53. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 9. BÖLÜM

9. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

merhabalar

size yazarken çok eğlendiğim bir bölümle geldim

size de iyi okumalar dilerim

BÖLÜM

Gerçekler

 

“bak eğer tereddütün varsa-“

Nergis onun cümlesini yarıda kesip “mühendis bey tereddütüm olsaydı baştan kabul etmezdim,” dedi ve ekledi. “Hem senin hala daha evde ne işin var? Erkek adam dediğin cuma vakti camide olur.”

Oğuz gülümseyip “abimi bekliyorum,” diye karşılık verdi, “abdest alıyor.”

“hangisi?”

“İsmail abim.”

“hmm tamam,” dedi Nergis, Oğuz’un duymaya çoktan alıştığı o insana neşe veren tınısıyla. “Allah kabul etsin, hayırlı cumalar.”

“sana da doktor hanım,”

Oğuz telefonu kapatırken boğazını temizleyerek geldiğini belli eden İsmail’in yüzünde manidar bir gülümseme vardı.

“sen Nergis’ten daha heyecanlısın bakıyorum,” dedi kollarını sıvadığı gömleği düzeltirken.

“kıza ayıp oldu,” dedi Oğuz. Hala daha Neslihan’ın onu nasıl ikna ettiğini çözememişti.

“saçmalama,” dedi İsmail. Dün gece kardeşinde kalmıştı. İkisi de bekar hayatı yaşadıkları için birbirlerinin dilinden anlıyorlardı. Üstelik kardeşlerden İlyas evli ve çocuklu olduğu için artık başka bir dünyaya aitti. Sinan ise yaşça onlardan küçüktü ve Oğuz hala daha Alparslan ile kurdukları samimiyeti kıskanıyordu.

“hepsi Nesli’nin suçu,” dedi kendini tutamayıp “ne yapıp ediyor bana istediğini kabul ettiriyor.”

İsmail kahkaha atıp “bacımın tatlı dili yılanı deliğinden çıkartır,” diye kabul etti. Birlikte evden çıkıp Mihrimah Sultan Camii’ne gittiler. Oğuz namazdan sonra ellerini açıp dua ederken bir an kendini çok mahzun hissetti. Ne diyecekti Rabbine. Ne diyebilirdi? Evvela üzerindeki her bir nimeti için ona şükretti. Ardından af diledi ve hayatını bir düzene sokabilmek için yardım istedi.

Camiden çıktıklarında sessize aldığı telefonu titremeye başladı. Hemen açıp baktı. İlyas abisi arıyordu.

“selamun aleyküm abi,” dedi Oğuz “Hayırlı cumalar.”

“sana da biraderim, neredesin?”

“Mihrimah Sultan Camii’ne geldik abimle.”

“öyle mi?” diyen İlyas’ın ses tonu hemen değişmişti.

“evet.”

“babam diyor ki; hazır evin kadınları başka bir yere gitmişken biz de bir araya gelelim.”

O sırada konuşmayı dinleyen İsmail, babasının bu isteğini geri çevirmek kalbine ağır geldiği için başını salladı. Oğuz, abisinden onay aldıktan sonra “tamam abi,” dedi. “Neredesiniz?”

“Kuzguncuk”

“biz oraya geçiyoruz o zaman,”

“eyvallah koçum, orada görüşürüz.”

Telefonu kapattıktan sonra İsmail “bu da nereden çıktı şimdi?” diye sordu kendi kendine konuşur gibi. Oğuz omuz silkip “babam çok fazla böyle şeyler istemez biliyorsun,” dedi ve ekledi, “belli ki içinden gelmiş.”

İsmail biraz huzursuz da olsa başını sallayıp “hadi gidelim,” dedi. Yola çıktıklarında Oğuz’un aklı Nergis’teydi. Elbette annesine güveniyordu. Kızı üzecek bir şey söylemeyeceğini aksine kol kanat gereceğini biliyordu. Korkusu İzel’le ilgili mevzunun açılma ihtimaliydi.

“dikkat et Oğuz,” diyen abisinin sesiyle dalıp gittiği yerden çıkıp son anda sola dönüp yolu kaçırmaktan kurtardı.

“nereye daldın gittin be oğlum?” diyen İsmail’in sesi celalliydi.

“aklım Nergis’te,” diye itiraf etti Oğuz. İsmail anladığını belli eder gibi başını sallayıp “anamın huyunu suyunu bilmez gibi konuşma,” dedi, “her şey yolunda gidecek inşallah.”

“inşallah abi,”

“hem bakarsın yaza düğün yaparız size.”

Bir anda abisinin söyledikleri yüzüne tokat gibi çarptı Oğuz’un. Aynı evin içine tekrar bir kadınla girmek, onunla mahremini paylaşmak, ona güvenmek fikri Oğuz’u sarstı. Panik atak dalga dalga vücudunda yükselirken kendini sakinleştirmek için direksiyonu sıkıca tutup yola odaklandı. Kardeşinin verdiği mücadeleyi çatık kaşlarla izleyen İsmail ise yol boyunca bir daha konuşmamıştı.

Nihayetinde buluşma yerine geldiklerinde onları Gökalp karşıladı. Boğaz manzaralı tarihi bir kafenin önünde bekleyen yeğeni Gökalp “amcalar!” diye bağırınca Oğuz güldü. İsmail kollarını açtı, “gel lan buraya!”

Gökalp koşarak büyük amcasının kucağına atladığında İsmail, yeğenini kucaklayıp “içerdeler mi yeğenim?” diye sordu.

“herkes içeride,” dedi Gökalp biraz üzgün bir tavırla ekledi “ama Gökçe yok. O bizimle gelmedi.”

“sen çok mu özledin kardeşini?” diye sordu Oğuz, yeğeninin başını okşayıp. Gökalp başını salladı, “bu sabahtan beridir onu görmüyorum.”

İsmail, şefkatle tebessüm edip “çok olmuş be!” dedi abartılı bir şekilde “demek en son sabah görüştünüz.”

“evet,” diyen Gökalp’in üzüntüsü samimiydi.

İçeri girdiklerinde mekanın buram buram nostalji kokan havası Oğuz’u etkiledi. Böyle yerleri severdi. Onları bekleyen masada babası, İlyas abisi ve- Alparslan muhabbeti çoktan ilerletmiş görünüyordu. O sırada Sinan -büyük ihtimalle tuvaletten dönüyordu- Alparslan’ın yanındaki boş sandalyeye geçip “enişte haftaya kesin o filme gidelim,” deyince Oğuz yutkunup geri kaçma isteğini bastırdı. Yanında duran İsmail abisi de İlyas abisi ile babasının muhabbet edişini izliyordu.

Yusuf Bey onların geldiğini görünce elini kaldırıp selam verdi. İki kardeş içlerindeki korku ve kırgınlığı gizlemeye çalışıp masaya gittiler ve son kalan iki sandalyeye oturdular.

“hoş geldiniz,” dedi İlyas “bizimki sizi kapıda karşılamak için inat etti.”

“geldiğinizi görünce fırtına gibi uçtu,” dedi Alparslan. Sinan, muhabbeti büyük bir dikkatle dinleyen yeğenine “e Gökalp anaokulundaki arkadaşından bahsediyordun devam et bakayım,” deyince diğerleri yine gülüşmeye başladılar.

Yusuf Bey yaşının ve konumunun getirdiği bir ağırlıkla “torunumla uğraşmak yok,” deyince Sinan, babasına “babacığım onunla uğraşmak benim asli vazifem,” diye karşılık verdi.

“hangi arkadaşmış bu?” diye sordu Oğuzhan.

“Buse,” dedi Gökalp “bana yeşil kartonundan verdi ve benim elimi tuttu.”

İsmail kucağında oturan yeğenine bakıp “sen ne yaptın?” diye sordu gülmemek için kendini tutarken.

Gökalp şimdi iyice utanmışa benziyordu. Yüzünü amcasına saklayıp “kaçtım,” dedi boğuk bir sesle. Masadan kahkahalar yükselirken İlyas utanan oğluna kıyamayıp “tamam, tamam,” dedi şefkatle “sana gülmüyoruz oğlum, saklanma bakayım.”

Gökalp çenesi titrerken başını kaldırıp herkesin suratına dikkatle baktı. Şimdi hepsi kendini toparlamıştı. Burnunu çekip “neye gülüyorsunuz o zaman?” diye sordu.

“bana gülüyorlar,” dedi İsmail. Gökalp, amcasına baktı.

“neden?”

“çok komik bir suratım var da ondan,”

Gökalp titrek bir gülümseme ile “ama amca senin hiç de komik bir suratın yok ki!” diye karşılık verdi, “senin çok şiddetli bir suratın var.”

“şiddetli mi?”

“hıhı,” dedi Gökalp çocukça bir masumiyetle “korkunç değil ama şiddetli,” diye bastırdı dikkatle.

“o kaşlarını sürekli çatarsan böyle olur işte,” dedi Sinan hemen. İsmail ona ters bir bakış atıp “neyse en azından korkunç değilim,” diye kendi kendini teselli etti.

Semaverde çay geldikten sonra Yusuf Bey “hey gidi,” deyip dalıp gitti bir süre “gençliğimde liseden arkadaşlarla gelirdik buraya,” dedi. “Sahilin kenarına gider aldığımız simitleri yerdik.”

“o arkadaşlarla hala görüşüyor musunuz baba?” diye soran Alparslan’dı. Yusuf Bey ona bakıp “bir kaçı rahmetli oldu,” dedi hüzünle. “Birkaçı başka şehirlere, ülkelere taşındı. Bir iki tane kaldık İstanbul’da. Onlarla da görüşürüz hala.”

“ne güzel,” dedi Alparslan “kardeş gibi olmuşsunuzdur.”

“öyle tabi, hatta kardeşten öte.”

“baba,” dedi İlyas “annemle evliliğine de bu arkadaşlardan birinin annesi vesile olmuştu değil mi?”

Yusuf Bey gülüp başını salladı, “az koşmadım ananızın peşinden,” dedi muzip bir ses tonuyla.

“anlatsana baba,” dedi Sinan.

“bizimkisi görücü usulüydü oğlum,” dedi Yusuf Bey “Elife Hanım okumuş, terbiyeli bir genç kız o vakitler. Rahmetli kayınvalidem kimseyi yakıştırmıyor yanına. Bizim İlhan’ın anası da aracı olmak konusunda iyidir. Kaç tane evliliğe bizimki gibi aracı olmuştur Allah bilir. Neyse işte kendi kafasında bizi de birbirimize yakıştırınca meseleyi büyüklere açmış.”

“anneannem hemen kabul etmiş mi?” diye sordu Oğuz.

“yok be!” dedi Yusuf Bey hışımla. Sonra boğazını temizleyip “neyse biraz naz niyazdan sonra rahmetli sonunda birbirimizi görmemiz için ikna olmuş.”

“sonra?” dedi İlyas. Herkes kendini kaptırmıştı hikâyeye.

“gittik bir pastaneye. Peşimde beş tane kuzen bir de küçük amcanız, Elife Hanım geldi iki kardeşi, üç kuzeni bir de yengesi.”

Sinan kahkahalar içinde “ne samimi bir ortam,” deyince herkes gülmeye başladı. En çok da Yusuf Bey gülüyordu.

“öyleydi,” dedi çayından bir yudum alıp “tabi biz utana sıkıla iki çift kelam anca konuştuk.”

“annem seni beğenmiş mi?” diye soran Sinan’dı. Yusuf Bey, hayır anlamında başını iki yana sallayınca herkes şaşkınlıkla devamını dinlemeye hazırlandı.

“hatta gidip annesine bu iş olmaz bile demiş,”

“ne?”

“hadi canım!”

“sonra nasıl ikna oldu ki?”

Yusuf Bey soruların bitmesini bekledikten sonra keyifle gülüp “orası da bizim hikâyemiz,” dedi usulca “vakti gelince herkes kendi hikâyesini yaşar. Biz de annenizle sınandık, evvela birbirimizle, sonra yaptığımız seçimlerle, gençliğimizle, acemiliğimizle sınandık. Çok şükür bugünlere getiren rabbime.”

“aşk olsun baba,” dedi İlyas “en heyecanlı yerinde kestin anlatmayı.”

“ben vaktiyle o heyecanı yaşadım bitti,” dedi Yusuf Bey “bak şimdi etrafım oğullarla, kızlarla, torunlarla çevrili.”

Yaşamış, güngörmüş herkes gibi Yusuf Kaya da derin bir çekip “Allah daim eylesin,” diye dua etti.

“amin,” dediler hep bir ağız.

Semaverdeki çay eksilirken muhabbet koyulaştı. Oğuzhan da dahil herkes ilk baştaki gerginliğini unutmuştu.

Kalkma vakti geldiğinde Sinan “bunu daha sık yapalım,” dedi. Alparslan onun ensesini sıkıp “sen başını dersten kaldırırsan yaparız birader,” diye karşılık verince Sinan elinden kurtulup “diyene bak, aynı anda seksen işle uğraşan koca yürekli avukat,” dedi gülerek.

Dışarı çıktıklarında İlyas çekingen bir tavırla İsmail’in yanına gidip “yordu seni de,” dedi gözlerine bakmadan. Gökalp, İsmail amcasının kucağından inmemişti. Hatta şimdi de uyuklamaya başlamıştı.

“aslan gibi oğlun var,” dedi İsmail usulca “Allah hepimize bağışlasın.”

“amin,”

İsmail, Gökalp’i babasına verirken İlyas, oğlunu bağrına basıp kokusunu içine çekti.

“evlat kokusu farklı olur derler,” dedi kendini tutamayıp “öyle mi İlyas?”

“öyle abi,” diye cevap verdi İlyas. Yutkundu, “Allah biliyor ya dünyanın en garip ama en güzel hissi baba olmak.”

İsmail, içindeki acıyı kırık bir tebessüme saklayıp başını eğdi. Yine o çatık kaşlı haline dönüp “Allah’a emanet,” dedi ve arkasını dönüp gitti.

O sırada Yusuf Bey de Oğuzhan’ın koluna girmiş yavaş yavaş yürüyordu.

“annene kızmadın değil mi evlat?” diye sordu Yusuf Bey kimsenin duyamayacağı bir ses tonuyla. Oğuz başını salladı.

“senin için endişeleniyor,” diye açıkladı Yusuf Kaya. “Ben de öyle”

“neden baba?”

Yusuf Bey durup usulca oğlunun yüzünü okşadığında Oğuz neredeyse küçük bir çocuk gibi babasına sarılıp ağlamaya başlayacaktı.

“çünkü evlatlarımızın gözüne baktık mı ne halde olduklarını anlıyoruz da ondan.”

“ben ne haldeyim baba?” diye sordu yardım istercesine. Yusuf Kaya tekrardan oğlunun koluna girip yürümeye devam ederken “ne halde olmak istiyorsan o haldesin oğlum,” dedi açık sözlülükle “insanın kendine acıması en kolayıdır. Silkelen Oğuz, hayat devam ediyor oğlum. Acısı da tatlısı da içinde.”

Oğuz sessiz kalınca babası ona baktı, “duyduğuma göre doktor hanım güzel, iyi kalpli merhametli bir insanmış.”

“öyle,” dedi Oğuz hemen, “o- o, gerçek baba!” bunu da ilk defa babasına itiraf etmişti.

“o zaman seni tutan şey ne oğlum?” diye sordu Yusuf Bey “siz helali haramı bilen çocuklarsınız. Temiz bir niyetle Allah’a yönel ve yapılması gerekeni yap!”

Oğuz yutkunup başını salladı. Yapılması gerekeni biliyor ancak yapacak cesareti bulamıyordu.

Herkesten ayrılıp kendi evine vardığında Nergis’ten hala haber yoktu. Dayanamayıp ‘nasıl gidiyor?’ diye mesaj attığında bir dakika sonra “önemli bir konuşmanın ortasındayım. Ben sana haber vereceğim,” mesajı ile karşılaştığında kafası karışmış bir şekilde ekranı kapatıp beklemeye devam etti.

….

Nergis sıklaşan nefeslerini dizginlemeye çalışıp buluşmak için sözleştikleri mekana girdi. Burası Üsküdar’ın en gözde mekânlarından biriydi. Nevmekan her zaman ki gibi kalabalıktı. Deniz gören cam kenarı bir masada onu bekleyenleri gördü. İlk göz göze geldiği Neslihan’dı. Yerinden kalkıp el salladı ve “buradayız,” dedi tebessümle. Nergis yanlarına gitti.

“hoş geldin Nergis,” dedi Neslihan ve sarıldı. Nergis ona karşılık verirken diğer iki kadına ve kız çocuğuna çabuk bir bakış attı.

“annemle tanıştırayım ilk,” dedi Neslihan. “Elife Sultan,”

Nergis başında bej renkli eşarp takılı olan bu balık etli, uzun boylu kadına baktı. Elife Hanım’ın yeşil renkli keskin bakışları onu bulduğunda “memnun oldum efendim,” dedi Nergis.

Elife Kaya ayağa kalkınca Nergis eline uzandı. Elife Hanım; elini öpüp alnına koyan kızı incelerken tebessümle “ben de memnun oldum kızım,” diye karşılık verdi.

“yengem Leyla ve kıymetlimiz Gökçe,” diye devam etti Neslihan. Ayağa kalkan kadın Nergis’in görüntü olarak tam zıttıydı sanki. Sıcak bakan iri kahve gözleri ve gülümsemesi Nergis’in içini rahatlatmıştı. Nitekim Leyla iki yanağından öpüp sarıldı ve “memnun oldum Nergis,” dedi.

“ben de,” dedi Nergis daha da rahatlayarak. Gökçe ilk bakışta annesine benziyordu ama Nergis daha dikkatli baktığında babaannesine de benzediğini fark edecekti. Nitekim gözlerinin rengini Elife Hanım’dan almıştı.

“Gökçe,” dedi Leyla “Nergis ablaya merhaba de bakayım,”

“merhaba,” dedi Gökçe hemen. Nergis onun oturduğu sandalyenin önüne diz çöküp “merhaba Gökçe,” dedi ve elini uzattı. Gökçe hevesle onun elini tutup sıktı.

“tanıştığımıza memnun oldum,”

“memnun oldum,”

Neslihan onları izlerken “hadi oturalım ayakta kaldık,” dedi. Hepsi masaya yerleştiklerinde yanlarına gelen garson siparişlerini aldı. Çay ve tatlı sipariş etti hepsi.

“kızım,” dedi Elife Hanım bir süre sonra “evvela emri vaki yaparak seni buraya zorla getirmiş gibi oldum kusura bakma.”

“estağfurullah efendim,” dedi Nergis hemen “ben buraya kendi isteğimle geldim.”

“bu konuda bir kırgınlığın yok madem- bil ki tek amacım birbirimizi tanımak.”

“elbette,” Nergis samimi bir tebessümle devam etti, “ben de Oğuz’un ailesini yakından tanımak isterim.”

“maşallah,” Elife Hanım’ın gözlerindeki ifade yumuşarken “hem yüzün hem de sözün güzel.” dedi.

Nergis bu iltifat karşısında utanınca Neslihan “hem güzel hem akıllı,” diye ekledi.

“hepsi Allah’ın nimeti,” dedi Nergis sonunda “sizler de çok güzelsiniz. Oğuz hepinizden sevgiyle muhabbetle bahsediyor.”

Elife Kaya karşısında oturan kızdan hoşlanmıştı. Duruşu, sözleri samimiydi. Bir nebze rahatlayarak “ne güzel,” dedi ve ekledi,” oğlumun gözleri senin bahsin geçince de parlıyor.”

Nergis ikinci kez utanarak sustuğunda Leyla “Nergis,” dedi konuyu değiştirip “çok yoğun bir programın olmalı. Doktorluk kutsal bir meslek. Asistanlık nasıl gidiyor?”

“gerçekten çok yoğun,” diye onayladı Nergis hemen. Konuyu değiştirdiği için Leyla’ya minnetle bakıyordu, “asistanlık sandığımdan biraz daha zor. Uzmanlık sınavlarına hazırlanıyorum bir yandan.”

“cerrah olmak istiyorsun değil mi?” diye sordu Neslihan.

“kısmetse inşallah cerrahlık istiyorum ama olmazsa da bir sürü alan var. Onlardan biriyle devam edeceğim.”

“Allah emeklerinizin karşılığını versin kızım.”

“amin efendim.”

“Elife teyze dersen beni mutlu edersin,” dedi kadın samimiyetle. Nergis, başıyla onayladı. Leyla gülüp “ilk tanıştığımız zaman ben de anneme efendimli hitap ediyordum. Sonra beni azarladı.”

“ama kızım siz o zamanlar çoktan evlenmiştiniz,” diye savundu kendini Elife Hanım.

“evlendikten sonra mı tanıştınız yani?” diye sordu Nergis kendini tutamayıp. Leyla kıkırdayarak “İlyas beni kaçırdı,” diye cevap verince Nergis’in kaşları yukarı kalktı.

Neslihan kahkaha atıp “tam olarak öyle değildi diye hatırlıyorum,” dedi.

“aman tamam,” dedi Leyla “abilerine hiç toz kondurmaz,” bu noktada Nergis’e dönüp devam etti, “bizim hikayemiz biraz karmaşık sonra anlatırım.”

“söz mü?” dedi Nergis

Leyla bu karşılık hoşuna giderek başını sallayıp göz kırptı, “söz.”

“ailen nasıllar kızım?” diye sordu Elife Kaya “bir küçük kardeşin olduğunu duydum.”

“evet Elife teyze,” dedi Nergis. Kadın bu hitap karşısında memnun başını salladı.

“adı ne?”

“Efe.”

“adıyla yaşasın kaç yaşında?”

“12”

“maşallah, peki ya anne baban?”

“annem ev hanımı. El işi yapıp satar. Epeyce bir müşterisi vardır. Babam da emekli. Vaktinin çoğunu eski iş arkadaşlarıyla balığa çıkarak geçirir desem yeridir.”

Nergis, anne- babasından bahsederken yüzündeki tebessümü sabit tutmaya çalışmıştı ama Elife Hanım, kızın gözlerindeki hüznü görmüştü. Belli ki burada bir şey vardı. Daha fazla deşmek olmazdı.

“inşallah bir gün onlarla da tanışırız,” dedi sadece.

“inşallah,”

“biliyorsun, kızım çok zor bir süreçten geçiyor,” dedi Elife Hanım “daha Oğuz ile sen dostluk kurmadan önce dahi senden saygıyla bahsetti hep. Ben de kendi adıma sana teşekkür ederim. Allah işini senin gibi layığınca yapan hekimlerimizin sayısını arttırsın.”

“amin Elife Teyze,” dedi Nergis “sadece doktorlar değil her alanda işini hakkıyla yerine getiren insanların sayısı çoğalsın.”

“haklısın,” dedi Leyla “akademi dünyasına girdiğimden beri ben de bu duayı sık sık yapar oldum.”

“hukuk dünyası da aynı durumda,” diye katıldı Neslihan elini karnına götürüp “gerçi ben geçici bir süreliğine mesleğimden ayrı kalmak zorundayım ama hızlı bir dönüş yapacağım.”

“sahi Neslihan,” dedi Leyla “Alparslan aradığı gibi bir stajyer bulabildi mi?”

“buldu yenge buldu,” dedi Neslihan “sonunda birini beğendi.”

“Alparslan oğlum işi konusunda çok titiz,” dedi Elife Hanım “zor beğeniyor.”

“sadece o mu,” dedi Neslihan gülerek “bir de beğendiğini de anlamıyor. Benden hoşlandığını fark etmesi asırlar sürdü paşamın.”

Leyla gülüp “sonunda aldı seni ama,” diye cevap verdi.

“az kalsın alamıyordu,” diyen Neslihan, Nergis’e döndü, “bu da uzun hikaye. Bir ara da bunu anlatırım.”

“merakla bekliyor olacağım,” diyen Nergis bu ailenin samimiyeti karşısında gittikçe rahatlıyordu.

Elife Hanım sipariş ettiği kısırdan bir kaşık alıp yüzünü buruşturunca Leyla “beğenmedin mi anne?” diye sordu.

“yok kızım kısır güzel de ben rahmetli komşumun yaptığı kısırın tadını arıyorum hala.”

“Şennur teyze mi?” diye sordu Neslihan hemen

“evet.”

“rahmetlinin eli pek lezzetliydi. Hataylıydı kendisi.”

“eski apartmandan mı?”

Elife Hanım başını sallayıp Nergis sohbetin dışında kalmasın diye “eskiden oturduğumuz apartmanda herkes birbiriyle komşuluk ederdi,” diye açıkladı, “sık sık toplanıp altın günü yapardık. Şennur da Hatay’dan evlenip İstanbul’a taşınmıştı. Yaşıt sayılırdık kızım. Birbirimizin dostu yareni olduk zamanla. Ben ona bildiğimi öğrettim o da bana. Eli pek lezzetliydi rahmetlinin ama bir Hatay kısırı yapardı ki sorma gitsin. Bu yaşıma geldim hala onun gibi yapanına rast gelmedim.”

“belli ki siz kısırı değil, dostunuzu özlüyorsunuz Elife teyze,” dedi Nergis. Bu tespit karşısında kadın bir an dalıp gitti.

“doğru dedin kızım.”

“benim de çocukluk arkadaşım evlenip Ankara’ya taşındı. Nurcihan’la biz kardeş gibi büyüdük. Onun annesinin yaptığı kısır da benim vazgeçilmezimdir. Annem bile Ayten teyze gibi yapamaz kısırı.”

Neslihan ağzını şapırdatıp “ama kısır kısır dediniz aşerdim bak şimdi olacak şey mi?” dedi. Elife Hanım hemen kâseyi kızına uzatıp “ye güzel kızım,” deyince Nergis boğazında bir yumru hissetti. Yutkunup çayından içti hemen

“aman bu değil,” dedi Neslihan ama bir yandan da yemeye başlamıştı, “Hatay kısırı çekti canım.”

“ben yaparım sana.”

“şu Hatay kısırının diğer kısırlardan farkı ne anne?” diye sordu Leyla. Elife Hanım anlatmaya başladığında Nergis de pür dikkat dinlemeye başladı. Tam o sırada telefonu titredi. Açıp baktığında mesajın Oğuz’dan geldiğini gördü.

‘nasıl gidiyor?’

‘önemli bir konuşmanın ortasındayım. Ben sana haber vereceğim.’

Cevap yazıp gönderdikten sonra dinlemeye devam eden Nergis, tarifi zihnine kaydedip müsait bir vakitte yapmaya karar verdi.

Vaktin nasıl geçtiğini anlamadan muhabbet akıp giderken Nergis kendini sofraya dahil olmuş gibi hissetti bir süre sonra. Oğuz’un ailesinin kadınları onu sıkmamış aksine sarıp sarmalamış ve kucak açmıştı. Nergis bu ikisi arasındaki farkı çok iyi bildiği için onlara içi daha çok kaynamıştı. İyi insanlardı. İyi niyetli insanlardı ve bunu bilmek çok güzeldi.

Nihayetinde hesabı ödeyip kalktıklarında- ki Elife Teyze bu noktada otoriter bir ses tonuyla “ben ödeyeceğim,” demiş ve kimse sesini çıkaramamıştı- yağmur çiseliyordu. Denizden doğru esen rüzgar hafif şiddetliydi.

“Neslihan dikkat et,” dedi Nergis kendine engel olamayıp “hadi çabuk arabaya.”

“tamam doktorcuğum,” diye karşılık veren Neslihan ona içtenlikle sarılıp “görüşmek üzere Allah’a emanet ol,” dedi.

“sen de”

Leyla, kızının elini sıkıca tutarken tek eliyle ona sarılıp öptü, “sohbet çok güzeldi, devamı da güzel olacak inşallah, tekrar görüşene kadar kendine çok iyi bak Nergis’ciğim.”

“sen de Leyla abla,” dedi Nergis. Gökçe’nin elini tutup öptü.

“görüşürüz güzellik,”

“görüşürüz prenses doktor,” diye karşılık veren Gökçe’ye herkes güldü.

“yeğenim haklı,” dedi Neslihan “prenses gibisin maşallah.”

“hadi arabaya gidin artık,” dedi Elife Hanım. Kızları ve torunu uzaklaşırken Elife Hanım onların gitmesini bekledi ve Nergis’e döndü.

“kızım,” dedi şefkatle “seninle tanışmak içime su serpti. Sende gördüğüm şey hoşuma gitti. Umarım sen de memnun ayrılıyorsundur.”

“hislerimiz karşılıklı Elife Teyze,” dedi Nergis hemen “ben sizin endişelerinizi anlıyorum. Oğuz’un bir daha üzülmesini istemiyorsunuz. Böyle bir şeyi ben de istemem. Bilin ki onunla birlikte attığım her adım kalbimden geldiği için, öyle istediğim için oluyor.”

“maşallah,” dedi Elife Kaya tekrardan “Allah hepimiz için hayırlısı ne ise onu nasip etsin. Ben seni ailemizde görmekten memnun olurum kızım.”

Nergis, uzanıp kadının elini öptü. Elife Kaya, kızın iki yanağından öpüp elini Nergis’in yüzüne koydu ve “kendine iyi bak güzel kızım,” dedi içtenlikle.

Bu şefkat karşısında Nergis ikinci kez boğazındaki yumruyu yutkunup “siz de,” diye karşılık verdi.

Elife Kaya uzaklaşırken Nergis de kendi arabasına doğru yürümeye başladı. Kalbinin en ince en hassas noktasında acı bir sızı vardı. Anne sızısı.

...

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın ve

yorumlarınızı da merakla bekliyor olacağım

bu arada siz kısırı nasıl seversiniz

yeni bölümde görüşmek üzere

Allah'a emanet olun

Bölüm : 20.03.2025 19:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 9. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.44k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...