

herkese merhabalar
geldik bir final bölümüne daha
Trabzon'da başlayan maceramız Trabzon'da nihayete eriyor
bu zamana kadar güzel yorumlarını, değerli fikirlerini benden esirgemeyen tüm okuyuculara çoook teşekkür ederim
İsmail ve Ayşe'nin sevdasını yazarken yüreğimde hissettiğim her an benim için çok kıymetliydi
umarım siz de okurken keyif almışsınızdır
beklemek imtihanından geçen herkesin yüreklerine umut olsun.
iyi okumalar :)
BÖLÜM
bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Trabzon bıraktığı gibi değildi elbette. Her şey gibi bu şehir de değişmişti. Belki zamanın içinde zamana direnmişti ama değişmişti. Ayşe yıllar sonra hikayesinin başladığı köye kimseden korkmadan çekinmeden kocasının elini tutarak geri dönmüştü. Gençliği gitmiş, sevdasını bırakmış ama daha güçlü geri dönmüştü.
Şimdi ise üzerinde sessiz bir yas vardı. Çünkü köy mezarlığındaydı. Yanında İsmail varken teyzesi ile eniştesinin yan yana yattığı kabristanın mermer taşına tutunmuş gözyaşları akarken “ben geldim,” diyebilmişti, “canlarım ben geldim.”
Elbette ölüm yaşayanlara tek bir şeyle cevap verirdi. Sessizlik… ve o sessizlikte herkes duymak istediği şeyi duyardı. Ayşe mezarlıktaki ulu ağaçlara, mavi açmış çiçeklere baktı.
“yaşamım da ölümüm de alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur,” diye tekrarladı ayeti sessizce. Sonra gözlerini kurulayıp “bana hakkınızı helal edin,” dedi kalbini tutup. “Yanınızda olamadım. Siz bana evinizi, kalbinizi açtınız. Ben size yetişemedim. Ama yüreğimde hep sizi taşıdım. Hep taşıyacağım. Bir daha ayrılık yaşanmayacak o kavuşma gününe kadar Allah’a emanet olun.”
Kocasından destek alıp ayağa kalkarken İsmail de ellerini açıp fatiha okudu. Mezarlıktan çıkıp ağır adımlarla eve doğru yürümeye başladılar. Sonbahar mevsimi kendini göstermeye başlamıştı.
“Ayşe’m,” dedi İsmail “iyisin değil mi?”
Kadın başını salladı sadece. Kocasının elini tuttu. Ağır ağır yürümeye devam ettiler. Eve vardıklarında ise onları koca bir cümbüş karşıladı. Elbette bir düğün telaşı vardı.
“beyler nerede?” diye sordu İsmail içeri bir göz atıp.
“ilçeye indiler,” dedi Neslihan “kaçtılar yani”
“bensiz,” dedi İsmail alınmış gibi. Leyla ona “abi sen damatsın, hiçbir yere gidemezsin,” deyince Nergis gülüp “yani yarına kadar bizimlesin abicim,” diye ekledi.
O sırada merdivenlerden inen Zeynep’in kucağında Yusuf Ali vardı. Peşinde de diğer çocuklar. Hepsi hayatlarına yeni giren Zeynep ablalarını hemen kabullenmişlerdi.
“hoş geldiniz,” dedi Zeynep halinden memnun. Yanlarından gelip geçerlerken Ayşe “hoş bulduk,” diye karşılık verdi.
“Ayşe abla,” dedi Leyla “hadi yukarı çıkıp şu gelinliğini son kez bir prova edelim.”
“ben de geleyim mi?” diye sordu İsmail hemen. İtiraz sesleri yükselirken İsmail gülmeye başlamıştı bile.
“baban arka bahçede hadi sen onun yanına git,” dedi Elife Hanım. İsmail arka bahçeye çıkarken Ayşe de gelinlik provası için yukarıya çıktı.
Gün böyle telaş içinde devam ederken birkaç saat sonra beyler kornaya basarak köy yolunda gözüktüklerinde İsmail elindeki işi bırakıp bahçeye çıktı.
“geldiler,” dedi Elife Hanım da.
Araba bahçeye girip durduğunda dışarı çıkan ilk kişi İsmail’in yüzünü güldürdü.
“Sinan,” dedi sevinçle. Sinan koşup abisine sarıldı hemen.
“hani gelmeyecektin,”
“kambersiz düğün olmaz dedim,” dedi Sinan iyice kalınlaşmış sesiyle. Kıvırcık saçlarını ensesine kadar kısaltıp ona çok yakışan bir modelde tıraş etmişti. Kirli sakalları köşeli çenesine yakışmıştı. İri kahve gözlerinde ayrı bir parıltı vardı. Boyu mümkünmüş gibi biraz daha uzamış ve genişlemişti. Sinan Kaya ailesindeki en uzun boylu kişi olmayı başarmıştı.
“nerede benim yeğenim?” diye sordu genç adam abisine bakıp. O sırada gürültüyü duyan diğerleri de gelmişti. Neslihan küçük kardeşini görünce şaşkınlıkla “ay siz bu yüzden mi kaçar gibi gittiniz?” dedi arkada pişmiş kelle gibi sırıtan diğer beylere.
“Sinan’ı havaalanından almaya gittik işte,” dedi Alparslan.
Zeynep, annesi ile İsmail’in yanına geldiğinde hevesle “Sinan amca?” dedi sorar gibi. Sinan karşısında duran genç kıza bakıp “ta kendisi,” dedi gülümseyerek. Sonra kollarını açıp “gel bakayım şöyle,” dedi. Zeynep nihayetinde tanışmayı merakla beklediği en küçük amcasına sarılıp “hoş geldin,” dedi.
“sen de hoş geldin,”
Sinan, genç kızın kollarından tutup dikkatle yüzünü inceledi. Sinan Kaya insanın yüzüne bakarken ruhuna da bakardı aynı zamanda. Sonunda tebessüm edip “maşallah,” dedi içtenlikle “abimler bana neler olup bittiğini anlattığından beri seninle tanışmak için sabırsızlanıyordum.”
“ben de amca,” dedi Zeynep. Sinan bu hitap karşısında gülüp “bu adamlar beni genç yaşımda çok yaşlı hissettiriyorlar, “ dedi abilerine hitaben. Sonra Ayşe’ye baktı. Kadının akça güzelliğini yansıtan tebessümüne aynı şekilde karşılık verip “sen de hoş geldin yenge,” dedi.
“hoş buldum Sinan,” Ayşe genç delikanlının yakışıklı yüzünü tutup “sen de hoş geldin,” dedi, “gelmeyeceğini sanmıştık bizi şen ettin.”
“işleri toparlayıp kaçtım hemen,” Sinan kadının elini iki eli arasına alıp “siz nice yollar aşıp bir araya gelmişsiniz ben üç saatlik yolu mu gelemeyeceğim,” deyince Ayşe halinden memnun güldü.
Sinan’ın gözü annesine takılınca koşar adımlarla yanına gidip kadını kucakladı. Elife Hanım oğlunun saçlarını okşayıp “hoş geldin canımın canı,” dedi.
“çok mu özledin beni?” diye sordu Sinan muzip bir tavırla. Annesi ise gözleri dolu dolu oğlunun yüzüne bakıp “çok,” dedi sadece. Sinan’ın gözlerinden bir anlık karanlık bir gölge geçip gider gibi oldu. Londra’da onu bekleyen çok fazla şey vardı. Artık geride bırakamayacağı, sırtını dönemeyeceği şeyler. Annesinin gözlerindeki beklentinin farkındaydı. Annesi onun eve geri dönmesini istiyordu ama Sinan’ın böyle bir niyeti yoktu. Yarın düğünden sonra geri dönecekti hemen. Bu anı geçiştirip babasına sarıldı. Babası bir şey demedi ama onun da gözlerinde aynı beklenti vardı.
“yengelerim,” dedi Sinan ikisine aynı anda sarılıp, “güzelliğiniz karşısında yine nutkum tutuldu.”
“sen de olmasan hoş laf duyduğumuz yok,” dedi Nergis şakayla.
Oğuz, İlyas abisine bakıp “harbiden rahatsız ediciymiş,” deyince herkes gülmeye başladı. Sinan en son ablasına sarıldı. Neslihan ona sarılıp “hoş geldin ablasının bir tanesi,” dedi. Ardından kardeşinin yüzüne baktı. Gözlerinde görmeye alıştığı o saf parıltıda bir değişiklik vardı. İçini cız ettirecek kadar belli bir değişiklik. Nitekim bakışları değiştiğinde Sinan rahatsız olup ilk defa gözlerini kaçırdı.
Gökalp’i kucaklayıp diğer yeğenleri ile de hasret giderirken Neslihan’ın içine bir huzursuzluk çökmüştü bile. Kardeşinde bir şeyler değişmişti. Neslihan’ın hoşuna gitmeyen bir şeyler.
Akşam tüm aile yine aynı sofra etrafında bir araya geldiğinde haliyle çok kalabalıktılar. Ama bir o kadar da mutluydular. Gürültülü bir sohbet eşliğinde yemeklerini yedikten sonra hepsi terasa çıktı.
O an İsmail ve Ayşe yan yana oturmuş yıllar önce kurdukları hayallerin gerçeğe dönüşünü birlikte izliyorlardı.
“bizim köy evinin en üst katında kocaman bir teras var,”
“semaver de var mı?”
“var tabi olmaz mı?”
“önümüzdeki yaz o terasta sen de olacaksın,”
“tüm kardeşlerim, anam babam hepsi seni benim sevdiğim gibi sevecekler. Bir evlat, bir kardeş olarak kabul edecekler seni.”
“bir de salıncak var, biz hep kavga ederiz salıncak için,”
“göreceksin bak biz evlenince bütün kardeşlerimi kovup seni sallayacağım orada yanına da ben oturacağım. Birlikte izleyeceğiz onların baş şişiren atışmalarını.”
Ayşe’nin gözü salıncağa takılınca İsmail onun elinden tutup salıncağa oturttu. Yanına da kendi geçti. Neslihan “ya abi biz oturacaktık,” dedi. İsmail öyle güzel güldü ki herkesin yüzüne bir tebessüm oturdu.
“biz kaptık kusura bakmayın,” dedi Ayşe onun neye güldüğünü bilerek. Neslihan ikisinin mutluluğuna bakıp daha sıcak bir tavırla “öyle olsun madem,” diye kabul etti.
“ama sonra sıra benim haberiniz olsun,” diye araya girdi Sinan.
“avucunu yalarsın,” diyen Neslihan kızını kucağına alıp “çoluk çocuğun sırasına tasallut etmeye utan biraz. Bu güne bugün tam beş tane çocuğun amcası dayısısın,” diye söylenmeye başlayınca herkesin kahkahası terasta yankılandı.
“ben de yeğenlerimle birlikte sallanacağım zaten,” dedi Sinan. Oğuz onu kolunun altına alıp “bak ne diyeceğim,” dedi “sen bu gece Yusuf Ali’yi yanına al. Bütün gece seninle kalsın, hasret giderin nasıl fikir?”
“oldu,” dedi Sinan “daha yaşına girmemiş bebeyi nasıl koynuma bırakıp gidersin? Utan utan!”
“amca ben seninle birlikte kalayım mı?” diye sordu Gökalp. Sinan onu kucağına kaldırıp “sen de amma ağırlaşmışsın be koçum,” diye söylenirken Gökalp kıkırdayıp “kalayım mı?” diye tekrar sordu.
“kal ulan,” dedi Sinan yeğeninin başından öpüp. Gökalp ona sıkıca sarılınca İlyas “bu çocuk benim sinirlerimi çok bozuyor,” diye homurdandı.
“kıskanma İlyas Bey,” dedi Leyla sadece.
O sırada İlay babasının kucağında sessizce olan biteni izliyordu. Alparslan kulağına bir şeyler fısıldayınca İlay başını sallayıp babasının kucağından indi ve büyük dayısının yanına gidip “dayıcığım beni de alır mısın?” diye sordu elbette karşı konulamaz bir edayla. İsmail ikiletmeden onu kucağına alınca Gökçe hemen “ben de, ben de!” dedi. Onu da Ayşe kucağına alıp oturtunca mesele tatlıya bağlandı.
Yusuf Bey yanında oturan karısına dönüp “şuraya bir tane daha salıncak alıp koyalım hatun,” dedi keyifle.
“biri torunlar için biri de bizim koca bebeler için,” diye onayladı onu karısı.
Zeynep Kaya ise dolan gözlerini kimseye göstermeden silip yaşadığı şu ana şükrederken annesi ile babasını izliyordu. İkisinin birbirine bakarken gözlerinde parlayan aşka hayrandı. Dünyada onca kötü şey olup biterken annesi ile babasının kalplerinde korudukları bu saf temiz sevdaya hayrandı.
Boğazını temizleyip “fotoğraf zamanı!” diye bağırdı çekildiği köşesinden çıkıp. Elinde telefonu vardı, “toplanın bakalım.”
Herkes bir araya gelip Zeynep’in telefonunun kamerasına baktı. Zeynep güzel bir açı ayarlayıp geri sayımı açtı ve kendi de hemen babaannesinin yanına sıkıştı. Elife Kaya onu kanadının altına alıp başını başına yasladı. Kamera geri sayarken bir anlık sessizlik oldu. Ardından Zeynep telefonu alıp resme baktı.
“ay çok güzel çıktık!” dedi sevinçle.
“bakayım,”
“ay maşallah!”
“çok mu iyiyiz ne!”
Sinan “hanımlar kendinizi övmeniz bittiyse resme bir de ben bakabilir miyim acaba?” diye sorunca Zeynep telefonu ona uzattı.
“hmm,” dedi Sinan beğeniyle “gerçekten çok iyiyiz.”
Zeynep “en yakışıklısı sensin amca,” deyince diğer beylerden itiraz dolu sitemler yükselmeye başladı hemen.
“yazıklar olsun!”
“çok büyük haksızlık!”
“göz var izan var be kızım!”
Sinan halinden memnun “Zeynep yeğenim,” dedi ağır abi tavrıyla “kaliteden anlıyorsun aferin!”
İsmail kucağında oturan İlay’ın saçlarını okşarken “en yakışıklı dayın kim kız?” diye sordu. İlay bir an şaşkınlıkla dördüne göz atıp en sonunda babasına bakıp “en yaşıkıklısı babam!” dedi coşkuyla. Alparslan gururla kızına bakıp göğsü kabararak “kız evlat başka oluyor,” dedi.
“yahu babandan başlatma şimdi kızım,” dedi İsmail “dayıların arasında dedim.”
İlay omuz silkip bir daha cevap verme tenezzülünde bulunmadan İsmail’in kucağında hafif hafif sallanmaya devam etti.
“buradan da istediğimiz cevabı alamadık,” dedi İlyas. Gözü Gökçe’ye takıldı ama kızının vereceği cevap bir an gözünü korkuttuğu için vazgeçti.
“yahu sizi beğenen beğenmiş, alan almış,” diye son noktayı koydu Elife Hanım “bu saatten sonra hatunlarınıza iyi birer koca olmaktan başka derdiniz olmasın.”
“konuş anneciğim,” dedi Nergis “ağzından bal damlıyor.”
Birbirleriyle uğraşarak geçip giden akşam geceye dönerken Leyla “sevgili ailem,” dedi hepsine hitap ederek “biliyorsunuz ki yarın düğünümüz var bu yüzden herkes uslu uslu yataklarına çekilsin ve güzelce dinlensin. Yarın hepimiz için yorucu bir gün olacak.”
“haklısın kızım,” dedi Elife Hanım ve ilk o ayaklandı, “hadi hayırlı geceler hepinize.”
Onunla birlikte geri kalanlar da yavaş yavaş terastan çıkarken gecenin sessizliğinde herkes odasına çekildi.
…..
Ertesi sabah erkenden kahvaltı yaptıktan sonra İsmail damat tıraşı için çarşıya inerken beyler de ona eşlik ettiler. Hanımlar da evde hazırlanırken onlara Aygül de katıldı. O da düğün için bir günlüğüne Trabzon’a gelmişti. Annesi ve babası direkt düğüne geleceklerdi.
Ayşe gelinliğini giyip ortaya çıktığında Leyla onu süzüp “Ayşe abla,” dedi hayranlıkla “çok güzel oldun maşallah!”
“bu ne güzellik,” diye ekledi Nergis.
Ayşe biraz utansa da etrafında dönüp üzerinde su gibi akan gelinliğinin eteklerinden tutup “teşekkür ederim,” dedi.
Gelinliği belinden oturuyordu. Etekleri su gibi dalgalanıyordu. Kırık beyaz rengindeki gelinliğin kolları bol başlayıp bileklerine doğru daralıyordu. Yaka kısmında Fransız danteli motifleri vardı. Başını henüz yapmadığı için saçları iki yanında salınıyordu.
“hadi gel duvağını da halledelim,” dedi Neslihan. Ayşe aynanın önüne geçip oturduğunda Neslihan saçlarını tarayıp güzelce topuz yaptı. Zeynep, annesinin yanına oturmuş onu izliyordu. Ardından bonesini takıp gelinliğiyle aynı renkteki eşarbı bağladı.
“Nesli,” dedi Ayşe “maşallah elin ne kadar yatkın bu işlere.”
“lisedeyken öğrenmiştim,” diye karşılık verdi Neslihan. Zeynep “benim saçlarımı da yapar mısın hala?” diye sordu.
“yaparım tabi,” dedi Neslihan hemen. Yaşadıkları tek aksilik anlaştıkları kuaförün sözünden caymış olmasıydı.
Zeynep koşar adımlarla malzemelerini almak için giderken Ayşe ve Nesli baş başa kaldılar. Bir süre hiç konuşmadan işini yapmaya devam etti Nesli. Ayşe onu dikkatle izliyordu. Sonunda dayanamayıp “bana kızgınsın değil mi?” diye sordu.
Neslihan onun aynadaki yansımasına bakıp “kızgın değilim,” dedi ve ekledi “ama Zeynep’e baktıkça içim acıyor.”
“onu sakladığım için kendimi hiç affetmeyeceğim,” diye karşılık verdi Ayşe
“her şey çok daha farklı olabilirdi.”
Ayşe’nin zihninde yine o an canlandı. Tuğrul’un kanlar içinde yere yığıldığı o an… Gözlerini kapatıp rahatsız edici görüntüyü uzaklaştırmaya çalıştı. Neslihan onu dikkatle izliyordu.
“söylemediğin bir şey var,” dedi usulca. Ayşe ona baktı. Akıllı kadındı. Hepsi öyleydi gerçi. Ayşe belli belirsiz başını salladı.
“inan bana,” diye fısıldadı Ayşe “başka çarem olsaydı Zeynep’i saklamazdım.”
Neslihan, kadının gözlerinde gördüğü bir şeyden etkilendi o an. Ayşe ona doğruyu söylüyordu. Sesinde, duruşunda bir yardım çığlığı saklıydı. Neslihan bunu anlamıştı. Sonunda tebessüm ettiğinde o da kendine şaşırdı.
“sana inanıyorum yenge,” dedi dostane bir tavırla. Ayşe’nin yüzü parladı sanki. Kızın elini tutup oturduğu yerde ona döndü. Neslihan da gülümsedi, “abim çok mutlu, Allah biliyor ya onu böyle görmeyi o kadar çok özlemişim ki- hepimiz öyle.”
“ben-“
“sizin için Rabbimden en güzelini istiyorum yenge,” dedi Neslihan, “çokça mutluluk, neşe, gülümseme istiyorum. Senin de çok acılar çektiğinin farkındayım. Sen iyi bir annesin. Zeynep’i çok güzel yetiştirmişsin. Abim sana olan aşkından bunu asla dile getirmeyecektir belki ama –“ Neslihan bir an duraklayıp kadının yüzüne baktı. Hala el ele tutuşuyorlardı, “sadece şunu unutma o çok acemi bir baba. Baba olmayı ona öğret yenge. Ona karşı sabırlı ol. İçindeki geç kalmışlığın acısını size hissettirmemeye çalışacaktır ama sen onun kalbini neyin ezeceğini unutma.”
Ayşe gözünden akan bir damla yaşı usulca silip başını salladı. Konuşamayacak kadar yoğun hissediyordu. Neslihan onun elini sıkıp “kötü hisset diye söylemedim bunları,” diye devam etti. Ayşe kollarını açıp “sana sarılabilir miyim?” diye sordu. Neslihan biraz şaşırsa da gülümseyip kadına sarıldı.
“sen ne güzel bir kardeşsin,” dedi Ayşe içtenlikle. Neslihan “ailemize hoş geldin yenge,” dedi bu kez samimiyetle. Ayşe onun yüzünü tutup tek yanağından öptü.
“hoş buldum.”
O sırada içeri aynı anda giren Leyla ve Zeynep onları böyle samimi görünce “romantik bir anı mı böldük yoksa?” diye sordu muzip bir tavırla.
“baş başa kalmak isterseniz anlayışla karşılarız,” diye ona katıldı Leyla. Ama bir yandan da Neslihan ile Ayşe arasındaki soğukluğun sona ermesine rahatlamıştı.
“gelin buraya bakayım,” dedi Ayşe. Zeynep hemen ikisine sarılıp “sizi çok sevdiğimi söylemiş miydim?” dedi.
“biz de seni çok seviyoruz,” Neslihan onun saçlarını okşayıp devam etti “sen iyi ki geldin, iyi ki!”
Herkesin gözleri dolunca Leyla burnunu çekip “duygusallık yok!” diye uyardı hemen. Neslihan kendini toparlayıp “yenge duvağını da takalım hadi,” dedi.
“hadi yengesi,” dedi Zeynep memnuniyetle.
Ayşe yerine geri otururken Neslihan ve Leyla da dikkatle ütülenmiş duvağı alıp Ayşe’nin başına taktılar. Şeffaf duvak bir sultan başlığı gibi Ayşe’nin sırtından aşağı iniyordu.
“anne,” dedi Zeynep sadece beğeniyle. Ayşe aynada kendine baktığında bir an şaşırdı. Sanki karşısında ilk gençlik zamanlarındaki hali duruyordu. Şimdi tek yapması gereken ilk ve tek aşkının gelip onu almasını beklemekti.
…
İsmail berber koltuğundan kalkarken İlyas da yüklü miktardaki ödemeyi yapıyordu.
“hayırlı olsun Allah bir yastıkta kocatsın,” dedi genç berber. Beylerin hepsi tıraş olmuştu. Hoş kokulu tıraş losyonunu hepsine neredeyse boca eden berber halinden memnun onları uğurlarken karşı sokaktaki ahbabının dükkanının önündeki sandalyeye oturmuş onları bekleyen Yusuf Bey elbette tıraşını olmuştu. Oğullarına bakıp gururlandı. Üzerlerine ayet-el kürsi okuyup üfledi onlara göstermeden.
“hadi artık gelin almaya gidelim,” dedi Oğuz. Yanında ona tepeden bakan Sinan vardı. Üzerine giydiği siyah takım elbise İtalyan kesimdi. Saatine bakıp “geç kalmayalım daha fazla,” diye onayladı.
“meydanda görüşürüz ahali!” diyen Yusuf Kaya ayağa kalktı. Birlikte arabalara binip kornalara basarak köye doğru çıkmaya başladılar. Düğün konvoyu bir anda kalabalıklaştı. Köyde toplanan kalabalık arasında meraklı pek çok bakış da vardı.
Nihayetinde İsmail arabadan indiğinde Zeynep “geldiler!” diye bağırdı. İsmail’in damatlığı siyahtı. Üstüne çok iyi oturan takımının kravatı gözleriyle aynı renkteydi. Yüzündeki ışıltı ise hepsini gölgede bırakıyordu. Kırk yaşında değil de delikanlı gibi hissediyordu kendini. Ayşe’sini almaya gelmişti sonunda.
Yanında İlyas vardı. Kapıyı çaldığında Leyla birkaç santim kapıyı aralayıp “geleneği biliyorsunuz,” dedi hemen “fazla uzatmayalım.”
Gülüşmeler eşliğinde İlyas cebinden çıkarttığı paraları karısına uzattı. Leyla parayı alıp bir müddet ses çıkartmayınca İsmail “yetmedi mi da?” diye sordu sabırsızlıkla.
“bir dakika!” dedi Zeynep.
“bir bu kadar daha isteriz,” dedi Neslihan hemen. İsmail, İlyas’a “şunlara ne kadar istiyorlarsa ver da!” dedi. İlyas “beni bitirdiniz ula! Kurudum, kurudum.” diye söylenirken bir o kadar daha para çıkartıp uzattı. Leyla’nın eli parayı alıp geri çekildi.
“şimdi anlaştık,” dedi ve kapıyı açtı. Ayşe heyecandan titreyerek kırmızı duvağı ile dışarı çıktığında İsmail ona bakakaldı. Bu geliş için, tam bu an için ne çok beklemişlerdi. Bir masum sevda için ne çok bedel ödemişlerdi.
“gülüm,” diye fısıldadı İsmail. Ayşe heyecanını yatıştırmak için ellerini ona uzattı. İsmail, buz gibi olmuş ellerini tutarken ikisi de aynı şeyi hatırladı. İlk karşılaştıkları o an… Ayşe’nin soğuk elinin İsmail’in avucuna değdiği o ilk an. İsmail’in Ayşe’ye ışık olduğu o an…
“İsmail’im,” dedi Ayşe “elimi bırakma.”
“bırakmam sevdam,” dedi İsmail aşkla “bırakmam.”
Zeynep onları izlerken gözyaşlarını tutamıyordu. İçinde hem bir sevinç hem de hüzün vardı. Kendini eksik hissetmiyordu artık. Beklemek imtihanı sadece İsmail ve Ayşe için değil Zeynep için de sona ermişti. Leyla onun elini tutup “gözün aydın olsun Zeynep kuşum,” dedi şefkatle. Zeynep ona bakıp kafasını salladı. Leyla onun gözündeki yaşları sildi. Kimsesiz yüreği bir şekilde Zeynep’in acısını tanımıştı.
Köyün büyüklerinden biri gelin ve damat için hayır dua ettikten sonra kornalar eşliğinde meydana indiler. Düğün açık havada yapılacaktı. Hafif rüzgar esse de hava güzeldi. Ayşe düğün meydanında onu bekleyen kardeşlerini ve annesini görünce yanlarına gidip onlara sarıldı.
Çok istemesine rağmen Galip dayısı işlerini ayarlayıp düğüne gelememişti. Ayşe’nin bu işe çok üzüldüğünü gören İsmail ise en kısa zamanda Arnavutluk’a gidip onu ziyaret etme sözü vermişti. Şimdi Ayşe annesine sarılırken içinde bir sızı vardı. Yanında görmek istediği teyzesi, eniştesi ve dayısının yokluğunun sızısı…
“onca yıllık suskunluğun bedeli oturup seni kenardan izlemek olacakmış,” dedi Hacer Bozçelik sesindeki kederi bastıramayarak. Gözleri Zeynep’i arayıp bulduğunda eflatun rengi içindeki torunu ona bakışlarıyla karşılık verdi. Zeynep için Zafer Bozçelik kadar Hacer Bozçelik de yok hükmündeydi. Yine de annesi ile babasının yanına gidip iki dayısına sarıldı.
“hoş geldiniz,” dedi içtenlikle.
“hoş bulduk güzelim,” diye karşılık verdi Asım dayısı. Ablası ile eniştesine bakıp “Allah bir daha ayrılık göstermesin,” diye dua etti.
“amin,”
“biz yerimize geçelim,” dedi Akif.
Tam o anda Elife Hanım ile Hacer Bozçelik göz göze geldiler. İki farklı hayat, iki farklı kadın, iki farklı anne birbirlerine bakarken Zeynep duruşunu dikleştirip babaannesinin yanına gitti. Elife Hanım onu kanatları altına alırken Hacer Bozçelik’in içinde onu bilip de sahip çıkamamanın ezikliği vardı. O kadar geç kalmıştı ki düzeltmeye bile çalışmayacaktı…
İsmail ve Ayşe onları bekleyen nikah masasına oturdular. Nikah memuru “şahitler de gelsin,” dediğinde İlyas ve Leyla masaya geçip oturdular. Leyla bir an kendi nikahını hatırladı. Kalabalık onu da heyecanlandırmıştı. İlyas onun kulağına eğilip “istersen biz de nikah tazeleriz,” deyince onun da aynı şeyi düşündüğünü anladı.
“olanı koruyalım da,” dedi usulca. İlyas ona şaşkınlıkla bakarken Leyla bir karşılık vermedi.
Meydana derin bir sessizlik çöktüğünde nikah memuru mikrofonu alıp klasikleşmiş konuşmayı yaptı ve önce malum soruyu Ayşe’ye sordu.
“evet!” dedi Ayşe sesi titreyerek.
Ardından İsmail de aynı soruya coşkulu bir şekilde “evet!” dedi. Alkışlar eşliğinde imzalar atıldı ve sonunda nikah cüzdanı Ayşe’ye uzatıldığında kadın cüzdanı alıp ne yapacağını bilemez şekilde İsmail’e baktı. Olmuş muydu yani? İsmail onun alnından öptüğünde bir alkış daha yükseldi. Zeynep yanlarına gelip “hayırlı olsun,” dedi ve onları ilk o tebrik etti.
Sonra yıllar önce İsmail’in söz verdiği gibi kemençe çalmaya başladı. Meydanda adeta bir horon festivali başlamıştı sanki. Kemençe sesleri yükselirken İsmail ceketini çıkartıp “sözümü tutma vakti,” dedi.
“hadi bakalım göster maharetini İsmail Bey,” dedi Ayşe de. İsmail kardeşlerine dönüp “birlikte!” diye bağırdı.
Böylece Kaya kardeşler ortaya çıktı. Neslihan onlara katılmamış ama yerine kocasını göndermişti. Horon başladığında hepsi pür dikkat onları izliyordu. Elife Hanım oğullarına nazar değmesin diye okuyup üflerken Yusuf Bey ise hatırında kendi gençliği evlatlarını hüzünlü bir tebessümle takip ediyordu. Sinan bir an koşup onun yanına gelip elinden tuttu ve “hadi baba!” dedi. Yusuf Kaya gülüp oğullarının arasına horona katıldığında alkış ve tezahürat sesleri yükseldi. Horon halkası gittikçe büyürken düğün devam etti.
Takı töreni, yemek dağıtımı derken vakit hızlıca geçti. Herkes yorgun ama halinden memnundu. Misafirler yavaş yavaş dağılmaya başladığında akşam geceye dönmeye başlamıştı. Görevli çocuklar boşalan masaları toplarken düğün meydanında çok az kişi kalmıştı.
Leyla bir köşede uyuyakalan çocukları kontrol ettikten sonra gözü tek başına oturan Aygül’e takıldı. Yanına gidip karşısına oturduğunda dalıp gitmiş kadın kendini toparlayıp gülümsemeye çalıştı.
“annemle babam gittiler,” dedi Aygül “ben biraz denizi seyretmek istedim sanırım.”
Leyla onun yüzüne bakmaya devam edince Aygül taktığı maskeyi çıkartıp gözleri dolu dolu ona baktı.
“sanırım ben biraz kederlendim,” diye itiraf etti.
“çok kızıyorum ona,” dedi Leyla fısıltıdan yüksek olmayan bir tonda. Aygül yutkunup “seni sevdiği için mi?” diye sordu. Leyla bu kez bakışlarını kaçıran taraf oldu. Karanlık çökmüş denizin üstüne hilalin ışığı vuruyordu.
“seni üzdüğü için,” dedi bitkin bir halde. Aygül acı bir tebessümle aynı denize bakmaya devam etti. Karanlık denize bakmak birbirlerinin yüzüne bakmaktan daha kolaydı.
“beni sevmesini çok istedim,” dedi Aygül “ama başından beri seni sevdiğini biliyordum.”
Leyla gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. Sonunda birbirlerinin yüzüne bakacak cesareti topladıklarında Aygül “İlyas ile aranda bir sıkıntı mı var?” diye sordu. İkisi de Zeynep ile Sinan’ın arasına oturup gülerek bir şeyler anlatan adamın esmer yakışıklı yüzüne baktı. İlyas onların bakışını fark etmiş gibi onlara baktığında aynı anda bakışlarını kaçırdılar.
“var,” dedi Leyla “İlyas hala daha geçmişte olan şeyler yüzünden kendini suçlu hissediyor. Beni, Serhan’dan ayırdığını düşünüyor. Sevenlerin arasına zorla girdiğini sanıyor.”
Aygül dikkatle dinledikten sonra “bence İlyas senin yüreğinin sadece ona ait olmasını istiyor,” dedi yumuşak bir tonda.
“öyle zaten!” dedi Leyla. İstemsizce sesine biraz sitem karışmıştı. Aygül başını sallayıp “söyle ona o zaman,” diye karşılık verdi, “ne zaman Serhan mevzusu açılsa aranıza giren o koca sessizlikte bulduğu anlamı değiştir Leyla. Ona sadece onu sevdiğini söyle!” Aygül’ün gözleri bir an, çok kısa bir an İsmail ile Ayşe’ye takıldı.
“çok geç kalmadan söyle,” diye devam etti “araya başkaları girmeden söyle.”
Leyla, kadının baktığı yerde kim olduğunu çok iyi biliyordu. Çok mahrem, çok derin bir suya girdiğinin farkında dikkat kesilip “Aygül?” dedi sorar gibi.
“ben kalbimi iki kere açtım,” diye fısıldadı Aygül “benim nasibimde sevilmek yokmuş. Benim nasibimde sevdiklerimi başkalarını severken izlemek varmış.”
Sesindeki acı, beklenmedik bu itiraf Leyla’yı öyle beklemediği bir anda vurmuştu ki bir müddet öylece kadına bakmaya devam etti.
“bi-biliyor mu?” diye sordu kendini toparlamaya çalışıp.
“biliyor,” dedi Aygül “ama hiçbir zaman bir kardeşten farklı davranmadı bana- ben yıllar sonra nedenini anladım tabi.”
İki kadın arasındaki sessizlik öyle yoğundu ki Leyla külçe gibi bir ağırlık çöktüğünü hissediyordu üzerine. Yine ilk toparlanan Aygül oldu.
“ben gideyim artık,” dedi “sen selamlarımı iletirsin.”
“tamam,”
Leyla ona sarılırken Aygül “kendi kalbinin mezarlığına gömeceğin bir sır daha emanet ettim sana,” diye fısıldadı kulağına. Leyla ona sıkıca sarılıp başını salladı. Aygül kapıdan çıkarken dönüp son kez onlara baktı. Tam iki kez aynı yerden vurulan kalbini tutup gülümsemeye çalıştı.
“mutluluklar,” diye mırıldandı ve çıkıp gitti. Bazı duygular itiraf edilmezse eğer satırlara bile dökülemezdi.
Leyla ise bir müddet onun arkasından bakakaldı. Şaşkındı. Yıllar geçiyor ve hayat onu şaşırtmaya devam ediyordu. Kocası yanına gelip ona arkadan sarıldığında loş bir köşeye çekilmiş derin düşüncelere dalmıştı.
“Leyla’m,” dedi İlyas “iyi misin?”
Leyla, kocasının kollarında kendini şimdiden biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı bile. Ona dönüp yüzünü iki eli arasına aldı. İlyas, hüzün çökmüş gözlerine bakıp “ne oldu sevdiğim?” diye sordu.
“eğer başından kartlarını açık oynasaydın ve bana duygularını açıkça söyleseydin ben yine seni seçerdim,” dedi Leyla ve adamın ağzını açmasına fırsat vermeden devam etti ” ve bunu mecbur olduğum için değil sadece ve sadece seni sevdiğim için yapardım İlyas.” Leyla başını onun göğsüne yaslayıp “ben seni çok seviyorum,” dedi, “bana aşkı sevdayı yeniden öğreten, bana aşkı iki kişilik yaşamayı öğreten sensin İlyas. Ben seni seviyorum. Sadece seni seviyorum.”
İlyas onu tutup yüzüne baktı, “hem dert hem devasın,” dedi gözlerinde aynı aşkla, “yazım, kışım, güzüm, baharım, güneşim, yağmurum gündüzüm, gecem, Leyla’m.”
Leyla kocasına tekrar sarılıp kocasının yüreğine dert olan sıkıntısını son erdirmenin huzuruyla gözlerini kapadı. Hayatında bir defter daha kapanmış ve nihayete ermişti.
Ve artık kalem gerekmez
Sadırların künhünde kaybolur dizeler…
İsmail, herkese teşekkür edip vedalaşırken yüreğinde öyle bir hafiflik vardı ki bu durum yüzüne yansıyordu. Annesi ile babasının elini öperken ikisinin de hayır duasını almanın hafifliğiydi bu. Kızına bakarken, ona sarılırken gözlerinde gördüğü sevgiyi hissetmenin hafifliğiydi. İlyas’a sarılırken hiçbir kardeşi ile arasında dargınlık olmamasının verdiği hafiflikti.
Karısının elini tutup giderken arkasına dönüp baktığında birbirine sevgi gibi kuvvetli bir bağ ile bağlı olan bir aile bıraktığını bilmenin verdiği bir hafiflikti bu.
Ayşe’si yanındaydı. Birlikte çok uzun bir yoldan gelmiş, ayrılığın acısını da hasretin yükünü de kavuşmanın şükrünü de yaşamışlardı. Beklemek imtihanları olmuş, imtihandan geçmiş bir araya gelmişlerdi.
Şimdi ikisi çoktan hak ettikleri üzere bir tatile çıkacaklardı. İsmail karısının elinden tutup öptü. Ayşe de yan dönmüş ona bakıyordu. Başı koltuğa yaslıydı. Kocası ona verdiği tüm sözleri yerine getirmişti.
“bitti mi artık?” diye sordu Ayşe
“yeni başlıyor,” diye cevap verdi İsmail.
Gidecekleri yere vardıklarında ikisi de yorgun düştükleri için uyuya kaldılar. Sabah güneş odalarından içeri girerken gözlerini ilk açan Ayşe oldu. Karı koca yüzleri birbirine dönük halde yatıyorlardı. Ayşe’nin üzerinde gelinliği vardı. İsmail’in beyaz gömleği kırışmış, saçları dağılmıştı. Ayşe elini uzatıp onun yüzünü okşadığında İsmail’in tebessüm ettiğini gördü.
“uyandın mı?” diye sordu Ayşe.
“gülüm,” dedi İsmail “rüya mı görüyorum?”
“yok,” Ayşe ona biraz daha sokulup “aç gözlerini,” diye fısıldadı. Kocası yeşil gözlerini açtığında Ayşe ona gülümsedi. İsmail elini karısının beline koyup onu kendine çekti. Sevdiği kadının yüzüne bakıp avcı gözlerinde kaybolurken “günaydın,” dedi kısık bir sesle.
“uyuyakalmışız,” dedi Ayşe çoktan kalp atışları hızlanmıştı. İsmail onun saçlarını koklayıp “kokuna hasret kalmışım,” dedi aşkla. Ayşe onun göğsüne yatıp elini kocasının karnının üstüne koydu. İsmail onun saçlarını usulca okşamaya başladığında bir müddet gözlerini kapayıp bu anın tadını çıkarttı.
Sonrasında karı koca birlikte kahvaltıya indiler. Kahvaltıdan sonra gezintiye çıktılar. Bütün gün el ele dolaştılar bu antik kentin sokaklarında. İlgilerini çeken her yere girdiler. Canlarının çektiği her şeyin tadına baktılar.
Bir turist yanlarına gelip çok güzel gözüktüklerini söyledi ve bir fotoğraf çekmek için izin istediğinde Ayşe İsmail’e baktı. İsmail “olur,” deyince orta yaşlı sarışın turist onların resmini çekip bir kopyasını da onlara hediye etti.
“you look so good together!” diyen adam onlara selam verip giderken Ayşe resme bakıp “düğün fotoğrafının yanına bunu da koyalım,” dedi. Birlikte oturacakları evden bahsediyordu.
Gün batımı yaklaşırken meşhur manzarayı kaçırmamak için kanyona çıktıklarında ikisi de epeyce yorulmuştu. Kendilerini yeşilliğe atıp denizin üstünden doğru batmaya başlayan güneşi izlemeye başladılar. İsmail karısının omzuna elini atıp onu kendine çekerken güneşin batışıyla birlikte ötüşmeye başlayan kuşları dinliyordu.
“ne düşünüyorsun?” diye sordu Ayşe ona bakıp. İsmail tebessüm edip “hiçbir şey,” dedi ve ekledi “sadece çok huzurlu hissediyorum. Çok uzun zaman koşmuşum da sonunda durmuşum gibi.”
“sen de ben de acımızdan kaçmaya çalışırken çok yorulduk,” diye kabul etti Ayşe. Turuncu gün batımı ikisinin de yüzüne vuruyordu.
“şimdi birbirimizde dinleneceğiz,” dedi İsmail, “birlikte geçip giden her anın kıymetini bilerek, beklemenin ne denli zor olduğunu unutmadan kavuşmanın kıymetini bilerek yaşayacağız.”
“yaşayacağız sevdiğim,” dedi Ayşe. Güneş erimiş bakır madeni gibi denizin üstüne son kez ışığını salarken diğer taraftan ay yükselmeye başlamıştı.
“Ayşe’m,” dedi İsmail “benimle birlikte yanmaya gönlün var mı?”
Ayşe güldü. Kocasının karşısına geçip bağdaş kurdu. Ellerinden tutup ona ait bir çift kuytu ormana bakıp kaybolurken “var İsmail’im,” dedi, “seninle yaşamaya da senin aşkının ateşini künhümde bir elmas gibi taşımaya da gönlüm var.”
Zor tepeyi aşıp zirvede dinlenmeye başlayan karı koca gün batımını izlemeye devam ettiler.
-şimdilik son-
.
.
.
.
her zamanki gibi minik yıldızı parlatmayı unutmayın ricasıyla başlayacağım
evet gelelim son kitaba...
Sinan bizim elimizde büyüdü. Bu yüzden onun hikayesini yazmak benim için bir tık daha zordu
hem kendim için hem de sizin için onu bu kitapta geri çektim.
İsmail sınanırken aslında Sinan da henüz görmediğimiz, okumadığımız bir mekanda sınanmaktaydı.
en küçük Kaya'nın kalbine ineceğimiz son kitabımın adı
SEVMEYİ ANLAMAK
nasipse inşallah sizinle yine burada buluşacağız
şimdilik hepiniz Allah'a emanet olun
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.44k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |