

Merhabalar herkese ve iyi okumalar
BÖLÜM
Buz ve köz tarih oldu; bitti zaman ve mekân
Zaman biziz, mekân biz; imkânsıza yok imkân
Her şey yeni baştan yazılacaktı artık. Geçip giden zamanı kimse geri getiremezdi. Bundan sonra yapılacak tek şey kalan ömürlerinde bir arada olmanın kıymetini bilerek yaşamaya devam etmekti.
Ayşe yıllar sonra içeriye adım bile atamadığı bu evin eşiğine yanında kocası ve kızı ile birlikte döndüğünde kalbi kulaklarında atıyordu sanki. Geri kalan sesler uğultu halinde çınlıyordu. Parmakları buz kesmişti. Kendini sıkmamak için ayrı bir çaba harcıyordu.
İsmail kapıyı çaldığında Ayşe kuruyan dudaklarını ıslatıp farkında olmadan yumruğunu sıktı. Kapı açıldığında tanımadığı bir yüzle karşılaştı.
“Selvi abla,” dedi İsmail “annemler salonda mı?”
“evet,” diyen kadın merakla Ayşe’yi süzüp içeri girmeleri için geri çekildi. Ayşe besmele çekip sağ ayağı ile içeri girdi. Giriş geniş ferahtı. Sol tarafta sürgülü büyük bir kapı vardı. Tam karşısında ise iki taraftan yükselen merdivenler.
“hadi,” İsmail elinden tutup onu içeri götürürken arkalarında onları sessizce takip eden İlyas ve Leyla vardı. Salon kapısından aniden fırlayan iki çocuk koşar adımlarla onlara doğru gelirken Ayşe bir an şaşırdı ama hemen sonra onların Gökalp ve Gökçe olduğunu anladı.
“anne!” dedi Gökalp onun kucağına atlayıp. İlyas da kızını kucaklayıp “şimdi biraz sessiz olacağız tamam mı?” dedi fısıltı gibi bir sesle.
“neden?” diye sordu Gökçe ama çoktan sesini kısmıştı.
“büyüklerin konuşması lazım da o yüzden,” dedi Leyla. Gökalp görev bilinciyle başını salladı ve Gökçe’ye bakıp işaret parmağını dudaklarına götürüp sus işareti yaptı.
Onları izleyen Ayşe’nin yüzünde bir tebessüm oluştu. Nihayetinde cesaretini toplayıp salona girdiğinde göz göze geldiği ilk kişi Yusuf Kaya oldu. Adam onu görünce gözleri irileşti. Oturduğu koltuktan yavaşça kalkıp Zeynep’e baktı. Sonra tekrar Ayşe’ye baktığında ağzı açıldı ama konuşmadı.
Elife Hanım gördüğü manzara karşısında şaşkınlıkla elini kalbine götürüp oğluna baktı. Yıllarca yalnızlığı yüreğini yakan oğlunun yanında nihayetinde ailesi vardı. Gözleri dolarken yutkunup “Ayşe?” dedi sorar gibi.
Ayşe, kadına bakarken ‘yaşlanmışlar,’ diye düşündü. ‘Ama yüzlerindeki parıltı hiç sönmemiş. Gözlerindeki o sıcacık samimiyet hiç değişmemiş. İhtiyarlamamışlar, güzelce yaş almışlar sadece.’
“benim Elife teyze,” dedi Ayşe. Bir adım öne çıktı. Sanki gelecek olan sitemi tek başına göğüslemeye hazırmış gibiydi. Onun yerine bir çift şefkatli el ile karşılaştığında şaşırdı. Elife Kaya onun kollarından tutup dikkatle yüzüne baktı.
“ah kızım,” dedi kadın pişmanlıkla “geçip gideni telafi etmeye gücümüz yetecek mi?”
Bu soru karşısında Ayşe bir an durdu. Başını iki yana hafifçe sallarken “bilmiyorum,” diye itiraf etti usulca. Elife Kaya’nın elini tutup öptü ve alnına koydu.
“ama bir şeyleri değiştirmeye başlamamız lazım artık.”
O sırada Yusuf Kaya tekrar koltuğa çöker gibi oturunca “baba,” dedi İsmail “iyi misin?” Adam elini kaldırıp başını çevirirken Ayşe onun yanına gidip oturdu. Yusuf Kaya sanki ona bakamıyor gibiydi.
“Yusuf amca,” dedi Ayşe “bana yine sırtını mı döneceksin?”
Bu soru adamı daha da mahcup etmiş gibi başını eğdi. Konuşamıyordu. Ayşe bunun farkındaydı ama şimdi tam şu anda herkes içindekileri söylemeli ve bu iş burada bitmeliydi artık.
“ben elini öpmeye geldim.”
Yusuf Kaya sonunda ona bakabildiğinde herkes onlara dikkat kesilmişti. Adam “yıllar önce seni kendi kızım bilip bağrıma basmalıydım,” dedi sonunda “sana sahip çıkmalıydım. Ne olduysa benim yüzümden-“
“kimse suçlu aramıyor artık Yusuf amca,” dedi Ayşe “ben sadece-“ kadın bu noktada duraklayıp derin bir iç çekti. Nasıl anlatabilirdi ki! Geçip giden yılların yorgunluğunu, korkarak yaşamayı, sevdasına sahip çıkamamanın mahcubiyetini nasıl anlatabilirdi ki?
“ben sadece,” dedi bunun yerine “kocamla, kızımla yeni bir hayat istiyorum.”
“peki bizi de kabul edebilecek misin?” diye sordu adam. Ayşe uzanıp adamın elini tuttu. Göz göze geldiklerinde “ben size gönlümü tanıştığımız ilk gün açtım zaten,” diye fısıldadı gözlerinden yaşlar akarken “ve hiç kapatmadım.”
Yusuf Kaya, en büyük gelininin yüzünden tuttu, “o vakit kalan ömrümde sana elimden geldiğince baba olmak da benim boynumun borcudur.”
Ayşe titreyen tebessümüyle adamın elini tutup öptü yine. Zeynep yanlarına gelip “dede,” dedi “ben de elini öpebilir miyim?”
Yusuf Bey’in gülümsemesi büyürken ayağa kalkıp torununu bağrına bastı. Saçlarını okşayıp “hoş geldin cennet kokulum,” dedi şefkatle “hem babasının, hem de dedesinin süsü.”
Bir anlık sessizlikte Gökalp’in “anne,” diye fısıldayan sesi duyuldu, “o abla dedeme niye dede diyor?”
Herkes gülmeye başladığında İsmail uzanıp Gökalp’i kucağına aldı ve “çünkü aslan parçası o abla benim kızım.”
Gökalp ve Gökçe’nin gözleri kocaman açılırken “ne?” dedi Gökçe samimi bir hayretle. Dikkatle Zeynep’e bakıp “kocaman bir kızın varmış amca,” diye ekledi. Gökalp’i yere bırakan İsmail “sizin ablanız olduğu için büyük,” dedi.
Zeynep biraz çekinse de ikisinin yanına gidip dizlerinin üzerine çöktü. Ellerinden tutup “benim adım Zeynep,” dedi, “sizin kuzeninizim.”
“vay canına,” diyen Gökalp’ti.
“benim adım da Gökçe,” minik kız Zeynep’in saçlarını okşayıp “ne güzel saçların varmış,” dedi hayranlıkla. Zeynep gülümseyip “senin saçların da çok güzel,” diye karşılık verdi.
“abim hep çekiştiriyor,” dedi Gökçe “onun saçları uzun olmadığı için ben bir şey yapamıyorum,”
“merak etme,” Zeynep, Gökçe’nin kulağına eğilip “ben sana nasıl karşılık vereceğini öğretirim,” diye fısıldadı. Gökçe hiç beklemediği anda bir müttefik bulmanın heyecanıyla elini ağzına kapatıp kıkırdadı.
“benim adım da Gökalp,” dedi onları merakla dinleyen çocuk. Zeynep onun yüzüne baktığında herkesten bir parça gördü. Yakışıklı olacak diye düşündü. Yanağını okşayıp “Gökalp,” diye tekrar etti “memnun oldum.”
“ben de,” dedi Gökalp büyük bir ciddiyetle.
Onları izleyen İsmail yıllar sonra ilk kez yüreğinde bir eziklik hissetmedi. Yeğenlerini çok seviyordu ama onlara bakarken bir eksiklik hissi ruhunu sıkıştırıyordu. İlk kez tam şu anda evladına ve yeğenlerine bakarken huzur hissetti. Gözlerini kapatıp şükretti.
…
Elife Hanım akşam yemeğine Oğuz ve Nesli’yi de çağırmıştı. Olan bitenden onların da haberi olmalıydı elbette. O sırada Ayşe elinden geldiğince kendini, yaşadıklarını anlatmaya çalışmıştı. Babasının haberini verirken Yusuf Bey’in yüzünden geçip giden kederi kendi içinde hissetmişti.
“doktorlar ne diyor?” diye sormuştu adam.
“yapılacak pek bir şey kalmamış,” Ayşe’nin sesi öyle bitkin çıkmıştı ki Elife Hanım uzanıp elinden tutmuş ve “her nefis ölümü tadacaktır,” ayetini hatırlatmıştı.
“Asım ve Akif kalan günlerini rahatça geçirsin diye ellerinden geleni yapıyorlar ama onu bilirsiniz,” diye devam etmişti Ayşe “hayatı başkalarına da kendine de zehir etmesini bilir bir tek.”
“İstanbul’a döndüğünden beri onu gördün mü hiç?” diye sormuştu Yusuf Bey. Ayşe kafasını iki yana sallarken “buraya döndüğümden haberi bile yok,” diye cevap vermişti.
“peki ya annen?”
“babam yasakladı,” diyen Ayşe’nin gözlerinden akan yaşları silen Elife Hanım “merak etme,” dedi “her zorluk bitmeye mahkumdur.”
Onlar bunları konuşurken evin içinde dolanan çocuklar Zeynep’e evin her yerini gezdirmişlerdi. Gezdirirken de emin olmak için “şimdi sen İsmail amcamın kızısın değil mi?” diye sormuşlardı tekrardan.
“evet,”
“o zaman babamın nesi oluyorsun?” diye soran Gökçe’ye gülüp “sizin babanız benim amcam,” diye cevap vermişti.
