75. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM 8

BÖLÜM 8

RabiaSofi
rabiasofi

ben geldim :)

Hepinize iyi (mi?) okumalar

 

BÖLÜM

İbrahim,

Gönlümü put sanıp da kıran kim?*

(Asaf Halet Çelebi)

Pamukçuk gibi yağan karın altında yavaşça yürüyor. Üzerine konan tanelerin tadını çıkarıyordu. Etrafa kar yağdığında çöken sessizlik çökmüştü. Aralık ayı bitmek üzereydi. Yeni yıl başlangıcında babasının Ayşe’ye verdiği süre dolacaktı.

Geçen sürede tezini teslim etmişti. Zaten bilerek bir dönem daha uzattığı bu süreçte karşısına İsmail çıkmış, ona sevdalanmıştı. Uzatmasının sebebi Tuğrul’la olan meseleydi. Yüksel lisansını bilerek tamamlamamış ve böylece Tuğrul’la nişanlanmaktan kurtulmuştu ama bu sefer de babası karşısına bir duvar gibi dikilmişti. Öne sürecek bir bahanesi kalmamıştı artık.

İsmail’le konuşmalı, Tuğrul’u söylemeliydi. Ailelerine durumu açıklama vakti gelmişti. Telefonu çalmaya başladığında cebinden çıkartıp ekrana baktı.

“iti an-“ diye mırıldandı Ayşe. Eli kırmızı tuşun üstüne gitti ama arkasından bir ses “açmayacak mısın?” diye sorunca korkarak yerinde zıplayıp ona döndü.

“Tuğrul,” diye fısıldadı. Sesi sönmüştü sanki. Tuğrul yüzünde bir gülümseme ona bakıyordu. Telefonu kapatıp cebine koyarken bir yandan da usul usul Ayşe’nin yanına geldi. Koyu kahve saçlarının üzerine konan kar tanelerini silkeleyip “seni görünce sürpriz yapayım dedim,” dedi. Uzun ince bir yapısı vardı Tuğrul’un. Hafif sarıya çalan benzi ona solgun bir hava veriyordu. Siyah paltosunun üstüne beyaz yün bir atkı dolamıştı. 31 yaşındaki adamın gözlerinin rengi de sarıya çalan elaydı. Hiç sevmezdi onun gözlerinin rengini.

“senin burada ne işin var?” diye sordu Ayşe.

“o ne demek şimdi?”

“yani,” Ayşe boğazını temizleyip minik bir adım atıp geriledi, “İstanbul’da olduğunu zannediyordum.”

“Zafer babam beni seni alıp İstanbul’a götürmem için gönderdi.”

Ayşe ellerinin titremeye başladığının farkındaydı. Yine de yüzündeki ifadeyi sabit tutmayı başarmıştı.

“ben dönecektim,” dedi Ayşe soğuk bir tavırla “boşuna zahmet etmişsin.”

“annemi de görmek istedim,” adam Ayşe’nin açtığı o bir adımlık mesafeyi kapatıp “hiç ziyaret etmiyormuşsun onu,” diye devam etti, “çok alınmış, gönül koymuş sana.”

Sesindeki bir tını tehdit havası veriyordu. Ayşe tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Yutkunup “çok meşguldüm,” dedi sadece.

“Ayşe,” diye hırladı Tuğrul birden “seninle ilgili kulağıma gelen şeyler hiç hoş değil.”

“ne geliyormuş kulağına?”

“annem seni gecenin bir vakti Kaya’ların oğluyla birlikte görmüş. Üstelik kadını görmezlikten gelmişsin. Geçende bir arkadaşım da seni yine o şerefsizle birlikte görmüş. Sen ne yapmaya çalışıyorsun?”

“sana hesap vermeyeceğim Tuğrul,” dedi Ayşe birden delicesine öfkelenmişti, “sen benim için yoksun. Hiçbir zaman da olmayacaksın.”

“ne diyorsun ulan sen!” Tuğrul, kızın kolundan tutup canını acıtmak için sıkınca Ayşe yüzünü buruşturdu. Kolunu çekmeye çalışıp “bırak!” dedi.

“bana bak!” dedi Tuğrul dişlerini sıkıp “belli ki baban seni fazla serbest bırakmış ama ben sana terbiye vermesini iyi bilirim. Bundan sonra otururken, kalkarken nefesimi ensende hisset Ayşe! Yaza karım olacaksın, ona göre davran!”

Ayşe serbest elini adamın göğsüne yaslayıp kolunu çekmeye çalıştı ama Tuğrul’da deli kuvveti vardı sanki. Santim kımıldatamamıştı kolunu.

“sana toparlanmak için bir hafta mühlet veriyorum,” diye devam etti adam “çulunu çaputunu topla, baban bizi bekliyor. Yarın da seni aradığımda hazır ol annemin elini öpmeye gideceğiz.”

“bırak!” dedi Ayşe yine. Tuğrul onu iter gibi bırakınca Ayşe geriye doğru sendeleyip düşmemek için üstü kar tutmuş bir kamyonun kasasına tutundu.

“sakın beni sinirlendirecek bir şey daha yapayım deme,” adam işaret parmağını kıza doğrultup konuşmaya devam etti, “sana öyle şeyler yaparım ki Ayşe doğduğun güne lanet edersin.”

Tuğrul içinde saklı tuttuğu öfkesini sadece gözlerine yansıtarak kızın üstüne yürüyüp kulağına eğildi, “bir daha da sözlün için it demeden önce iki kere düşünürsün artık.”

Adam geldiği yoldan geri dönerken Ayşe bir müddet sokakta tek başına hiç kımıldamadan şok içinde olduğu yerde kaldı. Kolu deli gibi sızlıyordu. Kamyonun arkasına sinmişti resmen. Hıçkırıklarını zapt etmek için elini ağzına bastırıp sakinleşmeye çalıştı.

Sarsak adımlarla sokaktan çıkıp caddeye indiğinde kolunu tutuyordu. Canı çok acımıştı ama fiziksel acıdan çok gururu kırılmıştı. İradesi hiç tanımadığı bir adamın karşısında çökmüştü. Bunun olmasına babası izin vermişti. Tuğrul’a Ayşe üzerinde her türlü hakkı babası tanımıştı. Resmen bir mal gibi öz kızını ciğeri beş para etmez bir adama vermişti. İşte canını acıtan şey buydu. Kolundaki sızı ona bu gerçeği hatırlatıyordu sadece. Şimdi karşısında iki seçenek vardı. Ya babasına dolayısıyla Tuğrul’a boyun eğecek onlar nasıl isterse öyle biri olacaktı ya da İsmail’in yanına gidecek ve- ve ne olacaktı? İsmail onunla evlenecekti. Ona olan sorumluluklarını yerine getirecekti ama Ayşe’nin başı yine eğik olmaya devam edecekti. İsmail’in ailesi özellikle de babası onu kabul edecek miydi peki? O da oğlunu reddederse ne olacaktı? Ayşe, İsmail’i ailesinden kopartmış olacaktı. Gittiği hiçbir yerde kabul görmeyecekti.

Yolun ortasına çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamasına ramak kalmıştı. Ama yapmadı. İsmail yanında yokken duygularını kabul edebilmek zordu. Onun yerine yürümeye devam etti. İnsanların ona garip garip baktığının farkındaydı. Ah bu insanlar! Onlar konuşmasın, dedikodu yapmasın, ağızlarına malzeme olmasın diye değil miydi bunca çekilen sıkıntı. Şimdi ise umurunda değildi. Kimsesi yokmuş gibi hissediyordu ve insan böyle hissetmeye başlayınca geri kalan herkesin ne düşündüğünü de umursamamaya başlıyordu.

Bu düşünceler içinde yurda vardığında hemen odasına çıkıp kapısını kapattı sıkıca. Tek kişilik odada kalıyordu zaten. Kabanını çıkartıp banyona girdi. Kazağını çıkartıp koluna baktığında o hayvan herifin parmaklarının izini gördü. Morarmaya başlamıştı bile. Duşa girip sıcak suyun o herifin dokunuşlarını temizlemesi için vücudundan akıp gitmesine izin verdi.

Banyodan çıktığında hemen yatağa girip yorganı üzerine örttü. Gözlerini kapatıp uykuya sığındı. Huzursuz bir şekilde uykuya daldığı için karabasan gibi üstüne çöken kabuslarla uğraştı.

Birinde Tuğrul onu köşeye sıkıştırıp yine kollarını yerinden koparmak ister gibi sıkıyor onu boğuyordu. Ötekisinde babası İsmail ile olan ilişkisini öğrenmiş öfkeden yeri göğü inletiyor Ayşe’ye saldırıyordu. Son gördüğü kabusta İsmail ona uzaktan sesleniyor Ayşe ona doğru koşmaya çalıştıkça aralarındaki mesafe daha da açılıyordu. Ayşe bağırmaya çalışıyor ama göğsüne inen ağırlık yüzünden ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyordu.

Nefes nefese gözlerini açtığında çoktan hava kararmıştı. Bir süre yatakta hiç kımıldamadan yatmaya devam etti. Sakinleşince kalkıp bir abdest aldı. Namaz elbisesini giyip seccadeyi serdi. Vakti giren namazı kıldıktan sonra bir süre öylece seccadenin üzerinde oturmaya devam etti. Bir anda sarsıla sarsıla ağlamaya başladığında kendi haline şaşırdı. Hıçkırıklarını zapt etmeye çalışmıyordu bile.

İçinden yükselen dua şöyleydi; Allah’ım halimi sen benden iyi bilensin. Hakkıma giren herkesi sana şikayet ediyorum. Başımı öne eğen, namusumu, gururumu ayaklar altına alan herkesi sana şikayet ediyorum. Senden başka kimsem yok, senden başkasına muhtaç etme. Kalbimin ısındığı kulun İsmail’i koru. Sen İsmail’leri kurban olmaktan koruyansın.

Ellerini yüzüne sürüp rahatlamış halde seccadesini kaldırdığında telefonu çalmaya başladı. Yatağının üstüne oturup ekrana baktı. Sevdiği arıyordu. Yeşil tuşa basıp “efendim,” dedi. Sesi öyle boğuk çıkmıştı ki yüzünü buruşturdu.

“Ayşe’m?” dedi İsmail endişeyle “sesin niye böyle geliyor?”

“uyuya kalmışım,” diye uydurdu Ayşe hemen “düzelir birazdan.”

“kötü bir şey yok değil mi?” diye sordu İsmail.

“yok,” dedi Ayşe “neden öyle dedin ki?”

“bilmiyorum,” İsmail derin bir nefes alıp “bütün gün kalbim sıkışıp durdu sanki. Seni görsem kalbim ferahlayacak aslında.”

Ayşe de İsmail’i görmeyi çok istiyordu ama İsmail onun yüzünü görür görmez bir şeyler olduğunu anlardı. Yarın görüşelim de diyemezdi çünkü o Tuğrul uğursuzu buradaydı.

“ben iyiyim,” dedi sonunda “aklın bende kalmasın.”

“gülüm aklım da kalbim de sende kalalı çok oldu,” diyen İsmail’in yüzü canlandı zihninin içinde. Ona bakarken orman gözlerine kadar yansıyan tebessümü içini ısıttı.

“gülün iyi,” dedi Ayşe şefkatle “senin varlığında hayat buldu o gül.”

“sevdiğim,”

“sevdiğim,” diye tekrar etti onu Ayşe “ben iyiyim. Sen de iyi ol.”

“iyi misin gerçekten?”

“evet,”

“seni çok özledim.”

Ayşe aynı şekilde karşılık verse İsmail’in kalkıp geleceğini biliyordu. Yutkunup “hasret sevdayı körüklermiş,” dedi ve ekledi “birazcık hasret sevdaya iyi gelir.”

“bana hiç iyi gelmiyor ama.”

“İsmail,” diye fısıldadı Ayşe “biraz daha sabır.”

Sesinde öyle kırgın öyle zarif bir tını vardı ki İsmail susmaya karar verdi.

“peki”

“Allah’a emanet ol, sonra yine konuşuruz tamam mı?”

“öyle olsun.”

“seni seviyorum,” dedi Ayşe bir anda ve telaşla telefonu adamın suratına kapattı.

Ertesi gün Tuğrul aramaya başladığında Ayşe telefonu yüzüne kapatıp “hodri meydan!” dedi kendi kendine. Bir daha hiç kimsenin ona Tuğrul gibi davranmasına izin vermeyecekti. Tuğrul hemen mesaj atınca açıp baktı.

“o telefonu aç yoksa çok kötü şeyler olacak!”

Tuğrul bir kere daha arayınca Ayşe ikinci kez telefonu kapatıp üstünü değiştirdi. Siyah kot pantolon giyip üstüne de gri renkli boğazlı bir kazak giydi. Kolundaki morluklar yayılmıştı. Saçlarını kelebek tokayla arkadan tutturup siyah kaşe kabanını giydi. Dün gece eşyalarını toplamıştı. İki valizi kapının önünde hazır bekliyordu. Teyzesine gidecekti.

İdareye gidip kaydını sildirdi. Telefonu çalıp duruyor ama Ayşe duymazlıktan geliyordu. Tekrar odasına çıkıp valizleri aşağıya indirdi. Güvenlik görevlisi ona valizlerini taşımak için yardım etti.

Ayşe taksi çağırmıştı. Yola çıkıp taksiyi beklemeye başladığında acı bir fren sesiyle sokağa dönen arabanın maalesef ki kime ait olduğunu çok iyi biliyordu. Gerginlik tüm vücudunu ele geçirirken boynunu esnetip kendini yeni bir mücadeleye hazırladı.

Adam tam Ayşe’nin önünde durup kapıyı açıp dışarı çıktı. Kapıyı öyle büyük bir gürültüyle çarptı ki Ayşe yerinde sıçradı.

Tuğrul üzerine yürürken Ayşe bu kez geri adım atmadı. Duruşunu dikleştirip adamın öfke dolu bakışlarına karşılık verdi.

“seni uyardım ama anlaşılan sen laftan anlamayan bir akılsızsın!”

“burada laftan anlamayan tek kişi var, o da sensin!” dedi Ayşe sakin bir tavırla. Adam onun kollarından tutmaya yeltendi ama Ayşe geri çekilip “bir daha bana benim rızam olmadan dokunursan seni gebertirim,” dedi ve ekledi “hadi bir dene! Bak bakalım ne oluyor?”

Tuğrul bu tepkiyi beklemiyordu. Dün kızı sindirdiğini düşünmüştü ama Ayşe karşısında sırtı dimdik durup meydan okuyordu. Gözlerinde zerrece blöf yoktu. Demek ki bu kız tehditle, hırpalamakla boyun eğen tiplerden değildi. Ellerini indirip “beni de anla!” diye başladı daha yumuşak bir tavırla “annem seni o şerefsiz İlyas’la gördüğünü söylediğinde dünya başıma yıkıldı. Sonra bir başkası yine seni İlyas’la birlikte görmüş. Ne düşünecektim Ayşe? Dünya başıma yıkıldı sanki.”

Ayşe kollarını göğsünde birleştirmiş, adamın 180 derece dönüşü karşısında küçümser bir tavırla ona bakıyordu. Bir yandan da zihninde bir tehlike çanı çalmaya başlamıştı. Geçtiğimiz hafta caddede İlyas ile karşılaşmış ayaküstü hal hatır sormuşlardı birbirlerine. Üstelik yanında Aygül de vardı ama bu söylenti yayılırsa hiç iyi olmazdı. İsmail ile olan buluşmalarında o kadar dikkatli davranmıştı ama İlyas’ı hiç düşünmemişti çünkü onun gözünde İlyas kardeşinden farksızdı.

“sen benim sözlümsün Ayşe,” diye devam etti Tuğrul “biz birbirimize söz verdik-“

“ben kimseye söz vermedim,” dedi Ayşe dişlerini sıkıp.

“babanın sözü senin sözün değil mi?”

“değil,” Ayşe yola bakıp taksinin hala gelmediğini görünce “bak babama da söyledim şimdi de sana söylüyorum,” diye devam etti, “ben seninle evlenmeyeceğim Tuğrul.”

“o şerefsiz İlyas mı çeldi senin aklını?” diye sordu Tuğrul. Yine gözlerine o deli ifade yerleşmişti.

“İlyas milyas yok!” diye bağırdı Ayşe. Kafayı yemek üzereydi. Mesele nasıl bu hale gelmişti? “saçma sapan konuşup beni delirtme!”

“o zaman neden benimle evlenmek istemiyorsun?”

“sen dönüp kendine baktın mı hiç?” diye sordu Ayşe acımadan “kim ne yapsın seni, aklı başında hangi kız senin gibi bir öküzle evlenmek ister!”

Tuğrul yine saldırmak için atıldı ama sokağın ortasına gök gürültüsü gibi ses düşünce ikisi de irkildi.

“AYŞE!” diye kükreyen İsmail hızlı ama avına yaklaşan bir avcı gibi tehditkar bir yürüyüşle yanlarına gelmeye başlamıştı bile. Ayşe’nin kanı çekilir gibi olurken Tuğrul’a dönüp “git!” dedi emreder gibi. Ama adam yerinden kımıldamamıştı bile. Aksine İsmail’i gözünü kırpmadan izliyordu.

İsmail, yanlarına geldiği gibi adamın iki yakasından tutup kafa attı. Tuğrul burnundan kan boşalırken arkaya doğru sendeledi ama İsmail onu tuttuğu için yere düşmedi.

“İsmail dur!” dedi Ayşe ama İsmail onu duymuyordu. Onun yerine Tuğrul’un yüzüne bir yumruk atıp bu kez yere düşürdü. Karnına bir tekme atıp “sen kimsin benim sevdiğim kıza saldırmaya kalkıyorsun lan!” diye bağırıyordu. Ayşe kendini İsmail’in önüne atıp kollarından tuttu.

“İsmail kendine gel,” dedi yalvarır gibi “Allah aşkına bırak, başın belaya girmesin lütfen!”

Tuğrul ayağa kalkıp kanlı bir şekilde yere tükürdü ve “bu herif bana saldırıyor ama sen onun için mi endişeleniyorsun?” diye sordu “senin sözlün benim, ben!”

İsmail bir an donup kaldı. Ayşe’ye baktığında genç kız reddeder gibi başını iki yana salladı. Gözleri birbirlerine kenetlendiğinde İsmail orada acıyı gördü. Ayşe bakışlarıyla ona ‘hayır, diyordu sanki ‘ona değil bana inan.’

“doğru duydun it!” diye devam etti Tuğrul. İsmail yine saldırmak için hamle yaptı ama Ayşe onu sıkıca tutuyordu.

“Ayşe benim sözlüm, yaza düğünümüz olacak!”

“ne diyorsun lan sen?”

“öyle bir şey yok,” dedi Ayşe “babam bana sormadan bir söz vermiş İsmail ama benim hiçbir zaman bu işe rızam olmadı. Yemin ederim ki-“

İsmail, kızı bakışlarıyla susturdu o an. Ayşe hala onu sıkıca tutuyordu. Adam istese ondan kolayca kurtulurdu ama Ayşe’nin halindeki çaresizlik bunu yapmasına engel oluyordu.

“boşuna çırpınıp durma!” diye bağırdı Tuğrul bu kez direkt Ayşe’ye hitap ederek “sen benim karım olacaksın. Başka yolu yok. Baban bu olanları öğrendiği zaman da bakalım böyle diklenebilecek misin?”

İsmail’in yine gözünün önüne karanlık bir perde inmişti. Ayşe’nin ellerinden sıyrılıp adamın üzerine yürüdü. Tuğrul geri geri adımlar atsa da İsmail aralarındaki mesafeyi çok kısa sürede kapatıp adamın iki yakasından tutup sarsarak “bir daha Ayşe’nin karşısına çıkmayacaksın!” dedi kısık ama tehditkar bir ses tonuyla “bir daha ondan sözlüm, karım diye bahsetmeyeceksin. Bir daha onun adını o leş ağzına almayacaksın. Eğer bir kere daha seni bizim etrafımızda, yanımızda yöremizde görürsem sana yapacaklarımı ben bile tahmin edemiyorum.”

İsmail adamı iterek bıraktı ve “si*tir git lan!” diye bağırdı. Tuğrul toparlanıp Ayşe’ye son bir bakış attı ve arabasına binip gitti. Tam o sırada karşı yoldan taksi geldi.

“Ayşe Bozçelik?” diye sordu adam camı açıp. Ayşe başını salladı. Valizlerine uzandığı sırada İsmail öfkeyle ikisini de çekip taksinin bagajına attı. Bagaj kapağını kapatıp cebinden para çıkartıp taksiciye uzattı. Köyün adını söyleyip “Kızılca Mahallesi’nde Hafız Hasan’ın evine bırakacaksın valizleri,” dedi.

Adam başını sallayıp uzaklaşırken İsmail hiç konuşmadan Ayşe’nin elinden tutup yürümeye başladı. Ayşe onun adımlarına ayak uydurmaya çalışırken nefesi kesilmişti. Ama sesini çıkartmadan yürümeye devam etti. İsmail, arabasının kapısını açıp Ayşe’yi yolcu koltuğuna oturttu. Emniyet kemerini çekip kilide taktı. Kapıyı usulca kapatıp kendisi de şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı.

Ayşe ona baktığında sakin bir şekilde arabayı kullandığını gördü. Ağzını açıp bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. İsmail büyük bir dikkatle arabayı kullanıyordu. İlçeden çıkmıştı. Ayşe nereye gittiklerini merak ediyor, rahatça konuşabilmek için ilçeden uzak bir yere gittiklerini tahmin ediyordu.

Rize sınırına yakın bir yerde yol kenarı bir tesise girip arabayı durdurduğunda ikisi de hiç konuşmadan bir müddet karşılarında merdiven gibi yükselen çay bahçelerinin ardından gökyüzüne uzanan çıplak kalmış dağları izledi. Tesisin oradan acıklı bir tulum sesi geliyordu. Ayşe gözlerini kapatıp sızlayan kolunu tuttu. Bir an sonra yanık sesli bir kadın lazca ağıt yakmaya başladı. Ayşe, Lazca birkaç kelime anca bilirdi. Ölüm ve ayrılık kelimelerini tanıyacak kadar acıklıydı ağıt.

“anlat Ayşe’m,” dedi İsmail sonunda kendi içindeki fırtınayı dindirmeyi başardığında “neler oluyor?”

“babam,” Ayşe’nin sesi titremişti, “yaklaşık bir yıl önce Tuğrul’a beni-“ genç kız kırılan kalbini bir arada tutmak ister gibi elini kalbine bastırıp devam etti, “bana sormadan ikimizi sözlemiş.”

“neden bana söylemedin?”

“İsmail senin öfkenden korktum,” diye itiraf etti Ayşe “az önce gözlerinde gördüğüm o öfkenin sana daha beter şeyler yaptırmasından korktum.”

“böyle daha mı iyi oldu?” dedi İsmail. Ona dönüp baktı. Kızın ne kadar yorgun gözüktüğünü fark etti o an. Kim bilir kaç zamandır tek başına mücadele ediyordu her şeyle. Ona kırgındı kendine kızgındı. Ayşe’ye gereken güveni veremediği için, gelip her şeyi anlatacak kadar İsmail’e güvenmediği için kızgındı ve kırgındı.

“olmadı,” diye iç çekti Ayşe hıçkırığını bastırmak için “babam yakında buraya gelir. Olanları öğrenmiş olabilir bile.”

“gelsin,” dedi İsmail. Bir süre konuşmadan elleri direksiyonu kavramış şekilde düşündü. İşaret parmağıyla kornanın üstüne hafifçe vurup duruyordu. Ayşe onu dikkatle izliyordu. İsmail sonunda karar vermiş gibi ellerini direksiyondan çekip “madem baban yakında buraya gelecek ve senin-“ bu noktada zikretmek zorunda kalacağı isim yüzünden gözlerini kıstı, “Tuğrul’la evlenmen için baskı kurmaya devam edecek tek bir çaremiz var.”

Ayşe o çarenin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Başını sallayıp meydanda kemençeli düğün hayallerine veda ederken “tamam,” dedi sadece. İsmail ona bakıp “ne diyeceğimi biliyor musun da tamam diyorsun?” diye sordu.

“evet,” dedi Ayşe.

“evlenecek misin benimle?” diye sordu İsmail. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki Ayşe elini uzatıp onun yüzünü sevdi.

“evet,” diye tekrar etti yine.

İsmail, kızın elini tutup öptü. Ayşe başını koltuğa yaslamış ona bakarken “bana senden başka bir yol yok artık İsmail,” dedi ve ekledi “eniştem hafızdır biliyorsun. Durumu anlatırsak nikahımızı kıyar. Şahit olarak da İlyas’la Aygül’ü çağırırız. Teyzem de var.”

“böyle olmasını istemezdim,” dedi İsmail içtenlikle “ama başka çaremiz yok Ayşe’m. Babanın seni kolundan tutup götürmesi ihtimalini göze alamam.”

Ayşe elini çekip kucağına koyarken başını çevirip camdan dışarı bakmaya devam etti. Tulum sesi kesilmişti. Ayşe’nin hayalleri de kesilmişti. Başından beri böyle olacağını bilse de daha farklı olur diye ummuştu sadece.

….

Tuğrul arabanın torpido gözünden bulduğu kağıt mendili patlamış dudağına bastırırken küfredip duruyordu. İçinde büyük bir öfke vardı. Her an içindeki intikam ateşini harlayan bir öfkeydi bu.

Annesinin evinin önünde durup kapıyı gürültüyle çalarken “geldim, geldim!” diyen annesinin sesini duydu. Kapı açıldığında annesinin yüzündeki mesafeli ifade- çünkü Ayşe’nin gelmesini bekliyordu- şoka dönerken “aman yarabbi!” diye feryat etti “ne oldu sana oğlum?”

Tuğrul ayakkabılarını fırlatır gibi çıkarıp eve girdi. Öfkesini yerde duran eşyaları tekmeleyerek çıkarttı. Annesi onu dizginlemeye çalışıp “bir dur!” dedi “otur da yaralarına bakayım.”

“bırak!” diye bağırdı Tuğrul “o şerefsiz iti kendi ellerimle gebertmezsem bana da Tuğrul demesinler.”

“kimi oğlum kimi?”

“Yusuf Kaya’nın oğlu İsmail’i!”

“İsmail mi?” diye sordu Azize hanım şaşırarak “bunu sana İsmail mi yaptı?”

Tuğrul kafasını elleriyle tutup sıkarken “evet!” diye gürledi, “hem de Ayşe’nin gözünün önünde yaptı.”

“sen dayak yerken o ne yaptı?”

“o yosma!” dedi Tuğrul “o yosmanın da cezasını keseceğim.”

“Tuğrul,” dedi annesi “sakinleş de anlat neler olduğunu.”

Annesi, oğlunu zorla koltuğa oturtup yaralarını temizlerken “anlat hadi,” diye sıkıştırdı. Tuğrul zonklayan yaralarından dolayı yüzünü buruşturup “Ayşe’yi İlyas’la birlikte gördüğünü söylemiştin ya başka bir arkadaşım daha demişti hatta.”

“evet,” dedi Azize Hanım kınayarak “hatta gel sözlüne terbiye ver de dedim.”

“ben de verdim,” dedi Tuğrul “ama o or- işte Ayşe bana benimle evlenmeyeceğini söyledi. Neymiş sözü o vermemiş babası vermiş. Ulan ben seninle evleneceğim diye babanla bin tane ortak işe imza attım. Çok büyük yatırımlar yaptım. Sen kimsin de benimle evlenmiyorsun.”

“hadsize bak!” dedi Azize Hanım “Zafer’e anlat bütün bunları kızına haddini bildirsin.”

“anlatacağım zaten.”

“demek İlyas yüzünden seninle evlenmek istemiyor haspam.”

“ne İlyas’ı anne!” diye parladı adam “İlyas değilmiş, İsmail’miş İsmail!”

“ne!”

Kadın şok içinde elini ağzına götürüp “biz nasıl bir edepsizi gelin diye aldık!” diye veryansın etti. Dizini döverken bir anda durup aklına gelen şeytanlığın yüzünü güldürmesine izin verdi. Oğluna dönüp “yani biz Ayşe’yi İlyas’la oynaşıyor zannederken meğer o İlyas’ın abisi İsmail’e fingirdeklik etmiş öyle mi?” diye sordu emin olmak için.

“aynen öyle”

Azize Hanım daha çok gülüp “sen şimdilik Zafer’e bir şey anlatma,” dedi ve ekledi “hatta birkaç işim çıktı deyip dönüşünü ertele. Ayşe çok iyi merak etme de.”

Tuğrul, annesinin yüzündeki ifadeye bakıp “aklından ne geçiyor senin?” diye sordu. Azize, oğlunun kolunu tutup “ben şimdi her yerde Ayşe ile İlyas’ın dedikodusunu çıkartacağım,” diye fısıldadı, “öyle ki bu dedikodu Zafer’in de Yusuf’un da kulağına kadar gidecek.”

“neden İlyas?” diye sordu Tuğrul dikkat kesilip “İsmail’le adını çıkartsak ya!”

“a benim salak oğlum,” dedi kadın “adını İsmail’le çıkartırsak her yere söylenti yayıldığında Zafer mecbur kalıp dedikodular kesilsin diye kızını İsmail’e verir. Ama İlyas’la çıkartırsak ne Ayşe kabul eder böyle bir durumu ne de İsmail.”

“haaa” dedi Tuğrul yüzüne keyifli bir sırıtış yayılınca “sen yok musun sen!”

“sen anneni ne sandın,” dedi kadın böbürlenerek “onca para yatırdık biz bu işe. Karşılığını almak lazım. Hem de bedavadan kızı almış oluruz. Babası mahcup halde kızını sana verirken, sen de büyük bir fedakârlık yapıp halihazırda adı kötüye çıkmış kızı almayı kabul eder bütün masrafları da karşı tarafa yıkarsın.”

Tuğrul pis bir kahkaha atıp annesine sarıldı. Keyfi yerine gelmişti bile. Kayagil sülalesinden de Bozçelik sülalesinden de intikamını alacaktı.

.

.

.

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

hepiniz Allah'a emanet olun.

 

Bölüm : 31.05.2025 14:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM 8
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...