104. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 17. BÖLÜM

17. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

cümleten merhabalar

ve elbette keyifli okumalar :)

 

BÖLÜM

Kalbe saplanan mızrak, ok

Ertesi sabah Sinan uykusuz geçirdiği gecenin ardından gün aydınlanır aydınlanmaz hazırlanıp dışarı attı kendini. Önce uzunca bir süre yürüdü. Deniz kenarına geldiğinde banklardan birine oturup işe, okula, hastaneye, bankaya ya da artık her nereye gidiyorlarsa oraya yetişmeye çalışan insanların telaşını izledi. Sonra yeni doğan güneşin parlattığı denize baktı uzunca. Kendi içinin yansımasını gördü. Derin, dipsiz bir uçuruma bakıyordu sanki.

Neva bir başkasını seviyordu. Hatta ona bağlanmıştı. Sinan bununla nasıl mücadele edebilirdi ki! Kendini ihanete uğramış gibi hissetmekten alamıyordu. Bu yönüyle de halini Oğuzhan abisine benzetmişti. Onun adını anmaya bile değmeyecek bir kadın tarafından aldatıldığı ortaya çıktığında yaşadığı çöküntüyü hala hatırlıyordu. Onlardan nasıl uzaklaştığını kendini toparlayabilmek için oradan oraya savrulduğu dönemleri hatırlıyordu. Şimdi Sinan gerçekten aldatılmadığı halde abisini anlıyordu ilk defa.

Gerçi Sinan sevmeye dair pek çok şeyi anlamaya başlamıştı artık. Ondan büyük kardeşlerinin sevda uğruna çektikleri acıları, sınanmalarını, bekleyişlerini anlıyordu artık. Kalbe sirayet eden bu kuvvetli duygu karşısında insanda her türlü çılgınlığı yapacak bir delilik de uyanıyordu aynı zamanda.

Sinan şimdi Neva için o herifi bulup önüne de atabilirdi, bulup bir güzel dövüp bir karanlığa da hapsedebilirdi. İçinden ne çıkacağını kestiremiyordu. Sevmeyi anlamak onu yaşamaya yetmiyordu maalesef.

İçi öyle sıkıntılıydı ki kendini annesinin kapısında buluvermişti. Zili çaldığında onu Yağmur abla karşıladı.

“hoş geldiniz,” dedi kadın onu içeri alırken. Sinan tebessüm etmeye çalışıp “annemler nerede?” diye sordu.

“kahvaltı yapıyorlar.”

Sinan saatine baktığında henüz daha 11 bile olmadığını görünce şaşırdı. Başını sallayıp salona gitti. Yemek masasının bir ucunda kahvaltı yapan Elife Hanım’ın ve Yusuf Bey’in yüzleri oğullarının geldiğini görünce parladı. Sinan onların elinden öpüp sıkıca sarıldı. İkisi de canının sıkkın olduğunu anlamışlardı hemen.

“ay bu ne güzel sürpriz böyle,” diye karşıladı onu annesi “kızımla torunum nerede?”

“onlar yok,” dedi Sinan, Yağmur abla ona da çay doldururken “ben tek geldim.”

“bir yaramazlık yok değil mi oğlum?” diye sordu babası. Sinan bakışlarını kaçırmamak için uğraşıp başını iki yana salladı.

“buralarda bir işim vardı, gelmişken yanınıza uğramak istedim.”

“iyi yapmışsın iki gözüm,” diye karşılık verdi annesi şefkatle. Sinan onun elini tutup yine öpünce Elife Hanım onun saçlarını okşayıp “biz de bu hafta sonu hepinizi bizde toplayalım diyorduk. Uzun zaman oldu bir araya gelmeyeli.”

“sen nasıl istersen anacığım,” dedi Sinan. Yusuf Bey oğlunun sıkıntısının bir şekilde gönül işi olduğunu bildiğinden “Neva kızım nasıl?” diye sordu.

“iyi,” diye cevap verdi Sinan hemen “ikisi de çok iyi.”

“sen nasılsın oğlum?” diye sordu Elife Hanım “son muayene nasıl geçti? Doktor ne dedi?”

“gayet iyiyim Sultan’ım,” dedi Sinan onun içini rahatlatmak için “düzenli egzersizlerime devam ediyorum. Doktor çok iyi konuştu. Diğer ilaçları da bıraktım artık. Kullanmıyorum. Gönlümün tek şifası Kur’an okumak artık.”

“maşallah,” dedi annesi gözleri dolu dolu “rabbim daim etsin.”

“amin,” dedi babası da. İçleri rahatlamıştı. Sinan’ın sıkıntısı kalbindeydi. Kaldıramayacağını düşündüğü bir sır yüklenmişti. İçten içe biliyordu ki bu şekilde yaşayamazdı. Neva’nın o satırları bir başkası için yazdığını bilmek ona ağır gelmişti.

“ben biraz yukarıya çıkıp yatmak istiyorum,” diyerek konuyu kapattı Sinan “sabahtan beri dışarıdayım da biraz yoruldum.”

“bir şey yemedin ama” dedi Elife Hanım.

“simit yedim bir tane kesti beni,” Sinan masadan kalkıp giderken karı koca onu izledi. Elife Hanım “Yusuf,” diye başladı hemen, “belli bir şey olmuş, canı sıkkın.”

“gördüm Elife’m,” adam giden oğlunun peşinden bakıp sakallarını sıvazladı, “gönül meselesi zannımca.”

“bana da öyle geldi,”

Elife Hanım iç çekip “Neva’yı mı arasam acaba?” diye sordu kocasına. Yusuf Kaya, başını iki yana sallayıp “karışmayalım,” diye karşılık verdi, “belli ki bizim oğlanın yüreği yanmış, bırak kendi aralarında halletsinler.”

“bazen hata mı ettim diyorum kendi kendime,” dedi Elife Hanım “kalbimin sesini dinledim. Neva’yı o kadar uzun zamandır Sinan için istemiştim ki, başına gelenleri duyunca hiç düşünmeden evlendirdim onları.”

“sen doğru bir iş yaptın hatunum,” dedi Yusuf Bey “güzel kalbin sızlamasın. Hem sadece sen değil ben de istedim bu işi. İçimden bir ses Neva’nın Sinan’a iyi geleceğini söyledi. Ama Allah biliyor ya aynı şeyi Neva için de istedim. Oğlum da o kalbi kırık kızcağıza iyi gelsin istedim. Birbirlerine yoldaş olsunlar istedim.”

Karı kocanın konuşmalarını dinleyen Sinan sırtını yasladığı duvarda bir müddet öylece karşıya baktı. Halini onlara nasıl anlatabilirdi ki? Neva’nın kalbinde bir başkası için yanan ateşin Sinan’ın can evine sıçradığını nasıl söyleyebilirdi.

Mecbur eski odasına çıkıp kendini yatağına attı. Cenin pozisyonunda kucağına bir yastık alıp gözlerini kapadı. Yorgun hissediyordu. Çok yorgun…

Neva, Ömer’i annesine bırakırken yüzündeki sıkıntılı ifadeyi hemen fark eden Mehlika Hanım “kızım,” dedi “hayırdır ne bu hal?”

“yok bir şey anne,” Neva gülümsemeye çalıştı. “Allah’ın izniyle kolaylığa çıkacağım bir zorluğun içinden geçiyorum ama merak etme ben her şeyi düzelteceğim.”

“kızım beni korkutma neler oluyor?”

Neva o an içinde bahar çiçekleri açtıran itirafı annesiyle paylaştı. Annesinin yüzünü sevip iki yanağından öptükten sonra “anne,” diye fısıldadı, “Sinan beni seviyor.”

Mehlika Hanım kızının gözlerindeki parlak sevinci görünce gülümseyip “ah benim saf kızım,” dedi sevgiyle “daha yeni mi anladın kocanın seni sevdiğini.”

Neva utansa da “nasıl yani?” diye sordu.

“ben daha ikiniz şu kapıdan girdiğiniz anda anlamıştım onun seni sevdiğini,” diye fısıldadı kadın da ve ekledi “tıpkı senin yıllarca onu uzak bir köşeden sessiz sedasız sevdiğini anladığım, bildiğim gibi.”

Genç kadının gözleri annesinin sözleri karşında irileşirken Mehlika Birsel “baban bu evliliğe rıza göstermemişti ilk başta,” diye anlatmaya başladı, “hatta Yusuf abiye gidip bu işin olmasını istemediğini bile söyledi.”

“biliyorum,” dedi Neva şaşkınlığını gizlemeye çalışırken “ama sen nasıl-“

“seni ben doğurdum,” dedi kadın “elbette bilirim. Babanı da bu nikahın kıyılması için ben ikna ettim.”

Neva gözleri dolu dolu annesine sarıldı. Sırrını tek başına taşıdığını sanmıştı bunca zaman ama annesinden kaçamamıştı belli ki.

“Arif sana talip olduğu zaman Sinan’ın artık tamamen gittiğini kabul etmen gerektiğini düşündüğüm için destekledim bu evliliği. Rahmetlinin güzel yüreğinin seni sarıp sarmalayacağına inandım. Öyle de oldu. Ama Allah’ın takdiri başkaymış kızım. Görüyorum ki bunu kabullenmekte zorlanıyorsun.”

“anne, ben Arif’i kurban etmiş gibi hissediyorum. Sanki Sinan bana gelsin diye öyle şiddetli bir dilekte bulunmuşum ki-“

“deme böyle,” diye araya girdi kadın hemen “Allah’ın takdirine kendi nefsini karıştırma. Kimin doğacağı, kimin öleceği bizim elimizde olan bir şey değildir. Arif oğlumun ömrü sen hayatında olsan da olmasan da orada o saatte nihayete erecekmiş.” Mehlika Hanım şefkatle kızının yüzünü tutup yaşlar süzülen gözlerine bakarak “hem,” diye devam etti “nasıl Arif’in kurban olduğunu düşünürsün? Ömer’e baksana güzel yavrum. Rabbim Arif’in soyundan onu yaratmak dilemiş bu güzel evladı da sana emanet etmiş. Sana ve Sinan’a.”

Neva gözyaşlarını silip annesinin ellerinden tuttu. Gönlüne şifa gibi gelen bu sözlerden sonra minnetle gülümseyip “sağ ol anne,” diye fısıldadı “sen iyi ki benim annemsin. İyi ki varsın.”

“sen de iyi ki benim kızımsın,” diye karşılık verdi kadın. O da ağlamaya başlamıştı, “mutlu ol artık kızım, korkmayı, saklanmayı değil mutlu olmayı, sevdiğin adamın elini tutmayı seç. Kendine bunu çok görme, Sinan’ı olduğu gibi kabul et. Geçmişin hesabını gütme artık. Git ona kalbinden ne geçiyorsa söyle.”

Neva annesine sıkıca sarılıp iki yanağından öptü ve “Ömer sana emanet, benim Arif’le konuşmam lazım. Ona halimi anlatıp izin isteyeceğim. Sonra da kocamla konuşmam gereken şeyler var,” diyerek koşar gibi giderken Mehlika Hanım kalbinde ince bir hüzün yüzünde kocaman bir tebessümle kızının mutluluğa doğru gidişini izledi.

 

Neva mezarlığa Arif’in ona getirdiği gibi bir adet gül ile gitmişti. Onun mezarının üstüne gülü bırakıp ellerini açtı ve fatiha okudu. Mezarın kenarına oturup taşı okşadı.

“ben geldim,” dedi usulca “senden izin istemek için geldim. Arif-“ diye başladı ama bir an durdu. Derin bir nefes alıp içinden nasıl geliyorsa öyle konuşmaya başladı.

“ben onu sevdiğimde çocuktum daha. Hani bebekler anne baba nedir sorsan söyleyemezler ama anne baba kimdir hemen bilirler ya. Onun gibi işte. Sorsan aşk nedir söyleyemezdim ama onu işaret ederdim. Yine de hiç böyle olacağını düşünmemiştim. Bir şeyin hayalini kurmakla onu yaşamak arasında dağlar kadar fark olur derlerdi. Kader Sinan’ı bana getirdiğinden beri çektiğim acıyı bir ben bilirim bir de Allah. Seni can-ı gönülden kocam olarak kabul etmiştim. Lütfen inan bana. İçimde ona karşı ne varsa hepsini gömmüştüm. Ama sonra ne olduğunu anlamadan kendimi onun karısı olarak buldum. İlk başlarda ikimiz de aynı evin içinde dolaşan meyyit gibiydik. Oğlumuz bizi bir araya getirdi ilk defa, sonra onun için ikimiz de daha sıkı sarıldık hayata. O iyileşti, ben de acımı yaşadım, kabullendim. Sonra bir gün bana elini uzattı Arif.”

Neva bu noktada yine ağlamaya başlamıştı “ve ben o eli tutmak istiyorum,” hıçkırıklarını zapt etmeye çalışıp devam etti, “onu seviyorum Arif. Lütfen izin ver bana. Lütfen. Kalbimde yerin her zaman daim olacak. Hep hatırlayacağım seni, birlikte yaşadığımız o kısa ama güzel hayatı hep hatırlayacağım. Ama şimdi gitmeme izin ver ne olur.”

Genç kadın bir müddet mezarlığın ibret veren sessizliğinde göçüp gitmiş eski kocasının mezarında oturmaya devam etti. Kuşların ötüşü çınlıyordu kalbinde. Mezarlığın etrafını çevreleyen uzun heybetli ağaçlar ölümün bir son değil de sonsuzluğa açılan bir kapı olduğunu hatırlatıyordu adeta. Nihayetinde kalbinde bir hafiflik hissettiğinde tebessüm edip “Allah’a emanet ol,” dedi ve ekledi, “Ömer’imiz çok iyi merak etme.”

….

Sinan gözlerini açtığında uyuyakaldığı için kendine şaşırdı. Üstüne bir yorgan örtülmüştü. O yorganı kenara atıp kalktı. Saatine baktığında ikindi vaktinin girdiğini görünce “akşama evde olmam lazım,” dedi sadece. Neva onunla akşam konuşacağını söylemişti. Yorganı katlayıp yatağın kenarına bırakırken gözü çalışma masasındaki eski not defterine takıldı. Lisedeyken kullandığı kırmızı defteri açıp karıştırdı. Ders programları, sınav takvimi, formüller yazılıydı. Tam yerine geri koyacaktı ki son sayfadaki bir notu gördü.

Sinan isminin anlamı: mızrak, ok anlamına gelir. Güçlü bir doğayı temsil eder.

İsminin anlamını okuyunca Neva’nın yazdıkları doluştu zihnine aniden. Kalbime saplanan mızrak, ok diye bahsetmişti hep o adamdan. Bir ipucunu çözdüğünde geri kalanları da çorap söküğü gibi gelirdi ya Sinan da aynı şeyi yaşadı o an. Dün gece Neva’ya aşkını itiraf ettiğinde idrak edemediği şey gözlerinde gördüğü sevinçti. Neva bu itiraf karşısında sevinmişti. Sonra Neva çocukluk anılarından bahsederken hep Sinan’ın ne yaptığını anlatmıştı ona. Cümleleri hep şöyle başlamıştı: Hatırlıyor musun biz çocukken bir bayramda sen… ya da hatırlıyor musun biz çocukken bir akrabanın düğününde sen… sonrasında da hep Sinan’ı anlatmıştı Sinan’a.

“İsmail abimin düğünü,” dedi kendi kendine. Bir yandan düğün hakkında karısının yazdıklarını düşünüyordu, “geleceğimden kimsenin haberi yoktu. Sürpriz yapmıştık.”

Sinan odanın içinde volta atmaya başladığında “olabilir mi?” diye sordu kendine. Kalbi tekrardan canlanmıştı sanki.

“ben olabilir miyim?”

Bu ihtimal bile Sinan’ın harekete geçmesi için yeterliydi. Koşar gibi merdivenleri inip aceleyle babasının elinden öptü. Annesine sarılırken “ben gidiyorum,” diye haber verdi coşkuyla ve ekledi, “karımı bulmam lazım.”

Arkasında şaşkın ama eğlenmiş anne babasını bırakan Sinan bir taksi bulup eve dönerken telefonuna baktı. Neva’dan bir mesaj geldiğini görünce hemen açıp baktı.

“ne zaman geleceksin?” diye sormuştu karısı

“yoldayım, geliyorum,” yazıp gönderdi hemen.

“tamam, seni bekliyorum.”

Eve vardığında bahçe kapısını açıp içeri girer girmez evin kapısı da açıldı. Neva gerçekten onu bekliyordu. Üzerinde ona çok yakışan kırmızı bir elbise vardı. Saçlarını açmış iki omzundan aşağı serbest bırakmıştı.

“hoş geldin,” dedi kalbi hızla çarparken. Sinan kapı eşiğinde onun tam karşısında durup “hoş buldum,” diye karşılık verdi. Birlikte içeri girip kapıyı kapattılar.

“salonda konuşalım mı?” dedi Neva.

“olur,”

Sinan “Ömer nerede?” diye sordu.

“anneme bıraktım,” diye cevapladı Neva ve tıpkı kocasının ona imam nikahları kıyıldıkları günün gecesinde yaptığı gibi ellerini uzattı. Sinan onun ellerini tutunca aralarında kalan bir adımlık mesafeyi de kapatıp bir arada duran ellerine baktı. Sinan ise dikkatle onu izliyordu. Sanki ondan gelecek müjdeyi bekler gibiydi.

“öncelikle,” dedi Neva “benden habersiz bilgisayarımı açıp özelimi karıştırdığın için çok kızgınım.”

Kocasına baktığında Sinan’ın suçunu bilir gibi başını sallamasını izledi. Tebessüm etmemek için kendini tutup “kendini affettirmek için çok çabalaman lazım baştan söyleyeyim de arada kaynayıp gitmesin.”

“özür dilerim,” dedi Sinan hemen. Neva başını salladı. Sonra cesaretini toplayıp “duygularımı yazmak benim için onları dile getirmekten daha kolay oldu her zaman,” diye devam etti, “ama bugün konuşmam gerektiğinin farkındayım. Sana beni Saye yapan aşkı anlatmalı, onun kime ait olduğunu söylemeliyim.”

“söyle Neva,” dedi Sinan sadece. İçinde kıpırdanan pamuk ipliğine bağlı küçücük bir umuttu. Karısının aşkının kendisine ait olması için yalvaran küçücük bir umut.

Neva ellerini kocasının yüzüne koyup parmaklarının ucunda yükseldi ve yaralı çenesinin üstüne tüy kadar hafif bir öpücük kondurduktan sonra “sensin,” diye fısıldadı sonunda “çocukluğumdan beri sevdiğim, yandığım, sevdalandığım kişi sensin.”

Artık heyecandan nefesi kesilmişti. Cümlesini zar zor bitirebildiğinde dizlerinin bağı çözülür gibi olunca Sinan onun beline sarılıp kendine çekti. Sıkıca kavradığı karısının boynuna yüzünü gömüp kokusunu içine çekti. O kuvvetli sevdanın muhatabı olduğu için şükretti. Karısı başkasını değil onu seviyordu. Bir müddet hissettikleri heyecan ve mutluluk dinene kadar öylece kaldılar. Neva titriyordu. Sinan ise sarhoş gibi hissediyordu.

Nihayetinde birbirlerinin yüzüne bakabilecek kadar dinginleştiklerinde Sinan “gel oturalım,” dedi karısının ellerini bırakmadan. Üçlü koltuğun bir kenarına oturduklarında genç adam karısını kendine çekip iki eliyle sarıldı tekrar. Neva da başını onun göğsüne yaslayıp kalp atışlarını dinledi.

“anlat bana,” diye rica etti Sinan usulca “bilmek istiyorum, senden dinlemek istiyorum Nârım.”

Neva bu hitap karşısında gülümsedi. Kocasına biraz daha sokulup ayaklarını altına topladı. Elini kalbinin üstüne koyup “ilk defa seni fark ettiğimde 8 yaşımdaydım,” dedi. Sinan, kalbinin üstünde duran eli tutup sıktı.

“ilk başta çocukça sevdim seni, hatta- hatta uzunca bir süre geçecek diye bekledim. Ama sonra seni her gördüğümde daha da arttı hislerim. Aşkın ne olduğunu bilmeden sevdim seni. Bir gün – ilk kez benimle konuştuğun gün- heyecandan elimdeki bardağı yere düşürmüştüm.”

“hatırlıyorum,” dedi Sinan hemen.

“sen de bana ‘dikkat et ufaklık’ demiştin,” diye gülümsedi Neva “nasıl bir hayal kırıklığı yaşamıştım anlatamam. Günlerce zihnimin içinde ‘ufaklık’ kelimesi çınlayıp durmuştu.”

“ben-“

“bilmiyordun,” diye tamamladı onu Neva “kendini kötü hisset diye anlatmıyorum bu detayları. Sadece bilmeni istiyorum. Her bayramı, her düğünü her akraba buluşmasını neden hevesle beklediğimi. Çünkü seni görecektim, senin insana huzur veren sesini duyacaktım. Çünkü gönlüme şifa olan gülümsemeni görecektim.”

Sinan kabus gibi geçip giden günlerin ardından karısından duymayı hayal bile edemeyeceği, hiç ihtimal vermediği, bu hikayeyi dinlerken hem şaşırıyordu hem de bu kadar nasipli olduğu için rabbine şükrediyordu.

“yıllarım böyle geçip gitti,” diye devam etti Neva, “sen beni görmedin, ama bunun için seni hiç suçlamadım çünkü ben de sana gözükmedim. Kendime Saye dedim. Senin gölgen olmaya da razıydım. Çünkü hiç cesaret edemedim. Karşına çıkmaya, sana nasıl hissettiğimi söylemeye cesaret edemedim.”

“çok üzgünüm,” diyen kocasına biraz daha sarıldı, “bir gün senin gideceğin haberini aldım. Londra’ya gidecektin. Orada okuyacaktın. Senin için sevindim ve dedim ki kendi kendime; beklerim. O benim onu beklediğimi bilmese de ben beklerim. Yeter ki dönsün.”

“ama ben dönmedim,” dedi Sinan pişmanlıkla.

“Lily’i öğrendiğim gün-“ Neva durup kendini çekti ve kocasının yüzüne baktı. Gözlerinin nemli olduğunu görünce o da kendini tutamadı.

“onun varlığını öğrendiğim gün kendi kendime bitti dedim. Bitti. Artık onu beklemeyeceğim. Arif’le olan hikâyem de böyle başladı. Seni sevmekten, bu sessizlikten çok yorulmuştum.”

“ah benim salak kafam!” dedi Sinan. Neva başını iki yana sallayıp “geçmiş hayıflanmaya değer bir şey değildir Sinan,” diye avuttu onu.

“yine de içim acıyor.”

“bir araya gelmek için tek başımıza aşmamız gereken dağlar varmış diyelim. Arif’le evlendikten tam bir hafta sonra senin kaza haberini aldım.”

Sinan tekrar karısına sarılırken Neva onun saçlarını okşayıp başını omzuna yasladı.

“senin için çok dua ettim, ama bir şekilde kendi hayatıma devam etmek zorundaydım. Devam ettim de. Gerisini biliyorsun zaten. Arif’i kaybedene kadar mutlu huzurlu bir yuvada yaşadım. Ardından babamın evine geri döndüm. Yazmayı bıraktım, her şeyi bıraktım. Ta ki Elife Teyze gelip seninle evlenip evlenmeyeceğimi sorana kadar.”

Neva anlatmayı bitirdiğinde Sinan onun alnına bir öpücük kondurup “bu sabah annemlerin yanına uğradım,” dedi ve ekledi, “halim darmadumandı. Senin bir başkasına sevdalı olduğunu sandığım için ne yapacağımı bilmeden oradan oraya vurup durdum kendimi. Annemin neden seninle evlenmem için bu kadar ısrarcı olduğunu hiç anlayamamıştım ama bugün öğrendim.”

“neden?”

“meğer annem, ezelden beri bizi birbirimize yakıştırıyormuş. Ben kocaman bir aptallık yapmayıp mezun olduktan sonra İstanbul’a geri dönseydim büyük ihtimalle seni bana isteyecekti.”

Neva öğrendiği bu bilgiyle biraz daha şaşırsa da gülümsemekten alamadı kendini. Kocasının şefkatli dokunuşları üzerinde gezinirken “annem de benim sana sevdalı olduğumu biliyormuş. Çok önceden anlamış. Ben bu sırrı tek başıma taşıdığımı sanıyordum.”

Sinan az önce yaşadıkları bu duygu yoğunluğunu biraz daha sindirmiş haldeyken “kendimi çok akıllı sanırdım,” diye itiraf etti “ama günün sonunda yine annelerimizin bizi sarıp sarmalayan bilgeliğinde hayat bulduk. İkinci bir şansı elde edebildik.”

“sen bana gerçek bir evlilik teklif ettiğinde sana evet diyememek benim için çok zordu,” dedi Neva “sen benim Sinan’ımsın. Sevdiğim adamsın. Tanıdıkça her gün yeniden aşık olduğum o deli sevdamsın.”

Sinan bu hitap karşısında karısının yüzünü tutup “Neva,” dedi yalvarır gibi “Neva,” diye tekrar etti kendine engel olamayıp.

“şimdi sana evet demek istiyorum Sinan,” diye fısıldadı Neva “kal, ne istiyorsan, neye talipsen hepsi kabulüm.”

Genç adam karısına sıkıca sarılırken Neva da yıllardır içinde tuttuğu aşkı haykırmanın rahatlığıyla ve sevdiği kadar sevildiğini bilmenin heyecanıyla ona karşılık verdi.

 

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

hepiniz Allah'a emanet olun :)

Bölüm : 04.12.2025 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 17. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.44k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...