“Yusuf Ali’nin amcası olduğu gibi mi?” diye sormuştu Gökalp. Onun yaşı daha büyük olduğu için daha çabuk anlıyordu.
“kesinlikle!”
“o zaman Oğuz amcam senin de amcan oluyor değil mi?”
“evet, Sinan amcanız da benim amcam oluyor.”
“vay canına,” diyen Gökçe “peki ya halam?”
“Neslihan halanız benim de halam.”
Gökalp “akıl alır gibi değil,” diye karşılık verdiğinde Zeynep artık kendini tutamayıp kahkahalara boğulmuş ve iki kuzenine de sarılıp başlarından öpmüştü.
….
Kapı çaldığında Leyla “ben bakarım,” diyerek herkesten önce davranmıştı. Amacı önden ufak bir bilgi vermekti. Kapıya gidip açtığında hepsini bir arada görünce gülümseyip “hoş geldiniz,” dedi neşeyle.
Nesli onun bu halini görünce “maşallah yenge,” dedi içtenlikle “parlıyorsun.”
“öyle,” dedi Leyla, Nergis içeri rahatça girebilsin diye pusetteki Yusuf Ali’yi alırken. Nergis ayakkabılarını çıkartırken Oğuz çoktan içeri girmişti bile. İçeri göz atıp “yeğenlerim nerede?” diye sordu.
“hepsi burada,” dedi Leyla.
Alparslan, İlay’ı yere indirirken “hepsi derken?” diye sordu keskin zekasıyla. Leyla ona bakıp “hepsi,” dedi vurgulayarak.
Dördü durup ona bakarken “Ayşe abla ve Zeynep içerideler,” diye fısıldadı.
“ne?” dedi Neslihan “nasıl?”
“İlyas onun yerini bulmuş, gidip aldık ve İsmail abimle buluşturduk. Barıştılar. Zaten hiç küsmemişler de neyse mesele o değil. Az önce annem ve babamla da hesaplaştılar. Geçmiş defterleri kapattık haberiniz olsun. Kısacası Ayşe yengeniz içeride sizi bekliyor ve Neslihan-“ dedi özellikle ona hitap ederek “üzerinde yılların yorgunluğu var. Hepimizin anlayışını ve empatisini fazlasıyla hak ediyor.”
“ama-“ diye itiraz edecek oldu ama Nergis “Nesli hadi ama” diye araya girdi “görümcelik yapmanın vakti değil.”
“aşk olsun,” diyen Neslihan “neler olduğunu bilmek bizim de hakkımız değil mi?” diye sordu. Alparslan “eğer mahremse değil,” diye karşılık verince Neslihan destek için abisine baktı.
“bilemedim Nesli,” dedi Oğuz. Hepsi fısıldayarak konuşuyordu şimdi, “destek olalım derim ben. Bırakalım anlatmak istedikleri kadarını anlatsınlar. Açıkçası şu saatten sonra istediğim tek şey İsmail abimin huzurlu olması.”
“hepimiz bunu istiyoruz.”
“o zaman,” dedi Leyla “hadi bakalım yengenizle tanışma zamanı.”
“ay öyle söyleyince de heyecan yaptım şimdi,” dedi Nergis. Leyla ona göz kırpıp “merak etme eltimiz bizim kafadan,” diye karşılık verdi.
“bir şey soracağım,” dedi Nesli merakına gem vuramayıp “güzel mi?”
“off,” dedi Leyla “hem de nasıl!”
“deme be!”
“hadi gidelim hadi!”
Kadınlar önden giderken Oğuz ile Alparslan birbirlerine bakıp kadınlar! dercesine başlarını salladılar.
Salona girdiklerinde Ayşe onları görünce ayağa kalktı. İsmail hemen yanındaydı. Zeynep “hoş geldiniz,” deyince Neslihan ona bakıp “hoş bulduk,” dedi hüzünlü bir tebessümle. Elini kaldırıp “gel,” dedi hemen. Zeynep onların yanına gelince Neslihan ona sarılıp “sen de hoş geldin halasının bir tanesi,” dedi içtenlikle. Zeynep parlayan gözleriyle ona bakıp “beni biraz sana benzettiler,” diye yetiştirdi hemen ve ekledi “ve bunu özellikle çok konuştuğum zamanlarda dediler.”
Neslihan, en büyük abilerine gözlerini kısıp bakarken “hainler!” diye söylendi. Oğuzhan büyük bir keyifle yeğenine sarılıp “şu anda benzerliği ben de gördüm,” deyince Neslihan onun kolunu çimdikledi.
“Ah!” dedi Oğuz kolunu ovuşturup “dur be kızım!”
Alparslan “kaosa hazır mısın Zeynep?” diye sordu muzip bir ifadeyle. Zeynep başını sallayıp hevesle “kendimi bildim bileli,” diye cevap verdi. Nergis kızın iki yanağından öpüp “hoş geldiniz Zeynep,” dedi.
“hoş buldum,” Zeynep, Yusuf Ali’ye bakıp “tanıştığımıza memnun oldum ufaklık,” dedi “ben senin Zeynep ablanım.”
Olup biteni anlamaya çalışan İlay ise sessizdi. Zeynep ona göz kırpınca utanıp babasının arkasına saklandı.
