

Hepinize kocaman merhabalar
ve iyi okumalar
BÖLÜM
Mecaz-ı Mürsel
Evliliklerinin ilk bir haftası bu sessizlik içinde geçip gitmişti. İkisi de birbirlerini rahatsız etmemeye yemin etmiş gibi görmezden geliyordu. Neva öğleden sonra evde durmuyor illa ki bir yerlere gidiyordu. Sanki evin içinde durmaya tahammülü yokmuş gibiydi.
Bu öğlen Zeynep’in davetiyle İsmail abilere gittiğindeyse Sinan yine uyuyordu. Ayşe onu güler yüzle karşılayıp sıkıca sarılmış sonra Ömer’i kucağına alıp iki yanağından öpmüştü. Ayşe abla çok güzel bir kadındı. Neva’nın bildiği kadarıyla yıllar önce İsmail abi ile ayrılmak zorunda kalmışlar İsmail abi yıllar sonra Ayşe ablaya ve Zeynep’e kavuşmuştu. Bir araya geldikten çok kısa bir süre sonra da Hasan dünyaya gelmişti.
Eve girdiğinde Hasan’ı babasının kucağında kahkahalar atarken görünce Neva’nın içi gitmişti. Ayşe’nin kucağındaki Ömer onları dikkatle izliyordu. İsmail hemen yanlarına gelip Ömer’i kucağına aldı, “hoş geldiniz,” dedi içtenlikle. Kırklı yaşlarının ortalarındaki adamın yüzünde bir mutluluk parıltısı vardı.
“hoş bulduk abi,” dedi Neva.
“senin şu Kartal,” diye takıldı İsmail ona “ne güzelmiş öyle.”
“uğraşma kızla İsmail,” dedi Ayşe hemen. Saçları o kadar güzeldi ki Neva bakmaktan kendimi alamıyordu. Zeynep de annesine ve halasına benzediği için şanslıydı.
“alınma sakın bacım,” diye devam etti İsmail hemen telaşla “ben eski arabaları çok severim de o yüzden dedim.”
“yok abi alınmadım,” Neva hüzünlü bir tebessümle ekledi “Kartal bana Arif’ten kaldı. Biz evlenmeden önce çalışıp alnının teriyle kazanıp biriktirdiği buna yetmiş. Gözü gibi bakardı arabasına.”
Arif kaza yaptığında Kartal tamirdeydi. O yüzden Arif taksiye binmişti. Ödemeyi bir an önce almak için acele etmişti. Belki taksi yerine otobüse binseydi- Neva bunları düşünmemeliydi artık biliyordu. Ecel vakti tayin edildiğinde ondan kaçış olmazdı. Arif’in vakti de tam o anda dolmuştu. Bunu kabullenmesi gerekiyordu.
Bir anlık sessizlik olduğunda Neva dalıp gittiği hatıralardan çıkıp salondakilerin yüzüne baktı. Hepsinin yüzünde anlayışlı bir üzüntü vardı. Neva gülümsemeye çalışıp “Ömer, Hasan abisini çok sevdi,” diye konuyu kapattı. Kimsenin ona daha fazla acıyarak baktığını görmek istemiyordu artık.
“evet çok iyi anlaştılar,” Ayşe salonun ortasında oynayan bebeklere bakıp “çok şükür,” diye ekledi.
İsmail “Sinan evde mi?” diye sordu kaşlarını çatıp. Neva başını salladı sadece. Karı koca birbirlerine kaçamak bir bakış attıklarını gördü.
“seni- üzecek bir şey yapmıyor değil mi?” diye sordu İsmail biraz çekinerek. Sanki Neva evet diye cevap verse gidip Sinan’ın ağzını yüzünü dağıtacak gibi tahammülsüz bir hali vardı.
“yok,” dedi Neva “kullandığı ilaçlar yüzünden yok gibi zaten.”
Bu cevap salonda yine derin bir sessizliğe sebep olunca Neva ne dese ayrı bir yarayı deşeceğini fark edip daha açık konuşmaya karar verdi.
“İsmail abi,” diye başladı lafa “bence Sinan o ilaçlara bağımlı olmuş.”
“na-nasıl?”
“kendini uyuşturuyor gibi, gereğinden fazla bu ilaçları- tüketiyor olabilir mi?”
