

Hepinize kocaman merhabalar
havaların soğumaya başladığı şu günlerde içinizi ısıtacak güzel bir bölümle geldim
iyi okumalar
BÖLÜM
Yıldızlar ve Şiirler
O gecenin ardından sabahın aydınlığı yükseldiğinde Sinan ilk defa güne tıraş olmadan başladı. Saçlarının ve sakallarının uzama vakti gelmişti artık. Neva ise bunu ancak birkaç gün sonra fark etti. Bir sabah kahvaltısında gözüne Sinan’ın sakalları takıldı. Genç adam sonunda kendine verdiği cezalardan birine son vermişti. Ayrıca çok değil ama kesinlikle birkaç kilo almış olmalıydı çünkü yüzü onu ilk gördüğü zaman ki gibi çökmüş ve solgun gözükmüyordu. Yanakları biraz etlenmiş, gözlerinin çukuru azalmış gibiydi.
İçine bir sevinç yerleştiğinde daha temkinli bir tarafı hemen sevinme diye uyardı onu. Sinan daha yolun başındaydı ama güzel ilerliyordu. Neva onun için dua ediyor ve bu evde üçü için olabildiğince normal ve huzurlu bir yaşantı kurmaya çalışıyordu.
Kış ayı ile birlikte havalar iyice soğumaya başladığında Ömer artık annesinin desteği olmadan yürüyordu. İlk adımlarını attığında boğazından yükselen sevinç nidası Sinan’ı odasından çıkartıp aşağı kata getirmişti. Üstelik bunu koltuk değneği olmadan yapmıştı. Neva o an hangisine sevineceğine şaşırmıştı. Zaten Ömer de birkaç adım attıktan sonra poposunun üstüne oturuvermişti.
Zaman hayret verici bir şeydi doğrusu. Neva o sabah yataktan kalktığında tıpkı tam bir sene önceki gibi şiddetli bir yağmur yağmasını beklemiyordu. Arif alacağı bir ödeme için sabırsız davranıp taksiye binmişti. Sonra da geri gelmemişti. Bugün onun gidişinin yıldönümüydü. Elini kalbinin üstüne koyup sancısını hissetti. Cama vuran yağmur onu ürpertti. Ne olursa olsun bugün Arif’i ziyaret edecekti. Ona oğlunun yürümeye başladığını, çok neşeli bir bebek olduğunu ve her geçen gün ona benzediğini anlatması gerekiyordu.
Dolabın önüne geldiğinde kapağı açıp siyah boru paça bir kot pantolon giyip üstüne de yine siyah renkli dizlerine kadar gelen kışlık bir tunik giydi. Kulağında Arif’in ona doğum hediyesi olarak aldığı küpeler takılıydı. Makyaj masasına oturup saçlarını tararken yüzü bir an ona yabancı geldi. O kadar uzun zamandır kendi içine bakmaktan kaçıyordu ki yüzünü de yabancılar olmuştu. Neva küçükken saçlarının rengi yüzünden diğer çocuklar tarafından dışlanırdı. Bu yüzden büyürken hiç yakın bir arkadaş edinememiş kitapların sarıp sarmalayan dünyasına sığınmıştı. İçindeki edebiyat aşkını keşfederken zamanla yazmaktan hoşlandığını fark etmişti. Önce şiir denemeleriyle başlamıştı yazmaya ardından kısa hikayeler ve nihayetinde bir gün bir roman yazarken bulmuştu kendini. Arayan ama bulamayan bir kızın hikayesini yazmıştı. Paylaşma cesaretini gösterdiğindeyse umduğundan daha çok geri dönüş almıştı.
“Saye!” diye fısıldadı aynadaki yansımasına. Ela gözleri yüzünde dolandı. Elini kaldırıp çillerine dokundu usulca. Arif bazen parmaklarının ucuyla severdi çillerini ve “yıldızları izlemek gibi Neva’m,” derdi sevgiyle.
Neva elini çekip saçlarını hızlıca topuz yaptı ve bonesini takıp şalını bağladı. Dışarı çıktığında Ömer’in odasından Sinan’ın sesini duyunca ister istemez adımları yavaşladı. Aralık kapıdan içeri baktığında gördüğü manzara kalbini ısıtmaya yetmişti.
Sinan sallanan sandalyeye oturmuş Ömer’in yürüyerek ona doğru gelmesini bekliyordu. Ömer de büyük bir dikkatle adımlarını atıp ona doğru gitmeye çalışıyordu.
“hadi!” dedi Sinan gülümseyerek “hadi oğlum!”
Oğlum! kelimesi çınladı Neva’nın kulaklarında. Sinan, Ömer’i kabul etmiş miydi gerçekten. Ona oğlum diyecek kadar sevmiş miydi? Ama bu soruları sormaya gerek yoktu ki işte her şey apaçık karşısındaydı. Sinan’ın Ömer’e bakışları tertemiz bir sevginin kanıtıydı.
Neva onunla görüşmeye gittiğinde ‘asla bir çocuğu incitmem,’ demişti Sinan. En karanlık anında bile Neva’ya bunun sözünü verebilmişti. Zaten onun yeğenlerini ne kadar çok sevdiğini, onlarla nasıl iyi anlaştığını biliyordu. Hatırlıyordu.
Bir insan hata yaptığında herkes onu yaptığı o hatayla hatırlamaya başlardı ama Neva, Sinan’ın öncesini hatırlıyordu. Güzel gülümsemesini, kibarlığını, çocuklara karşı ne kadar merhametli ve şefkatli olduğunu hatırlıyordu. Çünkü onun sevdiği Sinan-
Kapı eşiğinde donup kaldığında aklından geçen şeyin ne olduğu dank etti kalbine. Onun sevdiği Sinan demişti! Sekiz yaşından beri içinde taşıdığı bir sırdı bu! Sinan’ı önce çocukça sevmişti, sonra yaşıyla birlikte içinde ona duyduğu sevdası da büyümüştü. Ta ki-
“işte böyle!” diye gürleyen Sinan’ın sesiyle dalıp gittiği girdaptan çıkıp kapı aralığından onlara baktı. Ömer, Sinan’ın kucağındaydı. Sinan onun saçlarından öpüp “nasibinde hep güzel yolları yürümek olsun,” diye dua etti. İçinden sessizce amin diyen Neva’nın gözünden bir damla yaş süzülüp gitti.
Birkaç saniye sonra kapıyı açıp tıklattı ve “günaydın,” dedi bir şey duymamış gibi. Sinan onun üstüne bakıp “bir yere mi gideceksin?” diye sordu. Kucağında oturan Ömer annesine el salladı. Neva onların yanına gelip diz çöktü ve oğlunun yanağından öpüp “evet,” diye cevap verdi. Tekrar ayağa kalkarken “Ömer’i anneme bırakacağım, hazırlamaya geldim,” dedi.
“nereye?” diye sordu Sinan.
“mezar ziyareti yapacağım,” Neva onlara arkasını dönüp Ömer’in kıyafetlerini çıkarmaya başladı. Odada bir an derin bir sessizlik oldu. Sinan o an kafasında tarihleri bir araya getirmeye çalışıyordu ve hemen Arif’in ölüm yıldönümü olduğunu anladı. Dışarıda çok şiddetli yağmur vardı. Ağzını açıp “gitme,” demek istedi “hava çok kötü, yarın gidersin.” Ama yapamadı. Nasıl böyle bir şey söyleyebilirdi ki! Bunun yerine “seninle geleceğim,” dedi. Hiç düşünmeden konuşmuştu. İç güdüleriyle hareket etmişti o an. Ne aklı ne de vicdanı Neva’yı bir başına o mezarlığa göndermeye razı gelmemişti.
Neva ona dönüp şaşkınlıkla bakakaldı. Sinan ise kucağında duran Ömer’e bakıyordu. Babasına benzeyen Ömer’e. Babasını hiç tanıyamayacak olan Ömer’e. Olan bitenden bihaber Ömer’e. Yüzünde bir tebessümle bebeğin elinden tutup öptü.
“bana hazırlanmak için on dakika ver,” diye devam etti Sinan. Neva ise bir şey diyemeyecek kadar şaşırmış haldeydi. Sinan, Ömer’i dikkatli bir şekilde yere bıraktı. İki ayağının üstünde duran Ömer bu kez annesine doğru yürümeye başladı. Sinan da ayağa kalkıp “istersen Ömer’i abimlere de emanet edebiliriz,” dedi. Koltuk değnekleri yine yoktu. Neva birden onun uzun boyunu fark etti. Yüzüne bakabilmek için başını epeyce yukarı kaldırması gerekiyordu. Neva yine konuşmayınca Sinan “neyse ben hazırlanıp geliyorum,” diye bitirdi sözünü. Saçları da uzamaya başlamıştı ama henüz kıvırcık saçları ortaya çıkacak kadar değil. Şaşkınlıktan dilinin tutulması diye bir şey varsa bu az önce Neva’nın yaşadığı andı ve az önce ikinci kez bir kocası varmış gibi hissetmişti.
Aklını toparlayıp Ömer’in üstünü değiştirdi. O sırada Sinan da geri gelmişti. Bir kot pantolon, bisiklet yaka duman grisi bir kazak ve siyah kaşe bir kaban giymişti. Gayet iyi gözüküyor diye düşündü şaşkınlıkla.
“hadi çıkalım,” dedi Sinan. Bu sefer kararlıydı. Neva’nın dili tutulduğu için bir şey söyleyemediğinin farkındaydı ve içten içe bu durumun hoşuna gittiğini fark etti. Genç kadın oğlunun sırt çantasını alıp aşağı kata inerken Sinan da onları takip ediyordu. Yanına koltuk değneklerini almamıştı. Doktorun dediği çıkmış ona olan ihtiyacı gün geçtikçe azalmaya başlamıştı.
Neva sonunda dilinin tutukluğunu çözüp “o zaman Ömer’i abimlere bırakalım,” diyebilmişti portmantoda uzun çizmelerini giyip fermuarını çekerken. Üstüne taba renkli kaşmir mantosunu giyip çantasını taktığında Sinan çoktan başını sallayıp dışarı çıkmıştı bile. O an kalbi heyecanla atıyordu. Evlendiğinden beri sadece bir kere dışarı çıkmıştı o da doktor kontrolü içindi. Şimdi iki ayağının üstünde destek olmadan yürüyerek abisinin kapısına gidiyor olmak onu heyecanlandırmıştı.
Evin bahçesinden dışarı çıkarlarken Neva bilerek Sinan’ın yanında yürüyor ona destek olmaya çalışıyordu. Ömer’in keyfi yerindeydi bu yolun Hasan’a gittiğini biliyordu. Evden dışarı çıktıklarında artık geri dönüş yoktu. Neva bahçe kapısını kapatırken Sinan yan eve bakıyordu.
“istiyorsan-“ diye başladı ama Sinan “birlikte gideceğiz,” dedi hemen. Neva başını salladı. Yavaş adımlarla yan evin önüne geldiler. Neva zili çaldı. Bir an sonra bahçe kapının otomatı açıldı. İçeri girip eve doğru yürümeye başladılar. Onları ekrandan gören kişi ise Zeynep’ti. Heyecanla kapıyı açmış onların gelişini bekliyordu.
Amcasını gördüğünde yaşadığı şok yüzünden okunuyordu ama hemen sonra bu şok yerini büyük bir sevince bırakmıştı çünkü amcası iyi gözüküyordu. Bir zamanlar kısa süreliğine tanıyıp çok sevdiği o adama benziyordu.
Nihayetinde karşı karşıya geldiklerinde Zeynep gözünü kırpmadan amcasına bakmaya devam edince Neva boğazını temizleyip “kusura bakmayın sabah sabah rahatsız ettik ama bizim iki saatliğine bir işimiz var da. Ömer’i size bırakabilir miyiz diye-“
“lafı bile olmaz!” diye şakıdı Zeynep sevinçle. Amcası dışarı mı çıkacaktı hem de doktor işi için değil. Başka bir şey için!
“abimler yok mu?” diye sordu Sinan sonunda ağzını açıp. Zeynep’in gözlerindeki sevinci görebiliyordu. Zeynep ona tekrar baktığında dayanamayıp aniden sarıldı. Sinan’ın bunu beklemediği belliydi. Bir an kolları iki yana açık halde donup kaldı ama Zeynep “seni özlemişim amca,” dediğinde kolları kendiliğinden yeğenine sarınıverdi. Zeynep kendini geri çekerken Sinan onun yüzünü iki eliyle kavrayıp gözlerine baktı. Çok güzel bir yeğeni vardı.
“ben de sizi özledim,” diye karşılık verdi.
Neva onları izlerken ağlamamak için kendini zor tutmuştu. Zeynep sonunda Ömer’i kucağına alıp “Hasan seni görünce sevincinden zıplar artık,” dedi. Ömer karşılık olarak “Hadan!” diye bağırdı. Hepsini güldürmeyi başarmıştı.
“siz dönene kadar bize emanet, gözünüz arkada kalmasın,” dedi ve ekledi “babamlar yukarı kattalar, selamınızı iletirim. Döndüğünüz zaman da sizi çaya bekliyoruz. Hadi selametle.”
Zeynep onların başka bir şey demesine fırsat vermeden kapıyı kapatıp az önce gördüklerini annesine, babasına, anlamayacak olsa bile Hasan’a, sülalesine, özellikle Neslihan halasına, Trabzon’a ve çevre illere anlatmak üzere yukarıya çıkarken Neva ve Sinan da şiddeti biraz olsa da azalan yağmurun altında garaja geri döndüler.
Neva şoför koltuğuna geçerken Sinan da kendini rahatsız hissederek yan koltuğa geçti. Rahatsız olduğu şey arabayı Neva’nın kullanacak olması değildi elbette rahatsız olduğu şey bu arabanın Arif’e ait olmasıydı. Neva’nın zihninde canlanan anılarıydı.
Birlikte ilk kez bir yola çıkıyorlardı. Kartal’ın sileceklerinin çıkarttığı ses dışında bir ses yoktu arabada. Mezarlığa giden yolu büyük bir dikkatle giden Neva, gözünü yoldan ayırmıyordu. Sinan bir süre sonra onun arabayı gayet güzel kullandığına karar verdi. Evet, Kartal eski bir modeldi ama sonuçta arabaydı ve gidiyordu.
Mezarlığa vardıklarında Neva arabayı uygun bir yere park etti. Yağmur da iyice hafiflemişti.
“sen git ben burada beklerim,” dedi Sinan. İkisi de arabadan çıktıklarında Neva anahtarı ona uzatıp “birazdan gelirim,” diye söyledi ve uzun yolda sola dönüp gözden kayboldu.
Sinan onun peşinden bakıp delice bir an takip etmeyi düşündü. Neden böyle şeyler aklına geliyordu hiçbir fikri yoktu. Zihninden bu düşünceyi uzaklaştırıp etrafını incelemeye başladı. Mezarlığa ilk gelişi değildi ama ilk defa fark ettiği şeyler vardı. Çok uzun zaman önce bir kitapta okuduğu bir anlatım geldi aklına.
Yaşadığın yeri tanımak, anlamak istiyorsan işe önce o yerin mezarlıklarını ziyaret ederek başlayacaksın gibi bir şeydi. Sinan etrafına bakınırken sessizliğin içinde mezar taşlarını okumaya başladı. Kimi çocuktu, kimi genç, kimi ihtiyar hepsinin mezar taşında ruhuna Fatiha yazıyordu. Burada her şey eşitlenmiş gibiydi. Ölüm herkesin her şeyini eşitleyen yegane eylemdi zaten. Burada fakir ölü yoktu, zengin, ünlü ya da garip ölü de. Burada sadece ölüler vardı.
Sinan çok değil tam iki yıl önce eğer geçirdiği o kazada ölseydi burada bir yerde yatacağını düşündü. Belki Trabzon’a gömerlerdi onu kestiremedi o an. Bildiği tek şey; eğer ölseydi onca günah yüküyle göçüp gideceğiydi. Ama mesele bu da değildi. Kim günahsız göçüp gidebilirdi ki bu dünyadan. Peygamberler hariç kim nefsini günahtan uzak tutabilirdi ki? İşlediği günahı küçümsediğinden değildi asla böyle bir şey geçmiyordu içinden onu nefessiz bırakan, içini ürperten şey tövbe edemeden, pişmanlığını rabbine arz edemeden göçüp gitme ihtimaliydi.
“Allah’ım affet,” dedi bir kere daha. “çok pişmanım affet!”
Ellerini açıp mezarda yatan herkes için Fatiha okudu. Ardından içinden Arif için dua etti. Hiç görmediği o adama “onlar bana emanet,” derken buldu kendini.
Nasıl yapacağını bilmiyordu ama ikisi için de mücadele edecekti. Yapmak zorundaydı. Çünkü şimdi daha iyi anlıyordu. Neva ve Ömer ona Allah’ın emanetiydi. O iki güzel yürek ona Allah tarafından gönderilmişti.
Bu düşünceler içinde ufak adımlarla mezarlıkta dolanmaya devam etti. Yürümek hem de böyle özgürce yürümek ne büyük nimetti. Bundan sonra her gün yürüyüş yapmaya karar verdi o an.
Karşıdan gelen kişiyi gördüğünde farkında olmadan epeyce yürüdüğünü gördü. Neva onun tam karşısında durduğunda ağladığını anladı hemen. Burnu ve gözleri kızarmıştı.
“iyi misin?” diye sordu Sinan. Neva başını salladı sadece. İyi olmadığı belliydi. Elleri ceplerinde yürümeye devam etti. Sinan onun yanında yürürken yan bir bakış atıp sessiz kaldı. Arabaya geri bindiklerinde Neva “senin için sakıncası yoksa uğramak istediğim bir yer daha var,” dedi. Sinan “yok elbette,” diye karşılık verdi hemen.
Birlikte tekrar yola çıktıklarında yağmur da dinmişti. Neva bir yol kenarında durup ileride ki kavşağı eliyle göstererek “şurası,” dedi boğuk bir sesle “kazanın olduğu yer.”
Sinan gösterdiği yere baktı. Aklında kendi yaptığı kaza vardı. Neredeyse 200’le virajı kaçırmış ve taklalar atarak pistin sonuna kadar yuvarlanmıştı. Her takladan sonra bir kemiği kırılmıştı. Hatırladıkça ürperiyordu. Anın şaşkınlığıyla acıyı henüz hissetmeye başlamadan kaskını çıkartıp etrafına bakmak istemişti ama tek gördüğü yüzüne doğru gelen motor parçasıydı. İstemsizce eli yüzündeki yara izine gittiğinde Neva ona bakıp “kusura bakma!” dedi. “Sana hatırlamak istemediğin şeyleri hatırlattım değil mi?”
Hemen arabayı çalıştırıp gitmeye yeltendi ama Sinan “ben o anı hiç unutmuyorum ki!” diyerek onu durdurdu. Neva ona baktığında gözleri birbirlerine kenetlendi. Genç kadının gözleri yine dolmuştu. Sinan akan bir damla yaşa baktı. Uzanıp onu silmek istedi bir an ama yapamazdı. Ona dokunamazdı.
“peki kaza haberini alan yakınlar nasıl hisseder biliyor musun?” diye sordu Neva. Sinan belli belirsiz başını salladı.
“haber ilk geldiği zaman önce inanmak istemezsin,” diye anlatmaya başladı. Gözleri yine kazanın olduğu kavşaktaydı. “Bir yanlışlık olmuştur dersin kendi kendine. Ona yakıştıramazsın. Hastaneye gidene kadar ömründen aylar yıllar gider. Doktorun yüzündeki ifadeden ne diyeceğini anlarsın aslında ama yine de umut edersin. Kulaklarınla duyana kadar inkar edersin ama herkes sana onun gittiğini söyler. Geri gelmeyeceğini. Oysa o gün de geri kalan diğer günler gibi çok sıradan başlamıştır. Aklına bile gelmez…”
“çok üzgünüm,”
Neva, adamın yüzüne baktı tekrar. Onu dinlerken kendi ailesini düşündüğünü biliyordu. Ailesinin ne kadar üzüldüğünü hayalinde canlandırıp kendini kahretmesini istemediği için “ama senin için durum böyle değildi,” dedi ve ekledi “sen aileni böyle bir acıyla yakmadın. Hayatta kaldın, mücadele ettin ve tekrar onların yanına döndün.”
“yapma,” diye karşı çıktı Sinan yüzünde Neva’nın ne anlama geldiğini çözemediği bir ifade vardı.
“ne?”
“kendi acını yaşa Neva,” diye devam etti Sinan “beni teselli etmeye çalışma, çektiğin acıdan kaçmaya çalışma. Bana dediklerini unuttun mu?”
“ben-“ Neva bugün sürekli Sinan tarafından şaşırtılmaktan afallamıştı artık, “böyle mi yapıyorum?” diye sordu daha çok kendi kendine.
“evet,” diye cevap verdi Sinan “sen de kendinden kaçıyorsun.”
“ama-“
“mesela en son sadece sen sevdiğin için ne yaptın?”
Neva bu soruya bir cevap veremeyince Sinan acı bir tebessümle başını hafifçe sallayıp cama baktı.
“sevdiğin şeyleri de bilmiyorum ki!” dedi adam kendi kendine hayıflanır gibi. Ama Neva onu duymuştu. Sinan Kaya onun sevdiği şeyleri bilmediği için dertlenmiş miydi yani! Bu nasıl olabilirdi ki?
Birden kendini “yazmayı seviyorum,” derken bulduğunda Sinan ona dönüp “sahiden mi?” diye sordu.
“evet, şiir yazmakla başladım, sonra kısa hikayeler ardından bir roman yazmayı da başardım. Ama uzun zamandır tek bir cümle bile yazmadım.”
“neden?”
“çünkü kelimeler,” dedi Neva yutkunup “bazı acıları ifade etmeye yetmiyor.”
Arabada yine keder dolu bir sessizlik vardı. Sinan bu cümlenin ağırlığı altında ezildiğini hissetti. Belki de Neva, Arif’e duyduğu sevgiyi yazmıştı ama o gidince onun acısını yazmaya cesaret edememişti. Sinan o an birinin sevdasından şiirler yazmanın nasıl bir şey olduğunu merak etti. Gerçekten bu kadar çok mu sevmişti onu?
Neva ise o an Sinan’a duyduğu aşktan doğan satırların şimdi yüreğini nasıl da yaktığını düşünüyordu. Ne yazdıysa Sinan’a yazmıştı aslında ama şimdi o satırlar Neva ile birlikte bu sırrı taşımak zorundaydı. Neva bunu kimseye söyleyemezdi. Arif’ten sonra olmazdı. Yüreği böyle paramparça olmuşken, içinde Sinan’a karşı ne kaldığını kendi bile bilmezken Saye’nin sırrını saklamaktan başka çaresi yoktu.
“eğer,” dedi Sinan kendini toparlayıp “izin verirsen bir gün ben de okumak isterim.”
Neva bakışlarını kaçırıp içinden sana olan sevdamı mı okumak istiyorsun Sinan? diye geçirdi. Bir zamanlar gözlerime bakabilseydin orada da görebilirdin, eğer gitmeseydin, biraz cesur olsaydım, keşkeler ve keşkeler… Neva bunların önemsiz olduğunu geçmişin geri gelmeyeceğini ellerinde olan tek şeyin şu andan ibaret olduğunu biliyordu.
“belki bir gün,” dedi sonunda. Arabayı tekrar çalıştırıp eve geri döndüler. İkisi de kendi içine saklanmıştı yine.
Sinan garajdan çıkıp abisinin evine baktı. Yorulmuştu. Neva da bunun farkındaydı. Ama gitmek istediğini de görebiliyordu. Bu yüzden sesini çıkartmadı. Birlikte yan eve geçtiklerinde kapıyı bu kez Ayşe Kaya açtı. Sinan’ı görünce gözlerinin içi parladı sanki.
“hoş geldiniz,” diye karşıladı onları ve hemen ikisini de içeri aldı. Salona geçtiklerinde Hasan ve Ömer’in yerde oyuncaklarla oynadığını gördüler ilk. Sinan, abisine baktı. İsmail onu tepeden tırnağa süzerken yüzüne memnun bir gülümseme yayıldı.
“hoş geldiniz” dedi içtenlikle.
“hoş bulduk,” diye karşılık verdi Neva. Zira Sinan konuşmuyordu. Ömer ikisini görünce hemen ayaklanıp kendini annesinin bacaklarına attı. Neva onu tutup kaldırırken Hasan da merakla küçük amcasına bakıyordu. Sinan onun bakışlarına karşılık verdiğinde merakı daha da arttı. Çünkü ismen bir Sinan amcası olduğunu biliyordu ama varlığı hakkında pek bir fikri yoktu.
“geçin oturun,” dedi Ayşe sessizlik uzamasın diye. Neva kucağında Ömer’le açık renk tekli koltuğa geçip otururken Sinan da temkinli bir şekilde ilerleyip abisinin yanına gitti. İsmail onu böyle desteksiz yürürken görünce gözleri dolu dolu olmuştu. Kardeşi yanına geldiğinde kollarından tutup “maşallah!” dedi sesi titreyerek. Sinan onun yüzündeki ifadede gurur görünce şaşırdı. Neden Sinan’a böyle bakıyordu ki. Sinan kendini böylesine mahcup böylesine suçlu hissederken. Sonunda uzanıp abisinin elini öptü ve alnına koydu. İsmail’in yeşil gözleri yaşlarla parladı bir an.
“abi,” diye başladı Sinan titreyen sesiyle “ben özür dilerim.”
Şimdi herkes sessizleşmişti. İsmail hala daha kardeşinin kollarından sıkıca tutmuş ona bakarken Sinan devam etti, “size yaşattığım her şey için çok özür dilerim.”
“özrün de tövben de yalnızca Rabbimi ilgilendirir,” dedi İsmail, Sinan’ın yüzünden tutup hafifçe ensesini sıkarken. Sonra kardeşini çekip sarıldı ve “ben sadece küçük kıvırcığım bize geri geldiği için mutlu olurum,” diye fısıldadı kulağına. Öyle ya artık evli barklı adamdı. Öyle herkesin içinde kıvırcık demek olmazdı.
Sinan ise kollarını abisine sarıp sıkıca ona sarıldı. Hala gücüne tam olarak kavuşmuş sayılmazdı ama iyileşmeye başladığı belliydi. Çocukluğundan beri hiç sevmediği kıvırcık lakabını bile duymayı özlediğini fark etmişti o an.
Zeynep gözündeki yaşları çaktırmadan silip burnunu çekerken Ayşe de minnetle Neva’ya bakıp gülümsedi. Herkesin başından beri karşı çıktığı bu evliliğin olması için direten annesinin öngörüsüne bir kere daha şaşırdı. Elife Kaya yine haklı çıkmıştı. Neva, Sinan’a iyi gelmişti.
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın
hepiniz Allah'a emanet olun
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |