72. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM 5

BÖLÜM 5

RabiaSofi
rabiasofi

İYİ okumalar :)

 

BÖLÜM

Ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda?*

 

Babasının elinde küçük bir valizle ona doğru gelişini izledi. Yüzünde bir tebessüm elini öpüp elindeki valizi almaya çalıştı ama “ben taşırım kızım,” dedi adam.

“peki baba”

“amcan nerede?”

“o içeri girmedi baba. Arabada bekliyor.”

Birlikte havalimanından çıkıp küçük amcasının arabayı park ettiği yere doğru yürürlerken “nasıl gidiyor bakalım?” diye sordu babası.

“iyi babacığım,” dedi Ayşe “hayırlısıyla yakında bitecek. Sonra da-“

“sonra da ben kızımı telli duvaklı gelin edeceğim inşallah,” dedi Zafer Bozçelik yüzünde hüzünlü bir gülümseme ile. Ayşe sesini çıkartmayınca utandığını düşünüp “neyse,” dedi “annenin de kardeşlerinin de sana çok selamı var.”

“aleyküm selam,” dedi Ayşe “hepsini çok özledim.”

“güya seninle birlikte buradaki evde kalacaktık ama hem senin fakülteye çok uzak kaldı hem de İstanbul’da bir sürü iş çıktı.”

“olsun baba,” dedi Ayşe hemen “olanda hayır vardır demişler. Hem kaldığım yurt fakülteye çok yakın bana da çok kolaylık oldu.”

“sen halinden memnunsan sıkıntı yok benim güzel kızım.”

Ayşe gülümsedi. Babasının koluna girip “İstanbul nasıl?” diye sordu “burada hava öyle bir soğudu ki geceleri iki kat battaniye ile yatıyorum bazen.”

“deme yahu,” Zafer bey kızını kolunun altına alıp “İstanbul hala sıcak,” diye ekledi. Arabaya yaklaştıklarında amcası inip abisini karşıladı.

Yola çıktıklarında “yahu bir işi halledemediniz Zeki,” diye söylendi babası kardeşine “illa kalkıp gelmek mi gerekiyordu şimdi?”

Zeki amcası sesini çıkartmayınca Ayşe “ne işi baba bu?” diye sordu. Babası ona işlerinden bahsetmezdi. Çoğu zaman ne yaptıklarını bile bilmezdi Ayşe.

“seni ilgilendiren bir mesele değil kızım,” dedi babası. Sesinde aksilik yoktu ama verdiği cevap Ayşe’nin bir daha bu mesele hakkında tek bir kelime konuşamayacağı anlamına geliyordu. Nitekim başını çevirip camdan dışarısına bakmaya devam etti.

“abi,” dedi amcası “senin imzan gerekiyor. Yoksa neden buraya kadar yoralım seni.”

“ben size vekalet vermedim mi?”

“ama bu iş senin vekalet verdiğin mesele ile ilgili değil.”

“Allah Allah,” dedi Zafer sesinin tonunu yükselterek “ne biçim işmiş bu!”

“merak etme bir haftaya hallederiz.”

“öyle olsa iyi olur,” dedi babası. Ayşe’ye bakıp “Tuğrul oğlum ile olan işleri yarım bırakıp geldim. Ayıp oldu çocuğa.”

Zeki amcası gülüp “damadın değil mi canım,” dedi “beklesin biraz.”

Ayşe oturduğu yerde kımıldanıp tırnaklarını avucuna bastırırken kendini sıktı. Tuğrul! Yüzünü birkaç kez gördüğü o yabancı! Babasının ona sormadan verdiği söz! Ayşe’nin bir an önce bu hatayı düzeltmesi gerekiyordu. Ne olursa olsun Tuğrul’la evlenmeyecekti. Onun kalbinde tek bir kişiye yer vardı. Sevdiği adamın yüzü zihninde canlanınca kalbi sıkıştı. Eğer İsmail, Tuğrul’u öğrenirse- hayır, hayır! O öğrenmeden bu işi halletmeliydi. İsmail’in öfkesi her şeyi yakıp yıkmadan önce Tuğrul ile olan bu saçma sapan meseleyi nihayete erdirmeliydi.

“Allah’tan Tuğrul anlayışlı çocuk da sen git baba, ben sen gelene kadar idare ederim, dedi.”

“baba mı?” dedi Ayşe kendini tutamayıp “ne babası ya!”

İki adam arabada güldüler “bak bak!” dedi Zafer bey “babasını kıskanırmış da kızarmış.”

“baba-“

“kızım ne diyecek adam bana. Babasıyım tabi. Yaza düğününüz olacak. Sözlüsünüz siz. Şu tez mez işini hallet hemen bir nişan yapacağız. Ardından da düğün. Sen de onun anasına ana demeye başla artık.”

Ayşe neredeyse ağlamaya başlayacaktı. Bir kere bile sormamıştı babası ona. Kızım senin rızan var mı, diye sormamıştı. Bir gün eve geldiğinde ‘Tuğrul’la evleneceksin. O artık senin sözlün sayılır ona göre davran,’ demişti o kadar. Ayşe de sesini çıkartamamıştı. Babasına karşı çıkmak hiçbiri için kolay değildi. Babası sinirlendiği zaman taş taş üstünde bırakmazdı. İsmail’in öfkesi saman alevi gibi sönerken babasının öfkesinin alevi herkesi yakmadan sönmezdi. Ne annesi ne Ayşe ne de erkek kardeşleri onun lafının üstüne laf söyleyemezlerdi.

Bir tek teyzesi ile dayısı babasına karşı dik dururlardı. Korkmazlardı ondan. Bu yüzden Ayşe ikisine de saygıda kusur etmez elinden geldiğince ikisinin de gönlünü hoş etmeye çalışırdı. Ama babası karısının akrabalarından pek haz etmez kendisi pek sık görüşmediği gibi ailesinin de görüşmesine izin vermezdi. Ayşe’nin babasına karşı tek başkaldırışı teyzesi ve dayısı içindi.

“utandırma yeğenimi abi,” dedi Zeki amcası. Zafer Bey, kızının yüzüne bakıp iç çekti. Kardeşine dönüp “benim kızım çok edeplidir Zeki,” dedi halinden memnun “bir kere bile sözümden çıkmamıştır şimdiye kadar. Olacaksa Ayşe gibi kız evladın olacak. Gerisi zarar ziyan!”

Ayşe’nin bu cümleler karşısında kulakları uğuldamaya başlamıştı. Bir kız evladın değeri bu kadar mıydı yani? Bundan ötesinin bir kıymeti yok muydu?

Yutkunup camdan bakmaya devam etti. Küçüklüğünden beri susması öğretilmiş bir kız çocuğuydu o. Şimdi nasıl konuşacaktı? İsmail için yapacaktı. Ona bakarken yıldızlar gibi parlayan bir çift yeşil deniz için yapacaktı. Ona şefkatle yaklaşan güzel kalbi ve tertemiz sevdaları için yapacaktı. Babası ile mücadele edecekti. Ona halini anlatmaya çalışacaktı.

Zeki amcasının evinde akşam yemeği yedikten sonra kuzenleri erkenden yatmış, yengesinin demlediği çayı içerken babası ile amcasını salonda iş konuşmaları için baş başa bırakmışlardı.

Yengesi yaptığı tatlıdan bir tabak daha alıp “babanın yanında bir şey söylemedim ama yüzünü gören cennetlik kız,” dedi “hayırdır çok mu yoğunsun? Bir kere bile gelmedin.”

“gönül koyma yenge,” dedi Ayşe “meşguliyet işte. Gün başlıyor, bitiyor ben bile anlamıyorum.”

“öyle,” diye kabul etti yengesi “ama yaza düğün var Ayşe’m. Arada bir gel de çeyiz bakalım.”

Ayşe’nin yüzündeki ifadeyi gören Melike yengesi mutfağın kapısını kapayıp geri döndü ve karşısına oturup “sende bir haller var,” dedi ve ekledi, “anlat bakayım.”

“yok bir şey yenge,” dedi Ayşe ama sesi titremişti.

“Ayşe,” dedi ikaz eder gibi yengesi.

“yenge,” diye fısıldadı Ayşe “ben Tuğrul’la evlenemem.”

Yengesi bir an durup bekledi. Çayından bir yudum alıp “neden?” diye sordu. Ayşe başını salladı.

“evlenemem işte,”

“eyvahlar olsun,” dedi Melike yengesi “kız yoksa başkası mı var gönlünde?”

Ayşe’nin sessizliği yeterli bir cevaptı. Yengesi dizini döver gibi ovuşturup “Ah Ayşe!” dedi, “babanın ağzından çıkan sözün geri dönüşü olmaz. Benden iyi bilirsin.”

“yapamam yenge,” dedi Ayşe “eğer Tuğrul’la evlenirsem cenazem çıkar benim o evden.”

“sus kız!” diye bağırdı yengesi fısıltıyla “ağzından çıkanı kulağın duysun.”

Bir müddet ikisi de konuşmadan mutfakta oturmaya devam etti. Bir ara babası ile amcasının kahkahalarını duyar gibi oldu. Kapıya bakıp “babamı çok seviyorum,” dedi, “o da beni kendince seviyor biliyorum. Ama bu sefer istediği şeyi yapamam. Olmaz.”

“çocuk kim?” diye sordu yengesi. Ayşe oynadığı parmaklarına bakmaya devam edince dürtüp “kim?” diye sordu tekrar.

“adı İsmail,” diye fısıldadı Ayşe. Dudaklarından çıkan isim kalbini titretti. Yengesinin kaşları çatılır gibi oldu.

“kimlerden bu İsmail?”

İşte burası zor olan kısımdı. Yengesine güveniyordu güvenmesine ama vereceği tepkiyi kestiremiyordu.

“Kayagiller’den Yusuf’un en büyük oğlu,” dedi tek nefeste. Yengesi bir an yanlış duyduğunu düşünmüş olacak ki tepki vermedi. Sonra gözleri fal taşı gibi açılırken Ayşe’nin kolunu çimdikleyip “sen kafayı mı yedin?” diye çıkıştı “sen babanın ocağını batırmaya yemin mi ettin?”

“yenge-“

“İsmail?” diye tekrar etti yengesi “kızım senin her türlü o evden cenazen çıkar zaten.”

Ayşe’nin yüzündeki hüznü gören yengesi kendini frenlemeye çalıştı. Kuruyan dudaklarını ıslatmak için soğumuş çayından bir yudum daha alıp sakinleşmeye çalıştı.

“olmaz o iş,” diye devam etti, “unut, çıkar aklından. Tuğrul senin kocan olacak. Zamanla alışırsın. Burası böyle bir coğrafya kızım. Çoğumuz sevdiğini almaz. Aldığını sever.”

“İsmail’i tanımıyorsun,” dedi Ayşe usulca “ben vazgeçsem o vazgeçmez.”

“iyi,” dedi yengesi “o mezara gider, baban hapse sen de kalırsın ortada.”

“yenge Allah aşkına,” diye sitem etti Ayşe “söylediğime pişman etme beni. Ben bilmiyor muyum bütün bunları? Ne yapayım? Kalbim ona düştü bir kere. Başkasını kabul edemem.”

“ah be kızım,” dedi Melike yengesi acıyarak “yazık ettin kendine.”

 

Ayşe o gece amcasında kaldı. Bütün gece huzursuz bir şekilde koltuğun tepesinde dönüp durdu. Yengesinin söyledikleri aklından çıkmıyordu.

Sabah kahvaltıya oturduklarında kuzenleri okul için çoktan gitmişti. Dördü sessizlik içinde yemek yerken babası, Ayşe’nin suratına bakıp “ne bu halin?” diye sordu “uyuyamadın mı?”

“evet,” dedi Ayşe sadece.

Yengesi ile anlık bakıştılar. Ayşe hemen bakışlarını kaçırdı. Ama babası yakalamıştı. Boğazını temizleyip “Zeki,” dedi “bize biraz müsaade edin bakayım.”

“tabi abi,” dedi amcası. Karı koca masadan kalkarlarken yengesi ona ‘sakın bir şey söyleme’ dercesine bir bakış attı.

Masada babasıyla kaldığında Ayşe başı önde öylece bekledi. Babası bir müddet onu izleyip “sende bir şey var Ayşe!” dedi o otoriter sesiyle. Küçükken bu ses tonunu kullandığında aklı çıkardı. Gerçi değişen bir şey yoktu hala.

“ben-“

“karşımda böyle süklüm püklüm durma!” diye bağırdı babası, “kaldır başını yüzüme bak!”

Ayşe içinde korkuyu hissederken bir yaprak gibi titrememek için kendini sıkıp başını kaldırdı ve babasının ateş saçan o koyu gözlerine baktı. Yer yer grileşmiş saçları önden bayağı açılmıştı.

“derdini söyle!” diye emretti babası.

“derdim,” dedi Ayşe korkudan kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissediyordu, “derdim senin bana sormadan verdiğin söz.”

“ne demek şimdi bu?”

“ben Tuğrul’la evlenmek istemiyorum,” dedi Ayşe tek nefeste. Salonun ortasına sis bombası atılmış olsa babası daha az şaşırırdı herhalde.

Zafer Bey ağzını açıp “neden?” diye sordu “Tuğrul, terbiyeli bir adam. Babasından kalan mirası bir yılda ikiye katladı. Zeki, saygılı. Bunlardan hangisi hoşuna gitmedi kızım?”

İşte başlamıştı. Ayşe gözlerini kapatıp açtı. Babası hep böyleydi. İnsanlara kendini suçlu hissettirmek konusunda üstüne yoktu.

“Tuğrul iyi biri olabilir ama biz birbirimize uygun değiliz.”

“peh!” diye parladı babası “uygun değilmiş! Bu da şimdiki neslin yeni icadı!”

“baba-“

“ben bir söz verdim Ayşe!” diye devam etti babası onu duymazlıktan gelip “sen de benim sözümü çiğnemeyeceksin. Bu mesele burada kapanmıştır.”

“lütfen bir dinle-“

“Ayşe!” dedi babası dişlerini sıkıp. Gözlerine yine o aklının çıktığı karanlık inmişti. Ayşe hemen oturduğu yerde sindi.

“ben senin için en iyisini seçtim. Sen de kabul edeceksin. Bir daha bu konuyu açarsan tadımız kaçar.”

Ayşe sesini çıkartmadan başını eğince babası masadan kalkıp “akşama çok gecikmeden eve gel,” dedi yine emrederek “belli seni çok başıboş bırakmışız. Hemen şu lisans işini halledeceksin. Benimle İstanbul’a döneceksin.”

“ne?” dedi Ayşe şaşkınlıkla “baba en az üç ay daha burada kalmam gerekiyor.”

“onu benim sözümün üstüne söz söylemeden önce düşünecektin.”

“baba,” dedi Ayşe yalvarır gibi “lütfen. Çok emek verdim. Müsaade et baba lütfen.”

Sesi çatlamış çenesi titremeye başlamıştı bile. Zafer bey kızının gereken dersi almış olduğunu düşünmüş olacak ki “üç ay,” dedi net bir sesle “üç ay sonra gelip seni alacağım.”

“tamam”

“ne işin varsa hepsini halledeceksin.”

“tamam,” dedi genç kız bir kez daha. Babası evden amcası ile birlikte çıktığında Ayşe de sandalyeye çöküp öylece kaldı. Ağlamak istiyordu ama yapamıyordu. Küçükken babası her ağladığında ona kızardı. Bu yüzden ağlamamayı öğrenmişti.

Yengesi usulca yanına gelip saçlarını okşadı.

“ah benim Ayşe’m” diye mırıldandı, “benim bahtsız Ayşe’m.”

….

 

İsmail annesinin elini öpüp başına koydu. Annesi ona sıkıca sarılıp “birbirinize sahip çıkın,” diye fısıldadı kulağına. İsmail de aynı şekilde “gözün arkada kalmasın anacığım,” diye cevap verdi. Sonra babasının elini öptü. Babası ona gururla bakıp “Allah’a emanet olun aslanlarım,” dedi.

“siz de baba,”

Sinan dolu gözleri ve titreyen çenesi ile iki abisine bakıp “sizi bırakıp gitmek istemiyorum,” dedi. İsmail onu kucağına alıp sarıldı. Sinan, abisinin omzuna başını yaslayıp ağlamaya başlayınca “ağlıyor musun lan?” diye sordu. Sinan burnunu çekip “ağlamıyorum,” dedi güçlü durmaya çalışarak.

İsmail onun yüzüne bakıp “çok geçmeden biz de geleceğiz,” dedi şefkatle gözündeki yaşları silip. Sinan başını salladı. İlyas da onun saçlarını okşayıp “Allah’a emanet ol,” dedi. Bu veda yüzünden kendini kötü hissediyordu. İstanbul’a dönüp hayata atılacak kadar kendini güçlü hissedemediği içindi bütün bu hüzün.

“Oğuz’la Nesli’yi öpün benim için,” dedi İlyas. Döndüğünden beri kardeşleriyle ancak bir kez telefonda konuşabilmişti. Oğuz ve Nesli, anneleri tembihlediği için abilerinin başına üşüşmüyor onu rahat bırakıyorlardı.

Bir aralık annesi İsmail’i kenara çekip “Sinan okuluna alışsın, biz babanızla sizi kontrole geleceğiz,” dedi ve ekledi “bir dahaki gelişimde kaçışın olmayacak haberin olsun.”

“anne-“

“bir dahaki gelişimde gelinimle tanışmak istiyorum İsmail,” dedi kadın açıkça “yüzün gülüyor şükürler olsun ama biz de oğlumuz gönlünü kime açmış, ailemize kimi layık görmüş bilmek istiyoruz.”

“peki anne,” dedi İsmail sonunda. Elife Hanım yüzünde büyük bir gülümseme “hadi şimdilik seni rahat bırakıyorum ama unutma çok kısa süreliğine.”

“tamam anacığım tamam,” dedi İsmail. Annesinin sesindeki bariz ikazı anlamıştı.

“hadi gidelim artık,” dedi Yusuf Bey. Karısı ile küçük oğlunu alıp uçağın kalkacağı kapıya doğru gittiler ve son kez el sallayıp gözden kayboldular.

İki kardeş baş başa kaldığında İsmail, İlyas’a bakıp sırıttı. Çocukken de evde baş başa kaldıklarında yüzünde aynı sırıtış olurdu. Her türlü yaramazlığı yaparlardı. Annesi eve geri döndüğünde ikisine de bağırır ve ortalığı toplatırdı.

“ne bakıyorsun öyle,” dedi İlyas arabaya doğru yürümeye başlamışlardı bile. İsmail ona omuz atıp “kaldık mı baş başa?” diye sordu. İlyas da güldü. O da eski günleri hatırlamıştı. Arabaya bindiklerinde İsmail “bir balık mangal yapalım mı?” diye sordu.

“olur,” dedi İlyas gülüp. İsmail çarşıya sürüp “İdris abinin oradan alalım balıkları,” dedi. İdris abinin balıkları her zaman taze olurdu. Arabayı sahildeki otoparka çekip yürüyerek çarşıya gittiler. İsmail her zamanki gibi tanıdıklarla sohbet ederek ilerlediği için yavaş gidiyorlardı.

“Hilmi!” diye bağırdı karşı sokaktaki manava. Hilmi onu görünce eliyle selam verip “gönderdiniz mi ula babanızı?” diye sordu.

“gittiler,”

“gelin bir çay içelim!”

“yok, akşam mangal yapacağız İdris abiye gidiyoruz.”

Manav Hilmi kahkahayı bastı, “iki bekâr âlemlere dalacaksınız ha!”

İlyas elleri ceplerinde “tövbe haşa,” dedi “uslu uslu balığımızı yiyip oturacağız.”

“öyle olsun.”

“hadi selametle”

İki kardeş balıkçıların olduğu yere geldiğinde onları gürültülü bir telaş karşıladı. Kasalarda sabah avından gelen balıklar tezgâhı beklerken herkes balığını alıp eve gitme telaşındaydı.

“İdris abi!” dedi İsmail “bana en güzelinden alabalık, hamsi ne olursa abi!”

Balıkçı İdris onları görünce “ooo!” diye bağırdı “kimler gelmiş?”

“nasılsın İdris abi?” diye sordu İlyas.

“sizi gördüm daha iyi oldum,”

“karşılıklı abim,” dedi İsmail coşkuyla. İdris keyifli bir kahkaha attı, “oturup bekleyin hazırlıyorum sizin balıkları.”

Kaldırıma dizili alçak ahşap taburelere geçip oturduklarında İlyas “şuranın gürültüsü hiç dinmiyor,” dedi abisine.

“ne sandın oğlum?” diye karşılık verdi İsmail “Karadeniz burası Karadeniz!”

İlyas, abisinin coşkulu mutluluğunun tek sebebinin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Yaklaşık bir hafta önce içini açmıştı abisi ona. Sevdaya düştüğünü söylemiş, sırrını emanet etmişti. İlyas da o zamandan beri abisinin yüzündeki mutluluğa bakıp mutlu oluyordu. İçini kemiren endişeleri henüz sesli dile getirmese de Ayşe’nin sülalesi yüzünden tedirgindi.

“ooo gençler,” diyen sesle dönüp ikisi de sesin geldiği yere baktılar. Aygül ve annesi İpek teyze kol kola girmiş yanlarına doğru geliyorlardı. İkisi de ayağa kalkarken İpek Hanım “balık keyfi mi yapacaksın bakalım?” diye sordu.

“evet İpek teyze,” dedi İlyas. Uzanıp kadının elini öperken İpek Hanım onun kolundan tutup “hoş geldin İlyas’ım,” dedi bir anne şefkatiyle “kusura bakma gelemedim bir türlü seni görmeye.”

“estağfurullah.”

“ama dün annenle telefonda konuştum. Gittiler değil mi?”

“gittiler,” dedi İsmail. Aygül ikisine birden “çok yaramazlık yapmayın,” diye uyarıda bulununca İsmail gülüp “bizim yaramazlık yaptığımız nerede görülmüş kız!” diye sordu eğlenerek. Bir yandan da bakışları kardeşinin üstündeydi. Aygül’e bakarken İlyas’ın yüzü kesinlikle değişiyordu.

“Aygül!” dedi annesi tebessüm edip “neyse gençler Allah kavuştursun. Arada Cemal amcanızın yanına uğramayı ihmal etmeyin yoksa gönül koyar.”

“İsmail abi,” dedi Aygül “sen de fakülteye gelecek misin? Konferans için.”

“benimle işiniz bitmedi mi da?” diye sordu İsmail.

“hazırlandık o kadar dinlemeye gelmeyecek misin?”

“konferansın olduğu gün gelirim,” dedi İsmail kardeşinin değişen yüz ifadesini dikkatle izliyordu. ”tabi öncesinde de bir uğramak gerekir.”

“gerçekten mi?” dedi Aygül gözleri parlayarak “o zaman bu Cuma bir toplantımız daha olacak kesin gel.”

“tamam, tamam,” dedi İsmail “gelirim.”

“İlyas sen de gel,” dedi genç kız hevesle.

“olur,” diye atladı İlyas hemen “birlikte geliriz.”

“ay süper olur,” Aygül gerçekten sevinmişti. Muzip bir ifadeyle İlyas’a bakıp “hem geçende abinin epeyce bir kısmeti çıkmıştı,” diye devam etti ve ekledi, “belki sana da bir talipli çıkar İlyas.”

İpek teyze, kızına uyaran bir bakış attı, “utandırma çocuğumu Aygül.”

“ne dedim ki şimdi ya?” diye itiraz etti Aygül. İlyas gülümsemeye çalışıp “yok, bir şey demedin,” dedi sadece.

“İpek abla!”

Yanlarına yaklaşan kadın orta yaşlı, hafif balık etli biriydi. Başına bağladığı eşarbın iki ucunu önünde düğüm yapmıştı.

“Melike,” dedi İpek Hanım şaşırarak “sen buralara gelir miydin?”

“şehir merkezinde işim vardı,” dedi kadın. İsmail’e bakış atıp tekrar önüne döndü, “sizi görmüşken bir selam vereyim dedim.”

“iyi yaptın.”

“bu yiğitler kim?” diye sordu Melike cevabı bildiği halde. İpek Hanım rahatsız bir tavırla “İsmail ile İlyas. Yusuf abinin büyük oğulları.”

“Kayagillerden?”

“evet”

Melike başını sallayıp başka bir tepki vermezken balıkçı İdris “ula İsmail!” diye seslendi “gel al balığını.”

“geldim abi,” diye bağırdı İsmail. Balıkçı tezgahına giderken Melike de “neyse sizi görmüşken bir selam vereyim dedim,” diyerek yanlarından ayrıldı kalabalık balık kapanına İsmail’in peşinden gitti. Aynı tezgahta İsmail’in yanında durup balıklara bakıyormuş gibi yaparak “İsmail,” dedi başını çevirmeden.

Genç adam şaşkınlıkla kadına bakınca Melike “önüne dön!” dedi ve devam etti, “ben Ayşe’nin amcasının karısıyım.”

İsmail “Ayşe mi?” dedi telaşlanarak. Melike “evet,” diye onayladı.

“hayırdır inşallah?”

“hayır değil İsmail,” diye karşılık verdi kadın “Ayşe bana ikinizden bahsetti.”

“biz-“

“siz diye bir şey yok,” Melike balığa bakıyormuş gibi yaparken İsmail elinde balık poşeti donup kalmıştı.

“seni uyarmaya geldim. Yol yakınken bu sevdadan vazgeçin. Sen Zafer abiyi tanımıyorsun. İkinizi öğrenirse yer yerinden oynar. Ayşe’nin başını yakma. Uzak dur ondan. İki tarafın da ocağını yıkmayın!”

Melike geldiği gibi hızla giderken İsmail arkasından bakmaya cesaret edemedi. Sinirle yumruğunu sıkarken bildiği tek bir şey vardı. O da Ayşe’den vazgeçemeyeceğiydi.

.

.

.

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

Allah'a emanet olun

Bölüm : 24.05.2025 16:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM 5
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.44k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...