İsmail gergin bir şekilde “ama hepsi reçeteli,” dedi. Neva bu kez kendini biraz daha zorlayıp “başka bir şey kullanıyor olabilir mi?” diye sordu.
Zeynep “böyle bir şey olabilir mi?” dedi kendi kendine. İsmail’in tüm keyfi kaçmıştı sanki “bu kadarını da yapmaz diyemiyorum ki,” dedi kızına “yapmaz dediğim ne varsa hepsini yapmış zaten.”
İsmail’in sesindeki hayal kırıklığı o kadar barizdi ki Neva, Sinan’ın neden hepsinden kaçtığını o an anladı. Sinan ailesinin yüzündeki kınamayı görmek istemiyordu. Kendini uykuya ve duygusuzluğa hapsetmesinin sebeplerinden biri de buydu belki.
“belki de ben yanılıyorumdur,” diye düzeltmek istedi durumu “hem gerçekten beni üzecek hiçbir şey de yapmadı.”
Ayşe ve Zeynep onun bu savunması karşısında birbirlerine sorar gibi baktılar. Bu savunma iyiye işaret değil miydi?
“yarın randevusu var,” dedi İsmail “İlyas’la birlikte götüreceğiz. Oğuz’un işi var.”
“belki kullandığı ilaçların dozunu azaltmak hayırlı olacaktır,” dedi Neva. Sinan’ın daldığı derin uykudan uyanmasının zamanı gelmişti artık.
…
Ertesi gün Sinan sinirli bir halde doktordan döndüğünde hiçbir şey demeden hışımla yukarı kata çıktı. Elbette koltuk değneklerinin izin verdiği ölçüde. Neva kapıda şaşkınlıkla ona bakakaldığında peşinden gelen İlyas “doktor ilaçlarının dozunu düşürdü,” diye açıklama yaptı. İnsana sakinlik veren güzel tok sesinde endişe vardı. Neva anladığını belli eder gibi başını sallayıp “çay demledim abi,” dedi “gel bir bardak iç öyle git.”
“başka zaman inşallah kardeşim,” İlyas onun yüzüne dikkatle bakıp “doktor yeni doza alışana kadar ruh hali değişkenlik gösterir dedi,” diye uyardı Neva’yı “seni rahatsız edecek en ufak bir şeyde-“
“biliyorum,” dedi Neva adamın lafını yarıda kesip. Herkes Neva’ya karşı aşırı korumacı yaklaşıyordu. Kaya ailesinden kimle karşılaşsa hemen aynı şeyi söylüyorlardı. Çünkü onlar Sinan’ın en kötü halini görmüşlerdi. Gözlerindeki kara öfkenin ona neler yaptırdığını, öfkesini kontrol edemediği zamanlarda ne kadar kırıcı olduğunu biliyorlardı.
“bir şey olursa, seni üzecek bir şey yaparsa hemen bizi ara,” diye tamamladı lafını İlyas ve gülümsemeye çalışıp annesinin kucağındaki Ömer’in yüzünü sevdi, “hadi Allah’a emanet olun,” diyerek gitti.
İlerleyen günlerde Sinan yarı yarıya azaltılan ilaçlarının yeteri kadar onu uyuşturamamasından şikayetçiydi. İçinde tekrar kabaran bir öfke hissettiğinde kendinden korkmaya başlamıştı. Yeniden bir sinir krizi geçirmek istemiyordu. Kendini o karanlığa teslim etmekten korkuyordu.
Bir gece karanlıkta boş gözlerle tavana bakarken aklından yakıp yıkmak geçiyordu. Yakıp yıkmak ve o ateşte kaybolup gitmek istiyordu. Kimse varlığını hatırlamasın, kimse onun ne yaptığını bilmesin öylece kaybolup gitsin….
Mümkün değildi bu biliyordu. Doktora giderken İsmail abisi ona ‘ilaçları gereğinden fazla kullanıyor olabilir misin?’ diye sormuştu. Kimsenin ona en ufak bir güveni kalmamıştı artık. İlyas abisi de “eğer öyleyse söyle bilelim,” diye destek çıkınca Sinan ailesinden gelen darbelere artık alıştığını sansa da kırılmıştı. Kırılmaya hakkı yoktu ama kırılmıştı. Kimse ona güvenmiyordu artık. Sinan da kendine güvenmiyordu. Önünde çok güzel bir yol vardı. Ve o her şeyi mahvetmişti.
Elinde tutunabileceği tek bir şey kalmıştı. Öfke! Öfkesi de kaybolup giderse Sinan yüzleşmek zorunda kalacaktı. Artık olduğu kişiyle yüzleşmek istemiyordu. Bunu yapacak gücü yoktu.
Yataktan zorla doğrulup koltuk değneklerine tutunarak ayağa kalktı. Işığı yakmadan odasından çıkıp aşağı kata indi. Onun odasının kapısı kapalıydı. Bir anda hayatına giren o kız! Gözlerinde bir şeyler ölmüş gibi bakan, nikah günü az kalsın onu masada bırakıp gidecek olan o kız! Neva da istememişti onunla evlenmeyi. Haklıydı da! Kim isterdi böyle bir adamı? Lily istememişti, Neva da istememişti.
Ömer’in odasından hafif bir ağlama sesi gelince Sinan hiç düşünmeden onun odasına girdi. Bebek uyuyordu ama ağlamaklı bir yüzü vardı.
“kabus mu görüyorsun?” diye sordu Sinan gecenin içinde fısıltısı bile yüksek gelmişti. Ömer içini çeker gibi kaşlarını çatmış yumruğunu sıkmıştı.
“sen de farkındasın değil mi?” dedi Sinan “bu evin ne kadar- sahte olduğunun.”
Ömer’in yüzündeki ifade o konuşurken düzelmiş ve tekrardan derin uykusuna geri dönmüştü. Sinan farkında olmadan bir süre onu izlemiş ardından tekrar çatı katındaki çilehanesine geri dönmüştü.
…
Neva ise birkaç gün sonra artık bu sessizlikten sıkılmıştı. Cesaretini toplayıp bir akşam Sinan’ın kapısının önüne geldiğinde kendine bunu neden yaptığını soracak gücü bulamadı. Kapıyı tıklattığında bir anlık sessizlikten sonra Sinan’ın “gel,” diyen sesini duydu.
İçeri girdiğinde adamın odada bulunan sandalyeyi pencerenin önüne çekip dışarısını seyrettiğini görünce şaşırdı. Nedense onu yatakta uyukluyor haldeyken bulmayı düşünmüştü. Üzerinde Neva’nın düzenli aralıklarla odasına bıraktığı eşofman ve tişörtlerden vardı. Saçlarının ve sakallarının uzamasına müsaade etmeden düzenli olarak tıraş ettiğini fark etmişti. Yüzünde aynı bezgin, kederli ifade vardı ama gözleri- Neva onun gözlerinde ilk defa bilinçli bir bakış olduğunu gördüğünde ilaçların dozunun düşürülmesinin işe yaradığını düşündü.
“ne oldu?” diye sordu Sinan. Sesinde de duruşunda da kızgın bir hava vardı. Neva ayakta kalmaya devam edip “akşam yemeği hazır,” dedi usulca.
“iyi,” dedi Sinan soğuk bir alayla “sana afiyet olsun.”
“senin de gelmeni istiyorum,” dedi Neva. Sinan pencereden yüzünü çevirip genç kadına baktı. Sessizce onu izlediği şu kısacık zamanda hakkındaki tek hükmü iyi bir anne olduğuydu. Onun dışında Neva hakkında en ufak bir fikri yoktu.
“hayır,” dedi Sinan sadece.
“neden?”
“canım istemiyor.”
“sen çok nankör birisin, biliyorsun değil mi?” Neva’nın ağzından çıkan kelimeler ikisinin de beklemediği bir şeydi. Neva yıllarca uzaktan uzağa sevdiği çocuğun karşısına geçip onunla böyle acımasızca konuşacağını düşünmezdi. Hayallerinde bile Sinan’la kavuştuğunu kurmazdı. Ama bazen ona kavuşursam diye geçirirdi içinden ona hep içimdeki aşkı anlatıp dururum. Şimdi ise ağzından çıkanlar aşktan çok uzaktı. Sinan ona bir an bakakaldı. Demek ki Neva da onun hakkında bu hükmü vermişti. Geri kalan herkes gibi…
“doğru,” diye onayladı nitekim tekrar pencereye dönüp “odamdan çık şimdi. Bütün evi size bıraktım zaten. Burada rahat olmak istiyorum.”
Bu buz gibi soğuk sözler Neva’nın kalbine ok gibi saplandı. Adama bakmaya devam ederken “daha ne kadar tüm dünyanın senin acının etrafında dönmesini istiyorsun?” diye sordu ondan da acımasız bir tonda.
“beni- rahat- bırak- dedim,” diye tekrar etti Sinan yumruklarını sıkıp. Neva’nın ise vazgeçmeye niyeti yok gibiydi.
“iki ayağının üstündesin!” derken sesi bir tık daha yükselmişti, “çabalarsan eğer şu değneklerden de kurtulabilirsin ama sen kendine acımayı bırakamıyorsun bir türlü.”
Sinan o an öfkeyle ayağa fırlayıp yine yakıp yıkma isteğiyle dolup taştığını hissetti. Ancak halinde bir fark vardı. Bu kez kendini kontrol etmeyi başarıp bir karşılık vermedi. Sadece “ne istiyorsun benden?” diye sordu.
Neva onun öfkesinin farkında bir adım geri atıp “istediğim tek şey oğlumun çatı katına saklanmış bir canavarla büyümesini engellemek,” dedi aynı acımasızlıkla. Sinan bu sözler karşısında gözlerini ağır bir şekilde kapatıp yutkundu. Canavar! diye çınladı zihninde. Vücudundaki yara izleri, dikişler, çenesindeki çirkin iz, çukurlaşmış gözleri, çökmüş avurtları, solgun teni canlandı zihninde. Doğruydu. Sinan bir canavardı. Kendi elleriyle doğurduğu bir canavar.
“etrafına biraz bak, herkesin senin için nasıl çırpındığına bak. Bu nikah! Bu ev! Her şeyi senin için inşa ettiler. Sense-”
Sinan cevap vermeden dışarısına bakıyor ama artık gözleri hiçbir şey görmüyordu. Neva durup kendini tuttu. Başını iki yana sallayıp “biraz sen de çabala,” diye devam etti. “aynı evin içinde bu şekilde ömür geçmez. Sen-“ Neva’nın sesi bir an acıdan kısılır gibi olduğunda Sinan onun camdan yansıyan aksine baktı. O an acı çeken, bir kaybın yasını tutan, zayıflamış, solgun yüzlü gencecik bir kız gördü. Ama onun aksine Neva ayakta durmaya çalışıyordu. Güçlü olmaya çalışıyordu.
“Sen bir zamanlar çok neşeli, mutlu bir çocuktun,” diye devam etti Neva. Sesindeki acıyı fark ettiğinde anladı. Eskiden sevdiği Sinan için de yas tutmaya başladığını.
“Güldüğün kadar güldürürdün. Hayattan zevk alırdın. ”
Sinan onun yansımasına bakakalmıştı. Farkında olmadığı gerçeklerden biri de buydu. Neva onun çocukluğundan beri hatıralarında olan akrabalarından biriydi. Sinan o an küçük bir anı hatırladı. Alev turuncusuna benzeyen bakır renginde saçları olan küçük bir kız çocuğu bardağı kırdığı için kıpkırmızı olan yüzüyle ona bakıyordu. Utanmıştı. Gözleri yaşlarla parlıyordu.
Sessizlik devam edince Neva hayal kırıklığı içinde odadan çıkıp gitti. Sinan insanların yüzünde görmeye alıştığı tek şeyin bu olduğunu düşündü. Hayal kırıklığı.
….
Ertesi sabah Sinan saçlarını ve sakalını tıraş ettikten sonra banyoya girip duş aldı. Vücudundaki her bir yara izinin yerini ezbere biliyordu. Belirgin kaburgalarının üzerini örten deri parçasına bakarken kalbi sıkıştı. Çok zayıfladığının farkındaydı. Londra’dayken düzenli olarak spor yapardı. Katıldığı motor yarışlarında dengeyi kurabilmek için kondisyonunu korumak zorundaydı çünkü. Bu yüzden epeyce kas yapmıştı. Şimdi ise bir deri bir kemik kalmıştı. Gri eşofmanının üstüne koyu yeşil düz bir tişört giyip aynada yüzüne baktı bir an. İri kahverengi gözleri yüzünün zayıflığından korkutucu gözüküyordu. Gözlerinin altında geniş karaltılar vardı. Hasta bir adam olup çıkmıştı işte.
“hak ettin,” dedi usulca aynadaki yansımasına. Dudakları hareket edince çenesindeki yara izi de hareket etti. Kemikli elini kaldırıp yara izinin pütürlü teninde gezdirdi parmaklarını.
Bir anda zihninin içinde Neva’nın çatı katına saklanmış bir canavar cümlesi çınladı. Elini elektrik çarpmış gibi yara izinden çekip banyodan çıktı.
Kız haklıydı. Herkes onun iyileşmesi için çabalarken o resmen buraya saklanmıştı. Bir korkak gibi buraya saklanmıştı.
“korkaksın zaten,” derken buldu kendini. Aynadaki yansımasının gözlerine bakarken saf bir nefret vardı içinde. Kendinden nefret ediyordu.
Koltuk değneklerini alıp kapıya gitti. Kapıyı açtığında hiç beklemediği bir ses duydu. Bir bebeğin kahkahası çınlıyordu evin ortasında. Ardından Neva’nın gülümseyen sesini işitti “çok mu hoşuna gitti bakayım?”
Karşılık olarak Ömer’in çığlıkla karışık kahkahasını duyunca dudaklarının kenarında istemsizce bir tebessüm titredi. O güldükçe Neva’nın gülümsemesi de artıyordu. Anne oğul nasıl bir oyun oynuyorlardı acaba? O an farkında değildi ama uzun zaman sonra ilk defa bir şeyi merak ediyordu.
“hadi bakalım kahvaltı zamanı,” diyen Neva’nın sesi nefes nefese kalmıştı. Bir süre sonra ikisinin sesi de uzaklaşırken Sinan uzayıp giden koridoru tereddütlü bir şekilde yürüyüp merdivenlerin önüne geldiğinde canavar kelimesi çınladı yine zihninin içinde.
Ömer’in karşısına çıkmama sebeplerinden biri de buydu zaten. Onun yüzünü gördüğünde korkup ağlamaya başlamasından endişeleniyordu. Sinan bile aynada kendi yüzüne bakmaya tahammül edemezken Ömer ondan korkarsa ne yapardı?
Paniklemeye başladığını hissettiğinde arkasını dönüp odasına kapattı kendini yine. Bütün gün de çıkmadı.
…
Birkaç vakit sonra ilaçların etkisi azaldıkça zihni biraz daha berraklaşmış, uykuya olan ihtiyacı azalmıştı. Şimdi de geceleri yapıp ettiklerinin utancı doluyordu zihnine. Nasıl harama battığını, işlediği günahları düşünüp gözünden yaşlar akmaya başlıyor, pişmanlık bütün vücudunu ele geçiriyordu. Duyguları aniden bastırıyor onları kontrol etmekte zorlanıyordu.
Evlendiği günden beri annesi ve babasını görmediğini fark ettiğinde bir an kalkıp onların yanına gitmeyi düşündü. Ama sonra annesinin sen benim en büyük hayal kırıklığımsın cümlesini hatırladı. Babasının yüzündeki vazgeçişi hatırladı. Onları nasıl utandırdığını, başlarını yere eğdiğini hatırladı. Onun yüzünden bir gecede nasıl on yıl yaşlandıklarını hatırladı.
Kimsenin sevgisini, ilgisini hak etmiyordu. Yutkunup bir şeyler atıştırmak için aşağı inmeye karar verdi. Koltuk değneklerini alıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladığında Ömer’in odasından ağlama sesleri geldiğini duyunca duraksadı. Ömer’in kahkahalarını dinlemeyi sevmişti ama ağlamasını duymak hiç hoşuna gitmemişti. İkinci kez düşünmeden bebeğin odasına girdiğinde Ömer’in beşiğin ortasına ayaklarını iki yana açarak oturmuş halde ağladığını gördü. Gözyaşları tombul yanaklarından süzülüp mavi tulumunun yakasını ıslatıyordu. Sinan koltuk değneklerinden birini duvara yaslayıp aksak adımlarla Ömer’in yanına yaklaşıp elini ipek gibi saçlarına dokundurduğunda Ömer ağlamayı bırakıp kimin geldiğine baktı. Annesinin gelmediğini görünce tekrar ağlamaya başlayınca Sinan “ağlama lütfen,” dedi çaresizce.
Ömer’in içli bir şekilde “anne!” dediğini duyunca kalbi ezildi. Bu Neva neredeydi ki! Çocuk ağlamaktan bayılsa mıydı yani! Sinan sonunda diğer koltuk değneğini de bırakıp iki eliyle Ömer’e uzandı ve biraz zorlansa da onu kucağına almayı başardı.
Ömer’in ağlaması biraz durur gibi olduğunda Sinan uzun zaman sonra kendini ilk defa- heyecandan nasıl hissettiğini çıkaramadı ama bunun kendini tekrar iyi hissetmekle bir ilgisi olmalıydı ya da insan gibi daha açık olmak gerekirse bir erkek gibi hissetmekle ilgiliydi bu.
Olduğu yerde onu hafifçe sallarken “ağlama ufaklık,” diye fısıldadı, “annen gelir şimdi.”
Ömer, yüzünü gördüğü, varlığını hissettiği ama sesini ilk kez bu kadar net duyduğu bu yabancı ama yabancı olmayan adama dikkatle bakarken biraz daha sakinleşmişti. Artık sadece mızırdanıyordu.
“karnın mı acıktı?” diye sordu Sinan, Ömer ona hafifçe başını eğerek cevap verdi.
“yoksa altını mı pislettin?”
Bu soruyu ise duymazlıktan gelince Sinan uzun zaman sonra ilk kez gerçekten gülümsedi. Öyle ki kasları bu hareketi karşısında şaşırdılar. Yüzünde garip bir ifade oluşmuş olmalıydı ki Ömer ona elini uzatıp yanağına dokundu. Sinan o an aklından şükürler olsun ki benden korkmadı diye geçirdi. Onu oyalamak için eline geçen bir oyuncağı alıp “bak burada ne var?” dedi. Ömer oyuncağı eline alıp inceledikten sonra yere attı.
“tamam bundan hoşlanmadın,” dedi Sinan o kucağında dururken iki eliyle öyle sıkıca tutuyordu ki onu tüm gücünü tüketmişti bile. O kadar uzun zamandır ağır bir şey kaldırmamıştı ki kol kasları ona isyan etmiş, beli ve bacakları ağrımaya başlamıştı. Ve kucağında taşıdığı bebek 7-8 kilo bile yoktu.
“geldim anneciğim geldim,” diyen Neva’nın sesi ile birlikte varlığı da odada belirince bir an üçü birden şaşkınlıkla dona kaldı. Neva’nın elinde bir mama kâsesi vardı. Gördüğü manzara karşısında nutku tutulmuş gibi kalmıştı. Sinan ve kucağında iki eliyle sıkıca tuttuğu Ömer şaşkınlık içinde ona bakıyordu. Ömer’in bakışlarında ayrıca merak da vardı. Neva hemen kendini toparlayıp mamayı çekmecenin üstüne bıraktı ve Ömer’i kucağına alıp “ne yaptığını zannediyorsun sen!” diye bağırdı Sinan’a.
Sinan “b-ben ağlıyordu o yüzden-“ diye kendini açıklamaya çalışırken Neva “onu mu diyorum ben?” diye lafını kesti, “kendini tekrar sakatlamak mı istiyorsun? Ömer’i kucağına alamazsın. Önce hafif ağırlıklarla başlanır bu işlere.”
Sinan kızdığı şeyin ne olduğunu anlayınca rahatlayarak tuttuğu nefesini salarken Neva “kahvaltı hazır,” dedi sanki bu çok normal bir sabahmış gibi “madem Ömer’e yardım etmek istiyorsun ona mamasını yedirebilirsin.”
“ben-“
“ama çok hızlı olman lazım çünkü yemek yerken ağzının boş kalmasına hiç tahammül edemez.”
Ömer onaylar gibi sesler çıkarınca Neva ona gülümsedi. Mamayı da alıp “biz mutfaktayız,” dedi odadan çıkarken. Sinan kelimenin tek anlamıyla şaşkındı. Bir anda kendini hiç beklemediği bir durumun içinde bulmuştu ve nasıl hayır diyebileceği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Mecburen koltuk değneklerini alıp vücudu ona isyan ederken kendini tutup aşağıya indi. Muhtemelen Ömer’i kucağına almasının bedelini birkaç gece kas ve kemik ağrısını uç noktalarda yaşayarak ödeyecekti. Mutfağa indiğinde mis gibi bir koku karşıladı onu.
Ömer çoktan mama sandalyesine oturmuştu bile. Sinan onun yanında duran sandalyeye oturup kâseyi eline aldı. Anladığı kadarıyla içinde haşlanmış sebzeler vardı. İlk kaşığı Ömer’in ağzına tuttuğunda Neva hiç sesini çıkartmadan çayları bardaklara doldurmaya devam etti.
Sinan ise ikinci kaşığı Ömer’e uzatırken Neva’nın ne demek istediğini anlamıştı. Ömer’in yemek yerken beklemeye tahammülü yoktu. Ağzındaki biter bitmez hemen diğer kaşığı istiyordu. Sinan ona yetişmeye çalışırken Neva da usulca çayını önüne bıraktı. Neyse ki Sinan yeğenlerine de yemek yedirdiği için bu konuda tecrübeliydi.
Biraz sonra Ömer karnı doymuş bir halde keyifli sesler çıkartmaya başlamıştı. Sinan boş mama kâsesini masaya bırakırken “maşallah,” dedi “iştahı yerinde.”
“öyle çok şükür,”
Evlendikten sonra ilk defa aynı sofraya oturduklarının farkındaydı ikisi de. Neva için Arif’in olması gereken yerde Sinan vardı. Sinan için de Lily’nin olması gereken yerde Neva. Ama ikisi de birbirleri için öyle bir anlam ifade etmediklerinin farkındaydı.
Durumun garipliğinin, söylenmemiş sözlerin, konuşulmamış meselelerin farkındalardı. Ancak bu sabah için bunlar görmezden gelinebilirdi çünkü sonunda üçü de bir sofra etrafında bir araya gelmeyi başarmışlardı. Gerçi Neva fırsattan yararlanmıştı ama yaptığına pişman değildi. Sinan’ın mağara gibi sığındığı o çatı katından çıkması lazımdı. Ömer evde sessiz, karanlık bir hayaletle büyümeyecekti. Önce oğlu için sonra da Sinan için yapacaktı bunu.
Sessizlik içinde ilk kahvaltılarını yapmaya başladıklarında Sinan mis gibi kokan şeyin poğaça olduğunu gördü. Zeytinli poğaçadan bir tane alıp ısırdığında “sen mi yaptın?” diye sordu.
Neva başını salladı, “beğendin mi?”
“çok güzel olmuş, eline sağlık.”
“afiyet olsun,” dedi Neva tebessüm edip ve kendini tutamayıp “sana bir şey söylemek istiyorum,” diye ekledi. Sinan ona bakıp “dinliyorum,” diye karşılık verdi.
“biz, yani sen ve ben normal şartlar altında evlenemedik,” diye durumu kabul etti Neva kendini bir garip hissederek “ikimizin de baş etmeye çalıştığı zorluklar var. Sen kendi içinde bir hesaplaşma yaşıyorsun bense-“
Neva bu noktada susup acısını kendine sakladı. Sinan bunun farkındaydı. Aklında az önce de gözüne çarpan resim çerçevesi vardı. Ömer’in odasında duran fotoğraftaki adamdı Neva’nın acı çekmesinin sebebi.
“yani demem o ki birbirimize karşı illa kötü davranmak zorunda mıyız?”
Bu soru karşısında Sinan ne diyeceğini bilemez gibi Ömer’e baktı. Ömer de ona bakıyordu. Sonra birden gülümsedi. Sinan’ın hiç beklemediği bir hediye gibiydi bu gülümseme. Kalbinde bir şeylerin uyandığını hissetti o an. Bu evde bir çocuk büyüyecekti. Neva’nın neden orta yolu bulmaya çalıştığını o an anladı. Çünkü o iyi bir anneydi. Evladının iyiliğini düşünen iyi bir anne…
“değiliz,” derken buldu kendini Sinan. Neva bu cevaptan güç alarak “o zaman ateşkes yapalım mı?” diye sordu.
Sinan bakışlarını Ömer’den ayırıp Neva’ya baktı. Küçük burnunun üstündeki çiller dikkatini çekti yine. Başı kapalıydı. Yeşil renkli bir şal bağlamıştı. Bu rengi seviyor olmalı diye düşündü. Sonra zihnini toparlayıp “yapalım,” diye cevap verdi.
Neva haftalar sonra rahatladığını hissederek “teşekkür ederim,” dedi. Sinan ona başını sallayıp “eline sağlık tekrardan,” diyerek karşılık verdi.
Az önce ikisi de birbirlerine doğru birer adım attıklarının farkındaydı. Farkında olmadıkları şeyse bunun sadece bir başlangıç olduğuydu.
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayınız
Allah'a emanet olun :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |