

Herkese iyi bayramlar
normalde bayramda yeni bölüm yüklemek gibi bir niyetim yoktu
ama beni bilirsiniz... bir anda iki yeni bölüm yükleyesim geldi.
iyi okumalar
BÖLÜM
İşte ay doğdu olanca görkemiyle
Bütün gizliler aşikâr oldu*
(Bahaettin Karakoç)
Azize Şener işini iyi yapmıştı. Ortaya yaydığı söylenti kısa zamanda kadınlar arasında konuşulmaya başlamıştı bile. O kadınlar akşamları kocaları eve geldiğinde duydukları bu dedikoduyu onlara da anlattılar. O adamlar çarşıda pazarda bir araya geldiklerinde yüzlerinde manidar bir gülümseme ile birbirlerine karılarından duyduklarını anlatmaya başladıklarında İlyas ve Ayşe’nin dedikodusu dallanıp budaklanıp bambaşka bir hale bürünmüştü bile.
Şimdi insanlar diyorlardı ki; İlyas Ayşe’ye göz koymuş. Ayşe’nin de onda gönlü varmış ama kendini naza çekiyormuş. İlyas Ayşe’yi kaçırmaya yeltenmiş ama Ayşe babasının korkusundan istememiş. Ayşe ona umut verirken aynı zamanda Tuğrul ile de sözlenmiş. Ayşe ne yere bakan yürek yakan kızmış. Herkes onu edepli terbiyeli bir kız sanırken bu yaptıkları hiç olacak şey miymiş?
Öyle ki bu dedikodu İstanbul’a kadar gittiğinde henüz Ayşe ile İsmail evleneli bir hafta olmuştu. Yusuf Kaya bir akşam karısı ile birlikte hasta ziyaretine gitmişti.
Onları karşılayan evin hanımı ikramda kusur etmemiş, hastanın gönlünü almışlar, hoş sohbetle vakit geçip gitmişti.
Öte yandan Yusuf Bey kalkmak için müsaade istediğinde diğer misafirlerden biri lafa girip “Yusuf abi kulağımıza birkaç söz geldi. Aslı astarı var mıdır?” diye sordu. Yusuf Bey önce karısına baktı. Elife hanım bilmem dercesine omuz silkince adam “ne sözü bacım?” diye sordu.
“diyorlar ki senin oğlan Trabzon’da-“
“ee?” dedi Elife Hanım duruşunu dikleştirip “ne yapmış bizim oğlan Trabzon’da?”
Kadın şimdi rahatsız bir tavırla boğazını temizleyip “neyse ben söyleyeyim de günah benden gitsin,” dedi, “İlyas, Bozçelik Zafer’in kızı Ayşe’ye göz koymuş diyorlar. Hatta oğlan aşkından buralara uğramaz olmuş diyen bile var.”
Yusuf Bey duydukları karşısında yüzündeki ifadeyi düz tutmakta zorlansa da bunu başardı. Ancak Elife Hanım onun kadar başarılı değildi.
“ne diyorsun sen Allah aşkına!” diye terslendi hemen “benim oğlum canını ortaya koyup aylarca dağda it köpek kovaladı. Kaç tane silah arkadaşını şehit verdi de öyle geldi. Ne Ayşe’si! Ne aşkından bahsediyorsun sen!”
“ben demiyorum Elife abla,” dedi kadın. Bir başkası da lafa girip “Trabzon’da herkes bunu konuşuyor. Bir şey olmasa laf buraya kadar gelir mi?”
“öyle bir şey yok!” dedi Yusuf Bey kesin bir şekilde “benim oğlum Bozçelik sülalesinden kız almayacağımı iyi bilir.”
“ama-“
“hadi Elife kalk gidelim”
Elife Hanım hışımla kalkarken Yusuf Bey de onu takip etti. Arabaya bindiklerinde Yusuf Bey “yarına iki bilet alıyorum,” dedi sadece “gidip neler oluyor bir öğrenelim bakalım.”
O sırada İstanbul’un bir başka semtinde ikamet etmekte olan Zafer Bozçelik ise çoktan bir adamın yakasına yapışmış “ne diyorsun lan sen!” diye bağırıyordu.
“benim kızım Tuğrul’la sözlü,”
Gözünün önü kararmış adamı boğmaktayken iki oğlu kollarına yapışıp onu zorlukla ayırdı. Boğazını tutan adam “ben demiyorum Zafer!” diye sitem etti, “Trabzon’da herkes bunu konuşuyor. İlyas, senin kızın peşini bırakmıyormuş. Gerekirse babanı da öldürürüm ama yine de seni alırım diyormuş.”
“kim lan bu İlyas!” diye bağırdı Asım öfkeyle. Akif ise olayı anlamaya çalışıyordu.
“Kayagil Yusuf’un oğlu,” dedi adam “askerden yeni geldi, biraz kafayı kırmış diyorlardı onun için belki de sizin kıza o yüzden taktı kafayı.”
Zafer Bozçelik hırsla arabanın kapısına tekme atıp “Akif!” diye bağırdı “hemen bilet al Trabzon’a gidiyoruz.”
“tamam baba,”
…
Trabzon’da günler sonra ilk kez güneş yüzünü göstermişti. Çatıları sarkıç gibi tutan buzlar damla damla eriyip toprağa karışırken Ayşe de başlayan yeni günün enerjisiyle bahçenin önündeki karı kürüyordu. Bir haftadır köyden dışarı çıktığı yoktu. İsmail bazı akşamlar onun yanına uğruyor kısa kısa görüşüp hasretini dindirmeye çalışıyordu.
Ayşe yarın için bilet almıştı. İstanbul’a gidecek ve ailesiyle konuşacaktı. İsmail de onunla birlikte gelecekti tabi. O saatten sonra da dananın kuyruğu kopacaktı.
Kar kürerken bir yandan da bunları düşünüyordu. Tuğrul’dan ses çıkmamıştı. Olan biteni neden hemen babasına yetiştirmediğini bilmiyordu. Belki de hala daha umudu vardı. Belki de başka bir şey düşünüyordu. Ayşe’yi tedirgin eden bir şeyler. Tuğrul merhametsiz bir adamdı. Ayşe onu tanıdığı şu kısacık zaman diliminde bu kadarını anlamıştı ama korktuğu şey ne kadar ileri gideceğiydi.
“Allah’ım,” dedi tepelere bakıp. Güneş kar tutmuş ormanların üstünü gökkuşağı renginde ışıklarla süslüyordu.
“Rabbim İsmail’imi koru. Onu kurban etme Allah’ım. Sen onu her türlü kötülükten koru.”
Telefonu çalmaya başladığında içeri girip koşar adımlarla masanın üstünde duran telefonu aldı. Evin numarasını gördüğünde kaşları çatıldı.
“efendim,”
“abla,” diyen kişinin sesini hemen tanıdı.
“Akif,” dedi Ayşe sevgiyle “nasılsın kardeşim?”
“abla neler oluyor bilmiyorum ama bir şekilde Kayagil’in oğlanla senin adın çıkmış. Babam deliye döndü. Biletini aldı geliyor. Bu kez bizi de yanında getiriyor abla. İkindi vakti Trabzon’da oluruz.”
Ayşe gözünün önünün karardığını hisseder gibi olunca olduğu yere çöktü. Yutkunup “tamam ablacım,” dedi kesik nefeslerini toplamaya çalışırken “ben teyzemlerde kalıyorum haberin olsun.”
“ne?” dedi Akif “abla babam öğrenirse-“
“Akif, babam buraya geldiğinde öğreneceği diğer şeylerden sonra burada kalıyor oluşuma takılmaz merak etme.”
“abla ne yaptın sen?”
“sevdalandım Akif,” diye fısıldadı Ayşe “anla beni kardeşim ben o Tuğrul denen manyakla evlenemem.”
Akif, ablasının Tuğrul itiyle evlenmesini elbette istemiyordu ama Kayagil’in oğluyla da evlenmesini istemiyordu.
“babam Zeki amcamı da aradı. Cenaze için Samsun’a gitmişlerdi ya. Onlar da geliyor.”
“gelsinler bakalım,”
“o İlyas’a söyle arkasını kollasın,”
“ne?” dedi Ayşe şok içinde
“neyse ben kapatıyorum babama yakalanmayalım.”
Akif telefonu kapattığında Ayşe bir süre öylece kaldı. Ne İlyas’ı diye bağırıyordu zihninde biri. Belki de kendisi. Aklını toplamaya çalışıyordu. O an Tuğrul’un ona İlyas’la ilgili söylediği şeyleri hatırladı.
“Tuğrul!” dedi dehşet içinde “o yaptı, bu yüzden sesi soluğu çıkmıyor.”
O sırada içeri teyzesi geldi. Kızı allak bullak olmuş halde görünce telaş içinde yanına gelip “ne oldu kızım?” diye sordu.
“babam öğrenmiş teyze,” dedi Ayşe “buraya geliyorlar.”
“siz gidecektiniz onlar geliyor demek ki!”
“teyze,” dedi Ayşe “Akif bana dedi ki; o İlyas’a söyle arkasını kollasın.”
“İlyas mı?” teyzesinin de kafası karışmıştı “ne İlyas’ı?”
“Tuğrul yaptı,” dedi Ayşe kendi kendiyle konuşur gibi “iftira atacaklar bize teyze. İlyas’la bana!”
Hatice teyze elini ağzına götürüp endişeyle kıza bakakaldı. Yıllar önce Zafer’in abisi Cevat, Yusuf’un ablası Meryem’in başını yakmıştı. Kader bu kez aynı akıbeti Ayşe’ye mi yaşatacaktı?
“Allah korusun,” dedi teyzesi. Ayşe başını iki yana sallarken “ben gidiyorum,” dedi. Ayağa kalkıp üstüne paltosunu giyerken teyzesi “İsmail’in yanına mı?” diye sordu. Ayşe gözlerini kaçırıp boğazından onaylamaya benzer bir ses çıkarttı sadece. İsmail’in yanına gitmiyordu. Hesap sormaya gidiyordu.
Patika yoldan aşağı mahalleye inerken eline bir tane sopa almayı akıl edebilmişti. Aşağı mahalleye indiğinde minibüse atlayıp ilçe merkezine gitti. Telefonunu çıkarıp Tuğrul’u aradı. İkinci çalışta adamın keyifli sesini duydu.
“Ayşe’m,” dedi adam “demek sonunda aklına gelebildim.”
“şerefsiz köpek!” diye hırladı Ayşe telefona “sen yaptın değil mi? bütün o çirkin iftiraları sen attın.”
Tuğrul’un kahkahası yüzünden Ayşe telefonu kulağından uzaklaştırdı. Dişlerini sıkıp lanet kahkahasının kesilmesini bekledi.
“ne sandın geri zekâlı?” dedi adam “seni öylece bırakacağım, sen de İsmail’le mutlu mesut yaşayıp gideceksin. Yoksa İlyas mı demeliydim?”
“Tuğrul sen adam değilsin.”
“o dilini her gün santim santim kesip seni terbiye etmezsem işte o zaman bana adam demesinler.”
“ilçedeyim şerefsiz!” dedi Ayşe “biraz adamsan gelip kes bakalım dilimi.”
“geliyorum ulan!” diye karşılık verdi “arkadan pazarın sesini duydum. Bekle geliyorum.”
Ayşe telefonu kapattıktan sonra sinirle beklemeye başladı. İnsanların ona bakıp fısıldaştıklarını fark ettiğinde dedikodunun boyutlarının tahmin ettiğinden çok daha büyük yerlere ulaştığını anladı. Kanı çekilirken aksi gibi hiç karşılaşmaması gereken son insanı ona doğru geliyorken buldu.
İlyas onu görmüştü. Yengesi bayılacak gibi duruyordu. Gözlerinde korku vardı. Normalde insanlar içinde yan yana gelmemeleri gerektiğini biliyordu ama abisinin karısı olmuştu artık. Yengesiydi ve bir sıkıntı olduğu belliydi.
“yenge,” dedi usulca “halin hiç iyi gözükmüyor.”
Ayşe başını iki yana sallarken “git İlyas,” dedi yalvarır gibi “git Allah aşkına!”
“ne oluyor yenge?”
“İlyas-“
“size yazıklar olsun!” diye feryat eden sesi duyduğunda Ayşe gözlerini kapatıp yenilgiyi kabul etmiş gibi başını eğdi. Tuğrul, oyununa başlamıştı bile.
“güpegündüz gözümün içine baka baka beni içine düşürdükleri hali görüyor musunuz?” diye bağırdı etrafa. Ayşe bir adım geri çekilirken İlyas kafası karışmış bir halde bir Ayşe’ye bir de Tuğrul’a bakıp duruyordu.
“sözlüm saklama gereği duymadan ha bu adamla sokak ortasında oynaşmaya başlamış.”
İlyas sonunda anladığında dehşet içinde bir kere daha Ayşe’ye baktı. Sonraki an kendini Tuğrul’un yakasına yapışmış halde buldu.
“ne diyorsun sen lan?” diye kükrüyordu sanki. Gözlerini kan bürümüştü sanki. Tuğrul bile korkup susmuştu. İlyas adamı sertçe tutup kapalı bir dükkanın kepengine çarptığında ahali ayaklanmıştı bile “dur oğlum ne yapıyorsun?” dedi orta yaşlı bir esnaf.
“İlyas’ım dur bir sakin ol,” dedi bir başkası. Kadınlar kınayan gözlerle Ayşe’ye bakıyorlardı. İki tane aslan gibi adamı birbirine düşüren namussuz Ayşe’ye!
“yalan mı?” dedi Tuğrul sonunda herkesin duyabileceği şekilde bağırıyordu.
“sen ve Ayşe birlikte değil misiniz?”
Yükselen uğultu İlyas’ın kulaklarında çınlamaya başladığında bir kere daha adamı kepenge çarpıp “bu iğrenç iftirayı üzerimize atan sensin!” diye kükredi. Sinirden titriyordu.
“Allah seni kahretsin şerefsiz herif!” diye devam etti İlyas “Allah’tan da mı korkun yok Tuğrul!” İlyas üçüncü kez adamı kepenge çarpıp bırakırken onları izleyen kalabalığa dönüp “Ayşe benim kardeşimdir,” diye bağırdı elini kaldırıp “dünya ahiret bacımdır. Bir daha tek bir kişiyi bile bu iğrenç iftira hakkında gerçekmiş gibi konuşurken duyarsam dilini keser eline veririm.”
İlyas kalabalığın içinden öfkeyle geçip giderken Ayşe’nin yüzüne ikinci kez bakmadı bile. Ayşe uyuşmuştu sanki. Kımıldayacak hali kalmamıştı. Herkes onu görmezden gelirken Tuğrul yere tükürüp kaçar gibi gitti.
Ayşe sonunda bacaklarını tekrar hareket ettirebildiğinde meydandan uzaklaştı. Tenha bir yer bulup bir duvar kenarına yaslandığında “yenge,” diyen sesle yerinde sıçradı. İlyas’tı. Belli ki onu takip etmişti.
“iyi misin?” diye sordu.
“İlyas,” dedi Ayşe utanç içinde “Allah aşkı için bana hakkını helal et kardeşim. Vallahi ben-“
“yenge,” dedi İlyas “belli ki bir tuzak kurmuşlar çok geç olmadan abimle olan nikahınızı ilan etmek gerekiyor.”
“ama nasıl olacak İlyas,” diye sordu Ayşe çaresizlikle “bu sefer de diyecekler ki Ayşe iki kardeşi birden-“
Ayşe o kadar utandı ki cümlesinin sonunu getiremedi bile. İlyas da bakışlarını kaçırıp içine düştükleri bu hal yüzünden kendini iğrenç hissetti.
“gel köye çıkalım, abime olanları anlatmak gerekiyor. Böyle gizli saklı olmaz.”
Ayşe başını salladı. Sessizlik içinde arabaya binip köye çıktılar. Ayşe o kadar tedirgindi ki bütün yol boyunca yumruklarını sıkıp durmuştu. Nihayetinde ilk defa İsmail’in evinin önüne kadar geldiğinde arabadan bir cesaret indi. Arabanın gelişini gören İsmail dışarı çıkıp karısını görünce “Ayşe’m,” dedi sorar gibi “hayırdır inşallah?”
“pek hayır değil abi,” dedi İlyas bagajı açıp poşetleri alırken.
“ne oldu?”
“Tuğrul,” dedi Ayşe kocası yanına gelip elinden tutarken “çok iğrenç bir dedikodu yaymış.”
İlyas o sırada poşetleri kapının önüne bırakıp yanlarına geldi. İkisinin yüzündeki sıkıntıyı gören İsmail “ne dedikodusu?” diye sordu. Ayşe sakinleştirmek ister gibi bir elini adamın göğsüne koyup “güya İlyas ve ben-“ dedi ama devamını getiremedi. İsmail hemen anlamıştı zaten.
“vay şerefsiz!” diye bağırdı.
“abi bir sakin ol gözünü seveyim,” dedi İlyas “adamın istediği şey ortalığı karıştırmak zaten. Ateşe körükle gitme. Salim kafayla oturup ne yapacağımızı konuşalım.”
İsmail, kardeşini dinlerken kafasının içinde Tuğrul’u gebertiyordu. Ayşe sanki aklından geçenleri okuyormuş gibi elini sıkıp “İsmail,” diye uyardı onu, “sakin olacağız. Özellikle de sen.”
“gülüm nasıl sakin olayım?” dedi İsmail “ben yukarıda çantamı topluyorum yarın yola çıkacağız diye o şerefsiz-“
“İstanbul’a gitmemize gerek kalmadı İsmail,” dedi Ayşe “Tuğrul’un iftirası İstanbul’a kadar gitmiş.”
“nasıl?”
“babam öğrenmiş İsmail. Hesap sormaya geliyor.”
Bahçeye çöken sessizlik köy yolundan çıkan taksinin sesiyle kesilirken üçü de dönüp gelen arabaya baktı.
“kim ki bu?” diye sordu İlyas “mahalle bomboş biri mi geldi?”
“öğreniriz şimdi,” dedi İsmail yürüyüp bahçe kapısını açtı ve yola çıktı. Taksi onların evin önünde durdu ve annesi ile babası kapıyı açıp aşağı indiklerinde İsmail şaşkınlıkla ikisine bakakaldı. Annesi ve babası ise önce İsmail’e sonra da bahçede yan yana duran İlyas ve Ayşe’ye baktı. İsmail bir adım attı, “anne, baba.”
“oğlum,” dedi Elife Hanım bakışlarını İlyas ve Ayşe’den ayırmadan. İsmail o an anladı. Elbette çıkan dedikodular annesi ile babasının kulağına da gidecekti. İsmail dönüp karısına ve kardeşine baktı. İçinden bir öfke yükseldiğini hissettiğinde kendine şaştı. Dönüp tekrar annesi ile babasına baktığında “sandığınız gibi bir şey yok,” dedi lafı dolandırmadan “gelin içeri geçelim konuşalım.”
Yusuf Bey ise ayrı bir dünyaydı. Gözlerini Ayşe’den ayırıp tekrar oğluna baktı.
“bagajdan bavulu al,” dedi sert bir sesle. İsmail başını salladı. Bavulu alıp taksiyi gönderirken annesi ile babasının peşinden bahçeye girdi.
Ayşe yutkunup kayınpederi ile kayınvalidesinin yüzüne baktı. Ortamdaki gerginlik gözle görülecek seviyedeydi. İsmail “içeri geçelim,” dedi ve ekledi “sen de Ayşe.”
Elife Hanım şaşkınlıkla oğluna baktı. Ayşe’ye olan hitabı onu şüpheye düşürmüştü. İlyas uzanıp “hoş geldiniz baba,” dedi “bu ne güzel sürpriz.”
“sürpriz olsun diye gelmedik,” dedi Yusuf Bey sert bir ses tonuyla “kulağımıza kadar gelen söylentinin aslı astarı var mı öğrenmeye geldik. Görüyorum ki var!”
“baba,” dedi İsmail “ortada büyük bir iftira var.”
“madem iftira bu kızın burada ne işi var?” diye sordu annesi “kardeşin ve bu kız-“
“öyle bir şey yok!” diye araya girdi İsmail. Sanki bir kişi daha İlyas ve Ayşe’nin ismini yan yana zikrederse çıldıracakmış gibi hissetti.
“içeri geçelim,” dedi İlyas “abim size anlatacak.”
“abinin bu mesele ile ne ilgisi var?”
Ayşe ikinci kez İsmail’e bakınca Elife Hanım kaşlarını çatıp kıza baktı. Neler oluyordu burada?
“anne-“
“ulan siz ikiniz ne haltlar karıştırıyorsunuz?” diye patladı Yusuf Bey sonunda. Elini kaldırıp “sizi ikinize emanet edip İstanbul’a gidiyorum,” diye işaret etti. “Ne bok yediyseniz artık İstanbul’da kulağıma kadar geliyor. Kalkıp buraya geliyorum. Evlatlarımın diyeceği mantıklı bir çift kelamı vardır diyorum. Karşılaştığım manzaraya bak!”
Yusuf Bey’in sesi gürlerken Ayşe korku içinde bir adım gerileyince adam ona bakıp sustu. Kızın ondan korktuğunu fark edince elini indirip “düşün önüme,” dedi daha sakin bir ses tonuyla.
Nihayetinde hepsi evin içine girdiler. Ayşe içinden besmele çekip sağ ayağıyla girdi eve. Gözleri dolsa da gözyaşı akıtmadı. Yutkunup kapının eşiğinde bekledi.
“gel,” dedi İsmail ona. Ayşe ona baktığında Elife Hanım anladı. Meselenin İsmail ile Ayşe arasında olduğunu anladı.
“salon bu tarafta,” dedi kadın. Ayşe evin yabancısıydı bunu anlamıştı. Demek ki ilk kez geliyordu buraya. Genç kız başını belli belirsiz sallayıp İsmail’in peşinden salona girdi.
“anlatın bakalım,” dedi babası “ne oluyor?”
Ayşe yine kapının eşiğinden ileri gitmeye cesaret edememişti. Yusuf Bey ona ikinci kez baktığında yüreğinde garip bir sızı hissetti. Kız korkmuştu her halinden belliydi. İster istemez aklına kendi kızı geldi. Duruşunu yumuşatmaya çalışıp “Ayşe,” dedi “otur ayakta beklemene gerek yok.”
Genç kız başını kaldırmadan üçlü koltuğun kenarına gidip oturdu. İlyas da tekli koltuğa geçip oturmuştu. Annesi ve babası ayaktaydı. İsmail, karısının oturduğu koltuğun diğer köşesine geçip “Ayşe’nin bir suçu günahı yok,” diye başladı “ne kulağınıza kadar gelen o çirkin iftiraların bir aslı var ne de evlatların yanlış bir şey yaptı baba.”
İsmail’in kendinden emin duruşu ile konuşmaya başlamasıyla karı koca dikkatlice onu dinlemeye koyuldu.
“ben Ayşe’yi görür görmez ona sevdalandım,” dedi İsmail. Annesini boğazından bir hayret nidası yükseldi. Ayşe’nin tüm yüzü ve boynu utançtan yanıyordu. Kıpkırmızı kesilmişti.
“kim olduğunu bilmeden gönlüm düşüverdi ona.”
İsmail, karısına baktı. Yüzünde hüzünlü bir tebessüm belirip kayboldu.
“biliyorum iki aile arasında anlaşmazlık var. Geçmişte yaşanan olaylar yüzünden sen de Ayşe’nin babası da birbirinizden hoşlanmıyorsunuz.”
Yusuf Bey oğluna bakarken Elife Hanım ise Ayşe’yi izliyordu. Demek ki oğlunun gönlüne düşen, yüzünü güldüren, gözlerini parlatan kız buydu. İsmail en olmayacak sevdaya düşmüştü.
“ama ben Ayşe’yi seviyorum,” diye devam etti İsmail “o da beni seviyor. Biz birbirimize bir söz verdik. Ötesi yok!”
Elife Hanım “ötesi var!” diye karşılık verdi “Ayşe’nin babası ne diyor buna? Haberi yoktur illa ki yoksa ortalık karışırdı.”
Ayşe gözünden akan yaşı usulca silip burnunu çekti. Kadın haklıydı. Babası ortalığı yakıp yıkmaya geliyordu.
“öğrenmiş,” dedi İsmail nitekim “yolda geliyor.”
“aman ne güzel!” dedi babası “yıllar önce Cevat iti ablama kıydı şimdi de kızı-“
“baba!” diye sözünü kesti İsmail ayağa fırlarken “Ayşe’nin yıllar önce olup bitenlerle bir ilgisi yok. Onun kalbi pamuk gibidir.”
Yusuf Bey oğluna bir an şaşkınlıkla bakakaldı. İsmail ilk defa ona sesini yükseltmişti. Ardından iki büklüm olmuş kıza baktı. İçi yine sızlar gibi oldu.
“beni delirtme İsmail,” dedi kendini toparlayıp “benim karşıma geçip konuşan insanlar seninle Ayşe’nin adını zikretmiyorlar. İlyas’la Ayşe diyorlar. Madem her şey güllük gülistanlık bu sözler nereden çıkıyor?”
Babasının sözleri İsmail’in yüreğini hançer gibi deşiyordu. İlyas oturduğu yerde kımıldanıp rahatsız bir tavırla boynunu esnetti ama sesini çıkartmadı. Bu abisinin meselesiydi. Karışmayacaktı.
“Ayşe’nin babası onu zorla biriyle evlendirmeye kalkmış,” dedi İsmail nefesini toparlayıp “it herif sokak ortasında Ayşe’yi dövmeye kalkınca dayanamayıp ben onu dövdüm. Kin gütmüş herif aklına böyle intikam almak gelmiş. Bu iğrenç iftirayı yaymış ortalığa.”
“aman ne güzel!” dedi Yusuf Bey “birdiler iki oldular yani!”
“baba Allah aşkına,” diye patladı İsmail sonunda “kendimi geçtim ama Allah aşkına Ayşe için dediklerini bir duy!”
Yusuf Bey hepsine sırtını dönüp bakışlarını pencereden gözüken dağlara çevirdi. İçinde biriktirdiği öfkeyi şu zavallı kıza kusmaya hakkı yoktu. Bunu biliyordu ama zihninde rahmetli ablasının gülen yüzü canlanıp duruyordu. O adam o şeref yoksunu adam ve ailesi ablasının güzel yüzünü soldurmuşlardı. Gencecik yaşında mezara girmişti Meryem Kaya. Rahmetli annesi kızının acısına dayanamayıp göçüp gitmişti.
Çocukluğundan beri Bozçelik sülalesinden nefret etmeyi öğrenmişti Yusuf Kaya. Şimdi salonunda oturan bu kız içindeki nefretin ete kemiğe bürünmüş haliydi sanki. Yine de ona bakarken içinde kabaran merhamet duygusuna engel olamıyordu.
“biz yarın yola çıkıp İstanbul’a gidecektik,” dedi İsmail uzun süren bir sessizliğin ardından “Ayşe’nin babası ile konuşacaktım.”
“sakın!” dedi Yusuf Kaya onlara dönerken “sakın o adamın karşısına çıkayım deme.”
“baba-“
“yıllar önce ben o sülaleye bir kız kardeş verdim. Rahmetli anacığım onun acısından göçüp gitti. Ailemi mahvetti onlar. Şimdi de oğlumu mu alacaklar elimden!”
Ayşe konuşulanlara daha fazla dayanamayıp aniden ayağa kalkıp fırlar gibi salondan çıkıp gitti. İsmail peşinden gitmek için hamle yapınca babası “bırak gitsin!” dedi buz gibi bir sesle “bu işin oluru yok İsmail. Benim o sülaleye feda edecek bir kimsem daha yok!”
İsmail, babasına dönüp “Ayşe yoksa İsmail de yok,” dedi kesin bir tavırla ve karısının peşinden çıkıp gitti.
Elife Hanım koltuğa çökerken “ne olacak şimdi Yusuf?” dedi endişeyle “ben oğlumu tanırım. Sittin sene geçse de vazgeçmez!”
Yusuf Bey yumruğunu sıkıp “sen beni de tanırsın Elife,” diye karşılık verdi, “olmaz dediysem olmaz. Bu iş başlamadan bitecek!”
İlyas, babasının yüzündeki kararlı ifadeye bakarken içinden bizzat şahitlik ettiği nikahı geçiriyordu. Abisi ile Ayşe’yi ayırmak için her iki taraf da geç kalmıştı.
BÖLÜM
Can verme sakın aşka, aşk afet-i candır
Aşk afet-i can olduğu meşhur-u cihandır
Sakın isteme sevday-ı gam aşkta, her an
Kim istedi sevday-ı gamlı aşk ziyandır.*
(Fuzuli)
İsmail, karısının kolundan tutup onu durdurduğunda Ayşe koşar adımlarla patika yola gitmeye çalışıyordu. İsmail hiçbir şey söylemeden onu çekip sarıldı. Saçlarını ve sırtını okşayıp “ben buradayım,” diye mırıldandı “ağlayacaksan benim omzum burada, kızacaksan yüzüm burada, seveceksen kalbim ellerinde gülüm.”
“İsmail-“
“ama sakın arkanı dönüp gitme Ayşe’m,” diye devam etti İsmail. Bu cümlesinin üzerine Ayşe ona daha çok sarıldı. Sanki uçurumdan aşağı düşecekmiş de son anda İsmail’e tutunmuş gibi sıkıca sarıldı kocasına. Yüzünü omzuyla boynu arasına gömüp sakinleşmeye çalıştı. Kocası onun sırtını ve saçlarını şefkatle okşarken gözlerini kapatıp öylece durdu.
“babamlar belki gelmiştir,” dedi Ayşe sonunda “Akif’e teyzemde kaldığımı söyledim.”
“tamam o zaman teyzene birlikte gider bekleriz.”
“İsmail seni benimle birlikte görürlerse-“
Genç adam karısının kollarından tutup onu çekti ve yüzüne bakıp “biz evliyiz Ayşe’m,” dedi “bundan sonra bizi hep birlikte görecekler zaten.”
“öyle ama-“
“hem babanla da konuştuktan sonra resmi nikah için işlemleri başlatacağım haberin olsun.”
Ayşe başını salladı. Resmen İsmail ile evlendiği zaman önlerinde pek bir engel kalmayacaktı.
“gidelim hadi,” dedi İsmail “arabayla çıkarız.”
Karısının elinden tuttu. Eve doğru geri yürümeye başladıklarında Ayşe üç katlı üçgen çatılı eve baktı. O bu evde asla kabul görmeyecekti. Bunu bilmek içini acıtıyordu. Ayşe ile İsmail’in sevdası birleştiren değil parçalayan dağıtan sevdalardandı. Onların bir araya gelmesi demek pek çok ayrılığın yaşanması gerekeceği anlamına geliyordu.
Aklından bu düşünceler geçerken Kaya ailesinin evinin önüne ikinci kez beklenmedik bir araba daha yaklaştı. Ayşe arabayı görür görmez tanıdı. Zeki amcasının arabasıydı. İçinden babası, amcası ve iki erkek kardeşi inerken İsmail, Ayşe’nin elini sıkıca tutmaya devam etti.
“Ulan şerefsiz!” diye bağırarak üstlerine doğru gelen babasının gözlerini kan bürümüştü. Arkasından onu durdurmak için koşan evlatları İsmail ve Ayşe’ye ulaşamadan onu tuttular. Zeki amcası araya girip abisinin göğsünün üstüne ellerini koyup onu geri itmeye çalışırken babası “BIRAK!” diye bağırıyordu.
Sesleri duyan Kaya ailesi de telaşla dışarı çıktılar. İlyas hemen abisinin yanına gelip korumak ister gibi kendini siper etti. İsmail onun kolundan tutup “çekil aslanım,” diye fısıldadı “bırak ne yapmak istiyorsa yapsın.”
“kafayı yemiş bu adam!” dedi İlyas.
“Yusuf!” diye bağırdı Zafer Bozçelik “Yusuf sana da sülalene de bela yağsın.”
“tövbe,” dedi Elife Hanım dehşet içinde kocasının kolundan tutarken. Yusuf atılıp “senden âlâ bela mı var Zafer!” diye karşılık verdi.
“kızımın adını çıkarttınız!” diye kükredi Zafer. O an İsmail ile bir arada duran ellerini fark etti.
“Ayşe!” dedi “Ayşe çabuk yanıma gel çabuk! Çok geç olmadan yanıma gel.”
Ayşe taş kesilmişti sanki. Kımıldayamıyordu, konuşamıyordu sadece titreyerek babasına bakmaya devam ediyordu.
“abla,” dedi Asım nefretle “ne yaptın sen?”
Ayşe’nin hıçkırıkları boğazında düğümlenmeye başlamıştı artık. Bir sinir krizi geçirmenin eşiğindeydi. Korku ve stresi daha fazla kontrol edemiyordu.
“abi gözünü seveyim sakin ol,” dedi Zeki amcası hala abisini tutmaya çalışıyordu.
“sen sözlüsün!” dedi babası gözlerini Ayşe’den bir an olsun ayırmıyordu “sen başkasıyla sözlüsün.”
Babasının bu ithamı Ayşe’nin kilitlenmiş bedenini çözmeye yetmişti. Yutkunup “ben kimseye s-söz vermedim,” dedi titreyen çenesini zapt etmeye çalışarak. Sesini olabildiğince yükseltmişti.
“ben- kimseye- söz – vermedim!” diye bağırdı yine. Bu kez isyanı bağrından kopup yükselmişti sanki.
“peki ya benim sözüm ne olacak?” diye sordu babası. Saldırmaya çalışmaktan vazgeçmişti o an. Kardeşini kenara çekip Ayşe’nin üstüne doğru yürümeye başladı.
“ben söz verdim.”
“sen benim adıma kimseye söz veremezsin,” dedi Ayşe bir cesaret. Kafayı yemişti galiba. İsmail’in ona gururla baktığını görünce yutkunup babasına geri döndü.
“ben sana Tuğrul’la evlenmek istemiyorum dedim sen beni tehdit ettin. Sen bizi hiçbir zaman duymadın ki baba!”
Son cümlesinde sesi boğulmuştu. Gözyaşları gözlerinden akmaya başlarken İsmail’le bir arada duran ellerini havaya kaldırıp “ben İsmail’i seviyorum,” diye itiraf etti sonunda “ben senin olmamı istediğin kişi olamam.”
İçi acıyarak kardeşlerine bakıp “hiçbirimiz olamayız,” diye devam etti, “senin güvenip kızını emanet etmeye kalkıştığın o adam beni sokak ortasında hırpaladı, kolumu morarttı. Tehdit etti!”
Ayşe’nin ağzından çıkanlar sadece babasını değil kocasını da şaşırtmıştı o an. İsmail karısına bakarken Ayşe sadece babasına bakıyordu.
“benim adımı kardeşim bildiğim İlyas’la çıkartıp yüzümü yere eğdi o çok kıymetli Tuğrul!”
Şimdi herkes sadece Ayşe’yi dinliyordu. Ayşe ise içinde tuttuğu her şeyi çığlık atar gibi döküyordu.
“şimdi ne yapacaksın baba?” diye sordu Ayşe “ömrüm senin isteklerine boyun eğerek geçti. İlk defa sana karşı çıktım çünkü sevdalandım baba!”
“sakın!” dedi Zafer duymaya tahammülü yokmuş gibi “yürü gidiyoruz!”
Kızını çekmeye çalıştığı anda İsmail karısını arkasına alıp “hiçbir yere götüremezsin onu!” dedi. Zafer öyle bir nefretle baktı ki İsmail’e Elife Hanım ürperdi.
“gebertirim seni çocuk!” diye hırladı adam. Yusuf Bey oğlunun yanına gelip “aklından bile geçirme Zafer!” dedi tok bir sesle “oğlumun kılına zarar verirsen dünyayı senin başına yıkarım.”
İki adam birbirlerine meydan okuyarak baktılar. Zafer “niyetin intikam almak değil mi?” diye sordu Yusuf Kaya’ya “yıllar önce abim o namussuz bacını gebertti, benim kızımı ailesinden kopartarak mı intikamını alacaksın?”
Yusuf Kaya ne ara elini havaya kaldırıp adama bir yumruk attı kimse fark etmedi ama Zafer geriye doğru sendelerken onu kardeşi tuttu. İki oğlu saldırmak için atıldığında Ayşe önlerine geçip “durun!” diye bağırdı. Kollarından tutup kardeşlerine bakarken “sakın karışmayın,” dedi
“görmüyor musun babama yaptığını?” dedi Asım öfkeyle. Ayşe görmüştü elbette ama babası da kışkırtmak için elinden geleni yapmıştı.
“duracaksın dedim Asım!” dedi Ayşe kesin bir sesle. Asım, ablasının gözlerine baktığında kolunu sertçe çekmekle yetindi. Akif ise endişeyle bakıyordu ablasına. İyi olup olmadığından emin olmak istiyordu sadece. Ayşe onun kolunu sıkıp belli belirsiz başını salladı.
İsmail ve İlyas babalarını tutup geri çekerken Yusuf “esas namussuz senin sülalendir!” diye bağırıyordu. Ayşe bunu da duymuştu. Yusuf Kaya’nın ağzından çıkan her söz Ayşe’nin yüreğine hançer gibi saplanıyordu.
“al kızını git buradan!” diye bağırdı Elife Hanım “ne benim ne de babasının bu işe rızası vardır.”
“Ayşe hadi kızım gel gidelim,” dedi amcası “bak burada sana ait bir şey yok.”
Ayşe acı içinde amcasına baktı. İsmail sonunda Ayşe’nin yanına gelip elinden tutup onu geri çekerken “Ayşe hiçbir yere gitmiyor!” diye bağırdı.
“İsmail delirtme beni!” dedi annesi “bu işin oluru yok!”
“anne Allah aşkına yangına körükle gitme!” diye susturdu annesini İlyas.
“ananı dinle kızımı bana ver!” dedi Zafer ağzından boşalan kanı yere tükürürken. Ayşe dehşet içinde beyaz kar örtüsünün üstüne yayılan kırmızılığa baktı. Kan dökülmüştü. Kan! Hayırlı işin başlangıcı böyle olmazdı.
“yeter!” dedi İsmail öfkeyle “Ayşe benim nikahlı karımdır!”
Bir anlık sessizlik iki aile arasında dalga dalga yayılırken Ayşe gözlerini kapatıp açtı. İsmail söylemişti. Karısının elini sıkıca tutup tekrar etti.
“biz evlendik. Nikahımız kıyılalı çok oldu. Allah huzurunda Ayşe benim karımdır.”
“ne yaptınız siz!” diyen babasıydı. İsmail ona baktı. Gözünü öfke bürümüş, oğlunun halini görmeyen babasına.
“evlendik!” dedi İsmail “Ayşe’nin yanı benim yanımdır. Hiç kimse onu benden alamaz.”
“Allah kahretsin seni!” diye kükredi Zafer Bozçelik “nasıl kandın bu adama Ayşe! Nasıl!”
“baba yapma!” dedi genç kız “şu halinize bakın. Bize başka seçenek mi bıraktınız sanki!”
“olmaz kabul etmiyorum,” dedi Zafer “benim rızam yok!”
“ama benim var!” diye bağırdı Ayşe “ben senin malın değilim baba! Benden cansız ruhsuz bir nesneymişim gibi bahsetmekten vazgeç artık. Benim kendi aklım, iradem var. Ben kendi irademle İsmail’in karısı olmayı seçtim.”
“boşayacaksın kızımı!” diye devam etti adam. Sanki Ayşe ne derse desin duymamakta kararlıydı.
“asla!” dedi İsmail “Ayşe tüm talak hakkını bana verdi. Asla boşanmam ondan.”
Zafer geri çekilip “bu burada bitmedi,” dedi “sakın boş hayallere kapılayım deme İsmail! Bende sana kaptıracak kız yok.”
Zafer Bozçelik arabaya geri dönerken onu kardeşi takip etti. Asım ve Akif son kez ablalarına baktılar.
“anneme sahip çıkın,” dedi Ayşe kırık dökük bir sesle.
“sen annemi mahvettin,” dedi Asım. Arkasını dönüp giderken Akif, hala ablasına bakıyordu.
“Akif’im,” dedi Ayşe içi titreyerek “ablanı unutma tamam mı?”
Akif burnunu çekip çaresizce ablasına bakmaya devam etti. İsmail ilk defa tanıştığı bu çocuğun gözlerinde gördüğü endişeyi hafifletmek için “ablan bana emanet,” dedi “onu kendi canım gibi koruyacağım. Söz!”
Akif, İsmail’e baktı, “sözünü unutma İsmail Kaya,” dedi ve arkasını dönüp gitti.
Nihayetinde ailesiyle baş başa kalan İsmail onlarla yüzleşmek için hazırlandı. Yusuf Bey oğluna bakıp başını iki yana sallarken “yazıklar olsun,” dedi hayal kırıklığı içinde “sana başka hiçbir şey demiyorum.”
“başka çarem yoktu,” diye açıklamaya çalıştı İsmail kendini “gördün olanları. Ayşe’yi alıp gitmelerine izin veremezdim.”
“sen onları bilmiyorsun- nefretlerinin kinlerinin nasıl yıkıcı olduğunu bilmiyorsun.”
“babamın öfkesinden ben de korkuyorum,” dedi Ayşe kendini toplayıp “ama babam kıyılmış nikaha karşı gelecek biri değildir.”
“sizi rahat bırakmayacak,” dedi Yusuf Bey bu kez direkt ona hitap etmişti. Ayşe ona bakıp “biz evlenirken bizi kimsenin desteklemeyeceğini biliyorduk,” dedi kırık dökük bir sesle “ne siz beni kabul edeceksiniz ne de babam İsmail’i. Ama biz birbirimizi kabul ettik. Ne olur bari siz görün bunu. İsmail sizi çok seviyor. Onu iki arada bırakmayın. Sırtınızı dönmeyin.”
Ayşe’nin cümlesinden sonra kimse konuşmadı. İsmail beklentiyle babasına bakmaya devam etti bir müddet ama babası ona karşılık vermedi. Sonunda “hadi gidelim,” dedi karısına.
Genç kız çaresiz başını sallayıp kocasını takip etti. Arabaya binecekleri sırada Yusuf Bey “yayladaki eve çıkın,” dedi düz bir tonda “bir süre ortalıkta gözükmeyin ikiniz de”
“ama-“ diyecek oldu İsmail ama Yusuf Bey elini kaldırıp onu susturdu. İlyas’a bakıp “sen abinlere gereken şeyleri getirip götürürsün. Gidip gelirken dikkat et. Peşine kimse takılmasın.”
“tamam baba”
“anahtarın yerini biliyorsun İsmail. Gidin hadi!”
Yusuf Bey başka bir şey söylemeden içeri girerken Elife Hanım bir müddet oğluna baktıktan sonra bir şey demeden içeri girdi. İlyas, abisinin yanına gidip “babamın dediğini yapın abi,” dedi uzlaşmacı bir tavırla “biraz vakit geçsin öfkeleri diner merak etme.”
“inşallah,” dedi İsmail.
“hadi siz gidin artık. Ben yarın yanınıza uğrayıp birkaç parça eşya getiririm.”
İlyas, abisine sarılıp “kimse olmasa da ben yanındayım,” dedi ve ekledi “karamsarlığa kapılma sakın.”
İsmail, kardeşinin sırtına vurup “eyvallah koçum,” dedi. İlyas, abisini bırakırken “yenge,” dedi gülümsemeye çalışıp “hadi Allah yardımcın olsun.”
“o ne demek lan!”
“seninle uğraşmak kolay mı?”
“bak şimdi,”
“neyse artık yengem uğraşacak seninle”
Bu zor zamanda bile yüzünü güldürmeye çalışan kardeşine minnetle bakan İsmail onun boynundan tutup “sen iyi ki varsın İlyas’ım,” dedi sesi boğularak. İlyas dolan gözlerini saklayıp boğazını temizlerken “sen de iyi ki varsın abim,” diye karşılık verdi.
“sağ ol İlyas,” Ayşe o kadar yorgun hissediyordu ki kımıldayacak hali kalmamıştı. Ancak devam etmek zorundaydı.
“hadi selametle, yarın görüşürüz.”
“Allah’a emanet,”
Karı koca arabaya atlayıp yaylaya çıkmadan önce Ayşe’nin eşyalarını almak için Hatice teyzenin evine gittiler. Onları bir arada gören Hatice teyze yüzlerini görür görmez “ha!” dedi “belli kıyamet kopmuş.”
“koptu teyzem koptu,” dedi Ayşe dermansız
“hangi taraftan koptu?”
“her iki taraftan da koptu,” diyen İsmail’di. Hallerine içi giden Hatice teyze “hadi gelin size bir çay demleyeyim.”
“yok teyze,” Ayşe iç çekip devam etti, “İsmail’in babası bizi yayladaki eve gönderdi. Orada kalacağız bir süre.”
“iyi düşünmüş,” Hatice teyze elindeki baltayı toprağa saplayıp elinin tersiyle alnında biriken terleri sildi.
“hem babandan da uzak durmuş olursun.”
“öyle,”
Ayşe evi gösterip “birkaç parça kıyafet almaya geldim,” dedi.
“yayla evi boştur, yiyecek bir şeyler de al”
“tamam”
Ayşe içeri girerken İsmail peşinden baktı. Yanına gelen Hatice teyze “baban da kabul etmedi değil mi?” diye sordu.
“etmedi teyzem,” dedi İsmail. Bu duruma ne kadar üzüldüğü gözlerinden okunuyordu. Hatice teyze çenesini sıvazladı, “belli ikinizin de gönlü kırılmış,”
“Ayşe’nin babasını tutmasalar beni gözünü kırpmadan öldürürdü.”
“Zafer’den ben de çekiniyorum,” diye hak verdi ona Hatice teyze “gözünü dört aç İsmail. Ortalık yatışana kadar Ayşe’yi gözünün önünden ayırma.”
“niyetim o,”
“merak etme oğlum,” kadın, genç adamın yüzünü anne şefkatiyle sevip “su durulur, gecenin sonu gündüze döner. Biraz sabır.”
“sağ ol Hatice teyzem,”
Kapıdan çıkan Ayşe’nin elinde minik bir çanta vardı. İsmail o çantayı alırken “hadi gidelim,” dedi.
Ayşe, teyzesinin elini öpüp sarılırken “eniştem nerede?” diye sordu.
“yukarılara doğru gitti, ara ki bulasın,” dedi kadın ve ekledi “ben selamınızı söylerim.”
Ayşe başını salladı sadece. Arabaya tekrar bindikten sonra yaylaya çıkan yola girdiler. İkisi de o kadar çok yorulmuştu ki konuşacak halleri yoktu. Yarım saat sonra yayla evine vardıklarında akşam ezanı okunmaya başlamıştı.
Tek katlı Serender evin kapısını açan İsmail, Ayşe’ye bakıp “hoş geldin,” dedi. Ayşe gülümsemeye çalışsa da başarılı olamadı. Yine besmele çekip sağ ayağıyla eşikten içeri girdi.
İsmail buz gibi evin kapısını kapatırken hemen sigortayı açıp ışıkları açtı. Biraz tozlanmıştı ama iyi haldeydi. Annesi buradaki evi düzenli olarak temizlettirirdi zaten.
Ayşe avlunun ortasına gelip eve bakarken birden kendini o kadar kimsesiz hissetti ki “İsmail!” diye çağırdı kocasını. Evi kontrol için odalara girip çıkan İsmail hemen yanına geldi. Ayşe ona sarılınca “gülüm,” dedi telaşla “ne oldu?”
Ayşe titriyordu. Kocasına sığınıp gözlerini sıkıca kapattı. İsmail onu sakinleştirmek için usulca sırtını okşayıp “ben buradayım,” deyip duruyordu.
“İsmail,” dedi Ayşe kendini kasmaktan kasları ağrıyordu artık, “İsmail biz çok mu kötü bir şey yaptık?”
“o nereden çıktı şimdi?”
Ayşe kocasına tutunurken gözlerini açmaya cesaret edip “neden herkes bize sırtını döndü o zaman?” diye sordu “neden anlamıyorlar İsmail? Ben sensiz yaşayamam artık. Neden-“
İsmail, karısının yüzünü tutup gözlerine baktı. Nemli gözlerinin güzelliğine dalıp gitti bir an.
“Ayşe’m,” dedi sevgiyle “anlayacaklar, biraz zaman ve sabır.”
“ben sabrederim İsmail’im,” Ayşe, kocasının gözlerine bakarken kalbinden ona duyduğu aşk taşıyordu sanki.
“ben senin iyiliğin için beklerim de sabrederim de ama senin üzülmene dayanamıyorum.”
İsmail sanki o an ne dese hissettiklerini ifade etmeye yetemeyecekmiş gibi dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri yutkunup karısının alnından öptü. Bir gün ondan kopup gideceğini biliyormuş gibi sımsıkı sarıldı karısına.
“her şey düzelecek,” dedi inatla “bak görürsün biz çok mutlu olacağız.”
“olacak mıyız İsmail?” diye sordu Ayşe.
“olacağız tabi,”
Ayşe sonunda biraz toparlandıktan sonra kendini çekip “hadi şu evi biraz temizleyelim,” dedi ve ekledi “sonra da bir şeyler yeriz.”
İsmail ona tebessümle bakıp “işte benim Ayşe’m,” dedi gururla. Birlikte evi toparlayıp sobayı yaktılar. Oturma odası ısınırken İsmail de çay demledi. Ayşe ekmek arası bir şeyler hazırlayıp getirdiğinde karı koca birlikte ilk yemeklerini yemenin verdiği huzurla normalleşmenin tadını çıkarttılar.
Karınları da doyunca yanan sobanın çıkarttığı sesi dinlerken İsmail karısını kendine çekip kolunu doladı. Ayşe de başını kocasının göğsüne yaslayıp ateşi izlemeye devam etti. Üçlü koltukta uyuya kalan karı koca için geri sayım başlamıştı.
.
.
.
minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
hepiniz Allah'a emanet olun
rabbim gönlünüzü incinmekten korusun
tekrardan iyi bayramlar :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.44k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |