevdiğine durumu haber etmiş, ondan sonrasında ise sülalede bir bayram havası esmişti. Şifa’nın ağlama sesi gelince Zeynep hemen ayağa kalkıp içeri geçti. Bebekle birlikte masaya geri döndüğünde Şifa uyku mahmuru nazlı gözlerini ovuşturup ona hayranlıkla bakan üç erkeği süzüp annesinin göğsüne saklandı. Yemeğini bitiren İmran masadan kalkarken “ellerine sağlık Zeynep yenge,” dedi. Sonra dayanamayıp Şifa’yı kucağına aldı. Cennet kokusunu içine çekti. Şifa’da ses çıkarmadan onun göğsüne yatıverdi. İçinden “sana arkadaş olacak bir kuzen ister misin?” diye sordu. “istersin istersin” diye cevap verdi sonra. Minicik bebek günün tüm yorgunluğunu silip süpürdü. Aileye yeni katılmış olan Şifa herkesin gözdesiydi bu aralar. Şifa Özi dedesinin yüzüne bile bir tebessüm kondurabilmeyi başarmıştı. İmran ise bu küçücük bebeğe baktığında kendi geçmişinden bir anı hatırlıyordu. Kalbini kıran bir anıydı bu. Minicik ellerini hatırladığı biri vardı çocuk hafızasında ardında bıraktığı, bırakmak zorunda olduğu biri. Kucağında tekrardan uykuya dalıp giden bebeğe dalıp gittiği sırada omzuna dokunan bir el ile kendine geldi. Kafasını kaldırıp baktığında babasının ona ‘biliyorum’ dercesine baktığını gördü. Uyuyan meleği annesine teslim edip salona geçti. “Boğaz’daki olaylar herkesi korkutuyor” dediğini duydu İshak’ın. Ayağı sakatlandığı için malulen emekli olan babası sıkıntı içinde kafasını salladı. Boğaz problemli bir bölgeydi. Salahdar da dâhil üç ülkenin de toprakları olan Boğaz; uyuşturucu ve fuhuş da dahil pek çok kirli işin yapıldığı organ, kan, ilaç ve silah ve patlayıcı maddeler bakımından dış ülkeler tarafından sürekli beslenen ama kanıtlanamayan topraklardı. Öte yandan Boğaz’ın toprakları bereketli topraklardı. Toprağın üstü de altı da bereketliydi. Herkesin aç gözlerle baktığı bir yerdi. Bu yüzden problemleri de eksik olmuyordu. Salahdar’ın sınırları içinde kalan topraklarda ise yoğun bir askeri birlik mevcuttu. Orada yakalanan teröristlerden bir kısmı Vezir şehrine getiriliyordu. “üç ülke birlik içinde hareket edebilmeyi başardığı zaman-“ “bunun için Zümrüttepe’nin inadından vazgeçmesi gerekiyor.” dedi İshak siyasetçi duruşu babasına benziyordu. “Aziziye’nin de bazı isteklerini tadil etmesi lazım” dedi İmran. Siyasetten pek anlamazdı ama bu kadarı da barizdi. “Emir Hazretleri yakın zamanda Aziziye topraklarına bir gezi tertip etmek istediğini bana söylemişti. Sanıyorum ki bu meseleyi görüşmek için Aziz Enes’le masaya oturacak.” Konuşurlarken Şifa’yı beşiğine yatırıp gelmiş olan Zeynep “Emir Hazretleri’nin Aziz Enes’ten önce Zümrüttepe Başkanıyla iletişime geçmesi lazım” diye kendi fikrini söyledi. İshak karısına bakıp “önce Aziz’i ikna etmeliyiz.” “Aziz’in istekleri oldukça makul istekler. Asıl Başkan Charles’ın isteklerinin çok uçuk olduğunu kabul etmesi lazım.” Zeynep kocasına bakıp “Aziziye topraklarına gitmek şu noktada vakit kaybından başka bir şey değil.” Zeynep ruh bilimi ve toplum bilimi eğitimi almış zeki bir kadındı. Ancak bir siyasetçi olmadığı için Emir’in Aziziye’ye gitme isteğinin ardında yatan sebebi göremiyordu. Bu yüzden İshak karısıyla tartışmaya girmek yerine susmayı tercih etti. Saat ilerledikçe muhabbette ilerledi. Bir zaman sonra Zeynep, Şifa’ya bakmak için salondan ayrıldığında Kerim ardından bakıp “boşuna cennet anaların ayakları altındadır buyurmamış efendimiz” dedi. “Anne olmak zahmetli iş elbet” diye onayladı onu İmran. Kendi annesi bencil ve mutsuz bir kadındı. Onun hakkında ki anıları hiç iyi değildi. “keşke her anne hak ettiği saygıyı görse” dedi. İkisi de onun kendi annesinden bahsettiğini anlamıştı. İshak, babasının ilk evliliğinden olma çocuğuydu. Annesi o sekiz yaşındayken vefat etmişti. Babası, annesinin adını öldükten sonra bir kez bile ağzına almamış, İshak’ın gönlünü yaka yaka öleli iki ay olmamışken Gülsüm annesiyle evlenmişti. İshak çocuk yüreğiyle çok kırmıştı Gülsüm annesini. Sonra bir gün Gülsüm annesi yüreğini çalıvermişti İshak’ın. Ona bir kere bile bağırmamış bir kez bile elini kaldırmamıştı. Aynı evin içinde Gülsüm, annesinin boşluğunu doldururken babası ise gün geçtikçe ondan uzaklaşmıştı. Çünkü İshak kırgın kalmıştı babasına hep. Gülsüm annesi onun gözyaşlarını silerken babası bir kez bile gelip başını okşamamış, onu teselli etmeye çalışmamıştı. Aksine annesi hiç yaşamamış gibi davranmış onun hatırasına sahip çıkmamıştı. Bu yüzden kızgındı babasına. İtiraf etmese bile çocuk yüreği hala kırgındı babasına. “her anne evladının yüreğindedir.” dedi Kerim amcası. Karşısında annesiz kalmış çocukların bakışlarına sahip iki tane yiğit vardı. “her evlat ölene kadar taşır yüreğinde anasını. Anasının onu önce karnında sonra kucağında taşıdığı gibi” “öyle tabi” dedi İshak. “benim anam yüreğimde her daim. İkisi de öyle. Birisi bana yarın dilinle Gülsüm ananın kalbini kıracaksın dese yarına varmadan şu dilimi keser atarım lakin Vezir Efendi ilk karısı hiç olmamış gibi davranır adını anmaya bile layık görmez onu.” “İshak yapma böyle yeğenim.” “ne yapmayım amca!” diye parladı İshak aniden. Kapının ardından onları dinleyen Zeynep elini kalbine götürüp endişeyle “Rabbim gerginlik çıkmaz inşallah” diye dua etti. “benim zavallı anamın suçu ne ki o koskoca malikânede bir adet eşyası bile yok. Babam ne yüreğine sığdırabilmiş anamı ne de hatıralarına. Hiç mi hakkı yok üzerinde. Neden öldüğünden beri bir kez bile adını anmadı. Bir kez bile dua okutturmadı. Neden amca neden? Biliyorsan söyle. Allah aşkına söyle. Çünkü ben yirmi senedir bir cevap bulamadım.” İshak öfkeyle içinde tuttuğu ne varsa söyleyivermişti şimdi. Kerim, abisinin neden böyle davrandığını biliyor ama söylemeye dili varmıyordu. Bunun yerine “ağabeyim çok sevmişti rahmetli yengemi” dedi. “nasıl sevgi bu böyle!” “yapma böyle İshak’ım. Onun ne acılar çektiğine ben şahidim.” İshak, amcasının ağzından ilk defa böyle bir cümle duymuştu. Genelde bu konu hakkında yorum yapmaz, susmayı tercih ederdi. Herkes öyleydi gerçi. Kimse konuşmuyordu annesi hakkında. O ise annesinin yüzünde ki gülümsemesini hatırlıyordu hep. Ona sarılışını. Hikayeler anlatırdı çocukken ona. O ölünce İshak, amcasının hikayelerini efsanelerini dinleyerek teselli bulurdu. Onu hatırlar yâd ederdi. “madem o da acı çekiyordu niye bana gelmedi. Niye benden uzak durdu?” “çünkü-“ dedi Kerim. Diline kadar gelen cümleyi yuttu. Onca sene sonra gerçeği öğrense ne olurdu. Daha çok kırgınlıktan daha çok öfkeden başka ne katardı ona, “çünkü benim ağabeyim öyledir.” diye tamamladı cümlesini. İshak ona şüpheyle bakıp söyleyemediği şeyin ne olduğunu merak etti. “öyledir elbet” dedi yine hayal kırıklığına uğrayarak. Artık amcasının bir şey demeyeceğini biliyordu. Nitekim ayağa kalkıp “varıp gidelim artık hanemize” dedi oğluna. İmran ikiletmeden ayağa kalktı hemen. Zeynep onları hiçbir şey olmamış gibi yolculadı. Kocası ile baş başa kaldıkları vakit bir süre sesini çıkartmadan evde dolanıp etrafı topladı. İşi bitince kocasını beşiğin başında uyuyan kızını seyrederken buldu. Kahverengi saçlarından bir tutam alnına düşmüş sert çenesi kasılmıştı. Kahverengi gözleri ise buğulanmıştı. Yanına gelip koluna dokununca İshak omuzlarından sarıp kendine çekti karısını. Zeynep göğsüne kafasını yaslayıp teselli etmeye çalıştı onu. “hepsini duydun değil mi?” diye fısıldadı İshak. Kafasını salladı cevap olarak Zeynep, “senin annen benim de annemdir. Senin acın benim de acımdır.” “Rabbime şükürler olsun” İshak iç çekip “karşıma seni çıkarttığı için” diye tamamladı cümlesini. Zeynep tebessüm edip kendini çekti ve kocasının gözlerine bakıp “yüreğinde ki yangının hiç sönmediğini biliyorum,” dedi, “lakin senin yüreğinin yangınının nasıl söneceğini de bilirim” “nasıl?” “senin derdim dediğin kişi, aslında senin devan İshak.” İshak bir şey anlamadığını gösteren bir ifadeyle ona bakınca Zeynep devam etti. “demem o ki git babanın yanına var. Kalbinde ona karşı olan hiç dillendirmediğin sevgini de öfkeni de kırgınlığını da anlat ona. Merak ettiğin şeyi sor artık. Bitir içinde ki şu kavgayı.” İshak karısının dediklerine bir tepki vermedi. Haklı olduğunu biliyor ama gururu bunu kabul etmiyordu. Bunun yerine yatağında huysuzlanmaya başlayan Şifa’yı kucağına alıp kaçtı. Onu tekrar uyutmak bahanesiyle evin içinde döndü durdu. Karısı uyuya kalıp konuyu bir daha açmasın diye. |
0% |