“çocuklar,” dedi İsmail sonunda “sizi karımla tanıştırayım.”
Böyle söyleyince hepsi onlara baktı. Ayşe bir adım onlara yaklaşınca Neslihan öne çıkıp onun karşısına geçti. Dikkatle gözlerine bakıp yüzünü inceledi.
“hoş geldin Ayşe abla,” dedi düz bir tonda “rabbim bir daha ayrılık yüzü göstermesin.”
“hoş buldum Neslihan,” Ayşe gülümseyerek İlay’a baktı. Sonra Alparslan’la göz göze geldiler. Başları ile selamlaştıktan sonra tekrar Neslihan’a döndü.
“tanışmak bugüne kısmetmiş. Ancak ben İsmail’in kardeşlerini hep kendi kardeşlerim gibi bildim. Umarım siz de bana gönlünüzde yer açabilirsiniz.”
Bu noktada Oğuzhan yanlarına gelip “abimin gönlünde olanı kendimizden bir parça bilip elbette kabul ederiz,” dedi yumuşak bir tonda. Yüzü de sözü gibiydi, “hoş geldin, Allah bir daha ayrılık göstermesin.”
“amin,” dedi Ayşe içtenlikle. İsmail onun yanına gelip elini tuttuğunda birbirlerine baktılar. Neslihan ve Oğuz birbirlerine olan bakışlarındaki derinliği gördüklerinde şaşırdılar. İsmail Kaya’nın birine böylesine aşkla bakıyor olması ikisini de sarstı. Demek onca yıl kaçıp saklanmasının sebebi bu sevdanın bir parçasının kaybolmasıydı. Birbirlerine kaçamak bir bakış attıklarında ikisinin de yüzünde aynı ifade vardı. Konuşmadan anlaştıklarında “maşallah,” dedi Neslihan “abi seni böyle gördüm ya tüm dünyalar benim oldu.”
İsmail ona bakıp gülümsedi. Neslihan ona sarılıp “Allah gülen yüzünü soldurmasın canım abim,” diye dua etti. İsmail onun yanağından bir makas alıp göz kırptı.
Birlikte masaya oturduklarında herkesin üstünde ne diyeceğini bilememenin şaşkınlığı vardı. Ayşe bu masaya aslında tam 15 yıl önce oturmuştu. Kimse bilmese de İsmail Ayşe’yi hep gönlünde taşımış, gittiği her yere onu da götürmüştü.
“ee Ayşe abla,” dedi Neslihan sonunda bir şey demiş olmak için “sen aa neler yapıyorsun? Yapıyordun yani- yaptın, yap-yapmıştın!” Neslihan susup kocasına döndü ve “konuşamıyorum,” diye sitem etti.
“zaman kipi ekleme aşkım,” diye fısıldadı Alparslan.
“evet orada hata yaptım.”
Oğuzhan boğazını temizleyip “ne iş yapıyorsun diye sormak istiyor aslında,” diye düzeltti ve telaşla ekledi, “yapıyor musun yoksa, yapmış mıydın?”
“gördün mü bak!” dedi Neslihan kendini tutamayıp.
Herkes belli etmeden gülmeye başladığında Ayşe “ben inşaat mühendisiyim. İnşaat şirketinde çalışıyorum. Çalışıyordum daha doğrusu,” dedi, “aradan geçip giden bunca süre boyunca da Arnavutluk’ta dayımın yanında kaldık. Zeynep orada doğup büyüdü.”
“ama Türkçeyi ana dilim olarak öğrendim,” diye araya girdi Zeynep.
“maşallah!”
“Zeynep’in sizden başka üç kuzeni daha var,” diye devam etti Ayşe “biliyorum siz geçmişte neler yaşandığını bilmek istiyorsunuz.”
“yok,” dedi Oğuzhan hemen “yanlış anlama bizi. Biz sadece seni tanımak istiyoruz.”
“beni sürgünden yeni dönmüş bir firari olarak düşünebilirsiniz,” dedi Ayşe yüzünden derin bir keder geçip giderken, “maalesef benim hayatım öz babam tarafından mahvedildi. İsmail’den ayrılmak zorunda kaldım. Yıllarım gurbetlik çekerek geçip gitti. Kızımı babasından habersiz büyütmek zorundaydım.”
“neden?” diye soran Neslihan’dı, “umarım dediğimi yanlış anlamazsınız ama haber vermek bu kadar zor muydu gerçekten?”
“Nesli-“ dedi İsmail ikaz eder gibi ama Ayşe onun koluna dokunup “gayet hakkaniyetli bir soru,” diye araya girdi. Sonra Neslihan’a bakıp “haber vermek çok kolaydı Neslihan,” dedi, “ama yaşadığım travmalar buna engel oldu. Babam içime öyle bir korku ekti ki- kolumu kanadımı kırdı sanki.”
“gerçekten bu kadar kötü bir adam mıydı?”
Bu soruya cevap veren Yusuf Bey oldu, “kötü bir mizaç hastalıklı bir ruh ile birleştiğinde yapamayacağı şey yoktur kızım.”
“peki ya ne değişti?” diye sordu Neslihan “niye dönmeye karar verdin?”
Ayşe ve İsmail birbirlerine kaçamak bir bakış attılar. Ayşe yutkunup “babam hasta,” dedi usulca “ölüyor.”
Masaya çöken sessizlikte Yusuf Bey “takdir-i ilahiye iman etmişiz ezelden,” dedi derin bir ses tonuyla.
“onu gördün mü yenge?” diye sordu İlyas.
“yok İlyas,” dedi Ayşe “döndüğümden haberi bile yok.”
“peki öğrenirse bir şey yapar mı?” diyen Neslihan’dı. Hatta endişesini saklamadan abisine bakmaya başlamıştı bile. İsmail başını salladı, “belki geçip giden yıllar onun da kinini ve nefretini söndürmüştür.”
“sanmam,” dedi Zeynep buz gibi bir ses tonuyla. Yanında oturan Leyla elini onun sırtına koyup anlayışla okşadı. Zeynep ona tebessüm ederek teşekkür etti.
“eh biraz da güzel şeylerden bahsedelim artık,” dedi Leyla gülümseyerek “mesela ufukta beliren düğün gibi.”
“düğün mü?” dedi Neslihan hemen antenlerini açarak.
“düğünümüz mü var?” diye sordu Nergis gözleri parlayarak. Ayşe mahcup halde önüne bakarken İsmail halinden memnun “yıllar önce Ayşe’me bir söz vermiştim,” diye başladı, “ona meydanda kemençeli bir düğün yapacaktım.”
“ben gerek yok diyorum ama-“ dedi Ayşe daha da utanarak. İsmail onun gül yüzüne bakıp “var Ayşe’m var,” dedi usulca.
İkisi arasındaki sessiz, derin ve kuvvetli bağın varlığını her geçen saniye daha da idrak eden ailesi onların bir araya gelmiş olmasından dolayı memnundular. Nitekim Neslihan “madem abim söz vermiş, bize de yerine getirmek düşer,” dediğinde İsmail ona minnetle baktı. Ailesinden kimsenin Ayşe’ye gönül koymasını istemiyordu.
“yakışır abime,” diyen Oğuz’un keyfi yerine gelmiş gibiydi.
“ama dediğim gibi abi,” diye hatırlattı ona Leyla “önce kızımızı istemeye geleceksiniz.”
“hayda!” diyen İsmail’in tepkisi herkesi güldürdü.
“hakkın var kızım,” diyen Yusuf Bey’di.
“o zaman tarihi de vereyim,” dedi Leyla “çiçeğini, çikolatanı- ki şöyle hem bir tepsi çikolata istiyorum hem de hepsi fıstıklı olmak üzere bir tepsi baklava istiyorum- anneni babanı alıp Pazar günü bize geliyorsun.”
“iyi tamam,” dedi İsmail “başka isteğiniz var mı acaba?”
“elbette var,” dedi Leyla büyük bir keyifle “kız tarafının istekleri bitmez.”
“eyvah!” diyen İsmail’e “bakıyorum gözün korkmaya başladı,” diye karşılık verdi Ayşe. Sesindeki hırçın ton İsmail’i güldürdü.
“Leyla lütfen damat beye yüzük alması gerektiğini de hatırlatır mısın?” dediğinde masadan yükselen “ooo!” seslerine kahkahalar karıştı.
“geçmiş olsun abiciğim,” Oğuzhan çoktan dalga geçmeye başlamıştı bile. Alparslan yüzündeki sırıtışı saklamaya çalışırken alenen gülmeye devam eden İlyas “yenge tekrardan hoş geldin,” dedi.
“yüzükleri hallederiz canım,” dedi Neslihan ve ekledi “ama abimin yiyeceği tribe hiçbir şey yapamayız.”
“eh bu da işin şanındandır,” dedi Nergis.
Sohbet devam ederken yemek sona erdi ve herkes bir köşeye çekilip küçük gruplar halinde sohbete devam etti. Hanımlar her zamanki gibi ellerine çaylarını alıp mutfağın arka bahçeye açılan kapısının önündeki taraçaya çıktılar. Ancak bu kez yanlarında Ayşe ve Zeynep de vardı.
Koşar adımlarla gelen Nergis “uyudu çok şükür,” dedi gülümseyerek. Leyla’nın yanındaki boş sandalyeye oturup çayını elini alırken Zeynep “Yusuf Ali çok güzel bir bebek,” dedi içtenlikle “gerçi hepsi öyle.”
“sen de öylesin,” dedi Neslihan. Yeğenini yanına oturtmuştu. Zeynep ona bakıp “kız halaya çekermiş,” diye karşılık verince herkes güldü. Elife Hanım onlara bakarken içinde garip bir sızı vardı. Ayşe ile göz göze geldiklerinde dolan gözlerini saklamaya çalışsa da başarılı olamadı. Ayşe onun hüznünün sebebini anlıyordu. Aynı hüzün onda da vardı.
“demek Pazar günü nişanımız var,” dedi Nergis hevesle.
“yapılacak çok iş var,” diye karşılık verdi Leyla “ama önce Ayşe ablaya sormam gereken birkaç soru var.”
“sor elbette,” dedi Ayşe kendini toparlayıp.
“kardeşlerini ya da anneni çağırmak ister misin?”
Ayşe hemen kızına baktı. Zeynep onaylar gibi başını sallayınca “Akif beni yalnız bırakmaz zaten,” dedi “Asım’ı da ikna edebilirim ama annemle karşılaşmaya hazır değilim sanırım.”
“peki ya o senin burada olduğunu biliyor mu?” diye sordu Neslihan.
“biliyor,” dedi Ayşe usulca. Tebessüm etmeye çalışıp “telefonda falan konuşuyoruz aslında ama senelerdir hiç yüz yüze gelmedik.”
“her şey yoluna girecek,” dedi Leyla güven veren bir tebessümle “hayatın bana öğrettiği tek bir şey varsa o da ne olursa olsun işlerin yoluna girdiğidir.”
Zeynep ona bakarken “Leyla yenge,” dedi kendini tutamayıp “sende farklı bir şeyler var sanki. Ne olduğunu bilmiyorum ama olması gerekenden fazla güçlü duruyorsun gibi.”
Bu tespit karşısında masada bir anlık sessizlik oldu. Leyla’nın geçmişini bilenlerin yüzünde manidar bir ifade varken Zeynep onlara bakıp “kusuruma bakma,” diye ekledi telaşla “düşünmeden konuştum değil mi? incitmek için söylemedim. Halbuki annem de sürekli uyarır durur, konuşmadan önce düşün diye.”
“önemli değil,” dedi Leyla anlayışla “ayrıca haksız da değilsin.”
Ayşe karşı koyamadığı bir merakla ona baksa da bir şey demedi. Zeynep ise onun tam tersiydi ama annesi ile göz göze gelince sustu.
İkisi arasındaki sözsüz iletişimi izleyen Leyla gülümseyip “benim hayat mücadelem yetimhanede başladı Zeynep,” dedi usulca “annem beni ve kardeşimi bir yetimhaneye bırakıp bizi terk etti. O yüzden çok küçük yaşta senin de dediğin gibi haddinden fazla güçlü durmayı öğrendim.”
Ayşe kalbinde Leyla’nın gözlerinde parlayan acısını hissederek ona bakmaya devam ederken Zeynep onun elinden tutup “özür dilerim,” dedi tekrar “bilseydim hiç ağzımı açmazdım.”
“insanların yaralarını görmek konusunda Sinan amcana benzemişsin belli ki,” dedi Leyla tebessümle ve ekledi “ve ben de tekrar söylüyorum ki önemli değil. Birbirimizi tanımak için elbette sorular soracağız. Güzellikleri paylaştığımız gibi acılarımızı da paylaşacağız. Ancak böyle çoğalır ve aile olduğumuzu hissedebiliriz zaten.”
“Leyla,” dedi Ayşe takdirle “seninle ilk tanıştığım zaman nasipli olan tarafın sen olduğunu düşünmüştüm ama güzel kalbini tanıdıkça şanslı olanın İlyas olduğunu görüyorum.”
“bence de,” diye ona katıldı Elife Hanım “bir tek İlyas değil tüm oğullarım yaptıkları seçimlerle ailemize güzellikler kattı. Maşallah. Allah daim etsin.”
“amin,” dediler hep bir ağız.
Evin ön bahçesinde ise arabadan bir şey almak için dışarı çıkmış İlyas vardı. Torpido gözünü karıştırırken abisinin yanına geldiğini gördü. Dışarı çıkıp arabasını kilitlerken “yine sigara içmeye mi çıktın yoksa?” diye sordu abisine.
“yok be oğlum,” dedi İsmail hemen “bırakmaya çalışıyorum biliyorsun.”
“iyi iyi,” dedi İlyas keyifle “yengem seni sigarayla görürse kafanı kırar zaten.”
“ulan iyice dilinize düştük ha!” diyen İsmail kızmak yerine gülmeye başlamıştı. Kardeşine bakarken yüzündeki ifade birden ciddileşince İlyas kaşlarını çatıp “hayırdır?” diye sordu.
“bana hakkını helal et İlyas,” dedi İsmail “sana hak ettiğin gibi abilik yapamadığım için, bana ihtiyacın olduğu anlarda yanında olamadığım için. Kendi acıma gömülüp geri kalan her şeye karşı bu kadar duyarsızlaştığım için-“
“abi-“
“hakkını helal et!” diye bitirdi cümlesini İsmail. İlyas yutkunup “helal olsun,” dedi içtenlikle ve ekledi “nereden çıktı şimdi bu?”
İsmail, kardeşinin yüzünü iki eliyle kavrayıp “neden yaptın bunu kendine?” diye sordu. İlyas ona bakarken kafası karışmıştı. Sonra birden “bizi duymuşsun,” diye mırıldandı ve kendini çekmeye çalıştı ama İsmail onu bırakmadan sıkıca sarıldı.
İlyas’ın tüm gücü çekilmişti. Zorlukla kollarını abisine dolayıp kendini bıraktı. Yüzünü utançla gömüp “çok aşık oldum abi,” dedi, “çok sevdim! Bencilce, haddim olmadan sevdim Leyla’yı!”
İsmail, kardeşini daha çok sarıp “senin o güzel kalbinde bencilliğe yer yok İlyas’ım. Kendine bu haksızlığı yapma.”
İlyas geri çekilip abisinin yüzüne bakmaktan kaçınarak arkasını döndü. İsmail kardeşinin ona dönük sırtına bakarak konuşmaya devam etti.
“sen Leyla’yı çok güzel seviyorsun. Peki ya-“ İsmail cümlesinin devamını getirmek yerine susunca İlyas ona döndü.
“o da beni seviyor,” dedi “ama ben onun aşkını başka bir adamla paylaşmak zorundayım.”
Bu cümlenin ağırlığı İsmail’i bile ezmişti. Peki ya kardeşi bununla nasıl yaşıyordu? Kollarını göğsünde birleştirip “şu Serhan,” dedi “kim?”
“Serhan!” dedi İlyas bir küfür gibi çıkmıştı adı dudaklarından. “Serhan, Leyla’nın çocukluk arkadaşı.”
“yetimhaneden mi?”
İlyas başını sallayıp “okuldan,” dedi. “Leyla’nın tüm hayatının tek şahidi. İkisi arasında o kadar çok sır var ki! Ben bile hepsini bilmiyorum.”
“ne diyorsun sen İlyas?”
“benim karım-“ İlyas yumruklarını sıkıp zorlukla devam etti, “benim karımın çok zor bir hayatı olmuş. Çocukluğu, gençliği hepsi berbat. Ama Leyla bir elmas sanki. Ne kadar bataklığa düşerse düşsün elmas, elmas olarak kalır. Tıpkı Leyla gibi. Leyla terk edildikten sonra tek dostu, tek ailesi Serhan olmuş. Kara bir sevda gibi sevmişler birbirlerini!”
İsmail öğrendiği ayrıntılarla birlikte gittikçe şaşırsa da yüz ifadesini düz tutmayı başarabilmişti. Başını hafifçe sallayarak kardeşini dinlemeye devam etti.
“ta ki bir gün-“
“ne?”
“bir gün Serhan, Leyla’nın babasını bulup getirmiş. Leyla’nın babası olacak şerefsiz herif öz kızını-“
İsmail öyle gerilmişti ki birbirine doladığı kollarını sıktığının farkında değildi. İlyas gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdi.
“öz kızını kumar borcunu ödemek için satmış!” dedi İlyas tek nefeste. İsmail gözlerini kapatıp çenesini sıktı. Birden bacakları yükünü taşıyamaz olmuştu.
“ama Serhan tam vaktinde yetişip kurtarmış onu,”
İsmail rahatlayarak tuttuğu nefesini verirken İlyas “o gece Leyla kolu kırılacak kadar, depresyona girecek kadar şiddete uğramış,” diye devam etti. Karısının çektiği acıları anlatırken gözlerinden yaşlar akıyordu, “o gece Leyla’nın babası ölmüş. Serhan onu döverken bir arabanın altında kalıp geberip gitmiş. Bana kalırsa- bana kalırsa Serhan onu bilerek öldürdü. İkisinin de bana söylemediği şey bu işte! Birbirlerini korumak için sakladıkları sırlardan yalnızca birisi!”
“İlyas!”
“aynı zamanda onları birbirlerinden ayıran şey de bu! Leyla’nın Serhan’dan vazgeçip bana razı olmasının sebebi bu!”
“yapma koçum,” dedi İsmail aklı dağılmış, nutku tutulmuştu ama konuşması lazımdı. İlyas’ın duyması gereken hakikatler vardı.
“benim anladığım Leyla seni çok seviyor.”
“ben-“
“siz ikinizi yan yana gördüğüm ilk anı hala çok net hatırlıyorum. Birbirinizin gözünün içine aşkla bakıyordunuz. Hala daha öyle. Leyla seni seviyor İlyas. Anlamadığım şey sen bunu neden görmek istemiyorsun?”
İlyas arabanın kaputuna yaslanıp başını iki yana salladı, “beni sevdiğini biliyorum.”
İsmail kardeşinin yanına gidip onun gibi arabanın kaputuna yaslanıp ona baktı. İlyas “kendi içimde aşamadığım şey- ben ikisini bir araya getirebilirdim abi,” diye itiraf etti sonunda “Leyla’yı ikna edebilirdim. Ama yapmadım. Onu kendime istedim abi. Canının ne kadar yanacağını umursamadan onu Serhan’dan söküp koparttım.”
“eğer Leyla bunu istemeseydi yapamazdın,” dedi İsmail “görmüyor musun İlyas? Leyla seninle temiz bir başlangıç yapmak istemiş.”
İlyas acı bir gülümseme ile “Leyla benimle Serhan için evlenmeyi kabul etti,” dedi. İsmail ağzı açık ona bakakalınca İlyas geçmişte yaşananları ona anlatmaya başladı. Aygül’ü, Serhan’ı, evlenmek için Leyla’yı nasıl tehdit ettiğini, Leyla’nın çaresiz kalıp onunla nasıl evlenmeyi kabul ettiğini. Sonunda nişan günü çıkan rezilliği, Leyla’yı ikna edişini her şey anlattı. Bittiğinde İsmail üzerinden kamyon geçmiş gibi hissediyordu. Kardeşi için ayrı, Leyla için ayrı, Aygül içinse apayrı acımıştı kalbi. Arkasında bıraktığı enkaz yığını için kendine çok öfkeliydi.
“yani sen şimdi-“ dedi İsmail anlamaya çalışarak “ne- neden Leyla’ya dürüst davranmadın İlyas. Baştan onu sevdiğini söyleseydin, onun için açıkça yiğitçe mücadele etseydin bugün böyle bir vicdan azabı çekmeyecektin.”
“işte sonunda beni anladın,” dedi İlyas.
“beni çıldırtma İlyas,” diye parladı İsmail “neden yaptın lan böyle bir şeyi!”
“korktum çünkü!” diye bağırdı İlyas “Aygül’den sonra yine reddedilmekten, tercih edilmemekten korktum!”
Aygül’ün İlyas’ı neden reddettiğini bilen İsmail kendine lanet etti bir an. İlyas’ın yaşadıklarını öğrendikçe Leyla’ya olan saygısı daha da artıyordu. Kardeşine baktıkça da kendine kızıyordu. Orada olmadığı için… İlyas’ı bunu yapmaktan alıkoyacak, gidip adam gibi Leyla’ya duygularını anlatmak için onu cesaretlendirecek kişi İsmail’di. Ve bunu yapmamıştı. Kardeşi de yıllarını onu boğan bu vicdan azabı ile boğuşarak geçirmişti.
Evin kapısı açıldığında ikisi de kendini toparlayıp ayaklandı. Farkında değillerdi ama konuşurken vakit epeyce ilerlemişti.
“neredeydiniz siz ya?” diyen Neslihan’dı. Hepsi gitmek için hazırlanmıştı. İsmail ve İlyas birbirine kaçamak bir bakış attılar. İkisi de dağılmış gibi gözüküyordu. İlyas burnunu çekip “sohbete dalmışız,” diyebildi. Leyla dikkatle ona bakıyordu.
“bir şey olmuş,” dedi nitekim. İlyas ona baktı hemen. Yakalanmış gibiydi. İsmail araya girip “abi kardeş biraz duygulandık,” diye açıklama yaptı, “kusurumuza bakmayın dalıp gitmişiz.”
“yok abi,” dedi Leyla “ne kusuru.”
Ayşe, İsmail’e bakıp “bizim de gitmemiz gerekiyor,” dedi. İsmail sevdiği kadına bakıp “peki gülüm,” dedi isteksizce. Zeynep’i kolunun altına alıp “pazartesi ilk iş seni nüfusuma almak için gerekenleri halletmek olacak,” diye devam etti.
Zeynep gözlerinde bin bir parıltı ile başını salladı. O kadar heyecanlanmıştı ki konuşamamıştı bile.
Nihayetinde herkes vedalaşıp kendi evine gitmek üzere yola çıkarken İsmail, son kez kardeşine sarılıp “toparla kendini,” diye fısıldadı kulağına “Leyla’nın gözü üzerinde.”
İlyas başını salladı. İsmail kendi arabasına bindiğinde yanı başında oturan Ayşe’ye baktı. Sonra dikiz aynasından kızına gülümseyip göz kırptı.
Yola çıktıklarında Zeynep “baba bu gece de birlikte kalalım mı?” diye şansını deneyince İsmail “kızım,” dedi aşkla “merak etme bundan sonra hep bir arada olacağız.”
“olacağız değil mi?”
“Allah’ın izniyle artık ayrılık yok.”
“yok değil mi?”
“yok,” dedi Ayşe kocasına bakıp “yok!”
İsmail ona bakarsa dalıp gideceğini bildiğinden gözünü yoldan ayırmadı. Az önce öğrendiklerinin şoku vardı üzerinde hala daha. Ayşe’nin kaldığı evin önüne geldiklerinde üçü de dışarı çıktı.
“ben eve giriyorum,” dedi Zeynep hemen “siz de çok oyalanmadan vedalaşın.”
“Zeynep!” dedi annesi gülmekle kızmak arasında. İsmail ise gülüyordu. Kızına sarılıp kokusunu içine çekti. Saçlarını okşayıp “Zeynep’im,” dedi “gönlümün sevinci, Allah’a emanet ol.”
“sen de babam,” Zeynep ona son defa sarıldıktan sonra koşar adımlarla içeri girdi. Karı koca baş başa kaldıklarında Ayşe ona bakıp “İsmail,” dedi usulca “eğer gelmek istersen-“
“istiyorum elbette,” dedi İsmail hemen. Ayşe’nin yüzündeki ifadeyi görünce dayanamayıp çenesinden tutup baş parmağıyla okşadı.
“Ayşe’m sana söz verdiğim düğünü yaptıktan sonra istesen de yanından ayrılmayacağım. O zamana kadar da kapında beklemenin tadını çıkaracağım.”
“İsmail,” Ayşe’nin kalbi bunca yıl sonra ilk günkü gibi atarken sevdiği adamın gözlerine bakıp usulca yanağından öptü. Alnını şakağına yaslayıp “seni seviyorum,” diye fısıldadı. Sonra da kaçar gibi gidip gözden kayboldu. Arkasından bakan İsmail’in yüzünde huzurlu bir tebessümden fazlası vardı.
.
.
.
.
.
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın
Allah'a emanet olun :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |