88. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM 22

BÖLÜM 22

RabiaSofi
rabiasofi

Selamün Aleyküm Kitappad Ahalisi

nasılsınız, iyisiniz inşallah

hepinize iyi okumalar

finalden önceki son bölüm sizlerle :)

 

 

BÖLÜM

Seçkin bir kimse değilim

İsmimin baş harfleri acz tutuyor*

(Cahit Zarifoğlu)

 

İstanbul’a döndüğünden beri kaçındığı şeyi yapmanın vakti gelmişti. Adımları eve yaklaştıkça birbirine karışmaya başlasa da yüzleşmek zorunda olduğu biri vardı. Yanında elini sıkıca tutan kocası “iyi misin?” diye sordu yüzünde belli bir endişeyle. Ayşe’nin yüzü sarıya çalmaya başlamıştı. Kendini hastalığa kapılmış gibi titremekten alıkoymaya çalışsa da sırtından aşağı soğuk terler boşalıyordu. Yutkunup elini taş duvara yasladı ve iki büklüm kalmış halde soluk alıp vermeye çalışırken İsmail “tamam yeter geri dönüyoruz hadi!” dedi öfkeyle.

“dur!” dedi Ayşe boğuk bir sesle. Sancıyan midesini tutup “yapmam lazım,” diye ekledi. İsmail elini şefkatle sırtına koyup usul usul okşarken Ayşe sakinleşmek için derin nefesler alıp veriyordu.

“emin misin?” diye sordu İsmail.

Ayşe cevap vermek yerine başını salladı. Bir an sonra bahçe kapısı açılırken dışarı Akif çıktı. Ablasının halini görünce telaşla yanlarına gelip “abla,” dedi “ne oldu iyi misin?”

Ayşe duruşunu düzeltip kocası ile kardeşine baktı. İkisinin gözlerinde de aynı endişe vardı.

“hadi içeri geçelim,” dedi dik durmaya çalışarak. Bahçe kapısından içeri girdiklerinde Ayşe’nin ruhu daralır gibi oldu. Karşısında yükselen bir zamanlar evi bildiği yere baktı. Kocaman bahçesi her zamanki gibi bakımlı değildi. Dış boya yıpranmış bakıma ihtiyacı vardı. Yine de Ayşe’nin gözünü korkutacak kadar heybetliydi hala.

Üçüncü kattaki odasına gözü takıldı. Perdeler çekiliydi. O pencerenin önünde ne hayaller kurmuştu bir zamanlar.

Giriş kapısının aslan figürlü altın kaplamalı tokmağını çalan Akif “geçen ay Zahid amca emekli olup gittiğinden beri bahçeyle ilgilenecek birini bulamadık bir türlü,” dedi ablasının kafası dağılsın diye.

“belli,” dedi Ayşe sadece.

Nihayetinde kapı açıldı ve tanımadığı bir yüz Akif’e bakarak “buyurun,” dedi. Ayşe ve İsmail el ele tutuşarak girdiler içeri. Geniş girişte zemin siyah karo döşeliydi. Yüksek tavandan sallanan kristal avize kandil şeklindeydi.

Beyaz boyalı duvarlarda simetrik şekilde tablolar asılıydı.

“annem salonda mı?” diye sordu Akif. Orta yaşlı esmer kadın “evet Akif Bey,” dedi.

“İkbal abla evin tüm işlerini çekip çeviren yardımcımızdır. Mutfakta ona yardım eden iki kişi daha var. Babamla da ilgilenen ayrı bir sağlık ekibi var.”

“merhaba,” dedi Ayşe sadece. Kağıt yutmuş gibi hissediyordu artık.

“hoş geldiniz,” dedi kadın aynı sakinlikle. Baş selamı verip mutfağa doğru giderken onlar da salona doğru giden koridorda yürümeye başladılar.

Ayşe farkında olmadan daha çok sıkıyordu kocasının elini. İçeri girdiğinde kalbinin daha da daraldığını hissetti. Duman grisi gümüş parıltılı duvar kağıdı ile kaplanmış büyük salonun zemini ceviz ahşap masif parke döşeliydi. Yine koyu gri kadife kumaştan koltuk takımı oldukça ağır ve klasikti. Yerlere kadar uzanan fon perdeler kalın bir halatla iki kenara çekilmişti. El dokuması halı etnik desenliydi.

“Ayşe,” diyen ince narin sesi duyduğunda döndü ve salonun diğer köşesinde devasa yemek masasının önünde duran annesini gördü.

“anne,” dedi Ayşe. Hiç düşünmeden annesinin kollarına atladığında Hacer Bozçelik kızına sıkıca sarıldı. Ayşe, annesinin kokusunu içine çekti. Birden kendini tekrar on yaşındaymış gibi hissetti. Annesinin güven veren kolları arasında banyosunu yapmış yarın sabah gideceği okul için çantasını hazırlıyordu sanki.

“kızım,” dedi annesi de “kokusuna hasret kaldığım yavrum.”

İsmail ve Akif onların kavuşmasını seyrederken Ayşe kendini çekip annesinin ellerinden öptü defalarca. Onsuz geçen zaman içinde ona karşı biriktirdiği tüm kırgınlığı silmiş sadece hasretliğini bırakmıştı.

“Zeynep’im nerede?” diye sordu kadın etrafına bakınarak. Ayşe “okulda,” diye cevap verdi. Doğruydu da ama aslında Zeynep bu eve adım atmak dahi istemiyordu.

“peki,” dedi Hacer. Sonunda İsmail’e bakabildiğinde “sen de hoş geldin oğlum,” dedi. İsmail’in onunla ilgili düşündüğü ilk şey Hatice teyzeye hiç benzemiyor oluşuydu. İki kız kardeşin görüntüsü taban tabana zıttı. Karakterlerinin de öyle olduğunu düşünüyordu. Rahmetlinin dik duruşu ve cesareti belli ki bu kadında yoktu.

“hoş buldum,” dedi İsmail. Yanlarına yaklaşıp minyon tipli kadının gözlerine baktı. Kadın gülümsemeye çalışıp “tanışmak bugüne nasipmiş demek,” dedi.

“öyle,”

“Allah ayrılıkla sınanan yüreklerinize huzur ve sükûnetini indirsin.”

“amin,” dedi Ayşe.

İsmail ise sessiz kaldı. Bu evde kendini yabancı hissediyordu. Bir an önce karısını da alıp gitmek istiyordu sadece. Kadın onun rahatsızlığını elbette anlamıştı.

“oturalım birer çay içelim.”

“gerek yok,” dedi Ayşe. O da bu evde bir şey yiyip içmek istemiyordu açıkçası. Annesi ona bir miktar kırgın bakınca “babam nerede anne?” diye sordu.

“çatı katında,” dedi annesi “katı tamamen ona uygun hale getirdik. Minik bir hastane gibi düşün.”

“görebilir miyim?”

“elbette,”

Ayşe cesaretini toplamak için kocasına baktı. İsmail “seninle geleyim,” dedi ama Ayşe başını sallayıp “ben tek başıma görüşmek istiyorum,” diye karşılık verdi.

“Ayşe’m-“

“İsmail,” dedi Ayşe “bana müsaade et hayatım.”

Sesindeki bir tını İsmail’i ısrar etmekten alıkoyduğu için adam gönülsüz de olsa başını salladı.

Ayşe salondan çıkıp ahşap tırabzanlı merdivenlere yöneldiğinde kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı yine. İlk katı çıktığında çocukken kaldığı odanın kapısına takıldı gözü. Acı bir tebessümle kulaklarında çocukluk hatıralarının sesi çınlarken çatı katına çıkan merdiveni de usulca çıktı.

Koridorda hemşire ile karşılaştığında “ben kızıyım,” dedi hemen. Genç kız anladığını belli eder gibi başını sallayıp “bugün biraz huzursuz,” dedi ve ekledi “sizi görünce keyfi yerine gelecektir.”

Ayşe burnundan solur gibi bir ses çıkarıp “sanmam,” diye karşılık verince genç hemşire bir yorumda bulunmadan “ben sizi yanına götüreyim,” dedi sadece.

Koridoru geçip kaldığı odanın önüne doğru yürürken burnunu ilaç kokusu yakmaya başladı. Düzenli bir bip sesi kulaklarına dolarken “ben sizi baş başa bırakayım,” dedi hemşire. Ayşe onu zorlukla duydu. Yumruklarını sıkıp içeri adım attı. Geniş hasta yatağında yatan babasını gördüğünde kanı çekildi sanki. Adamın gözleri kapalıydı. Burnunu ve ağzını kapatan oksijen maskesi yüzünden kaşık kadar kalmış yüzü daha da küçük gözüküyordu. Beyaz tişörtten gözüken kolları zayıftı. Yüzünde hastalıklı bir sarı vardı. Beyaza karışmış sakalları yer yer keldi. Zorlukla nefes alıp veriyordu. Göz kapakları ağır ağır açıldığında Zafer Bozçelik karşısında kızını görünce gözbebekleri irileşti ama onun dışında bir tepki vermedi.

Ayşe yatağın ayak kısmında durup korkuluğu iki eliyle kavradı. Baba kızın birbirlerine kenetlenmiş bakışlarında tüm duygular vardı sanki.

Ayşe dudaklarını araladığında ağzından dökülen ilk kelime “değdi mi?” oldu. Çenesi titremeye başlamıştı. “Zafer Bozçelik yaptığın onca şeye değdi mi?”

Babası bir cevap vermedi. Ayşe büyük bir öfkeyle korkuluğa vurup “konuşsana!” diye bağırdı. Gözlerinde babasına sakladığı bir öfke parlıyordu. Zafer Bozçelik ise ona bakmaya devam ediyordu.

“hatırlıyor musun?” diye sordu Ayşe “beni götürdüğün o izbe yeri hatırlıyor musun?”

Kadın gözlerini kapayıp o anları hatırladı. Hiç unutmamıştı ki! Karanlık, ışık girmeyen kulübeden bozma bir gecekonduda babası onu sıkıca tutuyordu. Bir elini ağzına kapatmış “kapatma gözlerini!” diyordu. “Sakın kapatma!”

Karşısında Tuğrul vardı. Babasının karanlık işlerini yaptırdığı iki adam onu sıkıca tutmuş eline silah tutuşturmaya çalışıyorlardı. Tuğrul ise yalvarıyordu.

“yapma Zafer baba yapma ne olursun!” diyordu korkudan titreyerek. Ayşe de bağırmak istiyordu ama babasının eli sıkıca kapanmıştı ağzının üstüne.

“izle!” Zafer Bozçelik merhametsiz sesiyle kızına emrediyordu, “izle ve bir an bile o it herife dönmeyi aklından geçirecek olursan neler yapacağımı unutma!”

Ayşe şiddetle titremeye devam ederken ölmek üzere olan adam ile göz göze geldi. Tuğrul ona yalvaran gözlerle bakıyordu.

“Ayşe, Ayşe Allah aşkına bir şey yap! Kazaydı hepsi kazaydı. Pişmanım çok pişmanım lütfen!”

Ayşe ise çaresizdi. Gözleri fal taşı gibi açılmış karşısındaki manzarayı izlemekten başka elinden bir şey gelmiyordu.

Sonunda adamlardan biri büyük bir kuvvetle Tuğrul’un silahı tutmasını sağlayıp zorla kafasına götürdü. Tuğrul küçük bir çocuk gibi ağlıyor, şiddetle sarsılıyordu. Adam eldivenli elleri ile silahı Tuğrul’un şakağına tuttuğunda Ayşe’nin boğazından acı dolu bir inilti yükseldi. Aynı anda silah patladı ve Tuğrul kanlar içinde yere yığıldı. Ayşe’nin zihninde ise kanlar içinde yere yığılan İsmail’di. Yeşil gözlerindeki orman solarken Ayşe ona bakıyor ve çığlıklar atıyordu. Bir an sonra bu görüntü yerini İlyas’ın kanlar içindeki haline bıraktı. Ardından zihninin içinde Elife Kaya ona bağırmaya başladı.

“uğursuz, evlatlarımı katlettin uğursuz!”

Ayşe korkudan kendinden geçerken yaşadığı bu korkunç olay yıllarca onun peşini bırakmadı. Bir vakit sonra oğlundan sonra akli melekelerini yitirdiği kulağına gelen Azize Şener’in de evinde ölü bulunduğunu öğrendiğinde daha çok korktu. Belki babası onu da susturmuştu.

Ne zaman aklından İsmail’e ulaşmak, ona Zeynep’i söylemek geçse gecesinde kabuslarla uyandı. Babası usta bir gergefçi gibi bu korkuyu zihnine öyle işledi ki Ayşe yıllarca kendini geri çekmek zorunda kaldı. Ta ki babasının hastalık haberini alana kadar.

Yıllar sonra baba kız birbirlerine bakarken aralarında işte bu sır vardı. Zafer Bozçelik hiç acele etmeden ağır bir şekilde “hatırlıyorum,” dedi. Sesi de değişmişti.

“değdi mi?” diye sordu Ayşe yine “öz kızını paramparça ettiğine değdi mi?”

Zafer küçümser bir şekilde başını çevirince Ayşe “buraya kocamla birlikte geldim,” diye devam etti, “haftaya Trabzon’a gidiyoruz. Düğünümüz olacak!”

Zafer Bozçelik’in yumruklarını sıktığını görünce Ayşe “hala mı?” diye sordu hayretle “hala mı kin dolusun?”

Ayşe hiç beklemeden uzun ceketinin cebine koyduğu kimliği çıkartıp babasına gösterdi.

“bak!” dedi “kızım babasının nüfusuna geçti. Olması gerektiği gibi!”

“çekil git gözüm görmesin seni!” dedi adam. Ayşe bir adım gerileyip “merak etme,” dedi “bir daha gelmeyeceğim zaten. Tek bir şey için geldim buraya.”

Sırtını dikleştirip babasının başına gitti. Ona yukarıdan bakan bir tavırla “bizi ayıramadığını bil,” dedi, “sen ölürken biz dirildik. Sen şimdi ölmeyi beklerken bizim bekleyişimiz sona erdi. Nefret değil sevgi kazandı.”

Ayşe hışımla çıkıp giderken Zafer Bozçelik arkasından baktı. Kendi acziyetine küfrederken içinde yükselen pişmanlığın sesini duymazlıktan gelmeye devam etti.

Ayşe salona geri döndüğünde hiç düşünmeden kendini kocasının kollarına attı. İsmail ona sarılırken “gidelim buradan İsmail,” dedi boğuk bir sesle. Ne annesine ne de kardeşine bakacak hali yoktu.

“tamam gülüm,” dedi İsmail şefkatle.

“kızım,” diyen annesi “konuşmayacak mıyız?” diye sordu.

“bugün değil” dedi Ayşe. Kendini çekip annesine baktı. Ona kızgın değildi. Babasının deliliğinden korkan bir tek Ayşe değildi çünkü. Ona karşı gelemeyen annesi de aynı şekilde korkuyordu ondan. Bu yüzden hükmüne boyun eğiyordu. Ama şimdi Zafer Bozçelik düşmüşken bile annesinin onu bırakmayacağını biliyordu. Son ana kadar yanında duracağını, ona çiçek gibi bakacağını biliyordu. Çünkü bazı kadınlar korku ile sevgiyi birbirine karıştırırdı.

“peki,” dedi nitekim annesi “bugün değil.”

“düğünde görüşürüz,” dedi Ayşe kardeşine.

“görüşürüz abla,” dedi Akif. Ayşe, annesine “seni de beklerim,” diye ekledi. İsmail karısının elini sıkıca tutup onu götürürken kimse başka bir şey söylemedi. Ayşe kendini dışarı attığında derin bir nefes çekti içine. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bir kuş sürüsü geçip gitti gözünün önünden. Bir damla yaş süzülürken yanağından aldığı nefesi serbest bıraktı. Ruhunu babasının kafesinden serbest bıraktı. Onu hapseden korkuyu serbest bıraktı. Kocası onu dikkatle seyrediyordu.

“sevdam,” dedi İsmail “bitti mi?”

Ayşe başını eğip kocasına baktı. Hayatını aydınlatan adamın yüzünü iki eliyle tutup alnını onun alnına yasladı.

“bitti,” dedi titreyen sesiyle “kendimi serbest bıraktım İsmail’im. O adamın içime ektiği her korkuyu az önce serbest bıraktım.”

İsmail onu kendine çekip kollarını okşadı usulca. Ayşe başını onun omzuna yaslayıp “hadi kızımızı okuldan alalım,” dedi.

“kimliğini de gösteririz.”

“sevinçten çılgına döner.”

Karı koca el ele tutuşup arabaya gittiler. Geri dönüş yolunda Ayşe fazla konuşmadı. Yüreğindeki sarsıntının dinmesini bekleyen İsmail de onunla konuşmaya çalışmadı.

Okulun önüne geldiklerinde İsmail arabadan inip çoktan dağılmaya başlamış okuldan çıkan öğrenciler arasında kızını görebilmek için gözlerini kısıp bakarken Ayşe telefonunu çıkarıp kızını aramak için ekranı açtı ama Zeynep’in sesini duyunca başını kaldırıp gülümseyerek koşup babasının kucağına atlayan kızını gördü.

“Baba! Beni almaya mı geldiniz?”

İsmail, kızına sarılıp saçlarından öptü, “sürpriz yapalım dedik.”

“ne iyi yaptınız.”

Zeynep arabanın camına eğilip annesine baktı. Annesi ona göz kırpınca “nasılsın?” diye sordu temkinli bir şekilde.

“iyiyim canımın içi,” dedi Ayşe. Zeynep bugün annesi ile babasının nereye gideceğini biliyordu elbette.

“emin misin?”

“evet,” dedi Ayşe içtenlikle gülümseyip ve “hadi binin de gidelim,” diye ekledi. Zeynep arkaya geçerken İsmail de direksiyona geçip “aç mısın güzel kızım?” diye sordu.

“evet,” dedi Zeynep “bugün matematik ve kimya peş peşeydi. Beynim yandı ve çok acıktım.”

“o zaman bir hamburger yemeyi hak ettik,” dedi Ayşe. Zeynep gözleri parlayarak başını salladı. İsmail elbette hamburgerden hoşlanmazdı ama kızı için çiğ çiğ et bile yiyebilirdi.

Yol üstünde bir hamburgercide durup değişik bir sürü ismi olan çeşitlerden seçip masalarına geçtiklerinde Ayşe cebinden kimliği çıkarıp Zeynep’in önüne koydu. Zeynep “çıktı mı?” diye sordu. Kimliği alıp baktığında gözleri doldu. Babasına bakıp “Zeynep Kaya,” diye fısıldadı boğuk bir sesle. İsmail’in de gözleri dolmuştu. Başını sallayıp kızının elini tuttu. Zeynep’in gözlerinden yaşlar akarken kimliğine bakmaya devam ediyordu.

“teşekkür ederim,” diyebildi sonunda genç kız “çok teşekkür ederim.”

İsmail boğazını temizleyip “esas ben teşekkür ederim,” dedi. Kızının elinden öperken Ayşe ikisini yüreğini acıtan bir hüzünle izliyordu.

“geldiğin için, bana gönül koymadığın için, ben seni bilmezken bile içinde ikimizi yaşattığın için çok teşekkür ederim.”

Zeynep sonunda ayağa kalkıp babasına arkadan sarıldı ve yanağından öpüp çenesini omzuna yasladı. İsmail onun boynuna sarılmış kollarını tutup başını ona yasladı. Ayşe onları zihninde böyle kaydetti. Artık canı gönülden inanıyordu ki onun için de mevsim bahara dönmeye başlamıştı. İkinci bir bahar….

.

.

.

.

 

minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen

hepiniz Allah'a emanet olun :)

Bölüm : 08.08.2025 18:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM 22
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...