

kocaman kocaman merhabalar
her zamanki gibi keyifli okumalar:)
BÖLÜM
Babalar ve Oğulları
Neva, Ömer’i kontrol ettikten sonra odasına geri dönüp hala uyumaya devam eden diğer bebeğinin yanına gitti. Yatak odasına girdiğinde Sinan’ın sağ tarafına dönmüş halde derin uykusuna devam ettiğini gördü. Genç kadın yavaşça yanına oturup kocasının yüzünü izlemeye başladı. Alnına dökülmüş saçlarını okşayıp arkaya doğru itti. Parmaklarının ucuyla yanağını okşayıp elini boynuna koydu.
“Sinan,” diye seslendi önce kısık sesle. Kocası bir tepki vermeyince sesini biraz daha yükseltip “hadi uyan,” dedi ve ekledi, “ben acıktım artık kahvaltı yapalım.”
“hmmm,”
Neva güldü. Yanağını tekrar okşayıp “hadi koca bebek!” dedi tatlı bir tonda. Sinan sonunda gözlerini açtı. Uyku mahmuru yüzünde Neva’nın içini ısıtan bir ifade vardı.
“ama benim uykum var,” diye itiraz etti Sinan. Sonra ani bir hamleyle karısının karnına sarılıp kendine çekti. Sırtını göğsüne yaslayıp iki eliyle sıkıca sarılırken Neva “ama bu yaptığın kaçak dövüşmek,” diye söylendi. Sinan, karısının saçlarını koklayıp başını kaldırdı ve Neva’nın yanağından öpüp “dövüşmek değil bu,” diye fısıldadı kulağına ona iyice sokulurken.
“ay çok ayıp,” dedi Neva gayet doğal bir tepkiydi bu. Sinan gülmeye başlayınca Neva onun kolları arasında kendini döndürüp adamın yüzüne baktı. Gülen gözlerine içi gitse de “bugün altın günümüz var unuttun mu?” diye hatırlattı ona sonra kendi kendine konuşur gibi “çok güzel olmam lazım,” diye ekledi.
“sen zaten çok güzelsin hayatım,” dedi kocası. Neva gülümseyince Sinan “bak işte bu gülümseme benim aklımı dağıtıyor,” diye ekledi.
Neva ona- kal dediği günden beri vakit ne ara geçmişti, ne ara Nisan ayına gelmişlerdi hiç anlamamıştı. Mutlu zamanlar gerçekten çok hızlı ilerliyordu. Sinan işinde gittikçe daha başarılı olurken evde ise Neva’ya hep yardım ediyor, onun gönlünü hoş tutmak için elinden geleni yapıyordu. Neva bu mutluluk girdabına hazırlıksız yakalandığı için bazen ayak uydurmakta zorlanıyordu. Yine de Sinan’ın ona yoldaşlık etmesine o kadar çabuk alışmıştı ki artık onun yokluğunu düşünmek bile istemiyordu.
“Sinan,” dedi Neva “ben çok mutluyum ve bazen bu mutluluktan korkuyorum.”
“neden güzelim?” diye sordu Sinan hemen.
“bitecek diye,” diye itiraf etti Neva. Sinan onu göğsüne yatırıp elini sırtına koydu. Yavaşça okşarken “her şey bitmeye mahkûmdur zaten,” dedi ve ekledi “ama biz Allah’ın izniyle birlikte yaşlanacağız.”
“bir ömür boyu,” diye onayladı Neva. Kocasına sığınıp gözlerini kapattı, “birlikte olacağız.”
“sen ihtiyarlayıp başımda dırdır ederken ben sabırla seni dinleyeceğim,” dedi Sinan muzır bir ifadeyle. Neva onun kolunu çimdikledi.
“Ah!”
“ben yaşlanırken sen de genç kalmayacaksın Sinan Kaya,”
“öyle Neva Tamay Kaya. Ama ben seninle birlikte yaşlanacağım için çok mutlu bir ihtiyar olacağım.”
Neva tekrar gülümseyip “ben de çok mutlu olacağım ve dırdır da etmeyeceğim,” diye söz verdi. Sonra gözlerini açıp “hadi kalkalım artık, kahvaltı yapmak istiyorum çok acıktım,” dedi.
“sen nasıl istersen nârım,”
Kocası ona böyle hitap edince hem utanıyor hem de çok hoşuna gidiyordu.
Birlikte mutfağa inip kahvaltıyı hazırlamaya başladıklarında Sinan “ben Ömer’i alıp geleyim,” dedi. İki hafta önce merdivenlere korkuluk taktırmışlardı. Ömer bu durumdan memnun olmayan tek kişiydi.
“tamam hayatım,” dedi Neva. Sinan onun yanağından kaçamak bir öpücük alıp “ne güzel hayatım diyorsun sen öyle!” diye şakıdı. Neva peşinden gülerken o çoktan gitmişti.
Güle oynaya kahvaltı sofrasında otururlarken Ömer kaşla göz arası yarım limonu ağzına götürüp emdiğinde Neva’nın engellemesine fırsat kalmadan yüzü ekşimişti bile. Büyük bir dehşetle limonu bırakıp ağzından salyalar akarken Sinan’a baktı. Gülmekten karnına ağrı giren genç adam oğlunu kucağına alıp teselli etmek ister gibi ağzını peçeteyle sildi.
“ya Ömer’im,” dedi Sinan “hayatın ilk ekşisini tattın ha!”
Neva limonu tezgahın üstüne koyarken “ne ara attı ağzına onu anlamadım ki!” diye söyleniyordu.
“çocuk güzelim,” dedi kocası ona. O sırada Ömer yerinden kalkıp mutfağın çıkışına doğru gitmeye başlamıştı, “dört değil sekiz gözümüz olsa yine de yapar yapacağını.”
“orası da doğru,” diye onayladı onu Neva ve ekledi “hadi artık siz hazırlanıp çıkın. Benim misafirlerim gelir birazdan.”
“aşk olsun,” dedi Sinan “ne o öyle kovar gibi. Hem ben yabancı mıyım? Bir selam vereyim en azından.”
“iyi tamam,” Neva muzip bir tavırla “istersen kalabilirsin de,” diye ekleyince Sinan onun sandalyesini aniden kendine çekip “benimle dalga mı geçiyorsun sen?” diye sordu mırıldanır gibi. Neva’nın gülümsemesi gözlerini aydınlatırken kocasının yüzünü tutup “geçersem ne olur?” diye sordu. Sinan onun dokunuşlarının tadını çıkartırken cevap vermeyi unutmuştu bile. Neva bunu bildiği için ona biraz daha yaklaşıp “ne oldu Sinan Kaya?” dedi tatlı tatlı “konuşmayı mı unuttun?”
“sen var ya!” Sinan onun ellerini tutup öptü “sen iyi ki benimsin nârımsın.”
Neva duyduklarından hoşnut tebessüm etti ve ayağa kalkıp “hazırlanmam lazım,” diyerek odasına çıktı. Sinan da Ömer’i alıp bahçeye çıktı. Biraz sonra abisine gidecekti ama ablasını, annesini ve yengelerini görmeden gitmek istememişti.
“bu ne?” diye soran Ömer’in sesiyle ona dönüp baktığında oğlunun bir kelebeği gösterdiğini gördü. Beyaz kanatlı kelebek kısacık ömrünün tadını çıkartmak ister gibi daldan dala konup duruyordu. Ömer sürekli kırpıştırdığı gözleriyle kelebeği takip ederken keyifli bir çığlık attı.
“kelebek oğlum,” diye cevapladı Sinan gayet doğal bir tavırla, “yeni doğmuş o yüzden öğrenmek için sürekli uçup duruyor.”
“annesi ne- de?” diye sordu Ömer ona bakıp. Sinan onun saçlarını okşadı “annesi başka bir yerde. Yanında değil.”
“ama annesi,” dedi Ömer üzüntü içinde “annesi ne-de?”
Sinan haline dayanamayıp “annesinin yanına gidiyor sen merak etme,” deyince Ömer rahatlayıp gülümsedi.
“baba?” diye sordu bu kez biraz çekinerek. Sinan bir an kendisine baba dediğini sanıp heyecanlandı ama hayır, kelebeğin babasını sormuştu. Hayal kırıklığını gizlemeye çalışıp “babası da annesinin yanında,” diye cevap verdi ve ekledi “bizim gibi.”
Ömer ona henüz baba demeye başlamamıştı. Sinan belki de hiç demeyecek diye geçirdi içinden. Halbuki o kadar çok istiyordu ki Ömer’in ona baba demesini. İşin aslı onu nüfusuna almak istiyordu. Neva buna nasıl bir tepki verir bilmese de Ömer’in resmen onun oğlu olmasını istiyordu. Niyeti Arif’i yok saymak onu silmeye çalışmak değildi. Arif her zaman Ömer’in öz babası olarak kalacaktı ve Ömer onu tanıyacak bilecek ve bir evlat olarak duasını ve hayrını ondan eksik etmeyecekti ama Sinan’ın istediği şey Ömer’in hiçbir şekilde kendini yabancı ve dışlanmış hissetmemesiydi.
“sen, ben, anne,” dedi Ömer emin olmak ister gibi. Sinan gülümsedi ve onu kucağına alıp yanaklarından öptü.
“sen, ben ve anne,” diye onayladı onu. Ömer’in gülümsemesi büyüdü. O sırada bahçe kapısı çaldı ve Sinan kucağında oğlu ile birlikte gidip kapıyı açtı. Tüm misafirler aynı anda gelmişti. Hepsinin yüzü Sinan’ı Ömer’le görünce aydınlandı.
“hoş geldiniz hanımlar,” dedi Sinan ve ekledi “gelişiniz hanemi aydınlattı.”
“ay bunlar ne süslü laflar böyle,” dedi Neslihan içeri girip Ömer’i kucağına alırken. Yanaklarından öpüp “tontiş,” diye mırıldandı sevgiyle “her gördüğümde daha da büyüyüp güzelleşiyorsun maşallah!”
“tontiş,” diye tekrar etti Ömer onu. Elife Hanım içeri girdiğinde Sinan onun elini öpüp sarıldı.
“sultanım,” dedi Sinan onun mis gibi kokusunu içine çekip “özledim seni.”
“ay aman sen de,” diye araya girdi Nergis. Tek başınaydı belli ki Yusuf Ali’yi babasına bırakmıştı “daha geçen hafta görüşmedik mi biz?”
Sinan ona ablasına sarılır gibi sarılıp “ne yapayım yengecim,” dedi “öyle güzelsiniz ki bakmalara doyamıyorum.”
Nergis okyanus misali gözleriyle onu süzüp “aldın yine gönlümü,” diye onayladı. Leyla yengesi onun saçlarını okşayıp “kıvırcığım,” dedi şefkatle “bu ne yakışıklılık böyle.”
“sizin için hazırlandım yengem”
Ayşe onun yüzünü sevip “maşallah,” dedi “eviniz ışık saçıyor artık.”
“Allah daim etsin,” diye dua etti Neslihan. Yanında duran en büyük yeğeni Zeynep “amin,” dedi içtenlikle. İlay ve Gökçe’ye aynı anda sarılıp “gül kokulu güzellerim,” dedi “nasılsınız bakalım.”
“idare ediyoruz amca ya,” diye karşılık verdi Gökçe bıkkın bir tonda. Sinan, Leyla yengesine kaçamak bir bakış atınca Leyla dudaklarını sessizce hareket ettirerek “ergen!” dedi.
“iyiyim amcacığım,” dedi İlay ise her zamanki prenses tavrıyla “sen nasılsın?”
“çok iyiyim,” dedi Sinan ve ekledi “hadi içeri geçelim.”
Hep birlikte salona doğru giderlerken Elife Hanım “Neva kızım nerede?” diye sormuştu ki Neva koşar adımlarla merdivenleri inip yanlarına geldi. Üstüne fildişi renkli uçuş uçuş şifon bir elbise giyip saçlarını da açık bırakmıştı.
“hoş geldiniz,” diyerek karşıladı onları. Işıl ışıl parlıyordu sanki. Nitekim Elife Hanım “hay maşallah,” dedi beğeniyle “bu ne güzellik böyle!”
“sizin için hazırlandım,” Neva biraz utanmıştı. Neslihan “püh püh püh maşallah,” dedi tekrardan “Sinan çok şanslı.”
“öyleyim,” diye atıldı Sinan hemen. Gözlerini karısından alması epey sürmüştü. Zeynep kıkırdayıp “yani yenge eğer ben erkek olsaydım-“
“eee?” dedi Sinan yeğenine dönüp tehditvari bir şekilde. Herkes aynı anda gülmeye başlayınca Neva kırmızıya kesilen yanaklarını saklamak için başını eğdi.
“yok bir şey amca,” diye geri vites attı Zeynep. Muzipliği genetikti. “öylesine konuştum işte.”
“eh hadi içeri geçelim,” diyen Elife Kaya’ydı. Birlikte salona geçip oturduklarında Neva “tekrardan hoş geldiniz,” dedi ve ekledi “aç mısınız? Hemen masayı hazırlayabilirim.”
“biraz sohbet edelim, sizi görelim” dedi Nergis “sonra hep birlikte hallederiz acele etme canım.”
“peki abla,”
“ne çabuk son altın gününe geldik ya,” dedi Zeynep “hızlı başladı, hızlı bitti.”
Neslihan “sen merak etme yeğenim,” diye karşılık verdi “bizde bir araya gelmek için bahane bitmez.”
“orası da doğru.”
Neslihan, kardeşine bakıp “eh hadi sen de ufaktan git artık,” diye kovdu onu “biz kadın kadına takılacağız.”
Sinan oturduğu yerde annesine biraz daha yaklaşıp “gitmiyorum işte,” dedi inatla “ne bu sabahtan beri kovuluyorum hep!”
Neva tebessüm edip “ben de dedim ama inat etti,” dedi herkese hitaben. Sinan karısına bakıp “bana da bir gün tabağı hazırlarsın artık,” deyince Leyla “paket yapsak,” diye öneride bulundu.
“İsmail için de bir tabak hazırlayalım,” dedi Ayşe “Sinan götürür.”
“ne güzel,” diye sitem etti Sinan “bir kuryelik yapmadığım kalmıştı bu sülalede.”
Ömer, Sinan’ın ses tonundaki değişimi yanlış anladığından onu korumak ister gibi yanına gelip kucağına çıktı. Sinan oğluna sarılıp “hadi gidelim oğlum,” dedi alınmış gibi yaparak “belli ki burada istenmiyoruz.”
Ömer sadece başını sallayıp onaylayınca herkes güldü. Neva ayağa kalkıp “ben sizi geçireyim o zaman,” dedi.
Kapının önünde onları gönderirken Ömer çoktan ayakkabılarını giyip bahçede oradan oraya dolanmaya başlamıştı. Sinan ise bilerek oyalanıyordu.
“çok güzel olmuşsun,” diye fısıldadı kulağına. Neva tekrar utanıp “teşekkür ederim,” dedi. Sinan yanağından öpünce “biri görecek,” diye uyardı onu ama salonun kapısından herkes onları izliyordu zaten.
“ne güzel oldular böyle!” dedi Ayşe fısıltıdan daha kısık bir sesle. Leyla başını sallayıp iç çekti. Nergis “Rabbim daim etsin,” diye dua etti.
“havada aşk kokusu var,” diye dalga geçti Gökçe. İlay kıkırdamaya başlamıştı bile.
Elife Hanım ise “şükürler olsun,” dedi “kalbime doğan gerçek oldu sonunda. Tam o sırada Neva ile Sinan’ın gülüşmeleri yükseldi yine.
“ay!” dedi Neslihan imrenerek “çiçeği burnunda taze âşık çift görmeyeli çok olmuştu. Özendim şimdi. Alparslan’la ilk zamanlarımızı hatırladım da. Ne çabuk geçti gitti.”
“öyle” diye onayladı Nergis onu “o ilk heyecanların yerini hiçbir şey tutmuyor gerçekten.”
“doğru dedin elticiğim,” dedi Leyla “ama bence evliliğin her aşaması ayrı güzel. En güzeli de gün boyu ne işle uğraşırsan uğraş sonunda günü onun yanında bitireceğini bilmek.”
“ne güzel dedin Leyla,” diye katıldı Ayşe de “birlikte olduğun her anın kıymetini bilmek lazım gerçekten de.”
Neslihan muzip bir ifadeyle “öyle bir anlattınız ki gidip kocama sarılasım geldi,” diye fısıldadı. Kadınlar kıkırdarken Elife Hanım “hadi hadi bakmayalım daha fazla ayıp olacak,” diyerek hepsini önüne katıp koltuklara geri götürdü. Neva salona girdiğinde gözleri mutlulukla parlıyordu.
“yengeciğim,” diye başladı Zeynep ancak annesini uyaran bakışlarını görünce susup “şu masayı hazırlamaya başlasak mı ne?” diye lafı değiştirdi “ben acıkmaya başladım.”
“olur tabi,” dedi Neva hemen. Mutfağa giderken Zeynep de peşine takıldı. Hanımlar da Neva’nın yemek masasının üstüne çıkarttığı servisleri dizmeye başladılar.
Zeynep ise mutfakta Neva’ya yardım ediyordu. Yaprak sarmaları servis tabağına dizerken “senin için harika bir kitap konusu buldum yenge,” dedi ciddi bir tavırla.
“öyle mi?” Neva yaptığı işten başını çevirmeden “neymiş bakalım?” diye sordu.
“bak şimdi! 18’inden yeni gün almış tüyü bitmemiş bir genç kız var. Ailecek orta halliler ama konakta yaşıyorlar.”
“ee?”
“neyse bu kızın bir de 7 tane abisi var.”
“hey maşallah!”
“gülme bak halamın da üç tane abisi bir tane de Sinan’ı var.”
“canım ben de imkansız demedim maşallah dedim.”
Zeynep içten içe kıkırdayarak devam etti, “ne hikmetse bu kızın babası kumar borcu karşılığında kızını yer altı dünyasının en tehlikeli mafya adamlarından birine satıyor.”
“bak şimdiden gözümün önünde turuncu bir logo belirmeye başladı,” dedi Neva imalı bir tonda.
“sözümü kesmez misiniz lütfen,” dedi Zeynep “sanatımı icra ediyorum şurada.”
“özürlerimi kabul edin yazar hanım lütfen devam edin sanatınızı icra etmeye.”
“nerede kalmıştım?” dedi Zeynep kendi kendine “ha buldum!” diye cevap verdi. Boğazını temizleyip “bu kız- ki belirtmeden geçemeyeceğim kız çok güzel ama-“
“güzelliğinin farkında değil!” diye aynı anda konuştular ikisi de. Zeynep gülmeye başlamamak için kendini zor tutup devam devam etti.
“yedi tane eşek kadar abisi öyle boş beleş etrafta takılırken kendisi kumar borcu karşılığında boğaz manzaralı yalıya satılan genç kız, evin -pardon yalının yayla gibi odalarında depresyondan depresyona girip çıkıyor. Ona bir melekmiş gibi davranan yalının tonton çalışanlarıyla mutlu mesut geçinip gidiyor. Ancak bir gece vakti yalının sahibi ile karşılaştığında işler değişmeye başlıyor. Yalının sahibi; çok güçlü ve zengin, aşırı ünlü bir şirketler grubunun baş CEO’su, aynı zamanda dünya sörf şampiyonu, aynı zamanda 8 dil bilen, aynı zamanda çapkın, aynı zamanda mafya ve vampir!”
“yuh ama yani sen de işin şeyini çıkarttın!” diye itiraz etti Neva tatlıyı dilimlediği bıçak elindeyken ona dönüp.
“sörf şampiyonluğu biraz fazla oldu dimi?” diye sordu Zeynep ciddi bir tavırla. Neva hayret içinde “neyse sen devam et,” dedi bir yorum yapmaktan kaçınarak.
“aynı zamanda vampirde kalmıştım bu sefer unutmadım. Vampir ve 2.50 metre. Yakışıklı ve gizemli, öfkeli ve hırçın, çapkın gibi ama kıza bir değişik bakıyor ve kızın diğerlerinden ne kadar farklı olduğunun farkında.”
“ay baygınlık geçireceğim şimdi,” diye söylendi Neva “seni edebiyat katili!”
“kız da 1.55 boyunda,” diye devam etti Zeynep onu duymazlıktan gelip.
“eh adam bunu evlat mı edinecek?”
“yok canım âşık olacaklar. Zira başrol erkeğimiz de henüz 20 yaşında.”
“20 yaşında ama o sayıp döktüğün her şeyi başarmış öyle mi?”
“vampir dedim ya yenge!” dedi Zeynep sanki çok bariz bir şeymiş gibi. Neva başını iki yana sallayıp “Allah aşkına sus Zeynep!” dedi ve ekledi “git Çalıkuşu falan oku.”
Zeynep bir anlık sessizlikten sonra gülmeye başladı. Neva ona ters bir bakış atıp “bir an ciddisin sandım,” diye serzenişte bulundu.
“yüzündeki ifadeyi görmeye değerdi yenge,” dedi Zeynep gülmekten yaşaran gözlerini kurulayıp “ayrıca ben o mecralarda çok güzel kitaplar da okudum ama maalesef böyle kitaplar da çok fazla.”
“biliyorum canım ben de kitabımı o mecralarda yayınladım zaten.”
“bana adını söyle de okuyup yorum yapayım,” dedi Zeynep gözleri parlayarak. Neva ona şüpheyle bakıp “yok yok!” dedi hin bir tavırla “yorum yapmana gerek yok.”
“bana bak yenge,” Zeynep şimdi babasının öfkesi ile bakıyordu “bulurum o kitabı tüm bölümlerin altına ‘ay iğrenç! bu ne biçim kitap, hiç beğenmedim!’ diye yorum yaparım beni kızdırma.”
“resmen tehdit ediliyorum,” Neva içerlemiş gibi tatlı tabağını alıp salona geri dönerken hala gülüyordu. Ne deli kızdı bu Zeynep!
El birliğiyle sofrayı kurup etrafında bir araya geldiklerinde Sinan da İsmail abisi ile birlikte dışarı çıkmıştı. Sahil kenarında bir parka götürdükleri Hasan ve Ömer birlikte oynarken onlar da oturdukları banktan doğru oğullarını izliyordu.
“nasıl gidiyor bakalım evlilik?” diye sordu İsmail abisi.
“valla abi, hanımlar her toplandığında evden kovulacaksak işimiz var,” dedi Sinan “el birliğiyle beni evden attılar resmen.”
İsmail keyifle gülüp “alışırsın koçum alışırsın,” diye karşılık verdi. O sırada Hasan ve Ömer koşarak yanlarına geldi. Hasan babasının bacaklarının arasına sıkışıp “baba susadım,” dedi nefes nefese
“it gibi koşturursanız susarsınız oğlum,” diye açıkladı İsmail ama hemen elindeki şişeyi açıp oğluna verdi. Yüzünde sonsuz bir merhamet vardı. Hasan onun için o kadar kıymetliydi ki…
“sen de susadın mı Ömer’im?” diye sordu Sinan. Ömer başını sallayınca o da oğluna su içirip ağzını sildi. Ömer teşekkür eder gibi Sinan’ın elini beceriksizce öptü. Sinan tebessüm edip oğlunun başını okşadı hemen. Ömer’in yüzü gibi kalbi de güzeldi. Merhametli, sevecen bir doğası vardı.
“hadi gidelim,” dedi Hasan hemen. Yine oyun parkına geri dönerlerken Sinan gözlerini onlardan ayırmıyordu. İsmail ona gururla bakıp “helal olsun ulan sana!” diye bağırdı birden. Sinan bir an ona bakış atıp “hayırdır ne oldu?” diye sordu.
“ne güzel baba oldun Sinan’ım,” dedi İsmail “Ömer seni çok seviyor her halinden belli.”
“ben de onu çok seviyorum,” Ömer’e bakarken kalbinde incecik bir yer sızlayıp duruyordu her seferinde. Bu baba olmakla ilgili bir şeydi her halde.
“biliyor musun abi,” diye devam etti Sinan “ben iyileşmeyi ilk defa Ömer için istedim.”
İsmail ona sorar gibi bakınca “bir sabah beşiğinde ağlarken buldum onu. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akarken ellerini bana uzattı. Can simidi gibi tutundum minicik ellerine. Onu ilk defa kucağıma aldığım anda hissettim yaşamaya devam ettiğimi. Ömer için iyileşmek istedim. Ona baba olmak istedim. Şimdi de bana baba demesini o kadar çok istiyorum ki abi-”
Konuşurken sesi çatladığı için cümlesini kesmek zorunda kalınca İsmail onu dinlerken gözleri dolduğu için burnunu çekip toparlanmaya çalıştı.
Sinan geçirdiği kazaya dair olan biten her şeyi hatırlamasa da ailesinin geri kalanı her şeyi çok net hatırlıyordu. Doktorun Sinan için ‘durumu kritik’ dediği anı hiç kimse unutmayacaktı. Ölümün kıyısında beklerken, kimse bu kadar gencecik bir bedene ölümü yakıştıramazken doktor ‘yaşasa bile ömür boyu ayağa kalkamayabilir’ dediğinde annesi ile babasının nasıl yıkıldığını hatırlıyordu. Doktorlar bütün o kötü ihtimalleri sayıp dökerken yoğun bakım kapısının önünde geçip giden günlerin bir ömre bedel olduğunu hatırlıyordu.
Şimdi kardeşi yanında otururken İsmail onun saçlarını okşayıp şefkatle “annemin sana hamile olduğunu söylediği ilk anı hatırlıyorum da,” dedi usulca “hepimiz için beklenmedik bir sürprizdin sen.”
Sinan mahcup bir şekilde gülümseyip “tekne kazıntısı,” dedi kendisi için.
“anacığım seni kucağıma verdiğinde hissettiğim şeyin ne olduğunu çok iyi hatırlıyorum,” diye devam etti adam. Yeşil gözlerinde binbir ifade vardı.
“nasıl hissetmiştin?” diye sordu Sinan merakla.
“abiden çok baba gibi hissetmiştim,” dedi İsmail. Sinan bu cevap karşısında ağlamamak için burnunu çekip “öylesin zaten,” dedi “babamdan sonra babamsın.”
İsmail, kardeşini kendine çekip sıkıca sarıldı. İkisi de ağlamamak için kendini tutuyordu. İsmail kardeşinin yüzünü sevip “sen de Ömer’in babasısın,” diye ekledi, “sana baba demiş dememiş ne fark eder. Sen o güzelin babasısın.”
“öyleyim,” dedi Sinan başını sallarken. Gözyaşları gözlerinden akıp gidiyordu, “yüce rabbime şükürler olsun ki ben Ömer’in babasıyım.”
Sinan içi rahatlamış bir şekilde abisine tekrardan sarılırken arkalarında bir anda yükselen “hop ne oluyor ulan burada?” sesiyle ayrıldılar. İlyas yanında oğluyla birlikte geldiğinde yüzlerindeki ifadeyi görünce bir duraksadı.
“yok bir şey,” dedi İsmail gözlerini kurularken “abi kardeş muhabbet ediyorduk.”
“ben hepimize bir dondurma alıp geleyim,” dedi Gökalp anlayışlı bir tavırla. Sonra babasına dönüp “güzel gönlünden ne koparsa,” diye ekledi avucunu açarken. İlyas ona ters bir bakış atsa da oğluna olan sevgisi gözlerinden okunuyordu. Cömert bir rakamı oğlunun avucuna bırakırken “kaba koydur dondurmaları, külaha koydurtursan o külahı alır-“
“elbette babacığım,” diye onayladı Gökalp “eğer külahla gelirsem en münasip yeri sen bilirsin.”
“aferin,” İlyas onun ensesinden tutup sıktı ve hafifçe iterek gönderdi. Arkasından bakarken gülüyordu. Abisi ile kardeşinin ortasına oturup kollarını onların omuzlarına atarken “hayırdır?” diye sordu “bir mesele mi var?”
“yok bir şey abi,” dedi Sinan “İsmail abim her zaman ki gibi hepimize abilik yapmakla meşgul o kadar.”
İlyas, abisini kendine çekip “öyledir benim abim,” diyerek başını salladı, “geniş gönlünde hepimize yer vardır.”
“utandırmayın oğlum beni,” dedi İsmail. İçinde hala daha onlarsız geçip giden yılların acısı vardı.
“bensiz!” diyen sesle ikinci baskını yediklerinde yanlarına gelen Oğuz ve Alparslan’ı gördüler. Yusuf Ali koşarak parka gitmişti.
“siz de gelin,” dedi İsmail gülüp. Oğuz hemen İsmail abisinin diğer yanına geçip otururken Alparslan da Sinan’ın yanına oturdu.
“duyduğuma göre Sinan evden kovulmuş,” diye dalga geçti Oğuz sırıtarak. İlyas gülüp “dur abisi,” dedi “bu ilk seferi zamanla alışır.”
“daha kaaaaç defa kovulacaksın Sinan’ım,” dedi Alparslan elini sallayarak “he de geç, direnme.”
“enişte biraz direniş gösterebildim zaten, sonrası malum,”
“olsun bak bize de bir araya gelmek için bahane çıkıyor işte,” dedi Oğuz “bizim hanım bu aralar biraz gergin, bir araya gelince azıcık yumuşuyorlar hiç değilse.”
“neden gergin?” diye sordu İlyas “üzüyor musun lan bacımı?”
“yok be abi,” diye açıklamaya başladı Oğuz “çok önemli bir ameliyata hazırlanıyorlar. Yani başarılı geçerse literatüre geçecekler öyle büyük bir şey.”
“haaa hatırladım,” dedi Alparslan hemen “geçende haber sitesinde gözüme çarpmıştı.”
“haberlere mi çıktı Nergis bacım?” diye sordu İsmail.
“isim olarak değil ama hastanede bu aralar gündem girecekleri ameliyattan ibaret. Çok kalabalık bir ekiple saatler sürecek bir operasyon.”
“yakışır yengeme,” dedi Sinan da.
O sırada Gökalp elinde dondurmalar ile çıkıp geldiğinde Oğuz “aslan yeğenim be!” dedi “tam vaktinde getirdin.”
“afiyet olsun amca,” dedi Gökalp “abinin parasını yer gibi ye,”
“acımam yerim,” diyen Oğuz çoktan kaşıklamaya başlamıştı bile. Dondurmaları gören çocuklar yanlarına gelince Sinan, Ömer’e bir kaşık uzatıp “dondurma yediğimizi anneye söylemek yok tamam mı oğlum,” dedi. Ömer keyifle dondurmayı yerken işaret parmağını dudaklarını götürüp “şşşşş” yaptı. Bunun anlamı iş birliğini kabul ettiğiydi.
“aferin,”
“aynı şey bizim için de geçerli Hasan’ım,” dedi İsmail. Hasan bilmiş bir tavırla başını salladı sadece. Yusuf Ali çokça terlediği için parlak sarı saçları alnına yapışmıştı. Oğuz “oğlum terlemişsin,” dedi “bu halde sen yemesen mi?”
“yahu bir şey olmaz da!” dedi İsmail “biz köydeyken İlyas’la koşturmaktan sırılsıklam olurduk da buz gibi karpuzu ikiye böler yerdik hiçbir şey olmazdı.”
“hey gidi günler,” dedi İlyas hüzünle “ne çabuk geçip gitti.”
“bizde güzel hatırası kaldı,” İsmail, oğlunun yüzüne bakıp “sıra sizde artık,” diye ekledi.
“siz yaşayacaksınız biz izleyeceğiz,” dedi Alparslan. Oğuz “burayı hüzün bastı,” diye araya girdi “olmaz, hadi kalkın biz de oynayalım.”
“saçmalama be oğlum,” diye itiraz etti İsmail ama Sinan çoktan “bana uyar,” diyerek abisiyle birlikte ayaklanmıştı. İsmail ve Alparslan geride kalırken diğerleri çoktan çocuklarla birlikte parka doğru gitmişlerdi. Bir müddet sonra çocukların ısrarına dayanamayıp ikisi de onlara katılınca kadro tam oldu. Kahkahalar havada uçuşurken eğlenmenin ve çocuk olmanın yaşının olmadığını kanıtlar gibi hep birlikte oynamaya devam ettiler. Güzel hatıralara bir yenisini eklemenin mutluluğu vardı yüzlerinde.
efenim minik yıldızı parlatmayı unutmayınız lütfen
hepiniz Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.44k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |