

hepinize merhabalar ve iyi okumalar :)
BÖLÜM
Mukavemet
Sevmekten yorulur muydu insan? Sevginin bir dili yok muydu? Neden onun sevdası sessizliğe mahkum olmuştu öyleyse…
Bazen içinden bir ses ona hasta olduğunu fısıldıyordu. Çünkü yaptığı ve yapmaya devam ettiği şey normal değildi. Uzaktan sessizce sevdiği bir yabancıydı aslında. Gönlü neden onu seçmişti bilmiyordu. Bir gün ona kavuşacak mıydı onu da bilmiyordu. Kavuşmak istiyor muydu o da belirsizdi. Yoksa artık aşk dediği şey alışmak mıydı? Uzaktan sessizce sevmek miydi onu Saye yapan?
Bir gün sevdiği çıkıp gelse, ona elini uzatsa o eli tutacak kadar cesur olabilir miydi? Anlatabilir miydi içinde ki sevdayı ona. Ben yıllarca seni sevdim diyebilir miydi?
Kapalı kapı tıklandığında Neva oturduğu yerde sıçrayıp sandalyede dönerek “gel,” dedi. Sinan içeri girdiğinde bilgisayarının ekranını kapatmadığı geldi aklında.
“rahatsız etmiyorum değil mi?” dedi kocası ekrana bakıp. Ancak mesafeden dolayı ne yazdığını seçemedi.
Neva okuma odasındaydı. Sinan üniversitede işe başladığından beri burayı çalışma odası olarak kullanmaya başlamıştı. Neva da Ömer’i uyuttuktan sonra kafasını dinlemek için bazen burada bazen de yatak odasında kitap okuyordu. Bugün de kendi yazdıklarından okumak istemişti aslında niyeti kendi içindeki karmaşık duygularla yüzleşmek, onu Sinan’a evet demekten alıkoyan şeyi bulmaya çalışmaktı.
Sinan’ın ona düşünmek için zaman vermesinin üstünden üç hafta geçmişken Neva hala sessizliğini koruyordu. Geçip giden süre boyunca evin içinde gayet doğal, samimi bir hava vardı. Sinan, Neva’yı korkutmadan, ürkütmeden ona yaklaşmaya çalışıyor, onu bu evliliğe ısındırmak için elinden geleni yapıyordu.
Neva ise onun bu çabasının farkındaydı. Mücadele etmesi çok hoşuna gidiyordu ama içinde bir yerde kilitli kalmış o gölge yani Saye bir türlü kabullenemiyordu. Daha doğrusu Sinan’a güvenemiyordu. O kadar uzun süre boyunca Sinan tarafından görülmemişti ki şimdi Sinan’ın ona böyle davranması, ona yakınlaşması Neva’yı bir türlü ikna edemiyordu. Onun gerçekten- gerçekten kendisine karşı bir şeyler hissettiğine inanmıyordu.
“yok hayır,” dedi Neva ani bir manevrayla sandalyesinde dönüp bilgisayarının ekranını kapattı. “Ben de çıkıyordum şimdi.”
“çıkmana gerek yok,” diye karşılık verdi Sinan “Ömer uyudu, ben de birkaç sunum dosyası okumak için buraya geldim.”
Kocası elindeki tableti ile birlikte okuma koltuğuna yerleşirken Neva da çaresiz çalışma masasının üstünde duran bilgisayarını geri açtı. Bir müddet daha yazdıklarını okumaya devam etti. Hepsi bir sorgulamaydı aslında. Neva kendini, kendi kalbindeki duyguları sorgulayıp durmuştu hep.
Bir takıntı mıydı onun sevda dediği şey, yoksa gerçekten de Sinan’ı sevmiş miydi? Şimdi aynı odada duvarın bir köşesinde tabletindeki dosyaları okurken arada ona kaçamak bakışlar atan kocasını seviyor muydu?
Kalbini yokladığında Sinan’ın sızısını hissediyordu. Bu sızı ona hakikat gibi geliyordu. Sinan hakikatse Arif’e hissettikleri ne oluyordu o zaman? Arif’i de sevmemiş miydi?
“Sinan’ı sevdiğin gibi değil,” dedi içindeki dürüst ses. “Sen Arif’i bir dost gibi sevdin. Ona saygı duydun. Ama ona aşık olmadın asla.”
İşte bu gerçeklikti yüreğini yakan. Sanki Arif’i kurban etmiş gibi hissettiren, onu suçlu hissettiren bileklerine onu Sinan’a gitmekten alıkoyan bir pranga daha takan bu hakikat!
Yutkunup gözyaşlarını saklamaya çalışırken Sinan “ne okuyorsun?” diye sordu sonunda. Neva boğazını temizleyip saçlarını arkaya doğru atarken “kendi yazdıklarımı okuyorum,” dedi.
“öyle mi?” Sinan şimdi meraklanmıştı, ayaklarını yere uzatıp “ben de okuyabilir miyim?” diye sordu. Neva’nın yüzündeki dehşete düşmüş ifadeyi görünce “o kadar mı kötü yazıyorsun?” diye sordu.
Neva gülümsemeye çalışıp “hiç öyle bir geri dönüş almadım,” diye karşılık verdi.
“o zaman okumama müsaade var mı?” diye sordu Sinan çok tatlı bir ses tonuyla. Neva ona direnebilmek için bakışlarını kaçırıp “bu akşamlık yok,” diye cevap verdi.
“ama neden?” Sinan’ın sesindeki sitem çocukçaydı. “hem madem yayınladın benim de okuma hakkım var.”
“elbette öyle,” dedi Neva tekrar ona baktığında yüzünde hain bir tebessüm vardı bu kez, “tabi önce mahlasımı, nerede hangi adla ne yayınladığımı bilmen lazım.”
Genç kadın bilgisayarını ikinci kez kapatırken ayağa kalkıp “sana iyi çalışmalar,” dedi. Sinan karısının bu meydan okumasından içten içe hoşlansa da yanından geçip giderken elinden tutup onu durdurdu. Acele etmeden ayağa kalkıp uzun boyunun verdiği avantajla ona tepeden bakarken “sen beni fazla hafife alıyorsun galiba hanımefendi,” diye fısıldadı.
“yok,” dedi Neva nefesi kesilmesin diye uğraşırken “sen hafife alınacak adam değilsin Sinan Kaya.”
Ardından usulca elini çekip “sana iyi çalışmalar,” dedi tekrardan ve odadan çıkıp kapıyı kapattı. Yatak odasına saklandığında bir müddet duvara yaslanıp kalp atışlarını ve nefesini toplamaya çalıştı.
….
Ertesi sabah Sinan’ın evde olduğu günlerden biriydi. Erkenden kalktığında ilk işi Ömer’in odasına gitmek oldu.
Beşiğinde derin bir uykuda olan oğlunu bir süre izledikten sonra gözü yine çekmecenin üstünde duran çerçeveye gitti. Neva’nın hala yasını tuttuğu adamın mutlulukla parlayan yüzüne bakarken içinde hissettiği duygunun ne olduğunu çözemedi Sinan. Karısının onu sevmiştim diyen sesi çınladı kulaklarında.
Çerçeveyi yerine bırakırken Ömer’in uyandığını gördü. Uyku mahmuru bebek gözlerini açar açmaz Sinan’ı görmüş ve hemen gülümsemişti.
“günaydın,” dedi Sinan. Ömer gülümsemeye devam edince dayanamayıp onu kucağına aldı. Yanaklarından öpüp “balım kaymağım,” dedi sevgiyle. Küçükken abileri de onu böyle severdi.
“hadi aşağı inip kahvaltı hazırlayalım,” dedi Sinan onu alıp odadan çıkarken “anneye sürpriz yapalım.”
“anne,” dedi Ömer gözleri parlayarak.
“hep anne hep anne,” diye söylenmeye başladı genç adam “bak ben de buradayım.”
O konuşurken Ömer de dikkatlice yüzüne bakıyordu. Sanki onun gerçekten kim olduğunu çözmeye çalışıyormuş gibi. Tekrar gülümsediğinde Sinan son kez alnından öpüp “sen hep gül,” dedi içtenlikle. Ömer’i mama sandalyesine oturtup önce onun kahvaltısını hazırladı. Çayı demleyip yumurtaları haşlarken kapıda Neva’yı gördü. Üzerine toz pembe bir sweatshirt ve lacivert bir eşofman giymişti. Saçlarını örüp tek omuzundan sarkıtmış, yüzünde bir tebessümle ikisini izliyordu.
“ama biz sana sürpriz yapacaktık,” dedi Sinan onun aklını dağıtan görüntüsü karşısında kendini toplamaya çalışıp.
“yakalandınız,” Neva tezgaha yaklaşıp kesme tahtasındaki peynire baktı. Sinan ona tost yapıyordu çünkü Neva tost yemeyi çok seviyordu.
“o zaman bize yardım et,” dedi Sinan. Neva omuz silkip “hiç de bile,” diye itiraz etti, “madem sürpriz yapmaya niyetlisiniz bitince beni çağırırsınız. Hadi kolay gelsin.”
Genç kadın oğlunun başından öpüp mutfaktan çıkarken Sinan onun arkasından bakakaldı. Sonra kendi kendine gülümseyip “ben bunun acısını çıkartırım,” diye söz verdi. Sofrayı hazırlama işi bitince “Neva Tamay Kaya!” diye seslendi.
“geliyorum!”
Karısı tekrar geldiğinde Sinan “neden Tamay ismini hiç kullanmıyorsun?” diye sordu ona ve ekledi “yoksa şu çok gizli mahlasın Tamay mı?”
Neva ukala bir tavırla yerine geçip otururken “hayır,” dedi sadece. Tostunu alıp yemeye başlamıştı bile. Üstelik bunu Sinan yaptığı için daha lezzetli gelmişti.
“en sevdiğin yazarla ilgili bir şey mi?” diye tahminlerine devam etti Sinan. Neva başını iki yana salladı.
“şiir?”
“hayır.”
“en sevdiğin kitap?”
Neva gülmeye başlayınca Sinan çayından bir yudum alıp ona gözlerini kısarak baktı. Bu hali o kadar tatlı gözüküyordu ki bir an uzanıp başından öpmemek için kendini zor tuttu.
“o mahlasın ne olduğunu bulacağımı biliyorsun değil mi?”
“hayatta bulamazsın,” dedi Neva. Kendinden çok emin gözüküyordu. Sinan sandalyesinde ona döndü. “Madem bulamayacağımdan bu kadar eminsin o zaman birkaç ipucu vermekten korkmazsın.”
“ne yapmaya çalıştığının farkındayım,” diye karşılık verdi Neva. Aslında oldukça eğleniyordu, “ama ağzımdan laf alamazsın.”
“emin misin?” diye soran Sinan’ın ses tonunda Neva’yı utandıran bir tını vardı. Kafasını çevirip “hı-hı,” diye mırıldandı sadece.
“bence,” diye devam etti Sinan “bu mahlas senin sakladığın bir sırla ilgili.”
Neva hayret ifadesiyle ona tekrar baktığında Sinan doğru yolda olduğun anladı. Yüzüne zafer kazanmış bir ifade yerleşirken “seni utandıran bir sır,” dedi usulca.
Genç kadın boynunu esnetir gibi yapıp boğazını temizledi ve yüzündeki hayret ifadesini düzeltip “ne kadar tahmin etmeye çalışırsan çalış asla bulamazsın,” diye tekrar etti.
Kahvaltıya devam ederlerken Neva konuyu kapatıp başka şeylerden bahsetmeye başladı. Mesela bu hafta sonu kocasının kardeşleri evlerine davetliydi. Onları ilk defa ağırlayacak olmanın heyecanı vardı içinde.
Sofrayı toplarken Sinan birden “Nâre?” diye sordu. Neva ona bakıp “hayır,” dedi ve ekledi, “neden Nâre olsun ki?”
Kocası ona “sen aynada kendine hiç bakıyor musun?” diye sordu şakayla. Neva duraklayınca Sinan onun elinden tutup antredeki portmantonun aynasına götürdü. Arkasına geçip kollarından tutarken aynadaki yansımalarından birbirlerinin gözlerinin içine bakakaldılar.
“bence çok mantıklı,” diye fısıldadı Sinan “ateş gibi demek ya.”
“a-anladım,”
Sinan, karısının utanmasını izlerken kalbinde ona biriken duyguların yoğunluğu kendisini de şaşırttı. İlk görüşte değil ama her görüşte biraz daha benimsemiş, sevmeye başlamıştı onu. Şimdi güzel dudaklarından çıkacak tek bir kelimeyi duymak için can atıyordu. Ona ‘evet’ desin istiyordu. Tam anlamıyla onun kocası olmak, onunla bir sırrı paylaşmak ona yoldaş olmak istiyordu. Usulca onu kendine döndürdüğünde ürkütmekten korkar gibi parmaklarıyla çenesini tutup başını kaldırdı. Ela rengi gözlerinin içinde de kahverengi çiller vardı sanki. Bir kafes gibi gözlerini çevreleyen kirpiklerini kırpıştırıp ona bakarken Sinan ne diyeceğini bile unutuyordu.
Bu duygunun yabancısıydı Sinan. Ondan önce yaşadığı şey her ne ise bunun yakınından bile geçemezdi. Neva buradayken tam da kollarının arasındayken her şey o kadar doğru ve güzel hissettiriyordu ki; ona bakarken, ona dokunurken hâlâ aralarında bir sınır olması canını acıtıyordu.
“ama yine yanıldım değil mi?”
“biraz,” dedi Neva nefes almayı unutmuş gibi. Sinan onu istemeden bıraktığında Neva ufacık bir adım atıp geriledi. Yine aklı mantığı kaybolmuş onun çekim alanına girmişti. Kocasının yeniden hayata dönmüş yakışıklı yüzüne bakarken kendini unutmuştu. Sanki içinde beşeri aşka dair her ne varsa hepsi Sinan’dan ibaretti.
“Neva,” dedi kocası içinde pek çok çağrı barındıran bir tonda. Neva ona baktı. Ruhunun kolları ona uzanıyor, ona kavuşmak için can atıyordu ama bir şey, henüz çözemediği bir şey onu bunu yapmaktan alıkoyuyordu.
“efendim,”
“düşündüm de sen ve ben hiç dışarı çıkıp bir şeyler yapamadık henüz.”
“ama çıktık,” dedi Neva biraz saf bir ifadeyle. Nitekim Sinan ona gülümseyince kocasının ne demek istediğini anladı. Yine utanıp dudaklarını kapatırken Sinan kendini tutamayıp onun yüzünü iki eliyle nazikçe kavrayıp alnından öptü. Bir an ikisi de öylece kalakaldılar.
“aramızdaki bu mesafe benim canımı acıtıyor Neva,” diye itiraf etti. Genç kadın ne diyeceğini bilemez halde ona bakmaya devam ediyordu.
“akşam birlikte dışarı çıkalım mı?” diye sordu Sinan “baş başa.”
“ama Ömer-“ diyecek oldu Neva ama Sinan “birkaç saatliğine anneannesi seve seve bakar,” dedi ve ekledi, “merak etme çok oyalanmadan geri döneceğiz zaten. Benim de ondan ayrı kalmaya çok tahammülüm yok.”
“peki o zaman,” dedi Neva. Sinan memnun bir tebessümle onu bıraktığında “ben mutfağı toplarım, sen işlerinle ilgilen,” deyip kaçar gibi gitti. Elleri titriyordu. Kendine gelmesi bir saatten uzun sürdü.
Bütün gün kendine yapılacak bir sürü iş buldu- ki hafta sonu misafiri geleceği için yapılacak pek çok iş vardı.
Ne ara akşam olduğunu anlamadığından telaşla odasına çıkıp hazırlanmaya başladı. Ömer, Sinan’la birlikteydi. Hatta artık kıskanmaya başlayacağı kadar çok birlikteydiler.
Neva ise ne giyeceğini düşünürken dolabın önünde kalakalmıştı. Sonunda bol paça siyah bir pantolonun üstüne koyu yeşil, kolları fırfırlı dizine kadar gelen bir tunik giydi. Başına siyah yeşil desenli bir şal bağlayıp yine siyah kaşe paltosunu da giyince hazırdı. Dışarı çıktığında Sinan da hazırlanmış onu bekliyordu.
Deri montunun fermuarını çekmiş, kucağında Ömer elinde çantası ona bakıp “ne güzel olmuşsun,” dedi gülümseyerek. Neva üstüne bakıp “orta karar bir şeyler giyeyim dedim,” diye açıklama yaptı.
Birlikte evden çıktıklarında Sinan’ın yine taksi çağırdığını görünce ona baktı ama Sinan omuz silkip “çağırdım bile bana öyle bakma,” dedi. Neva boynu bükük Kartalına bakıp başını salladı.
Tam taksiye binecekleri sırada Zeynep’in karşıdan yorgun bir halde geldiğini gördüler. Sinan “tüh,” diye fısıldadı karısına “yedi sülalemiz dışarı çıktığımızı bilecek şimdi.”
“Sinan,” dedi Neva gülmemek için kendini tutmaya çalışıp. Zeynep yanlarına geldiğinde “maşallah,” dedi yorgun bir tebessümle “gezmeye mi?”
“evet,” dedi Sinan ona kolunu atıp kendine çekerken “sen nereden geliyorsun?”
“kütüphaneden,” dedi Zeynep “malum sınav vakti.”
“oy kıyamam ben sana,”
“hadi oradan,” dedi Zeynep ama çoktan başını amcasının göğsüne yaslamıştı, “sen de onlardansın artık.”
“onlardan mı?”
“akademik kadro!”
Neva içlerinde en taze mezun olduğunda anlayışla kolunu sıvazlayıp “bitecek kuzum,” dedi ve ekledi “bir bakmışsın törende kep fırlatıyorsun.”
“ay inşallah yenge ya!” diyen Zeynep’in sesi hayattan bıkmış gibi geliyordu, “hadi sizi tutmayayım daha fazla, iyi gezmeler.”
Ömer’in başına hızlı bir öpücük kondurup evine doğru giden genç kız onlara el salladı. Karı koca taksiye binip önce Ömer’i Mehlika Hanım’a emanet ettiler. Kadın yüzünde büyük bir gülümseme ile “size iyi gezmeler,” dedi, “aklınız bizde kalmasın hiç.”
Baş başa kaldıklarında Neva “nereye gidiyoruz?” diye sordu sonunda.
“önce bir yemek yiyelim, sonra da yürüyüş yapalım ben seninle konuşmak, muhabbet etmek istiyorum.”
Sinan’ın sesindeki şefkat Neva’nın teninde gezinirken yüzüne bir tebessüm yerleşmişti bile. Başını bir kere sallayıp “tamam,” dedi memnuniyetle.
Gittikleri yer temiz, sakin bir restorandı. Yemek boyunca Sinan, Neva’ya sorular sorup durdu. Bir ara konu yine çocukluklarından açıldığında Sinan gayri ihtiyari “senin hafızan bu noktada benden çok daha kuvvetli,” diye kabul etmek zorunda kaldı, “benim unuttuğum küçük detayları bile hatırlıyorsun. Benim için çocukluğumun bayramlarını hatırlamak bir tabak bayram tatlısı yemek gibi ama sen çok fazla şey hatırlıyorsun.”
“öyle mi?” dedi Neva suçlu gibi bakışlarını kaçırıp “farkında değilim,” diye mırıldandı. Sinan neden rahatsız olduğunu anlayamadı o an ama Neva’nın hafızası da kuvvetli sayılmazdı. O sadece Sinan’la ilgili şeyleri hatırlıyordu o kadar.
“neden edebiyat okumak istedin?” diye sordu Sinan meseleyi şimdilik kurcalamamaya karar vermişti.
“hiçbir zaman sosyal ortamlara çok ayak uydurabilen biri olamadım,” Neva anlatırken önündeki tabağın kenarıyla oynuyordu. “arkadaş edinmek konusunda da iyi biri sayılmam. Bu yüzden kitapların dünyasına sığındım. Lisedeki edebiyat öğretmenimin yönlendirmesiyle de edebiyat okumaya karar verdim. Aslında mezuniyetten sonra öğretmenlik için sınavlara çalışmak istiyordum ama-“
Neva bu noktada duraklayınca Sinan “evlenmeye karar verdiniz,” diye onu tamamladı. Neva başını salladı.
“madem öğretmen olmak istiyordun neden mezun olur olmaz evlendin? Bildiğim kadarıyla Arif’le görücü usulü tanışmışsınız.”
“doğru,” diye onayladı onu Neva “mezuniyetime bir ay kala görüşmeyi kabul etmiştim. Sonra-“
Neva sonrasını nasıl anlatabilirdi ki! Sinan’ın Lily ile birlikteliğini öğrendikten sonra yaşadığı hayal kırıklığını ona nasıl anlatabilirdi? Sinan’a tam anlamıyla dürüst olmadan, ona olan aşkını itiraf etmeden Neva ona kendini ne kadar anlatırsa anlatsın Sinan onu tam anlamıyla tanıyamaz, anlayamazdı.
“sonra da evlenmeye karar verdik,” diye tamamladı Neva cümlesini. Sinan hissettiği kıskançlığı yatıştırmaya çalışıp “yani tanışıp evlenmeniz altı aylık bir süreç bile değil,” dedi.
“çok hızlı oldu her şey ama Arif’ten emin olduğumda kendi kendime dedim ki; evli kadınlar da sınavlara çalışıp kazanıyorlar. Evlendikten sonra evde durmak zorunda değilsin. Zamanla kendimi tanıdıkça öğretmenliğin bana göre olmadığını düşünmeye başladım. Zaten iki ay sonra da hamile olduğumu öğrendim.”
Neva yine gözlerini kaçırınca Sinan “senin açından her şey çok hızlı yaşanmış ve bitmiş,” dedi. Neva’ya ve anlattıklarına o kadar yoğunlaşmıştı ki yemeğinin sonunu yemeyi unutmuştu.
“bir an mezuniyet törenindeydim, bir an nikah masasında bir an sonra kucağımda Ömer vardı sonrasında ise-“ Neva o zamanları hatırlayınca gözlerinin dolmasını engelleyememişti. Bir tarafı hala Arif’in ölümünü, onun o güzel kalbinin, temiz ruhunun artık yaşamadığını bu dünyada olmadığını kabullenememişti.
“sonrasında ise cenazedeydim,” diye fısıldarcasına konuştu Neva “insanlar bana baş sağlığı diliyor, Ömer’e bakıp acıyorlardı. Ama en çok da benim canım acıyordu. Ömer’e baktığımda babasını hiç tanıyamayacak olmasının acısını da çekiyordum. Baba kokusunu bilemeyecek, babanın gölgesinin o huzur veren güvenliğini hiç tadamayacaktı. Arif onu ‘göz aydınlığım’ diye severdi. Birlikte kısacık bir zaman geçirdik biz. Hiç kırmadan, yormadan, incitmeden rüzgar gibi geçip giden bir zaman. Sonrasında fırtınada tek başıma kalakaldım.”
“tek başına değilsin,” dedi Sinan hem Neva’yı dalıp gittiği o hatıralardan çıkartmak hem de kendini hatırlatmak ister gibi biraz hiddetli çıkmıştı sesi. Karısı ona odaklandığında gözlerinde bir gölge gibi kaçıp saklanan bir ifade gördü o an. Sanki ona söylemek istediği çok şey vardı da bir türlü söyleyemiyordu.
“değil miyim?” diye sordu Neva emin olmak ister gibi. Sinan başını salladı.
“ben varım artık Neva,” dedi “Ömer’in- onun öz babası değilim biliyorum ama inan tüm kalbimle -ben- onu bağrıma bastım. Beni baba bilecek, onu birlikte büyüteceğiz. Babasızlığın yüreğini incitmesine izin vermeyeceğim.”
“Ömer de sana çok bağlandı,” diye kabul etti Neva. Sinan “peki ya sen?” diye sordu kendini tutamayıp “biliyorum zaman istedin, ben de sana bu zamanı vermeye çalışıyorum ama kalbinde ne olduğunu bilmeyi o kadar çok isterdim ki.”
“Sinan-“
“bana güzel bir şey söyle,” dedi Sinan “umutlu bir şey.”
Genç kadın kocasının ona yalvarırcasına bakan gözlerinde kaybolurken “iyi ki yanımdasın,” diyebildi.
Sinan’ın yüzü aydınlandı sanki. Tebessümü büyürken “sen de iyi ki yanımdasın,” diye karşılık verdi hemen.
“senden zaman isterken niyetim seni kırmak değildi Sinan,” diye kendini açıklamaya çalıştı Neva “biz- biz seninle evlendik. Sanma ki ben seni –“ Neva utansa da cümlesinin devamını getirmek için kendini zorladı, “seni kocam olarak kabul etmedim. Sen benim kocamsın artık. Bunu biliyorum ve imam nikahımız kıyılırken de gönül rızası ile oturdum yanına.”
“ama resmi nikahımız kıyılırken,” dedi Sinan. Yüzünde hatırladığı şey fiziksel bir acı gibi canını yakıyormuş gibi bir ifade vardı, “bir an vaz geçmeyi düşündün değil mi?”
Soru aniden gelmişti ama Neva hiç beklemeden başını salladı, “bir an her şey bana çok yanlış gelmişti.”
“belki de öyleydi,” diye katıldı ona Sinan “ama sonra evet dedin.”
“dedim,” Neva karşısında oturan adamın yüzünü sevmemek için kendini tutup elini çenesinin altına dayadı, “sen bana öyle söyledin çünkü.”
“vazgeçmek üzere olduğunu anlamıştım,” Sinan da tıpkı onun gibi elini çenesinin altına koyup anlatmaya devam etti, “eğer o masadan kalksaydın Neva ben bunu kaldıramayabilirdim.”
“neden?”
“çünkü yaralı bir adamdım. Belki hala öyleyim. Ve sen de çok güzeldin.”
“berbat haldeydim,” diye itiraz etti Neva
“hayır, çok güzeldin- güzelsin ve ben yanında öyle eğreti duruyordum ki- eğer o an vazgeçseydin gururum çok kırılacaktı.”
“vazgeçmedim ama” dedi karısı. Sinan “şükürler olsun ki vazgeçmedin,” diye onayladı onu içtenlikle. Birlikte aynı sabahlara uyanmanın hayalini kurduğu kadın karşısında ona böyle bakarken sabretmek çok zordu. İkisi de birbirine dalıp gittiğinde ilk toparlanan Neva oldu. Zaman ne çabuk geçip gitmişti. Saatine bakıp “hadi geri dönelim artık,” dedi, “Ömer huysuzlanmaya başlamadan gidip onu alalım.”
“tamam,” dedi Sinan. Kalkıp hesabı ödemeye giderken Neva da paltosunu giydi. Sinan’ın sandalyenin arkasına astığı deri montunu alıp koluna astı. Kasada yanına geldiğinde bir an tereddüt etse de montu ona giymesi için tuttu. Sinan kollarını geçirirken “ben giyerdim,” dedi ama fazlasıyla mutlu olmuştu. Çocukluğunun en net hatıralarından biri de annesinin, babasını dışarı yollarken kapı önünde ona kabanını giydirdiği anlardı. Babası kabanı giyip annesine döner sonra da alnından öpüp “Allah’a emanet ol Elife’m,” deyip öyle giderdi gideceği yere. Sinan çoğu zaman onları gizli saklı izler ve onların birbirlerini seviyor olmalarının verdiği o sıcacık duygunun tadını çıkarırdı.
Tekrar dışarı çıkıp yürümeye başladıklarında Sinan “elini tutabilir miyim?” diye sordu ona. Neva başını iki yana sallayınca Sinan’ın yüzü asıldı. Genç kadın tebessüm edip kocasının koluna girdi ve iki eliyle kolunu kavrayıp “böyle yürüsek?” diye sordu. Sinan’ın tebessümü hemen geri gelmişti bile.
“olur tabi,” dedi içtenlikle.
Yol boyu birlikte konuşup güldüler. Sanki yol kısalmış gibi kısacık bir sürede evin önüne geldiklerinde ikisi de şaşırdı. Yüzleri parlarken Ömer’i geri aldılar.
Mehlika Hanım onları gönderirken biraz çekingen olan tebessümlerinin kocaman gülücüklere döndüğünü görünce gönül rahatlığıyla teslim etti torununu onlara ve “ne zaman isterseniz Ömer’i bana bırakabilirsiniz,” diye eklemeyi unutmadı.
Ömer üşümesin diye yolun geri kalanı için bir taksi çağırmışlardı bile. Taksiye atlayıp evlerine geri döndüklerinde Ömer çoktan uyumuştu.
Onu yatırdıktan sonra yine antrede baş başa kaldılar. Sinan “her şey için çok teşekkür ederim,” dedi, “vakit nasıl geçti anlamadım.”
“ben de,” Neva elleri cebinde karşısında duran kocasının kıvırcık saçlarına baktı. Bir tutamı alnına dökülmüştü. Sakallarını düzenli olarak kısaltıyordu. Neva sol çenesinin oradaki yara izinin ona nasıl acı verdiğini düşündükçe içi çekilir gibi oluyordu. Aylarca pişmanlık içinde yatıp iyileşmeyi beklemenin ona verdiği acıyı tahmin edemiyordu bile.
“o kadar kötü mü gözüküyor?” diye soran kocasının sesini duyduğunda yara izine gözlerini dikip baktığını fark etti. Hemen gözlerinin içine bakıp “çok acıdı mı?” diye sordu.
“acıdı,” diye fısıldadı Sinan yutkunup. Bazı geceler hala daha uykusundan yüzüne çarpan o motor parçasının ona doğru uçmasıyla fırlıyordu. Bacakları bazen o günleri hatırlatırcasına sızlıyordu.
Neva yara izine uzanıp bir an tereddüt etti ancak sonra parmak uçlarıyla yara izinin olduğu pütürlü tene dokunduğunda Sinan’ın titrediğini görünce okşar gibi çenesini tutup “geçti artık,” diye mırıldandı “artık canın acımıyor.”
Sinan ona yaklaşıp çenesindeki elini tuttu ve öptü. Kalp atışlarını yine uçuşa geçiren bu hareket karşısında hızlıca elini çekip “iyi geceler,” dedi ve yatak odasına girip kapıyı kapattı. Sinan bir müddet yüzüne kapanan kapıya baktı. Neva’yı ona evet demekten alıkoyan şey ne ise ona öfkeyle dolduğunu hissetti. Kendini dizginleyip çatı katına çıkarken bir an gözleri çalışma odasının kapısına takıldı. Neva’nın bilgisayarı oradaydı. Elbette bir şifresi olmalıydı ama Sinan lise dönemlerinde şifre kırmanın çok etkili yöntemlerini öğrenmişti. Aklına gelen delice şeyi yapmamak için kendini zor tutup odasına çıktı ancak bütün gece hiç uyuyamadı.
Onunla birlikte uyku tutmayan diğer kişi ise Neva’ydı. Bütün gece içindeki ikilemle boğuşup durdu. Bir yanı Sinan’ın yanına gitmek isterken onu tutan diğer ses bunu yapmasını engelledi. Sinan’ı seviyordu ama bu sevgi ona çok büyük bedeller ödetmişti. Ona gitmek, ona ait olmak ya daha büyük bedeller ödemesini gerektirirse ne yapardı?
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın
hepiniz Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |