

tekrardan merhabalar herkese
nasılsınız? iyisinizdir inşallah
hepinize keyifli okumalar dilerim
BÖLÜM
At vuruldu; içim paramparça Rüveyda*
(Nurullah Genç)
İlyas, kardeşlerini karşılayıp havalimanından aldığında Neslihan resmen koşarak kucağına atlamıştı.
“abiii!!” diye bağırmıştı sevinçle “seni çok özledim!”
İlyas, kardeşine sıkıca sarılıp “ben de seni özledim güzel bacım,” demişti halinden memnun. Hemen arkasından gelen Oğuz da abisine sarılıp “şükür kavuşturana,” diye sevincini dile getirmişti.
İlyas, Sinan’ı kucağına alırken küçük kardeşi etrafına bakınıp “İsmail abim nerede?” diye sordu çocukça bir merakla
“onun biraz işi var,” dedi İlyas “gelemedi.”
“olsun evde görüşürüz,”
İlyas buna bir cevap vermedi. Üç kardeşiyle birlikte kiraladığı arabaya atlayıp köy yoluna girdiğinde Neslihan “bak buralarda hiç kar yok!” dedi bilmiş bir tavırla “kar yağarsa yüksekteki köylere yağar demiştim.”
“tamam Neslihan,” dedi Oğuz bıkkınlıkla artık bu konuşmayı kaçıncı kez dinlediğini İlyas tahmin bile edemiyordu. Neslihan dikkatle İlyas abisine bakıp “maşallah abi,” dedi içtenlikle “çok iyi gördüm seni, köy havası yaramış.”
“iyiyim çok şükür,”
İlyas döndüğünden beri biraz toparlamıştı. Kabusları azalmış, biraz da olsa uyumaya başlamıştı. Kayıplarının acısını kalbinde her zaman hissedecekti ama hayatın devam ettiğini, ne olursa olsun devam ettiğini en acısından tecrübe edenlerdendi.
Köy evine vardıklarında çocuklar hemen anne babalarına koşup sarıldılar. Neslihan, babasına sarılırken “babacığım çok özledim seni,” dedi nazlı nazlı.
Yusuf Bey kızının saçlarını okşayıp “ben de seni özledim han kızım,” diye karşılık verdi. Oğuz onlara ters ters bakarken “bu evde resmen cinsiyet ayrımcılığı var!” diye söyleniyordu.
Güle, konuşa eve girdiklerinde Neslihan “İsmail abim akşama mı gelir anne?” diye sordu. Karı koca göz göze geldiklerinde Yusuf Bey “abiniz yayla evinde kalıyor,” dedi ve ekledi “orada halletmesi gereken birkaç iş var. Sonra gelecek.”
“ne!” dedi Nesli hayal kırıklığı içinde “Yayla evi ta nerede kalıyor. Ne işi varmış oralarda ya!”
“ay kızım işi var işte,” dedi Elife Hanım hemen “işi bitsin gelecek.”
“o zaman biz gideriz yanına,” dedi Nesli “bilirsiniz benden kurtuluş yoktur.”
“bilmez miyim?” diyen Oğuz’un suratındaki ifade İlyas’ı güldürmeye yetmişti. Ne de olsa uzun süredir Neslihan’la tek başına mücadele ediyordu. Sinan ise yolculuğun yorgunluğuyla koltuğun tepesinde uyuyakalmıştı.
İlyas onun üstüne bir örtü örtüp mutfağa geri döndüğünde annesi “oğlum sana söylemeyi unuttum fırına güveç emanet etmiştim çarşıya inip alıp gelsen olur mu?” diye rica etti.
“ooo güveç mi var?” dedi Oğuz iştahla. Ergenlik çağındaki her erkek çocuğu gibi iştahı oldukça açılmıştı bu aralar. Elife Hanım başını salladı, “siz geliyorsunuz diye yaptırdım.”
“canım anam benim,” dedi Oğuz kadının yanaklarını sıkarken. Elife Hanım “ay dur be oğlum,” dese de halinden memnundu.
“ben hemen alıp geliyorum o zaman,” dedi İlyas “sıcak sıcak yetiştireceğim hiç merak etmeyin.”
Anahtarı alıp giderken biraz da acele ile gidiyordu. Aklının bir köşesinde abisi vardı. O da burada olsaydı diye geçirdi içinden. Elbette karısı ile birlikte. Ayşe yengesi bu ailenin içinde olmayı hak ediyordu.
Çarşıya indiğinde hemen tarihi taş fırının oraya gidip güveçleri aldı. Fırının sahibi Mehmet amca “hadi bakalım” dedi “afiyetle yiyin.”
“sağ olasın Mehmet amca,”
“babana selam söyle”
“aleyküm selam.”
Tam arabasına binecekken “sen hala yüzsüz yüzsüz buralarda dolaşabiliyorsun ha!” diyen sesle durdu. Arabaya binmeden kapıyı sertçe kapatıp arkasına döndü. Tuğrul bütün nefretiyle ona bakıyordu.
“bas git, bulaşma,” dedi İlyas sadece. Yine bütün bakışlar ikisine kilitlenmişti.
“benim işim gücüm sizsiniz namussuzlar!”
Genç adam bu hakareti duyunca kızıl bir öfkeyle adamın üstüne saldırıp peş peşe yüzünü yumruklamaya başladı. İçinde biraz da birikmiş bir hınç vardı. Tuğrul’un iftiraları yüzünden İlyas çok zor durumda kalmış, hem abisine hem de yengesine karşı kendini çok mahcup hissetmişti. Etraftakiler onu tutmaya çalışsalar da İlyas’ın gözü dönmüştü bir kere “ne istiyorsun lan bizden şerefsiz?” diye bağırdı, “rahat bırak bizi artık rahat bırak!”
İlyas konuşurken ailesini kast ediyordu ama Tuğrul bilerek “siz ikiniz göz göre göre beni aldattınız,” diye lafını çarpıttı “hesabını soracağım.”
“ulan sen benim elimde kalacaksın şerefsiz it!” diye hırladı İlyas. Tuğrul yere düşerken İlyas onu tutanların kollarından kurtulup Tuğrul’un tepesine çöktü. Adamın yüzü gözü kan içinde kalmıştı.
“yengemi de abimi de rahat bırakacaksın,” diye fısıldadı tehlikeli bir tınıyla “anladın mı beni it?”
“o ikisi,” dedi adam aynı şekilde “bana yaptıklarının bedelini ödeyecekler.”
İlyas, adamı sertçe kaldırıma bırakırken öfkeyle arabasına doğru yürüyordu. Tuğrul arkasından “kaçıp saklandığınız yeri bulamam mı sandın?” diye sorunca durup ona döndü. Adamın yüzündeki ifade İlyas’ın tüylerini diken diken etti o an. Yoksa-
“git bak bakalım taş taş üstünde kalmış mı oralarda?”
İlyas o andan itibaren sadece dehşeti hissetmeye başlamıştı. Bu manyak herif abisine bir zarar mı vermişti yoksa. Koşar adımlarla arabasına binip giderken aklında abisine ulaşmaktan başka bir şey yoktu.
Abisini ararken elleri titriyordu. Telefonu kapalı çıkıncı “Allah’ım sen koru,” dedi korkuyla ve yengesinin telefonunu aradı. Bu kez telefon çaldı ama açan olmadı.
“hadi!” diye bağırdı İlyas sonuna kadar çaldırırken. Açan yoktu. Kendini yeniden bir operasyondaymış gibi hissetti o an. Söz konusu abisinin canıydı. Kendine hakim olmaya çalışıp odaklandı. Çok hızlı gidiyordu. Yayla evine giden yola çıkarken odaklanmaktan kaşları çatılmıştı. Dikkatsiz davrandığı için takip edildiğinin farkında bile değildi.
Nihayetinde evin önüne geldiğinde arabadan inip “abi!” diye bağırdı sessizliğin içine doğru. Cevap gelmedi.
“yenge!” diye bağırdı tekrar. Telaşla kapı açılıp yengesini gördüğünde hissettiği rahatlamayla birlikte onun yanına gidip “yenge,” dedi “abim evde değil mi? iyisiniz değil mi?”
Ayşe, genç adamın telaşına şaşkınlıkla bakıp “İsmail iş için gitti,” dedi, “Rize’ye doğru gideceğim demişti. Ne oldu ki?” diye sordu. O da telaşlanmaya başlamıştı.
“o şerefsiz Tuğrul-“ diye başladığı anda Tuğrul ortaya çıkıp “işte şimdi yakaladım sizi,” dedi. Biraz önce İlyas’ın dağıttığı kanla kaplı yüzünde bir zafer parıltısı vardı.
“Allah kahretsin,” dedi İlyas kendine kızarak. Herif onu oyuna getirmişti. Hemen yengesini arkasına çekip “sen içeri gir,” dedi.
“İlyas,” dedi Ayşe korkuyla “silahı var İlyas.”
“yenge içeri gir!”
“olmaz”
Ayşe, genç adamın kolundan tutup “bu adam deli!” dedi, “gözü dönmüş her şeyi yapar.”
Nitekim Tuğrul onlara doğru yaklaşırken silahını çıkartmıştı bile. Her adım attığında botlarının altında ezilen karlar gıcırdıyordu. Hastalıklı zihninin bir parçası annesinin uydurup etrafa yaydığı yalanlara inanmaya başlamış olacaktı ki “sizi utanmaz arlanmazlar,” dedi kinle “hem beni hem de zavallı İsmail’i aldatıyorsunuz demek!”
“Tuğrul kendine gel!” dedi Ayşe cesur olmaya çalışarak “ne dediğinin farkında değilsin sen.”
Tuğrul, genç kıza bakıp “bütün bunlar bittiğinde sana öyle bir ceza keseceğim ki-“ diye başladı ama İlyas vakit kaybetmeden adamın üstüne atlayıp silahı almak için hamle yaptı. Tuğrul son anda kendini çekip silahı kurtardı. İlyas deneyimli olduğu için adamın dağınık hamlelerini önceden karşılıyordu. Nihayetinde midesine nefesini kesecek kadar kuvvetli bir yumruk atmayı başardığında iki büklüm kalan adamın elinden silahı almayı başardı. Hemen şarjörü boşaltıp silahı yere atarken bir anlık gaflete düşüp Ayşe’ye döndü.
“korkma yenge,” dedi sakinleştirmek için.
Aradığı fırsatı yakalayan Tuğrul hırsla kenarda duran odun kütüğünü alıp İlyas’ın başının arkasına kuvvetle vurdu.
Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Ayşe çığlık atarken İlyas gelen darbenin etkisiyle yere yığılmıştı bile. Genç kadın onun yanına çöküp “İlyas!” diye ona seslendi. İlyas’ın bilinci kapanmıştı. Hareketsiz yatıyordu. Bir an sonra kafasının arkasından kan geldiğini görünce ağlamaya başladı. Bembeyaz zemin kırmızıya bulanmıştı.
“İlyas!” dedi tekrardan. Tuğrul dehşet içinde yaptığı şeye bakarken elinde tuttuğu kana bulanmış odun kütüğü yere düştü. Ayşe ona bakıp “katil!” diye bağırdı.
“ben bir şey yapmadım,” dedi adam geri geri adımlar atarken ayağı takılıp yere düştü. Gözlerini kırpmadan İlyas’ın başının etrafında biriken kanlara bakıyordu.
“katilsin sen!” dedi Ayşe. İçinde deli bir fırtına kopuyor. Suçluluk hissi tüm bedenini ve zihnini ele geçirirken şiddetle titriyordu.
“senin yüzünden,” diye bağırdı Tuğrul “senin yüzünden!”
Ayşe kulaklarını kapatıp başını iki yana sallarken bu suçlamayı duymayı reddetti. Ama içinden bir ses aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu. Senin yüzünden, senin yüzünden… Histerik bir şekilde ağlamaya devam ederken birinin kolundan tutmasıyla ellerini kulaklarından çekip onu ayağa kaldıran kişiye baktı.
“b-baba?” dedi emin olmak ister gibi. Zafer Bozçelik kızını İlyas’ın hareketsiz yatan bedeninden uzaklaştırıp “hadi gidiyoruz,” dedi sadece.
Ayşe o an hissettiği duyguların yoğunluğuyla beklenemeyecek bir kuvvetle kendini kurtarıp “asla!” diye bağırdı, “seninle asla gitmeyeceğim,” delirmiş olmalıydı çünkü babasının göğsünü yumruklamaya başlamıştı.
“duydun mu beni!” dedi. Bağırmaktan ses telleri acımaya başlamıştı artık. “mahvettin, her şeyi mahvettin.”
“eğer benimle gelmezsen İsmail’i de kardeşinin gittiği yere gönderirim,” dedi adam yerinden santim kımıldamamıştı. Soğuk yüzünde hiçbir ifade yoktu.
Ayşe’nin yumrukları donup kalırken “ne?” dedi dehşet içinde “ne diyorsun sen?”
“duydun beni,” diye cevap verdi adam “şu anda Rize’den yola çıkmış buraya doğru geliyor. Peşinde bir adamım var. Tek telefonuma bakar. Yollar zaten karlı, trafik kazası deyip geçerler. “
“yapamazsın,” dedi Ayşe
“öyle bir yaparım ki!” diye hırladı adam öfkeyle. Kızını tutup sarstı, “onlar benden abimi aldı,” dedi büyük bir nefretle “ben de onlardan oğullarını alırım. Eğer o çocuğu bırakmazsan sana yemin ederim ki bugün olmazsa yarın ama illa ki bir gün gebertirim onu.”
“yapma!” dedi Ayşe yalvarır gibi “yapma!”
“kararını sen ver Ayşe,” dedi Zafer. Sesinde zerre merhamet yoktu, “bak biri geberip gitti bile,” dedi başıyla İlyas’ı işaret edip. Ayşe’nin dönüp yerde hareketsiz, kanlar içinde yatan adama bakacak cesareti yoktu. İlyas gitmişti! Ayşe’nin yüzünden olmuştu hepsi!
“İsmail’i de ben gebertirim,” diye devam etti babası “O Yusuf da iki evladının acısından geberip gider bir köşede.”
Ayşe başından beri bildiği ama kabul etmek istemediği gerçeği o an kabullendi. İsmail’le kaderlerinde kavuşmak yoktu. Babası buna asla izin vermeyecekti. İçinde köklenmiş bu nefret ve kin o kadar güçlüydü ki hiçbir şey, hiç kimse onu oradan söküp atamazdı. Onlar birbirlerini sevmekle imtihan olacaklardı.
“öldür beni!” dedi çaresizlikle “öldür beni! Ben artık İsmail’in yüzüne bakamam. Öldür beni!”
“sen benim kızımsın,” dedi adam “seni o sülaleye bırakmam. Gerekirse öldürürüm ama bırakmam!”
Ayşe’nin eli karnına gitti o an. Gece gördüğü rüyayı hatırladı. Bir kız çocuğu tutuyordu kucağında. Eğer rüyası gerçekse içinde büyüyen bir can olmalıydı. Ayşe’nin içine doğan his de bunu doğruluyordu. Gözlerini kapatıp son iki damlanın akıp gitmesine izin verdi. Kalbi o an buz tuttu. İsmail’i yaşıyordu ve yaşamaya da devam edecekti. Demir gibi bir ifadeyle babasına bakıp “Tuğrul’u hapse yollayacaksın,” dedi.
“hallederiz.”
“halletme yap!” dedi Ayşe kesin bir tavırla ve ekledi “ne benim ne de kardeşlerimin hayatına karışmayacaksın. Müdahale etmeyeceksin. Annemi üzmeyeceksin.”
“ne diyorsun sen?”
“şartlarımı söylüyorum,” dedi Ayşe “eğer seninle gelirsem beni olduğum gibi kabul edeceksin. Sesini çıkartmayacaksın.”
“bana bak!”
“esas sen bana bak!” dedi genç kız gözlerinde delilik parıltıları vardı o an “benim için bir eksik bir fazla fark etmez artık. Madem kalbimi söküp parça parça etmeye kararlısın bundan sonra söz hakkı benim olacak!”
“Ayşe!” dedi babası başını iki yana sallarken “sen erkek olacaktın var ya!”
Ayşe tiksintisini saklamadan geri çekilip son bir kez İlyas’ın yanına gitmeye niyetlendi ama babası onu tutup “hadi,” dedi çekerek. Fark ettirmeden genç adamın nabzını yoklamış ve yaşadığını anlamıştı. Eğer bunu Ayşe de fark ederse gitmekten vazgeçebilirdi. Ama ihtiyacı olan şey Ayşe’yi buradan götürmekti. Sonrasında yüreğine öyle bir korku ekecekti ki Ayşe, İlyas’ın yaşadığını öğrense bile değil İsmail’e geri dönmek onun adını besmele çekmeden anamayacaktı bile.
Ayşe kolunu kurtarıp “bekle!” dedi. Genç kız içeri girip kısacık bir mutluluğu yaşadığı yuvasına acı içinde son bir kez baktı. Çantasını alırken oturma odasına girip masanın üstüne bir not yazıp bıraktı. Gözyaşları donmuştu, şok geçiriyordu.
Evden çıktığında İlyas’a bakıp “affet beni,” dedi “affet ne olur!”
Zafer Bozçelik kızını alıp arabaya bindirdikten sonra yere çökmüş kendi kendine mırıldanan Tuğrul’un yanına gitti ve yakasından tutup kaldırdı.
“aferin,” diye fısıldadı adam “sana dediğim gibi yaptın her şeyi. Merak etme ben seni kurtaracağım. Şimdilik saklanacak bir yer bul kendine, anladın mı beni?”
Tuğrul, başını sallamakla yetindi. Zafer, kızını yanına alıp huzur içinde yola çıkarken Ayşe’nin içi paramparçaydı. Dört nala koşarken vurulup yere serilmiş bir atın yası saklıydı içinde.
….
Her şeyden bihaber semendere çıkan İsmail ise işlerini halletmenin rahatlığıyla aldığı iş teklifini Ayşe’ye haber vermenin hevesiyle arabayı sürüyordu. Amerika’daki şirket ona gayet cazip bir teklifte bulunmuş, İsmail de düşünmek için vakit istemişti. Elbette bir yere gitmeye niyeti yoktu ama aldığı teklifi karısına anlatıp biraz şımarmak istiyordu sadece.
Yüzündeki gülümseme semenderin önünde yatan bedeni görünce donup kaldı. Acı fren sesiyle birlikte arabadan atladı. Yerde yatan kişinin kardeşi olduğunu görünce kanı dondu. Üstüne kar yağan İlyas’ın başındaki yara; soğuk sebebiyle donmuş, kan kaybı azalan yaralı adamın başından akan kan yerde kar örtüsüyle birlikte kristalize olmuştu.
“İlyas!” dedi İsmail nefesi kesilerek. Yaptığı ilk iş kardeşinin nabzını kontrol etmek oldu. Zayıf da olsa attığını duyunca titremesini kontrol edip ambulansı aradı. Konumunu ve kardeşinin durumunu olabildiğince net cümlelerle açıklayıp “çabuk gelin, kar yağışı bastırmadan gelin!” diye bağırarak ekledi.
O an aklına Ayşe geldi. Dehşet içinde kapının açık olduğunu fark etti. Uzakta bir köşede yere düşmüş odun kütüğünü gördü.
“Ayşe,” dedi ayağa kalkarken. Eve girip her yerde onu aradı ama yoktu. Dünya başına yıkılır gibi oldu. Oturma odasına girdiğinde masada duran kâğıdı fark etti. Kâğıda uzanırken eli titriyordu. Karısının el yazısını tanıdı hemen. Biraz bozuktu gerçi, alelacele yazılmış gibi diye düşündü.
İsmail, beni affet. İlyas… Gitmek zorundayım. Herkesin iyiliği için… sen de kabullen. Bizden olmaz. Son bir isteğim olacak senden. Beni sakın boşama! İstersen tekrar evlen ama beni boşama.
İsmail idrak edemiyordu. Ne, ne oluyordu? İlyas neydi? Ayşe’nin devamını getiremediği cümle neydi? Ne olmuştu? Tekrar dışarı çıkıp kardeşinin yanına gitti. Dizlerinin üstüne çöküp kaldı. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu. Tek bildiği ambulansın sesini duyana kadar kardeşinin başında kımıldamadan beklediğiydi.
Nihayetinde ambulans geldiğinde İlyas’ı dikkatle sedyeye taşıdılar. İsmail onları arabayla takip etti. Uyuşmuş gibi hissediyordu. İlyas’ı ameliyata alırlarken İsmail beklemeye devam etti. Bu onun bekleyişinin başlamasının ilk günüydü. Bundan sonra ömrü beklemekle geçecekti.
Omuzları çökmüş öylece beklemeye devam ederken ne kadar zaman geçip gittiğinin farkında değildi ancak yanına doktor geldiğinde zorlukla yerinden kalkıp “kardeşim,” diyebildi.
“kanama sandığımız kadar büyük değildi, hallettik. Soğuk hava kardeşinin hayatını kurtarmış. Uyandığı zaman bir hasar olup olmadığına bakacağız.”
“hasar?” dedi İsmail endişelenerek. Doktor başını sallayıp “elbette kafa darbelerinde bu tarz durumlar beklenebilir. Uyanmadan bilemeyiz.”
Doktor gittikten sonra İsmail kendini toparlamaya çalışıp başını ellerinin arasına aldı. Ayşe neredeydi? Neden gitmişti? Bunu kardeşine kim yapmıştı? Aklında bir sürü ihtimal canlanırken bütün soruları cevapsızdı.
“oğlum nerede?” diye feryat eden annesinin sesini duyduğunda kalkıp onun yanına gitti. Elife Hanım yanında kocası ve ortanca oğluyla birlikte gelmişti.
“siz nereden öğrendiniz?” dedi İsmail
“bırak şimdi nereden öğrendiğimizi,” dedi Yusuf Bey “İlyas’a ne oldu?”
İsmail, annesine baktı. Sonra babasına. Gözleri en son Oğuz’a döndüğünde onun endişe içindeki yüzünü tutup “İlyas iyi,” dedi gülümsemeye çalışıp “bir kaza olmuş, düşüp başını çarpmış ama önemli bir şey yok.”
“Allah’ım sana şükürler olsun,” dedi Elife Hanım tuttuğu nefesini verirken “bize öyle anlattılar ki sanırsın İlyas ölüm döşeğinde.”
“Allah korusun,” dedi Yusuf Bey
“abimi görebiliyor muyuz?” diye sordu Oğuz. İsmail onu korumak ister gibi kolunun altına alıp “birkaç gün burada kalacak,” dedi “odaya çıkınca görürüz inşallah.”
“ama iyi demiştin.”
“iyi be oğlum,” dedi İsmail “ama kafa darbelerinde doktorlar biraz tedbirli davranıyorlar biliyorsunuz.”
“oğlumu göremeyecek miyim şimdi?” dedi Elife Hanım. İsmail başını salladı.
“sen niye bize haber vermedin?” diye sordu babası. İsmail “telaşeden unuttum,” dedi. Yalan sayılmazdı.
“ben annemle babama bir su alıp geleyim,” dedi Oğuz. O gittiğinde Yusuf Bey “oğlum,” dedi hemen “ne oldu bize doğru düzgün anlat.”
“Ayşe nerede?” diye sordu annesi.
İsmail yutkunup avucunda tuttuğu kâğıdı annesine uzattı. Annesi notu okurken gözleri irileşti. Babası da okumuştu.
“bu da ne demek şimdi?” dedi adam. İsmail yumruğunu sıkarken “bunun cevabını bize ancak İlyas verebilir,” diye cevapladı. İçinde karanlık bir öfke gittikçe kabarıyordu.
….
Herkesi eve göndermişti. İsmail elinde telefon, kapalı çıkacağını bilerek kaçıncı kez Ayşe’yi aradığını hatırlamıyordu. Çıldırmak üzereydi. Ayşe gitmiş olamazdı. Söz vermişti. Gitmezdi. En azından kendi isteğiyle gitmezdi. Bunu düşünürken cebindeki kâğıdın ağırlığını hissetti.
“Allah’ım sen aklıma mukayyet ol,” dedi. Gece boyu hastanede dolanıp durdu. Kaç çay, kaç kahve içtiğini hatırlamıyordu. Sabah olduğunda İlyas’ı uyandırdıklarında İsmail de odadaydı. Doktor gözlerini açtığında tanıdık bir yüz olmasının iyi olacağını söylemişti.
“İlyas Bey!” diye seslendi hemşire. İlyas’ın bandajlı solgun yüzündeki kaşları çatılır gibi oldu. İsmail endişe içinde kollarını göğsünde birleştirmiş bir elini ağzının üstüne kapatmış kardeşini izliyordu.
“İlyas Bey beni duyuyor musunuz?” diye sordu hemşire. İlyas’ın boğazından bir inilti çıktı.
“İlyas Bey uyanın lütfen!”
İlyas zorlukla gözlerini açtığında gözleri odaklanana kadar odanın içinde birkaç tur döndü. İsmail onun yutkunmasını izledi. Başını hareket ettirmeye çalıştığında acıyla yüzü buruştu. İçi gitse de yerinden kımıldayamadı.
“İlyas Bey başına bir darbe aldın,” dedi doktor “ameliyattan sonra uyanıyorsun, hastanedesin. Bak abin de burada.”
İlyas hemen abisine bakındı. İsmail zorlukla bir iki adım atıp onun görüş açısına girdi. İlyas onu görünce gözünden bir damla yaş süzüldü. İsmail dayanamayıp uzandı ve kardeşinin gözündeki yaşı sildi.
“abi,” dedi İlyas boğuk bir sesle “ne oldu?”
İsmail o an çöküp ağlamak istedi. Onun yerine “geçti koçum,” dedi “iyisin, güvendesin.”
“abi,” diye tekrar etti İlyas “başım çok acıyor.”
“geçecek İlyas’ım,” İsmail, kardeşinin kolundan tutup şefkatle “birkaç güne çok daha iyi olacaksın.”
İlyas uyandıktan sonra dört gün boyunca hastanede kaldı. İlk zamanlarda İsmail, gelip gidenden kardeşiyle oturup konuşacak fırsatı hiç bulamadı. Daha çok hayalet gibi etrafta dolanıp duruyordu. Kardeşleri sırayla hastaneye gelip gidiyorlardı. Onun yüzünü güldürmek için türlü çeşit şebeklik yapsalar da İsmail günden güne karanlığa gömülüyordu. Ayşe’si gitmişti. Onu nerede arayacağını bile bilmiyordu. Kime gideceğini de bilmiyordu.
Nihayetinde İlyas ile baş başa kaldıklarında ertesi sabah hastaneden taburcu olacaktı. Kardeşi ona bakarken İsmail ise camdan dışarı bakıyordu.
“abi,” dedi İlyas “ne oluyor anlatacak mısın? Yengem nerede?”
İsmail gözlerini kapatıp kendini sıktı. Pencereden bakmaya devam ederken birden çok iyi tanıdığı arabadan o adam indi. Ayşe’nin babası!
“ben bir aşağı inip geliyorum,” dedi ve şimşek misali fırlayıp gitti. Hastanenin bankosunda karşı karşıya geldiği adama yaklaşıp “Ayşe nerede?” diye sordu “karım nerede?”
“gitti,” dedi Zafer yüzünde pis bir sırıtışla “kızım kendisi için en iyi olan kararı verdi sonunda.”
“Ayşe beni bırakıp gitmez!” dedi İsmail dişlerini sıkıp. Zafer güldü “sor bakalım kardeşine Ayşe neden gitmiş?”
Sesindeki ima İsmail’in gözlerine kara bir perde indirdi. Adama saldırmamak için kendini zor tutup “iftira atmaktan vazgeç artık!” dedi.
“ben mi iftira atıyorum?” dedi adam şaşırmış gibi yapıp “tabi sen günlerdir hastanedesin olan bitenden haberin yok.”
“benimle oyun oynama!”
“olayın olduğu gün herkes İlyas’ın Tuğrul’u nasıl dövdüğünü anlatıp duruyor. Bir de bizi rahat bırak diye bağırmış adama. Tuğrul da siz beni aldattınız sizi rahat bırakmam diye karşılık vermiş.”
İsmail gözlerini kapayıp duyduklarını sindirmeye çalıştı. Elbette ne kardeşinden ne de karısından şüphe etmiyordu. Ama midesi bulanıyordu. İlyas’a öfkesi gittikçe büyüyordu.
“bu kavgadan sonra,” diye anlatmaya devam etti adam keyifle “İlyas sizin kaldığınız eve doğru gitmeye karar vermiş. Nedeni bilinmez.”
İsmail’in yüzündeki ifadeyi seyreden adam gülümseyip teselli eder gibi ama daha çok aşağılar gibi genç adamın omuzunu tutup sıktı.
“Tuğrul da İlyas’ı takip edince sizin kaldığınız ev ifşa oluvermiş.”
“İlyas peşine Tuğrul’u mu takmış?” dedi İsmail boğuk bir sesle. Adam başını salladı.
“ardından yine kavgaya tutuşmuşlar, Tuğrul, İlyas’ın kafasını yarmış.”
Zafer merdivenlere bakıp “çok geçmiş olsun bu arada,” diye ekledi. İsmail’in tüm vücudu kendini sıkmaktan ağrıyordu.
“Ayşe beni aradı sonra. Baba koş yetiş dedi. Seni aramaktan neden çekindiğini bilemiyorum tabi.”
“yeter artık sus!” dedi İsmail. Zafer elini çekip bir adım geriledi. Ellerini ceplerine sokup olduğu yerde gerinerek “sonrasında da benimle birlikte geri dönme kararı aldı diyelim.”
“Ayşe nerede?” diye sordu İsmail yine. Zafer başını sallayıp “senden çok çok uzakta,” diye cevap verdi. Göğsünü şişirip “gelelim halletmemiz gereken meseleye,” diye devam etti, “kızımı boşayacaksın. Hem de hemen, tüm talak hakkı sendeydi değil mi? uzatmadan bitirelim şu işi artık.”
“evet, tüm talak hakkı bende” diye onayladı İsmail. Çenesini kaldırıp adama tıpkı pisliğe bakar gibi bakıp “asla,” diye fısıldadı, “asla boşanmayacağım Ayşe’den. Son nefesime kadar benim karım olarak kalacak.”
“bana bak-“
“esas sen bana bak!” diye lafını kesti İsmail “sakın bana emir vermeye kalkma. Ayşe’nin kararı ne olursa olsun. Onu boşamayacağım anladın mı? Ayşe sadece ve sadece benim karım olacak.”
İsmail başka bir şey söylemeden arkasını dönüp giderken Zafer yumruklarını sıkıp arkasından baktı. İsmail dakika kaybetmeden polise gidip Tuğrul için ihbarda bulundu. İfade için İlyas’ın yanına geldiklerinde doktor eşliğinde sorular sormaya başladılar.
“size bunu kim yaptı İlyas Bey?” dedi polis memuru. İlyas gözlerini kapatıp kendini zorladı. Karanlıktan başka hiçbir şey yoktu zihninde.
“hatırlamıyorum,” dedi sonunda “son hatırladığım şey-“ bir an patlayan bir silah sesi duydu kulaklarında. Ardından bir silah arkadaşının kolları arasında şehit oluşunu hatırladı. Sait’in anne ve babasının vefat haberini aldığı anı hatırladı. Sonra buraya gelişini hatırladı. Gördüğü kabusları… abisinin yüzü canlandı zihninde. Hasan amcanın evinde kıyılan nikahı hatırladı. Ayşe yengesini hatırladı. Bir mesele vardı ama onu hatırlayamadı. Son hatırladığı şey kardeşlerini havalimanından aldığı andı.
“kardeşlerimi havalimanından aldığımı hatırlıyorum,” dedi İlyas “sonrası karanlık.”
“ne demek karanlık?” diye sordu İsmail öfkelenerek. Bütün olan bitenin şahidi İlyas’tı. Yalan mı söylüyordu? Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor olamazdı.
“yok abi hatırlamıyorum işte,” dedi İlyas “bazı noktalar karanlık, ne kadar zorlarsam zorlayayım-“ İlyas başını tutunca doktor “tamam İlyas zorlama kendini,” dedi ve ekledi “belli ki sende amnezi oluşmuş.”
“amnezi mi?” dedi İlyas anlamaya çalışarak.
“evet, kısa süreli hafıza kaybı. Travmatik vakalarda rastladığımız bir durum.”
İsmail’in içinden bir ses yalan söylüyor diye fısıldadı. Senden bir şey saklıyor. Kafasını sallayıp bu zehirli düşünceleri zihninden uzaklaştırmaya çalıştı. Ancak bir kere şüphe içine düşmüştü. İçini kemirip duracaktı.
…
İlyas nihayetinde eve çıktığında herkes bir aradaydı ancak İsmail evin içinde ruh gibi dolaşıyordu. Döner dönmez Hatice teyzenin kapısına dayanmıştı. Kadın onu görünce dolu gözleriyle başını iki yana sallarken “kızım gitti,” demişti sadece “sadece seni değil bizi de terk etti.”
“nereye gittiğini biliyor musun Hatice teyze?”
“ortadan kayboldu, ne ses ne de bir nefes kaldı ondan,” kadının kırılan kalbi yüzüne de yansımıştı. İsmail, umudu bir kez daha kırılırken eve dönmek zorunda kalmıştı. Aklı Ayşe’deydi. Ruhu Ayşe ile birlikteydi. Kalbi Ayşe için atıyordu. Evin içi hasta ziyaretine gelenlerle dolup taşarken bir aralık yanına Aygül geldi.
“İsmail abi,” dedi kırmaktan korkar gibi “Ayşe abla nerede?”
“gitti,” dedi İsmail sadece. Hali o kadar kötü gözüküyordu ki Aygül gözleri dolu dolu hafifçe koluna dokunup “insanlar çok kötü şeyler konuşuyor,” dedi burnunu çekip “hiçbirine inanmıyorum elbette. Tek bir şeye inanıyorum. Sizin birbirinize olan sevdanıza.”
İsmail kırık dökük bir tebessümle başını salladı. Aygül elini çekip giderken İsmail elinde tuttuğu bardağı sıkıyordu.
“Aygül,” diye seslendi birden. Genç kız dönüp ona baktı. Bir an İsmail keşke seslenmeseydim diye geçirdi içinden. Sonra kendi kalp kırıklığını düşünüp “özür dilerim,” dedi son derece ciddi ve derin bir ses tonuyla. Aygül ona ilk defa bakışlarında bir perde olmadan baktı. İsmail o bakışların ne anlama geldiğini biliyordu. Gözleri dolarken başını bir kere sallayıp kaçar gibi gitti.
Günler sonra ailesi ile bir akşam salonda otururken babası “hep birlikte İstanbul’a dönme vakti geldi,” dedi. Sinan sevinç içinde yerinde zıplayıp “yaşasın!” diye bağırdı. Sonra da İsmail abisinin kucağına çıkıp ona sarıldı. İsmail ona sarılıp başından öptü. Sinan bir şekilde abisinin acısını hissediyormuş gibi minik elleriyle abisinin kalbinin üstünü okşadı.
“of ya!” dedi Neslihan “okulların açılmasına çok az kaldı zaten mecburen dönmemiz gerekiyor.”
“neyse ki bu sefer hep birlikte dönüyoruz,” dedi Oğuz. O sırada Elife Hanım büyük oğluna bakıyordu. Kendi içinde kendi acısıyla kavrulan oğluna… içinden bir ses İsmail’in gideceğini söylüyor ama bunu duymazlıktan geliyordu.
….
İstanbul’a dönüşlerinin üzerinden bir ay geçmişti. Tuğrul’un saklandığı yerde kendi kafasına sıktığı haberi geldiğinde İsmail zerrece üzülmedi. Anne ve babasının endişeli bakışlarını üzerinde hissediyor ve bundan kaçınıyordu. Çatı katındaki odasında çalışmak bahanesiyle kendi kabuğuna çekilmişti.
Bu süreçte İlyas da Ali Kemal amcanın yanında çalışmaya başlamıştı. İsmail tüm çabasına rağmen ona eskisi gibi davranamıyordu. Ona baktığında içinde zapt etmeye çalıştığı şüphenin çoğaldığını hissediyordu. İlyas ne kadar uğraşırsa uğraşsın abisinin dilindeki kilidi açamıyordu. Gün geçtikçe iki kardeşin arası daha çok açılıyor, yıkılmaz duvarlar yükseliyordu.
Çocuklar okula gidip geliyordu. İsmail ise- yaşıyordu ama nasıl yaşadığını o da bilmiyordu. Tek bildiği her yerin onun ruhunu sıktığıydı. Trabzon’a geri dönemezdi. Çok fazla hatıra vardı. İstanbul’da da kalamıyordu. Bu yüzden gitmeye karar verdiğinde ikinci kez düşünmeden Amerika’dan gelen teklifi kabul etti.
Ailesine durumu açıkladığında İlyas bir şekilde abisini kaybettiğini anlamıştı. Esas anlayamadığı şey bunun nedeniydi. Nerede hata yapmıştı? Ne olmuştu da abisi ona sırtını dönmüştü?
İsmail bir kış sabahı elinde valizleri ile bu şehri terk ederken yanında Ayşe’den yadigar iki şey götürüyordu. Biri ipek şalı diğeri de ona bıraktığı not.
Hatıralarında ise Ayşe’den başka bir şey yoktu. Zihninde kardeşinin okuduğu bir şiirden mısralar çınlarken uçağı havalandı ve gitti…
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından
.
.
.
.
bölüm sonu kritiği
İsmail ile Ayşe'nin hikayesinde en merak edilen şey
ne oldu da İsmail, İlyas'a sırtını döndü idi.
siz de bölümler boyunca tahminlerde bulundunuz haliyle
çok büyük sebepler ortaya koymak istemedim aslında
çoğu zaman sessizlik ve dile getirilmeyen kırgınlıklar
çok daha büyük kırgınlıklara sebep olabiliyor. İsmail'in içinde büyüttüğü
öfke sadece İlyas'a yönelik değildi. Anne ve babasına da kırgındı ancak acısını
İlyas'tan çıkarttı.
evet bu kadar kritik yeter.
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın.
Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |