Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@rabiasofi

BÖLÜM

İlyas gitmeyelim diye tutturmuştu ancak Leyla gitmek zorundaydı. En güzel kıyafetlerinden birini giydi. Saçlarını dağınık bir şekilde toplayıp ensesinde topuz yaptı. Parlak küpelerini taktı. Uzun zamandır beklediği şey bu akşam gerçekleşecekti. Serhan ondan sonsuza dek kopmaya hazırlanıyordu ve Leyla da bunun her aşamasında onu yüzünde bir gülümseme ile uğurlamaya kararlıydı.

Yolda giderlerken dört kişiydiler. Arkada Leyla ve Elife Teyze oturuyordu. Önde Yusuf amca vardı. İlyas da arabayı kullanıyordu. İlk defa gidecekti Aygül’ün evine. Ancak İlyas yolu ezbere biliyor gibi sürüyordu. Çok mu gidip gelmişti bu yolları acaba!

Sitenin otoparkına arabayı park edip eve çıktılar. Ev çok kalabalık olmasına rağmen hepsini içine alacak kadar da büyüktü. Ve elbette tatlı bir telaş vardı. Kapıda onları karşılayan ev sahiplerini Leyla kendi düğün yemeğinden hatırlıyordu.

Aygül’ün ayarladığı kutlama yemeğinden gelenler ise yarı yarıyaydı. Ali Kemal Bey’i de görmüştü Leyla. Aygül ise henüz ortalıkta yoktu. Malum o gelindi. Biraz nazlanması gerekiyordu.

Sonunda Serhan ile göz göze geldiklerinde Leyla ona gülümsedi. Serhan’ın yüzünde Leyla’ya çok şey söylemek istermiş gibi bir ifade vardı. Yanlarına gelip “başın sağ olsun kuzu,” diye fısıldadı. Leyla başını sallayıp “sağ ol” dedi. Serhan ellerini açıp ona sarılmak ister gibi bir hamle yapınca İlyas kolunu Leyla’ya sarıp onu yanına çekti.

“sağ ol” dedi demir gibi sert bir sesle. “Lütfen bu mutlu gününde Leyla için tasalanma. Onun yanında ben varım. Aklın kalmasın. Sen Aygül’le ilgilen. Bugünün tadını çıkar Serhan.“ İlyas’ın uyarısı o kadar açıktı ki ortam bir anda buz kesmişti sanki. Neyse ki o sırada Serhan’ın annesi Leyla’yı görüp tanımış ve kalkıp yanına gelmişti.

“Leyla’cığım” dedi içtenlikle. “Ne uzun zaman oldu seni görmeyeli. Ne kadar değişmişsin.”

“Sema Teyze” dedi Leyla ortamdaki gerginliğin son bulmasına sevinerek, “sen hiç değişmemişsin ama yıllar seni yormayı başaramamış.”

Sema Teyze bu iltifat karşısında naif bir kahkaha attı. Salonda bulunanlar, müstakbel kayınvalide ile Leyla arasındaki yakınlığın sebebini merak ediyor gibiydi.

“bu arada beni eşinle tanıştırmayacak mısın hayatım?”

“elbette” Leyla yanı başında duran İlyas’ı gösterip “eşim İlyas” dedi. İlyas mesafeli bir tebessümle başını sallayıp “hayırlı olsun.” Dedi.

“teşekkür ederim İlyas’cığım” Sema Teyze böyle konuşmayı severdi. Yıllardır Amerika’da yaşadığı için konuşması biraz bozulmuştu ancak giyim tarzı hala daha çok klasikti.

Yerlerine oturdukları sırada Aygül salona girip herkesi selamladı ve Serhan’ın yanına oturup heyecanlı bir şekilde muhabbete katıldı. Belli ki onun hiçbir şeyden haberi yoktu. Serhan ona Leyla’nın annesini kaybettiğini söylememişti.

“heyecan var mı?” diye sordu Leyla. “bu arada kusura bakma seni hiç arayamadım. Biraz rahatsızlandım yatmak zorunda kaldım.”

“aa öyle mi?” dedi Aygül “çok geçmiş olsun bilmiyordum.”

“boş ver şimdi beni.” Leyla gülümseyip “çok güzel olmuşsun.” Diye ekledi.

“sağ ol.” Aygül adı gibiydi bu akşam. “Biraz heyecanlıyım.”

Kalabalık salonda muhabbet devam ederken vakit kahve vaktine geldi. Büyükler bir aradaydı zaten. Serhan’ın babası Tuğrul Amca biraz heyecanlıydı bu yüzden lafı uzatmadan Allah’ın emri Peygamberin kavliyle Aygül’ü istedi.

Aygül’ün babası ise oldukça duygusaldı. Dolu gözleriyle kızına bakıp onayını aldı ve sonra “oğlan bizim kız bizim” dedi. “Haklarında hayırlısı olsun.”

Devamında yüzükler takıldı. Pasta kesildi. İkram edildi. Aygül mutluluktan parlıyordu sanki. Serhan’ın ne hissettiğini ise çözemiyordu artık. Leyla onları izlerken içinde eskisi gibi bir acı hissetmediğini fark etti o an. Eskisi gibi değildi çünkü. Kalbi değişmişti Leyla’nın. Hayatındaki her şeyin değiştiği gibi…

Gecenin sonunda gitme vakti geldiğinde Serhanlarla aynı anda çıktılar. Aygül de onları arabaya kadar geçirmek için gelmişti. Beraber yürürlerken Sema Teyze koluna girdiği Aygül’e “her şey çok güzeldi” dedi, “oğlum da sen de her şeyin en güzelini hak ediyorsunuz.”

“sağ ol Sema Teyze” Aygül’ün sesi yorgun ama neşeliydi. Yanlarında yürüyen Elife Teyze ve Leyla ise onları dinliyordu. Beyler ise önden gidiyorlardı ama kulakları hanımlardaydı. Özellikle de İlyas’ın.

“bu arada Leyla, yıllar sonra seni görmek çok güzeldi.”

“karşılıklı Sema Teyze” dedi Leyla.

“en son Amerika’da görüşmüştük değil mi?” diye sordu Sema Teyze bir anda. Bu soru ortamda kısa süreli bir gerilim filmi efektine sebep oldu. Leyla kısacık bir anda Serhan ve İlyas’ın bakıştıklarını, Aygül’ün bozulduğunu, Elife Teyze’nin şaşırdığını gördü. Tuğrul Amca gecenin sessizliğinde bir kahkaha atıp “ne yaz tatiliydi ama Leyla” dedi. “sayenizde biz de Sema ile gençlik günlerimize dönmüş gibi olmuştuk.”

Leyla gülmeye çalışıp “siz her zaman gençsiniz Tuğrul Amca” dedi. Serhan, Leyla’ya yan bir bakış attı sadece. Gözlerinde çok hin bir ifade vardı. İlyas’ın gerginliğini ise Leyla sadece sırtına bakarak görebiliyordu.

“ne tatili kızım bu?” diye sordu Elife Teyze.

“anne, ben lise son sınıfa geçtiğim yaz okulum ödüllü bir bilgi yarışması düzenlemişti. Eh ödül de tahmin edebileceğiniz üzere Amerika’da üç aylık dil eğitimi, konaklama ve ulaşımdı.”

“sen de bayağı zeki olduğun için yarışmayı kazandın tabi” dedi Yusuf amca gülüp. Mesele herkes için açığa çıkmıştı. “zeki kızım benim”

“sağ ol baba” dedi Leyla mahcup bir ifadeyle. “Sema Teyze de sağ olsun orada kaldığım müddetçe o güzel Türk yemekleriyle memleket hasretimi biraz olsun dindirdi.”

“sağ olsun” dedi Elife teyze ona bakıp.

“ne demek Elife Hanımcığım” Sema Teyze, Leyla’yı çok severdi. “hem bana da yoldaş oldu Leyla o yaz. Hiç sıkılmadım.”

Aygül ise sessizleşmişti. Leyla bunda o kadar bozulacak bir şey olmadığını düşünüyordu. Ama bilmediği başka bir şey mi vardı?

Arabalara geldiklerinde büyükler kendi aralarında vedalaşıp arabalara binerlerken Leyla, Aygül’e sarılıp “Allah en kısa zamanda tamamına erdirsin.” Dedi.

“amin” dedi Aygül. Sonra İlyas’a baktı. “sen bir şey demeyecek misin?”

İlyas gülümseyip “mutluluklar dilerim” dedi. Leyla onun sesinde ya da gözlerinde burukluk göremedi. Aksine kendinden emin duruşuyla Serhan’a elini uzatıp “ikinize de” diye ekledi. Serhan da onun elini sıkıp “teşekkür ederiz” dedi sadece.

Vedalaşmaları bitince arabaya binip yola çıktılar. “ay her seferinde şu ayakkabıları giymeyeceğim diyorum her seferinde süsüne kanıp giyiyorum.” Dedi Elife Teyze. Leyla başını sallayıp “çok mu acıttı?” diye sordu.

“acıtmasından değil kızım. Koca kadına yakı şmıyor bu kadar süs”

“aşk olsun anne” Leyla onun elini tutup “sana her güzellik yakışır.” Diye ekledi. Yusuf Amca ön taraftan gevrek bir gülüşle “en çokta ben yakışırım” deyince Elife Hanım utandı.

Leyla’nın çok hoşuna gitmişti bu konuşma. Yıllar geçmiş onlar hala birbirlerine derin bir muhabbet besliyorlardı. Acaba o da bir gün birisiyle böyle bir bağı paylaşabilir miydi? Bu düşünce aklından geçer geçmez gözleri ister istemez arabayı kullanmakta olan İlyas’a kaydı. Sanki hissetmiş gibi dikiz aynasından ona baktığını yakalayan İlyas hayırdır? Der gibi ona bakınca Leyla telaşla bakışlarını kaçırıp yola bakmaya devam etti.

Eve geldiklerinde herkes kendi odasına çıktı çünkü yorulmuşlardı. İlyas kapıyı kilitlerken Leyla ilk küpelerini çıkarıp şifonyere koydu. Saçlarını açarken İlyas’ın onu izlediğinin farkındaydı.

“hadi tamam sor” dedi gözlerini devirmemek için kendini zor tutarak.

“Serhan’la Amerika’ya gittiğini bana neden söylemedin?”

Leyla derin bir nefes alıp “ben Amerika’ya Serhan’la gitmedim.” Dedi. “Beni okul gönderdi. Serhan da ailesini görmek için gitti. Orada kaldığım süre boyunca ailesi beni sık sık yemeğe davet etti. Beraber gezdik, yapılacak bütün kültürel faaliyetlerin sınırını zorladık. Ben de dil öğrendim.”

İlyas başını sallayıp “peki” dedi. Konu kapanmış mıydı? Leyla hayret ederek üstünü değiştirmek için banyoya gitti. Geri döndüğünde İlyas çoktan üstünü değiştirip kendi köşesine çekilmişti. Ancak aklı başka bir şeye takılmış gibiydi.

“ne oldu?” diye sordu Leyla kıyafetini askıya asıp dolaba koyarken. İlyas omuz silkip “yok bir şey” dedi.

“var bir şey.” Işıkları söndürüp yatağa girerken “hadi dökül” dedi.

“ne yaptınız ki siz Amerika’da?” diye patladı sonunda. Leyla, ya sabır çekip “ne yapacağım ki İlyas ya!” dedi. Sesinde bariz bir sitem vardı. “Kursa gittim- ki günümün yarısı orada geçiyordu. Sonra tek başıma caddelerde gezdim, dolaştım, hayatın tadını çıkarttım. On gün sonra Serhan da geldi. Ondan sonra da ailesiyle beraber takıldık.”

“Serhan’la da gezdiniz tabi.”

“yani gezdik. Niye gezmeyelim?”

“doğru” derken ki imalı vurgusu Leyla’yı çıldırtmaya yetmişti. Eline geçen ilk yastığı alıp karanlıkta rastgele İlyas’ın olduğu tarafa fırlattı ve “ah!” sesini duyunca hedefi tutturduğunu anlayarak gülümsedi.

“iyi geceler!” dedi kızgın olduğunu belli eden bir sesle. İlyas ise Leyla’nın kokusunun sindiği yastığı bağrına basıp tek kelime etmeden ona arkasını döndü. Tartıştıkları konu o kadar hassastı ki ilerleyen günlerde bir daha ikisi de bu mesele hakkında hiç konuşmadılar.

Leyla hayatına pat diye giren bu insanlarla kurduğu yeni düzenin içinde bir de Seher’le olan ilişkisini düzeltmeye ve güçlendirmeye gayret ediyordu. Neredeyse her gün telefonda konuşuyorlar bazen de görüntülü sohbet ediyorlardı. Leyla hiç zorlanmadan eski samimiyetlerine dönmenin sevincini yaşarken hiç farkında olmadan annelerinin ölümüyle kalplerinde açılan boşluğu birbirleriyle dolduruyor yani birbirlerine teselli oluyorlardı.

Seher ona hayatını anlatıp duruyordu. Sanki onsuz geçen zamanlarını bir an önce anlatıp ileriye doğru yol almak ister gibi bir hali vardı.

Leyla’nın ise anlatacak pek bir şeyi yoktu. Serhan’dan bahsedemiyordu. Çünkü Seher ondan nefret ediyordu. İlyas’tan bahsedemiyordu çünkü onun hakkında ne söyleyeceğini bilmiyordu. Yine de nasıl tanıştıklarını, evlenme kararını nasıl aldıklarını herkese anlattığı gibi en yalın ve olabildiğince dürüst bir şekilde anlattı. Evdeki yaşamından bahsederken daha hevesli anlattığını fark eden Seher “hayırdır abla yoksa kocandan çok ailesine mi aşık oldun?” diye sormuştu gülerek. Seher bunu şakasına söylemişti ama Leyla o an fark etmişti ki sorduğu sorunun cevabı apaçık bir evetti. Leyla bu aileye aşık olmuştu ve onlardan ayrılmak istemiyordu.

Kasım ayına girerlerken, evde sınav dönemi stresi başlamıştı. Oğuzhan ve Nesli’nin vizeleri başlıyordu. Sinan da kendi çapında dertliydi. Sosyal Bilgiler dersinden nefret ediyordu. Leyla da elinden geldiğince ona yardımcı olmaya çalışıyordu.

Bir gün Sinan’ın çalışma masasında ders çalışırlarken İlyas yanlarına gelmiş sessizce onları izlerken Leyla “anladın mı?” diye sordu. “birey toplum ilişkisinde-“

“yenge ya” diye araya girdi Sinan. Kıvırcık saçları birbirine dolanmıştı sanki. “lütfen anladım. Çok iyi anladım. Gerçekten.”

“matematik çalışalım desem üstüne atlarsın ama” dedi Leyla gülüp. “ayrıca tamam. Benim de içim şişti Sosyal Bilgilerden.”

“hem bizim aile komple matematikçi” diye devam etti Sinan. “sayılar benim için anlamlı bir metin gibi”

“ne” dedi Leyla şaşırarak “üstün zekalı falan mısın çocuğum sen?”

Sinan kahkahalarla gülerken başını sallayıp “annemin en zeki çocuğuyum” diye itiraf etti. “ve evet matematik konusunda sınıftakilerden çok çok ilerideyim.”

“öğretmeninin bundan haberi var değil mi?”

“var merak etme.”

“iyi bari. Aileden bir Nobel ödülü alan çıksa fena olmaz”

Sinan kitapları kapatırken “Oğuzhan abim telefonda konuşurken duydum bütün vize dönemi boyunca okulun kütüphanesinde kalacaklarmış. Bence alırsa Nobel’i o alır.”

Leyla manidar bir gülüşle “ah” diye iç çekti. Mühendislik fakültesinde geçirdiği son senede üç senede döktüğü saçların iki katını dökmüştü. “işi zor tabi”

“Nesli ablam da çok gergin, üniversite bu kadar zor mu gerçekten?”

“yani” dedi Leyla “hem daha zor hem daha güzel.”

“üç ağabeyim de ablam da hep buradaki üniversitelerde okudular. İstanbul dışına açılan olmadı hiç. Ama ben şimdiden gözümü yurtdışındaki okullara diktim.”

“hadi ya” Leyla bu sohbetten gittikçe keyif alıyordu. İlyas ise onları dinlerken kardeşinin gözü karalığına gülmeden edemiyordu.

“tabi. Hem İsmail ağabeyimin yanına gidip okursam o da orada yalnız kalmaz. Annem onun için çok üzülüyor. Buraya da dönmüyor.”

“çok mu özledin ağabeyini?” diye sordu Leyla. Bu çocuğa kıyamıyordu.

“bilmem ki” diye omuz silkti Sinan. “o gittiğinde ben yedi yaşımdaydım. Öyle çok bir hatıram yok onunla.”

“ama arada bir geliyor değil mi?”

“geliyor ama çok duramıyor buralarda.”

“neden?”

Sinan ağzından çok şey kaçırdığının farkına varmıştı. Leyla da gözlerini kaçırmasından anlamıştı bir şeyler olduğunu. İlyas da çok konuşmuyordu onunla. Neler olmuştu acaba?

“şey- bilmem ki pek sevmiyor galiba. Yani ben de bilmiyorum neden?”

“tamam canım boş ver sen şimdi bunu” deyip konuyu kapattı Leyla. “yemek hazır olunca çağırırım seni.” Leyla Sinan’ın saçlarını okşayıp ayağa kalktığında İlyas’ı gördü.

“sen ne zaman geldin?” dedi biraz şaşırarak.

İlyas yaslandığı duvardan kımıldamadan “çook oldu” dedi. Leyla ise başını iki yana sallayıp “gizlice kapı dinlemek çok ayıp bir şeydir İlyas Kaya” diye ekledi. Sinan onları ağzı kulaklarında dinliyordu.

“hoş geldin abi” dedi. “yengem haklı” diye ekledi sonra.

“hoş bulduk kıvırcık” İlyas ona kötü kötü bakıyordu.

“ya of şöyle söyleme ya” diye kızdı Sinan hemen. Leyla İlyas’ı önüne katıp “hadi biz çıktık” dedi.

 

O akşamın gecesinde Leyla bir rüya gördü. Çocukken kaldığı evdeydi. Annesi tek ayağı sallanan divanın üzerinde oturmuş ona bakarken ağlıyordu. Leyla ise onun yanına gitmek istiyor ama bir türlü üzerine çöken ağırlıktan kurtulamıyordu.

Gözlerini dehşetle açtığında yorganı iki eliyle sıkı sıkı tuttuğunu gördü. Tüm vücudu gerilmişti ve göğsü hızla inip kalkıyordu. Başını sağa çevirip İlyas’a baktı hemen. Uyuyordu. Sessizce yorganı üzerinden atıp yataktan kalktı. Ayaklarının ucuna basa basa ilerleyip kapının kilidini açtı yavaşça. Kapıyı açarken ses çıkmasın diye ayrı bir çaba göstermişti. Nihayetinde odadan çıkıp kapıyı ardından kapattı ve yine ayaklarının ucuna basa basa aşağı inip mutfağa gitti. Mutfaktan bahçeye çıkıp çıplak ayakla bir süre soğuk toprakta yürüdü. Bir şeyi anlaması gerekiyordu. Annesini!

Üstünde gecelik takımından başka bir şey yoktu. Bahçeye adımını atar atmaz üşümeye başlamıştı. Karnı da açtı.

“d-demek gece dışarıda kalmak böyle b-bir şey” dedi çenesi titriyordu. Kollarını kendine sarıp ufak ufak yürümeye devam etti. Sonunda soğuk toprakta dizlerinin üzerine çöküverdi. Onun annesi evsizdi. Ne kadar zaman kalmıştı sokaklarda. Kaç gece soğuktan titreye titreye kıvranmıştı? Kimler çıkmıştı karşısına. Hangi kötü niyetliler kaç kez incitmişti hem bedenini hem de kalbini? Ellerini başına götürüp zihninde canlanan görüntüleri ilk kez engellemedi. Birinde annesini dövüyorlardı. O ise hiç sesini çıkartmıyordu. Birinde çöpten yemek arıyordu.

Kaç zamandır zihninin gerisine attığı bütün düşünceler bir rüya ile üstüne üşüşüvermişti sanki. Bütün o ihtimallerin önüne çektiği set bir rüya ile yıkılmış ve aniden gelen bir sel baskını gibi onu yıkıp geçmişti. Nefes almak ciğerlerini yakıyordu bu soğukta. Gözünden bir damla sıcak yaş süzülürken, kaldıkları derme çatma gecekondu bozması evin içindeydi şimdi. Soba, günde iki kez yakılırdı. Çünkü odun yetmezdi. Seher’le birlikte o kalın, yeşil, saten kumaşı sararmış, sandık kokan yorganın altından çıkmazlardı soba yanmazken. Anneleri, mutfakta komşuların gönderdiği üç beş erzakla yemek yapar, elleri soğuktan iş tutmaz hale gelene kadar kıyafetlerini yıkar, o yıkık dökük evi elinden geldiğince bir yuva haline getirmeye çalışırdı.

Annesi güzel bir kadın sayılmazdı. Ama öyle gözleri vardı ki! Leyla baktı mı içinde kaybolurdu. Zor hayat şartları yüzünden erken yaşlanmıştı annesi. Onları terk ettiği zaman daha otuz beşinde bile değildi. Ama kırktan fazla gösterirdi. Bazen ocakta yemek yaparken türkü söylerdi. En çok Neşet Ertaş dinlerdi. Geceleri radyoyu açıp pencere kenarından dışarı baka baka Neşet Ertaş dinlerdi. Babası ise bir hayaletti. Gözleri hep uzaklardaydı. Gözleri hep karanlıktı. Bir türlü gidemediği, kavuşamadığı hep hasretlik çektiği uzaklardaydı aklı.

Annesi, en çok babasını sevmiş olmalıydı bu hayatta. Çünkü o varken canla başla mücadele ettiği şu hayat, o gidince çekilmez olmuştu. Öyle ki evlatlarından bile vazgeçmişti. Babasının silüeti vardı şimdi aklında. Uzun boylu, yapılı, yakışıklı bir adamdı babası. O karısının aksine hiç yaşlanmamıştı. Çünkü ne karısını ne de evlatlarını uğrunda mücadele etmeye değer görmediği için kendini hiç yormamıştı.

Ama annesi onu çok sevmişti. Ona nasıl aşkla baktığını hala hatırlıyordu Leyla. O tek oda evde ne çok acı, ne çok hayal kırıklığı vardı. Peki neden şimdi kulaklarında bir tek annesinin türkü mırıldanışı çınlıyordu? Ellerini kulaklarına örtüp kendine gelmeye çalışırken biri aniden kollarından tutup onu sarsarak içine gömüldüğü acının en karanlık noktasından çekip aldı.

“Leyla” dedi İlyas korkuyla. “Leyla iyi misin?”

Leyla ona bakıyordu. Soğuktan ve acıdan titriyordu. “b-ben” dedi. Etrafına bakıp nerede olduğunu hatırladı. “rüya gördüm. K-korktum.”

“tamam canım” İlyas onun yanına çökmüştü. “hadi kalk odaya gidelim. Hasta olacaksın yoksa.”

“ben gitmek istemedim.” Dedi Leyla aniden. İlyas’ın bilemediği bir hatıranın içinde kaybolmuştu. “Ama beni zorla götürdü.”

“nereye götürdü?”

Gözleri hissettiği dehşetten açılmıştı. Başını iki yana sallayıp “mücadele ettim. O da etti.” diye devam etti. “Ama oldu.”

“Leyla canım kendine gel lütfen.” İlyas korkmaya başlamıştı.

“İlyas” dedi Leyla. Şimdi bambaşka bir hale bürünmüştü. Çaresizdi. Kırgındı. “a-annem evsizmiş ya. Ben onu anlamak istedim. E-evsiz olmak nasıl bir şey-“

İlyas daha fazla dayanamayıp tir tir titreyen acı içindeki karısına sarılıp onu göğsüne sakladı. Elleriyle onu ısıtmaya çalışırken Leyla ona sığınıp ağlamaya başladı.

“geçecek” dedi İlyas şefkatle. “Zamanla geçecek.”

Leyla ağlamaya devam ederken “canım çok acıyor.” Diye itiraf etti. “Kalbim çok-“ ama sesi gittikçe boğuldu ve cümlesini tamamlayamadı.

“ağla canım” dedi İlyas “ağla, korkma ben yanındayım.”

Kocasının ona verdiği bu güvence Leyla’nın içini daha da yaktı. Çünkü İlyas, sadece şimdi yanındaydı. Yakında gidecekti. Yine de ona sıkıca sarılıp başını göğsüne yaslamanın bir huzuru vardı.

Sonunda gözyaşları dinmeye başladığında İlyas hemen onu ayağa kaldırıp içeri soktu. Soğuktan titriyordu Leyla. Hızlı ama sessizce odaya çıktılar. Leyla yatağın içine girerken İlyas bir tane daha yorgan çıkarıp üzerine örttü hemen.

“iyi misin?” diye sordu yine. Leyla başını salladı. “iyiyim, sakinleştim.”

İlyas yanına oturup buz gibi yüzünü elleriyle ısıttı. Leyla ona bakarken içinde ona karşı uyanan yeni hisleri minnet olarak yorumladı.

“sağ ol” dedi ağlamaktan bitap düşmüş sesiyle. Halinden dolayı utanmıştı. “özür-“

“saçmalama” diye araya girdi İlyas hemen. “neden bunca zaman içinde tuttun bunu?” diye sordu. “madem acı çekiyordun, neden görmeme izin vermedin?”

“ben” dedi Leyla. “benim yüzümden-“

“Leyla” İlyas’ın sesi hem yumuşak hem de biraz kızgındı. “Anlamıyor musun, görmüyor musun? Biz bu evin içinde bir aileyiz. Sen de bu ailenin bir parçasısın. Benden acılarını saklamana gerek yok. Böyle bir kötülüğü kendine yapma.”

Leyla ne diyeceğini bilmiyordu. Böyle bir tutum karşısında ne yapabilirdi ki? Gülümsemeye çalışıp “tamam” dedi. “teşekkür ederim.”

“teşekkür etmene de gerek yok.”

“ama-“

“sadece uyumaya çalış. Çok yoruldun.”

Leyla başını salladı. Bir süre sonra ısınınca anında uykuya dalmıştı. İlyas, bir müddet onu izledi. Zaten bu aralar sıkça yaptığı bir şeydi bu. Leyla’yı izlemek, ona bakmak, onu düşünmek. Ancak şimdi zihninde bir soru işareti vardı. Leyla’nın kendi hatıralarında kaybolduğu zaman söyledikleri kafasını karıştırmıştı. Sanki aynı anda iki farklı yerdeydi. Birinde çok korkmuştu ve dehşet içindeydi. Diğerinde ise küçük bir çocuk gibi küsmüştü ve acı içindeydi. Ne olmuştu ona? Ne yaşamıştı? Geçmişinde ne vardı?

“Ah Leyla” dedi derin bir uykuya dalmış karısı çok solgun gözüküyordu. İçinde bitmek bilmeyen bir gece var. Ne vakit güneş doğacak? Ne vakit bitecek karanlığın?”

İlyas elini kaldırıp Leyla’nın saçlarını okşadı. Sonra başını iki yana sallayıp kendi yatağına geçti. Karanlıkta onu izlerken tekrardan uykuya dalmıştı.

Loading...
0%