

İYİ okumalar dilerim
yorumlarınızı bekliyorum ve
minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
BÖLÜM
İfa
Bütün hafta boyunca ofiste Neslihan’ın anlaşmayı nasıl hallettiği konuşuldu. Olanı biteni Alparslan anlatmamıştı. Hayır. İdris Bey arayıp her şeyi Sencer Bey’e anlatmıştı. Haftanın meselesi bu olay olurken günler hızlıca eriyip gitmiş ve hafta sonuna gelmişlerdi. Neslihan evdekilere tiyatroya gideceğini söylemişti ama kiminle gideceği konusunda ufak bir kelime oyunu yapmak zorunda kalmıştı. Zaten geçen hafta gelen giden çok olduğu için bu hafta sonu evlerinde huzurlu bir sessizlik hakimdi. Sinan da evde olmayacağı için annesi ile babası baş başa kalıp boş evin tadını çıkartacaklardı.
Neslihan özenle hazırlanmıştı bu akşam için. Kış mevsimine uygun haki rengi pantolonun üzerine kiremit rengi balon kollu işlemeli bir tunik giyip başına da pantolonuna yakın renkte bir eşarp bağlamıştı. Çok hafif bir makyaj yapıp üzerine siyah kaşe paltosunu giyip evden çıkarken kendini heyecanlı hissediyordu. İkisi ilk defa dışarı çıkacaklardı. İş yeri harici bir yerde buluşup sadece kendilerine ait bir akşam geçireceklerdi.
Buluşma yerine gelip arabayı park ettikten sonra onu bekleyen Melikşah’ı gördü. Yağ yeşili boğazlı bir kazak ve kot pantolon giymişti. Siyah kabanının önü açıktı ve aynı renkte bir atkı dolamıştı boynuna. Ona el salladığında Melikşah’ın gülümsemesi büyüdü. Yanına gelip “çok güzel olmuşsun,” dedi hemen.
“teşekkür ederim,” dedi Neslihan “sen de çok şıksın.”
“biraz rahat bir şeyler giymek istedim,” diye açıkladı üstünü gösterirken.
“çok yakışmış.”
“hadi restorana girelim,” dedi Melikşah karşı kaldırımı gösterip “ben çok acıktım.”
“tamam.”
Girdikleri restoran şık bir mekandı. Arka planda çalan müzik insanların sohbetine eşlik eden sakin bir melodideydi. Camekan duvarların çevrelediği geniş alana yayılmış yuvarlak masaların üzeri beyaz örtülüydü. Sandalyeler ise gümüş rengindeydi. Siyah beyaz karolarla döşenmiş zenim ise parlıyordu. Ağır perdeler kenara toplanıp ağır gümüş halatlarla bağlanmıştı.
Girişe üstlerini çıkarıp bıraktıktan sonra görevli “isminiz?” diye sordu nazik bir tavırla
“Melikşah Eroğlu.”
“beni takip edin lütfen,” diyen görevlinin peşine takılıp deniz manzaralı iki kişilik bir masaya geçtiler. Yerlerine oturduktan sonra menüler geldi. Neslihan makarna ve salata sipariş etti. Melikşah ise etli bir yemek söyledi. Meyve suyu da istedikten sonra bir süre baş başa kaldıklarında Melikşah hemen “beğendin mi?” diye sordu.
“çok güzel bir mekan,” dedi Neslihan “ayrıca çok güzel kokuyor.”
“değil mi?” dedi Melikşah “ne kokusu bu çıkaramadım.”
“yasemine benzettim ama başka bir şey daha var sanki”
“hiç anlamam bu koku isimlerinden,” diye itiraf etti Melikşah. Neslihan ona tebessüm edip “oyun saat dokuzda başlayacak yani bir buçuk saatimiz var,” dedi.
“iyi o zaman bir buçuk saat boyunca doya doya yüzüne bakabilirim.”
“iş yerinde de görüyorsun yüzümü,” dedi Neslihan biraz utanarak.
“ama orada sürekli bir mesafe var aramızda, şimdi sadece sen ve ben varız.”
Bu cümle Neslihan’ın içinde bambaşka bir duyguyu uyandırdı. Adamın yüzüne bakıp “peki biz olabilecek miyiz?” diye sordu kısık bir sesle. Öyle ki Melikşah cevap vermese içinden konuştuğunu düşünecekti.
“olacağız canım,” dedi Melikşah umutla “istediğin şey zaman olsun, ben sabırla beklerim.”
Bu hitap kanı alev aldı sanki. Bir yudum su içse fena olmayacaktı. Bu heyecan başka türlü dinmeyecekti. Neyse ki tam o anda yemekleri geldi ve nispeten daha zararsız konulardan konuşmaya başladılar. Aralarında büyük sessizlikler olmamıştı. Onunla muhabbet etmek Neslihan’a keyif vermiş, hiç bilmediği yönlerini keşfetmek için farklı sorular sorup durmuştu. İş yerinde tanıdığı Melikşah’ın dışında, zeki, hırslı, yetenekli ve komik yönlerini de daha yakından görmüştü.
“kalkalım mı artık?” diye sordu Neslihan saatine bakıp “biraz erken gitsek fena olmaz.”
“sen nasıl istersen,” dedi Melikşah.
Hesabı ödedikten sonra tiyatro salonuna yürüyerek gittiler. Neslihan bir an için onun koluna girmeyi düşündü ama bunu yapamadı. Henüz bu tür bir samimiyete hazır değildi.
Salona geçip oturduklarında yarı yarıya dolu olan salona göz gezdiren Melikşah “bayağı ünlü bir oyuna geldik sanırım,” dedi.
“son yılların en beğenilen oyunlarından birini seçtim,”
“senin zevkine güvenim tam.”
“inşallah beğenirsin.”
“beğenirim canım, sen yanımda olduktan sonra her şey bana hoş geliyor zaten.”
Neslihan tebessüm edip telefonunu sessize alırken İzel yengesinden gelen mesajı gördü.
Yarın akşam bizdeyiz, kaçamak yapmak yok haberin olsun
Gelen mesaja kaşlarını çatarak baktığını farkında değildi Melikşah “hayırdır?” diye sorunca “İzel yengem,” dedi sadece “yarın onlara davetliymişiz de, haber veriyor.”
“pek sevindin bakıyorum,” diye alay etti Melikşah. Neslihan gözlerini devirip “emri vaki yapılmasından pek hoşlanmıyorum sanırım,” dedi kısaca.
Melikşah kaşlarını kaldırıp “bence sen İzel hanımdan çok hoşlanmıyorsun,” dedi açıkça. Neslihan buna bir karşılık vermedi. Neyse ki ışıklar söndü ve oyun başladı.
İki saate yakın süren eser akıcıydı ve Neslihan gözünü kırpmadan izlemişti. Melikşah da ilgilenmişe benziyordu.
Gürültülü alkışlarla oyun sona erdiğinde saat on ikiye yaklaşmıştı. Kalabalıkla birlikte dışarı çıkarlarken Neslihan keyifli bir yorgunluğun tadını çıkarıyordu. Soğuk hava yüzüne çarptığında başını gökyüzüne kaldırıp “kar mı yağacak acaba?” dedi kendi kendine “hava daha da soğumuş sanki.”
Melikşah atkısını çıkarıp Neslihan’ın karşı çıkmasına fırsat vermeden boğazına nazikçe dolarken “hava gerçekten soğumuş,” dedi. Göz göze geldiklerinde Neslihan’ın yüzündeki ifadeyi görünce dudaklarının kenarında belli belirsiz bir kıvrımla “ne?” diye sordu.
“hiç,” dedi Neslihan sadece.
“hadi bir an önce arabana bindirelim seni daha fazla üşüme”
Böylece tekrar yürümeye başladılar. Otoparka girip kartı okuturken “seni de bırakayım,” dedi Neslihan.
“senin yoluna ters kalıyor,” diyerek reddetti Melikşah ama Neslihan ısrar etti.
“en azından yakın bir durağa kadar bırakayım, yoksa aklım sende kalır.”
Melikşah halinden memnun bir gülümseme ile “öyle olsun madem,” deyince ikisi de gülmeye başladı.
Arabaya atlayıp en yakın metro durağına Melikşah’ı bıraktığında “teşekkür ederim,” dedi fısıltıyla “bu akşam her şey çok güzeldi.”
“esas ben teşekkür ederim,” dedi Melikşah “gözlerinde gördüğüm tereddüte rağmen bize bir şans verdiğin için.”
Sonra da bir şey demeden kapıyı açıp durağın aşağı inen merdivenlerinde gözden kayboldu. Son cümlesi Neslihan’ın kulaklarında çınladı. Tereddüt? İşte buydu. Neslihan’ın içini kemirip duran şey buydu. Kendini bırakamamasının, yavaş gitmek istemesinin sebebi buydu. Ama neyden tereddüt ediyordu?
Elleri direksiyonu sıkıca kavramış yola bakarken yutkundu. Bu soruya dürüst bir cevap verebilir miydi? Onu tutan şey neydi?
“ya da kim?” diye sordu içinde çok derinlerden gelen bir ses. Sanki bir kuyudan ona sesleniyormuş gibi.
Neslihan başını iki yana sallayıp bu düşünceleri kafasından uzaklaştırdı ve eve giden yola doğru arabasını sürmeye başladı.
…
Ertesi akşam hep birlikte Oğuzhan abisinin evinde buluştuklarında Leyla yengesi “nasıl geçti ilk buluşma?” diye sordu gizli saklı.
“güzel,” dedi Neslihan “bol bol sohbet ettik, biraz heyecanlandım ama Melikşah’ı az buçuk sen de tanıdın, onun yanında insan kendini bir şekilde rahat hissediyor işte.”
“bu önemli bir şey tabi,” dedi Leyla tam ağzını açıp başka bir şey daha söyleyecekti ki İzel yanlarına geldi. Neslihan susup masayı gösterdi ve “niye bu kadar zahmete girdin?” diye sordu “her şey çok güzel gözüküyor.”
“ne demek canım,” dedi İzel koltuğa otururken “severek yapıyorum hepsini, hem uzun zamandır bizde toplanmamıştık, iyi oldu.”
“doğumdan önce bana da gelin,” dedi Leyla içtenlikle
“senin de işin başından aşkın,” diye karşılık verdi İzel, “benim çok kısa bir çalışma hayatım oldu biliyorsunuz, Ankara’da bir müddet stajyerlik yaptıktan sonra hemen Oğuzhan’la evlendik, bazen iş hayatına geri dönsem mi diye düşünüyorum.”
“gönlün hangisini istiyorsa onu yap yenge,” dedi Neslihan.
“işte gönlüm ne istiyor bir bilsem,” İzel kahkaha atıp saçlarını savurdu. Leyla ona tebessümle baş sallarken Neslihan sohbet olsun diye “bilekliğin yeni mi?” diye sordu “ne güzelmiş.”
İzel kolunu sallayıp bronz renkli yıldız şeklinde kuvars taşlarla dizili bilekliğini sallayıp “yıldönümü hediyesi,” dedi hemen.
“öyle mi?” dedi Leyla “Oğuz da pek zevkliymiş baksana çok güzel bir bileklik. Güzel günlerde kullan.”
“amin,” diye iç çekti İzel. Bir yandan da İlyas’la derin bir sohbete dalmış Oğuzhan’a bakıyordu. Güzel bir genç kadındı. Bakımlı parlak kahverengi saçları gür ve uzundu, iri kahve gözlerinin etrafı kıvrık gür kirpiklerle çevriliydi, açık bir teni güçlü ve zarif bir duruşu vardı. İnce dudakları her an bir kahkaha atacakmış gibi hazırda bekliyordu sanki.
Ama gözlerinde boş bir ifade var, diye geçirdi içinden Neslihan. İşte o boşluk hoşuna gitmiyordu. O boşlukta karanlık olan bir şey var mıydı, yoksa ıssız bir delik miydi, kestiremiyordu.
“nice yıldönümleriniz olsun inşallah,” dedi Neslihan kendini toparlayıp. İzel ona bakıp “teşekkür ederim Nesli’cim,” diye karşılık verdi.
Sonrasında büyük dörtgen masaya geçtiklerinde Neslihan kendini İlyas abisinin yanında buluverince kaçak bir gülümseme ile tabağına döndü.
“nasılsın bacım?” diye sordu İlyas fısıltıyla.
“iyiyim abi,” Neslihan yutkundu “sen nasılsın?”
“iş güç, çoluk çocuk,” İlyas konuşurken elinde sıkıca tuttuğu kaşığın başını Neslihan’a çevirmişti ve yüzünde milim ifade yoktu.
“Allah iyilik versin,”
“Melikşah nasıl?” diye sordu İlyas aniden. Neslihan çorbasını son anda yutup peçeteyle dudaklarını sildi.
“iyi,” diyebildi kısık bir sesle. Öyle ki İlyas sadece gevşek bir “iy” sesi duymuştu.
“selamımı söyle kendisine”
“söylerim,”
“keyfiniz yerindedir inşallah,”
Neslihan sesinin çıkmayacağını düşündüğünden başını sallamakla yetindi. Tam o anda imdadına yetişen Leyla, kocasına kaş göz işareti yapıp susturdu.
“maşallah İzel kızım,” dedi Yusuf Bey “sofrayı donatmışsın, her şey pek lezzetli olmuş.”
“afiyet olsun babacım,”
“keşke annenleri de çağırsaydın kızım,” dedi Elife Hanım “en son davet edişimizde müsait olmadıkları için görüşememiştik.”
“ah anne onların işleri bitmez ki, şimdi de Muğla’ya gitmişler, babamın iş arkadaşının daveti mi varmış ne,” İzel rahatsız bir tavırla gülümsemeye çalışıp başını salladı, “onları ara ki bulasın, hep böyledir.”
“keyifleri yerinde olsun da bir ara görüşürüz nasıl olsa,” diyerek konuyu kapatan Yusuf Bey, kızına bakıp “tiyatro nasıldı kızım?” diye sordu ve ekledi “epey geç geldin dün, konuşamadık.”
“güzeldi baba,” dedi Neslihan serin bir tavırla “Mozart’ın hayatını anlatıyordu.”
“peh,” dedi babası “Itri’nin hayatını anlatan bir şey yok muydu?”
Masadan gülüşmeler yükselirken Oğuzhan, “baba senin bu kızın bilmez öyle şeyleri,” dedi. Neslihan ona ters bir bakış atıp “sanki sen çok biliyorsun,” diye söylendi.
“ne tiyatrosu bu?” diye sordu İzel sesinde belli bir ima vardı. İşte Neslihan bu imalardan hiç hoşlanmıyordu.
“iş yerinden arkadaşlarla gittik ya, önemli bir şey değil.”
“öyle mi?” dedi İlyas gözlerini hafifçe açarak. İşte Neslihan kendi diliyle yakalanmıştı. Gözlerini kapatıp yenilgiyi kabul etti.
“ne iyi yapmışsınız,” diye araya girdi Leyla yengesi “arada bir kız kıza böyle eğlenceler yapmak gerekiyor.”
“bence de,” diyen Sinan’ın sırıtışındaki şeytanlık abisi tarafından etkisiz hale getirilirken Neslihan, yengesine minnet dolu bir bakış attı- ki bu bakışı da annesinin radarından kaçmamıştı. Burası resmen kurtlar sofrasıydı.
“Leyla,” dedi annesi “torunum nasıl?”
Leyla sevgiyle karnını tuttu, “gayet iyi babaannesi,”
“bir isim düşündünüz mü?” diye sordu İzel
“hiç bana bakmayın,” dedi İlyas “bu sefer karar Leyla’mın,”
Aralarında bir anlaşma vardı. Erkek olursa ismi İlyas seçecekti, kız olursa Leyla.
“henüz karar vermedim,” Leyla hüzünlü bir tebessümle iç çekti. Annesine bakıp “ama sanırım Gökçe olacak,” diye bitirdi lafını.
“Gökçe,” dedi Neslihan “ay bayılırım bu isme.”
“hem abisiyle uyumlu olur adları hem de annelerinin gecesini aydınlatırlar hep.”
Elife hanım, kızı gibi sevdiği gelininin yüzünü okşayıp “adıyla yaşasın kızım,” dedi. Yusuf Bey boğazını temizleyip hüznü dağıtmak için “İzel kızım bir tabak daha getiriver bakayım şu yemekten çok güzel olmuş,” dedi.
İzel ayağa kalkıp tabağı alırken Neslihan onun yüzünde gördüğü şeyden hoşlanmadığından artık emindi.
Akşamın sonunda herkes kendi evine gitmek üzere vedalaşırken İzel, Neslihan’a sarılıp “şu senin dediğin oyuna bir arkadaşım da gitmiş,” dedi “hatta bir ara konuşurken ön sıralarda gördüğü bir kızı sana benzettiğini bile söylemişti. Belki de denk gelmişsinizdir kim bilir.”
“olabilir,” dedi Neslihan gülümsemeye çalışıp
“ama o kızın yanında yakışıklı bir adam varmış, siz kız kıza gitmişsiniz, muhtemelen karıştırmıştır.”
İzel yengesinin suratındaki ifadeden bildiğini anlayan Neslihan dik durup gözlerine baktı.
“büyük ihtimalle,” dedi sadece ve kapıdan çıktı. Öfkenin damarlarında kan gibi akmasına izin verdi. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Yine bu anlamsız laf sokmalara maruz kalmıştı. Hiçbir işe yaramayan sadece huzur kaçıran gereksiz imalar ve laf sokma çabaları.
Görüldüyse bile bundan bahsetmek İzel yengesinin haddi değildi. Neslihan bu meseleyi açana kadar kimseyi ilgilendirmezdi. Hiç kimseyi!
“ne oldu?” diye soran Sinan’a bakıp “yok bir şey,” dedi buz gibi bir sesle. Sinan, ablasını korumak ister gibi yanına gelip kolunu omzuna dolayınca Neslihan ağlamak istedi. Sinan’ın boyu onunkini geçeli çok olmuştu.
“tamam,” dedi Sinan sadece. Neslihan, başını küçük kardeşinin göğsüne yaslayıp dolan gözlerini kırpıştırdı ve burnunu çekip kendini toparlamaya çalıştı.
Bu şekilde yürürlerken Neslihan, Oğuzhan abisi ile vedalaşmadığını hatırladı. Öfkeyle kapıdan çıkıp gitmişti. Derin bir nefes alıp kendini çekti ve kardeşinin koluna girip gülümsedi.
“iyiyim,”
“taş gibisin,” dedi Sinan göz kırpıp. Kıvırcık saçları alnına dökülüyordu. Neslihan ona göz kırpıp “daha çok kaya gibiyim,” deyince Sinan kalın sesiyle bir kahkaha attı.
Kapalı otoparkta yan yana duran arabaların önüne geldiklerinde İlyas abisi derin bir uykuya dalmış olan Gökalp’i bebek koltuğuna yerleştirip “cümleten hayırlı geceler Kaya sülalesi,” dedi.
“sana da oğlum,” dedi babası. Neslihan’ın arabasının arka koltuğuna annesi ile babası geçerken Leyla önce Sinan’a sarıldı.
“önümüzdeki hafta mı gidiyordun sen?” diye sordu Leyla ona.
“evet yenge,” dedi Sinan “günübirlik bir şey.”
“tamam, hadi iyi gezmeler şimdiden.”
“sağ ol.”
İlyas, Sinan’a sarılırken Leyla da Neslihan’ı öpüp “bir şey mi oldu?” diye sordu fısıltıyla.
“sonra konuşuruz,” dedi Neslihan.
“İzel mi?”
Neslihan sadece kafasını salladı. Şoför koltuğuna geçip emniyet kemerini takarken Sinan da yanına oturup kapıyı kapatmıştı.
“yavaş git kızım,” dedi annesi hemen. Daha yola bile çıkmamışlardı. Sinan gülüp “anne bir sakin ya!” dedi alayla.
“çevre yolunu kullan Neslihan,” dedi babası, “daha çabuk gideriz.”
“acelen ne Yusuf Bey,” diye çıkıştı annesi “bırak kız bildiği yoldan gitsin.”
“sıkıntı yok gençler,” dedi Neslihan, Sinan’a göz kırparken, “kendinizi bana bırakın.”
Böyle güle eğleşe evlerine vardıklarında Neslihan’ın siniri anca yatışmıştı. Ancak kendini yorgun hissediyordu. İçinde çözemediği pek çok mesele vardı ve gün geçtikçe ağırlaşıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |