

Yeni bölüm ile buradayım
artık iyice sıkışan ve ne yapacağını şaşırmış bir Neslihan okuyacağız.
iyi okumalar :)
BÖLÜM
Muvazaa
Raporunun ikinci haftası da çabuk geçip gitmiş ve bir pazartesi sabahı yeniden işe gitmek için hazırlanmıştı. Üstelik bu akşamın sonunda Melikşah’ın anne ve babası ile tanışacaktı. Gözlerini aynadaki yansımasından ayırıp ayağa kalktı.
Bugün yüzleşmesi gereken çok şey vardı. Alparslan bunların ilkiydi. Kimse onunla ilgili tek bir şey söylemiyordu. Gidecek miydi? Gitmiş miydi? Bilmiyordu.
Akşam tanışacağı insanlar için de gergindi. Adları Fatih ve Sultan’dı. Mesleklerini biliyordu ama ondan ötesi nasıl insanlardı hiçbir fikri yoktu.
Evden çıkarken annesinin öğütlerini sekseninci defa yinelemesine izin verdi. Babası ortada yoktu. Kızını karşı tarafa savunmasız gönderdiği için biraz huysuzdu ama annesi; gençlerin işine karışmayalım, diyerek babasını susturmuştu.
İş yerine gittiğinde onu geçmiş olsun dilekleriyle karşıladılar. Bütün çalışma arkadaşlarının samimiyetine aynı şekilde karşılık vermeye çalışsa da ofiste gördüğü ilk yüz Alparslan’ın yüzü olmuştu. Geride duruyordu, yine de oradaydı. Varlığını tüm zerresiyle hissedebildiği tek kişiydi belki de. Bu da onu daha da zorluyordu, kendi içinde utanmaktan yorulmuştu artık.
Melikşah yanındaydı. Kolu koluna değiyor, arada sırada birbirlerine değen bakışlarında gözlerinin içinin parladığını görüyordu. Melikşah mutluydu. Ama Neslihan bu mutluluğu onunla paylaşmakta zorlanıyordu.
En sonunda Irmak diğer yanında dururken “Alparslan Bey aramızdan ayrılıyor,” dedi ve ekledi “sen yokken çok şey oldu ama en önemli gelişme bu.”
“öyle mi?” dedi Neslihan, Alparslan’ın hakkında konuşulanları duymama gibi bir durumu olmadığı için mecburen yanlarına gelip “geçmiş olsun,” dedi.
Neslihan ona baktı. Kehribar rengi gözlerinde donup kaldı bir an. Sonra usulca başını sallayıp “teşekkür ederim,” dedi ve ekledi, “gidiyormuşsunuz.”
“kendi büromu açıyorum.”
“hayırlı olsun.”
“sağ ol.”
“ne zaman gidiyorsunuz?” diye sordu kendini tutamayıp.
“bir ay sonra.”
Bir ay! Çok uzundu. Onun yanında olmaya katlanamayacağı kadar uzun. Gideceğini bile bile yanında geçireceği koskoca bir ay!
“yakınmış,” diyebildi gülümseyip “tebrik ederim.”
Alparslan tebessüm etmeye çalışıp “ben masama geçeyim,” dedi ve arkasını dönüp gitti.
“ben de gidiyorum,” diyen Melikşah hafifçe Neslihan’ın dirseğine dokunup “akşam için heyecan var mı?” diye sordu kaşla göz arası ama Irmak araya girip “ay yeter artık arkadaşımı bana bırak,” diye isyan etti “zaten yakında hep bir arada olacaksınız değil mi ama.”
Neslihan’ın bir şey demesine fırsat vermeden koluna girip kendi masalarına götürürken Neslihan başından aşağı bir kova soğuk su dökülmüş gibi hissediyordu. Irmak’ın dedikleri onda bu etkiyi bırakmıştı. Üstelik masasına dönmekte olan Alparslan da duymuştu dediklerini.
Yakında! Diye geçirdi içinden, çok yakında Melikşah ile hep bir arada olacaktı. Bir panik dalgası kalbinin üzerinden midesine doğru yayılırken kendini sandalyesine attı. Sakinleşmeliydi.
“Nesli?” diye sordu Irmak yanına otururken “ne oldu?”
“yok bir şey,” yutkundu, “akşam için gerçekten heyecanlıyım.”
Irmak anlayışlı bir ifadeyle gülümseyip başını salladı, “kasma kendini ama, akışına bırak.”
Neslihan gülümsemeye çalışıp “haklısın,” diyebildi. Akışına bıraktığı için bu haldeydi zaten. Ya da çok fazla tutmaya çalışmıştı. Hangisiydi artık bilmiyordu. Bir yerlerde çok büyük bir hata yapmıştı. Geri alamayacağı ya da düzeltmeyeceği bir hata.
İçinden Melikşah’ın ona açıldığı o günde ilk hatayı yaptığını geçirdi. Onu reddedecek kadar güçlü olamadığı için, kendi kalbine bu kadar yabancı olduğu için, basit bir hoşlantı ile gerçek bir duyguyu birbirinden ayıramadığı için, bu kadar korkak olduğu için kendine öfke doluydu. Kendisiyle beraber Melikşah’ı da bu yanılgının içine soktuğu için kızgındı. Bir şekilde işler kontrolden çıkmıştı ve Neslihan ağzını açıp konuşmaya cesaret edemiyordu. Neden? Neden yapıyordu bunu?
Kafasını toparlayıp işe geri dönmeye çalıştı. İki haftanın sonunda epeyce iş birbirine girmişti- ki bu durumdan memnundu böylece onları toparlamak için tüm dikkatini işe verdi. Vaktin nasıl geçtiğini bile anlamadan öğle arası başladığında Melikşah onu tutup yemek yemeye götürürken aklı işte kalmıştı.
Nihayetinde sıcak yemek önlerindeki tabakta tüterken Neslihan acıktığını hissetmişti.
“ee,” dedi Melikşah “Irmak araya girmeseydi sorduğum soruya ne cevap verecektin?”
“elbette heyecanlıyım,” dedi Neslihan lokmasını yutup “ama ağzı laf yapan, gönül almasını bilen tek kişi sen değilsin.”
Melikşah güldü, “ah Nesli’m,” dedi içini çekerek “senin insanın gönlünü nasıl aldığını en iyi ben bilirim.”
Neslihan başını eğip tebessüm etmeye çalıştı. Kalbi acıyordu. Bütün varlığıyla Melikşah’ın bu coşkun duygularına aynı şekilde karşılık vermek istiyor ama yapamıyordu.
“çiçek için kopya verecek misin?” diye sordu konuyu değiştirmek için. Melikşah ise ona kurnaz bir bakış attı.
“bir adet saksı çiçeği işimizi görür,” diye cevap verdi. Neslihan “emin misin?” diye sordu.
“menekşe ya da kasımpatı.”
“peki o zaman, ya tatlı?”
“şekerpare, babam için artı puan olur.”
Neslihan başını sallayıp “tamam, gerisi ben de,” dedi. Melikşah masanın üzerinden uzanıp elini tuttuğunda Neslihan elini çekmemek için direndi.
“her şey çok hızlı ilerliyor biliyorum,” dedi usulca “senin istediğinden çok daha hızlı hem de.”
“ben-“
“sana söz veriyorum Neslihan bu tanışmadan sonra hiçbir şey için acele etmeyeceğiz. Sana evlenme teklifi bile etmedim farkındayım.”
“böyle bir şeye gerek yok Melikşah,” Neslihan meyve suyunu içmek bahanesiyle elini çekip bardağını tuttu, “bir karar verdik, ilişkimizin gideceği nokta da belli. Böyle şeylere önem vermem ben. Ailelerimizin tanışması da bizim açımızdan daha iyi olur. Birbirlerini tanırlarsa en azından biz bir tarih belirleyene kadar-“
“bizi rahat bırakırlar,” diye tamamladı Melikşah biraz durgun bir tavırla. Neslihan başını salladı.
“sanırım haklısın,” Melikşah hemen eski neşeli haline dönmüştü bile “biz de o sırada bağımsız bir çift olmanın tadını çıkarabilir, birbirimizi daha iyi tanırız.”
“beğenmediğim huyların ortaya çıkarsa vazgeçerim haberin olsun,” dedi Neslihan da biraz rahatlayarak. Şaka yapmıştı ama Melikşah ona öyle bir bakış attı ki tüm tadı kaçtı gitti.
“vazgeçmek yok,” dedi hemen Melikşah nitekim “vazgeçersen beni öldürürsün.”
Neslihan, adamın yüzüne bakakaldı. Ne diyordu böyle Allah aşkına. Ağzını açıp bir şeyler demesi gerektiğinin farkındaydı ama resmen uyuşmuştu.
“deme böyle şeyler,” cümlesi çıktı dudaklarından “sakın kendi varlığını başka bir insanın varlığına bağlama.”
Melikşah tam bir şeyler söyleyecekti ki “bakın çifte kumrular da buradaymış,” diyen sesle sohbetleri yarıda kesildi.
Gelen kişi Aslı Hanım’dı. Yanında Sencer Bey ve – Alparslan vardı. Melikşah ayağa kalkacak gibi oldu ama Sencer Bey “oturun çocuklar afiyet olsun,” dedi tebessümle, “maşallah Allah muhabbetinizi arttırsın.”
“amin,” dedi Melikşah hemen. Sencer Bey ve Aslı Hanım güldü. Alparslan ise hayli rahatsız gözüküyordu ancak o normal zamanda da mesafeli durduğu için kimse onun bu halini yadırgamıyordu.
“bizi masaya davet etmek yok mu?” diye sordu Aslı Hanım gülmeye devam ederken. Neslihan “elbette, buyurun.” Dedi.
“dur şimdi Aslı sen de,” dedi Sencer Bey “belli ki çocuklar özel bir şey konuşuyorlar.”
“lütfen,” dedi Neslihan bu anın bitmesi için dua ederek “oturun birlikte yiyelim.”
“peki madem,” diyen Sencer Bey masanın başına geçerken Aslı Hanım da Melikşah’ın yanındaki sandalyeye geçip oturdu ve böylece Alparslan mecburen Neslihan’ın yanındaki boş sandalyeye geçip oturdu.
Neslihan, böyle bir durumda kaçıp gitmek olmayacağı için bardağından bir yudum almakla yetindi. Masada ise sohbet çoktan başlamıştı.
“biz de Alparslan’ı gitmesin diye ikna etmeye çalışıyorduk,” dedi Sencer Bey. Gür bıyıkları sigara yüzünden yer yer sararmıştı.
“ama kendisi epeyce inatçı,” diye devam etti Aslı Hanım. Güzel kadındı. Neslihan’ın kıskançlıktan aklını kaybetmesine yetecek kadar güzel.
Neslihan o günü hatırlamak istemiyordu. Gözlerini kapatıp açtı. Yanı başında gergin bir şekilde duran Alparslan sohbete katılmıyordu.
“Alparslan abiyi aksine ikna etmek zor,” diye kabul etti Melikşah. O sırada üçünün yemekleri geldi. Hem yiyip hem de konuşmaya devam etti. Neslihan zorlukla üç beş cümle kurmuştu ama Alparslan belli belirsiz kafa sallamak dışında hiçbir şekilde sohbete katılmıyor hızlıca yemeğini yiyip bitirmeye çalışıyordu.
“Alparslan Bey,” dedi Neslihan sonunda dayanamayıp “Allah korusun boğazınıza kaçacak.”
Sencer Bey pofurdar gibi güldü, “kızım o bir an önce yiyip kaçmanın derdinde.”
“orasını anladım,” dedi Neslihan.
“kusura bakmayın,” diye karşılık verdi Alparslan sonunda “nihayete erdirmem ve yeniden başlamam gereken çok iş var.”
“hakkınız var,” Neslihan başını çevirip kısacık bir an ona baktı, “çoğu zaman aldığımız kararların beraberinde ne gibi sorumluluklar yüklenmemiz gerektireceğini kestiremiyoruz.”
Alparslan da ona baktı. Bir saniye bile sürmemişti. Ama oradaydı. Gözlerinde gördüğü yangın Neslihan’ın kalbindeydi. Dudaklarından çıkacak bir kelime ile her şey değişebilirdi. Sanki Alparslan da o bir kelimenin dudaklarından çıkmasını bekliyordu.
“ayrılma kararı aldığım zaman bana neye mal olacağını tam olarak biliyordum Neslihan Hanım,” diye karşılık verdi.
“umarım her şey gönlünüzce olur,” Neslihan tabağına geri dönerken Alparslan da yemek yemeyi bıraktı.
“sizin de, ikinizin de,”
Melikşah tebessüm edip “sağ ol abi,” dedi.
“Neslihan,” dedi Aslı Hanım biraz dikkatli şekilde kızı süzerek “yüzün solgun gibi geldi bana, yoksa tam olarak iyileşemedin mi?”
“iyileştim,” dedi Neslihan hemen “solgun mu gözüküyorum?”
“çok güzel gözüküyorsun,” diye karşılık verdi Melikşah. Aslı Hanım ona muzip bir bakış atıp Neslihan’a geri döndü.
“sana iltifat etmek için pusuda bekliyor sanki”
Yanı başında oturan Alparslan’ın gerildiğini hissedebilen Neslihan “biraz heyecanlıyım,” dedi ve ekledi “akşam Melikşah’ın ailesiyle tanışacağım da.”
“öyle mi?” dedi Sencer Bey bıyıklarını peçeteye silerken “maşallah epey hızlı gidiyorsunuz.”
“aslında bu biraz benim suçum,” dedi Melikşah “Neslihan başından beri önce birbirimizi tanımak taraftarıydı ama sanırım ben onu kaybetmemek için acele ediyorum.”
Bu cümle az önceki konuşmalarına nispeten söylenmişti. Neslihan bunu anlıyordu.
“en iyisini yapmışsın,” diyen Alparslan’dı. Neslihan ona şaşkınlıkla baktı.
“ne demek istiyorsunuz?” diye soran da Neslihan’dı.
“çünkü bir cevher bulduğunda kaybetmemek için onu saklarsın Neslihan Hanım, Melikşah da öyle yapmış.”
Konuşurken ikisi de birbirinin yüzüne bakamamıştı. Alparslan, boğazını temizleyip devam etti, “akıllı adamsın Melikşah,” diyerek cümlesini bitirdi. Sesindeki acıyı da bir tek Neslihan anlamıştı.
….
Melikşah kapıyı çaldığında Neslihan elinde tuttuğu kil saksıyı kırmak ister gibi sıktı. Birkaç saniye içinde kapı açıldı ve karşısında güler yüzlü elli yaşlarında sarışın bir kadın duruyordu.
“hoş geldiniz çocuklar,” deyip onları içeri davet etti. Neslihan eşikten içeri adım atarken bir geri dönüşü olmayan adım daha diye geçirdi içinden.
“hoş bulduk Sultan teyze,” diye karşılık verdi Neslihan. Melikşah kibar bir hareketle üstündeki paltoyu çıkartmaya yardım edip portmantoya astı. Melikşah’ın ailesinin evi Ataşehir civarlarındaydı. Dört katlı bir apartmanın ikinci katıydı. Bina ne eskiydi ne de yeni. İçerisi aydınlık renklerle döşenmişti. Krem rengi karo fayans zeminli antrenin duvarları uçuk bir leylak rengindeydi. Açık renkli kilim desenli halılar koridor boyu serilmişti. Beyaz kapılar eve ferah bir hava katmıştı.
Sultan Hanım, Neslihan’ı dikkatlice süzüp iki kolundan tuttu. Gözleri gözleriyle buluştuğunda “maşallah,” dedi memnuniyetle “Melikşah’ın anlattığından daha da güzelsin.”
Neslihan, utangaç bir tebessümle “siz de öyle Sultan teyze,” dedi, “bu çiçek sizin için.”
“ah çok teşekkür ederim canım,” Sultan Hanım çiçeği alıp oğluna verirken “gözüm gibi bakacağım,” diye ekledi. Neslihan uzanıp kadının elini öptü ve alnına koydu. Sultan Hanım, Neslihan’a sarılıp iki yanağından öptü. Sarı saçlarını özenle topuz yapmış, simli beyaz bir gömlek ve siyah kumaş pantolon giymişti.
“gel, Fatih de seni çok merak ediyor,” dedi Sultan Hanım.
Neslihan’ın elinden tutup koridora götürürken Melikşah arkalarından “ben de hoş buldum, çiçekle tatlıyı ben hallederim,” diye bağırdı.
Neslihan salona girdiğinde karşısında bulmayı umduğu adamı göremedi. Zihninde canlanan adam uzun boylu, asık suratlı bir adamdı ama onu karşılayan adam ortalama bir boya sahip hafif kel ve göbeği bir hayli önde olan bir adamdı. Yüzünde samimi bir tebessüm vardı.
“hoş geldin kızım,” derken sesi de kendi gibi tatlıydı.
“hoş buldum Fatih amca,” dedi Neslihan ve hiç beklemeden uzanıp adamın elini öptü ve alnına koydu. Fatih Bey Neslihan’ın çenesinden tutup “bu gözler ne böyle!” dedi muzip bir ifade ile “belli oğlum sana boşuna vurulmamış.”
Neslihan daha da utanarak gülümsemeyi başarabildi. Neyse ki o sırada Melikşah yetişti. Neslihan’ın yanına gelip “işte benim çekirdek ailem,” dedi beklenti ile. Neslihan ona baktı ve içtenlikle “çok güzel bir aile,” dedi.
“hadi masaya geçelim,” diyen Sultan hanımın sesi ile Neslihan salona bakmayı akıl edebildi. Salonun bir tarafına konulmuş masa dört kişilik hazırlanmıştı. Her yer gibi salon da açık renklerle döşenmişti. Ahşap parke zemine serilmiş taba renkli halıyla uyumlu koltuk takımının karşısına konan TV ünitesi de beyaz renkliydi. Pencere önünde Neslihan’ın boyuna yakın yeşil yapraklı bitkiler saksıda arzı endam ediyordu.
“yardım edilecek bir şey var mı?” diye sordu Neslihan hemen.
“hayır canım,” dedi Sultan Hanım “sen bugünlük misafirimizsin, otur ve keyfine bak.”
Masaya geçip oturduklarında Neslihan ne kadar özenildiğini gördüğünde kendini çok daha kötü hissetti. Bütün bunlar kendisi için hazırlanmıştı. Neslihan ise-
“ee Neslihan,” diyen Fatih Bey’in sesiyle düşüncelerini toplayıp adama baktı, “demek aynı iş yerinde tanıştınız.”
“öyle Fatih amca”
“ben bürodaki çaylağım,” dedi Melikşah “Neslihan ise benden önce işe başlamış.”
“hukuk okumak hep hayalin miydi?” diye sordu Fatih Bey.
“sanırım,” diye karşılık verdi Neslihan ve devam etti, “dört tane erkek kardeşim var ve çocukluğum onlara karşı kendi hakkımı savunmakla geçti, hukuk alanını seçerken ikinci kez başka bir meslek üzerine düşünmedim bile.”
Fatih Bey bir kahkaha atıp “maşallah,” dedi “kalabalıksınız.”
“ve epeyce gürültülü,” o sırada elindeki son servis tabağını da masaya bırakıp sandalyesine oturan Sultan Hanım “benim de beş kardeşim var,” diye sohbete dahil oldu.
“dolayısıyla da bir sürü kuzenim var,” diye ekledi Melikşah.
“bir araya geldikleri zaman onlar da epeyce gürültülü oluyorlar,” dedi Fatih Bey “ben ise sessizlik severim.”
Neslihan güldü, “sessizliği ben de severim ama gürültü içinde yaşamaya da alıştım.”
“peki ya annen ve baban?” diye sordu Sultan Hanım “onlar nasıllar?”
“torun sevmekle meşguller, gürültüden şikayetçi oldukları söylenemez. Özellikle de annem. Etrafında evlatlarını görmek ister her zaman.”
“elbette, kaç torunu var?”
“şimdilik bir tane.”
“yolda olan da mı var?”
“evet, iki ay sonra bir yeğenim daha olacak inşallah.”
“ay ne güzel,” diye iç çekti Sultan Hanım “bütün kardeşlerin evli mi?”
“hayır, en büyük ağabeyim bekâr. Amerika’da yaşıyor. Babamın da ortağı olduğu şirketin yurtdışı işlerini idare ediyor.”
“ortak?” diye sordu Fatih Bey anlamaya çalışarak
“bir mühendislik şirketi, babam en küçük hisseye sahip ortak hatta ona eski ortak derler ama ilk gençlik yıllarını bu şirketi büyütmek için çalışıp çabalamakla geçmiş. Zaman içinde işin içine büyük balıklar girmeye başlayınca babam kendini geri çekmek zorunda kalmış ama yine de epeyce başarılı bir iş geçmişi vardır, şimdi emekli oldu ve yerine ikinci ağabeyim geçti.”
“o da mı mühendis?” diye sordu Sultan Hanım.
“İlyas ağabeyim iktisatçıdır. Şirketin bize ait hisselerinin işleriyle ilgileniyor.”
“bütün kardeşlerin babanın şirketinde mi çalışıyor?”
“sayılır,” dedi Neslihan “Oğuzhan abim de aynı şirket bünyesinde çalışıyor ama onun dalı farklı olduğu için büyük hissedarların bölümünde işe başladı.”
“arada bir kavga gibi bir şey yok yani?” diye sordu Fatih Bey emin olmak için. Neslihan gülümsedi.
“diğer ortaklar epeyce büyüyüp gelişti kabul ama bizimle ilgili bir mesele yok. Babam yıllar önce aile huzuru ile işi arasında bir seçim yapmış ve ailesini seçmiş.”
Sultan Hanım ilgiyle dinledikten sonra “gerçekten film gibi bir hikaye,” dedi.
“sanırım bir kardeşin daha var,”
Neslihan başını salladı.
“Sinan henüz on yedi yaşında ve onun hedefi İsmail ağabeyimin yanına gitmek.”
“yurt dışında yaşamak istiyor yani.”
“şimdilik öyle ama zaman ne gösterir bilemiyorum.”
Melikşah bu noktada araya girdi, “bence Sinan sizi bırakıp hiçbir yere gidemez, o gün hastanede seni görene kadar ağzını bıçak açmadı ve sana sarıldığında resmen gözlerim doldu.”
Neslihan o güne dair hatıralarını hala daha acıyla hatırlıyordu. Hüzünlü bir tebessümle “Sinan çok kıyımsızdır. Hiçbirimizin yüzünde en ufak bir üzüntü görmeye dayanamaz.”
“ailenden bahsederken gözlerinin içi parlıyor,” dedi Sultan Hanım. Bundan memnun kaldığı belliydi.
“sen neden mühendis olmadın?” diye sordu Fatih Bey. Neslihan bir an düşündü.
“ailenin gelinleri bile mühendis halbuki” diye takıldı Melikşah. Leyla yengesi makine mühendisiydi, İzel yengesi de gıda.
“sanırım geleneği bozmak istedim.”
“başkaldırı gibi mi?”
“hayır,” dedi Neslihan gülerek “babam hiçbir zaman bana mühendis olmam konusunda ısrar etmedi. Aksine her ne karar alırsam alayım beni hep desteklemiştir.”
“kızına destek çıkan babalara saygım sonsuzdur,” dedi Fatih Bey.
“aynı şeyi Yusuf amca da senin için söyledi baba,” dedi Melikşah, “senin emekli olmana rağmen çalışmaya devam ettiğini anlatınca.”
Fatih Bey keyifli bir kahkaha attı. Gülerken göbeği de onunla birlikte gidip geliyordu.
“en kısa zamanda onlarla da tanışırız inşallah,” dedi Sultan hanım.
“inşallah,” Neslihan başka ne diyeceğini bilememişti. Melikşah hemen yardımına yetişti.
“iade-i ziyaret diyorsun yani.”
“zevzeklik etme diyorum oğlum,” dedi Sultan Hanım ters bir bakış atıp. Neslihan kıkırdadı. Melikşah ona bakıp “hoşuna mı gitti Neslihan hanım?” diye sordu.
“biraz,” diye kabul etti Neslihan.
“o-hoo daha şimdiden siz benimle uğraşmaya başladıysanız benim işim çok zor.”
Sultan Hanım, anaç bir tavırla Neslihan’ın elinden tuttu, “ben Neslihan kızımı çok sevdim, eğer o da benimle ilgili aynı şeyi hissediyorsa kabul bizden çekeceğin var.”
“ben de sizi sevdim Sultan teyze,” dedi Neslihan hemen. Birbirlerine bakıp gülümsediler.
Yemek bu minvalde devam etti. Neslihan hiç sıkılmamıştı. Onu utandıracak ya da zorlayacak hiçbir şey demeden sadece onu tanımaya çalışarak sohbete devam ettiler.
Çay vakti geldiğinde Neslihan bu kez yerinde duramadı ve mutfağa geçip “yardım etmek için geldim,” dedi. Masayı toplarken de yardım etmişti. Melikşah ile birlikte yapmışlardı. Sultan Hanım da mutfakta bulaşıkları halletmişti.
“peki madem,” dedi Sultan Hanım “bak o dolapta çay bardakları var onları tepsiye diz o zaman.”
“tamam,”
Neslihan, dolabı açıp bardakları ve çay tabaklarını alıp gümüş tepsiye dizmeye başladığında Sultan Hanım da Neslihan’ın getirdiği şekerpareleri ve kendi yaptığı tatlıyı tabaklara diziyordu.
“sana bir şey söylemek istiyorum Neslihan,” dedi Sultan Hanım. Neslihan ona baktı. Sultan Hanım elindeki işi bırakıp Neslihan’ın karşısına geçti ve ellerinden tutup “yalan yok bir an Melikşah bize hiç uygun olmayan görgü nedir bilmeyen bir kızı tutup kolundan karşımıza getirecek diye çok korktum.”
“ben-“
“ama seni görür görmez tüm korkularım uçup gitti güzel kızım, belli ki sen edep nedir bilen, saygılı ve görgülü bir genç kızsın. Seni görür görmez içim ısındı.”
“teşekkür ederim,” diyebildi Neslihan. Gözleri dolmuş boğazına bir yumru oturmuştu. Sultan Hanım elini yanağına koyup “neden hüzünlendin şimdi?” diye sordu.
“dedikleriniz benim de içimi ısıttı Sultan teyze,” diye karşılık verdi Neslihan “bu yüzden.”
“maşallah,” dedi Sultan Hanım bir kere daha kendini tutamayıp. Neslihan çayları doldurup tepsiyle içeri geri döndüğünde Melikşah’ın yüzündeki ifade sözle anlatılacak gibi değildi. Sanki çok uzun zamandır sadece bu anın hayalini kuruyormuş gibiydi. Elbette Neslihan’ın çay servisi yapmasının hayali değildi bu, sevdiği kızın bu evin yani kendi evinin bir parçası olduğunun hayali…
“Neslihan kızımın elinden çay bile daha tatlı olmuş,” dedi Fatih Bey ilk yudumu aldıktan sonra. Neslihan gülümsedi, “afiyet olsun.”
Akşamın sonuna geldiklerinde- ki babası saat onu geçirmeden evde olmasını tembihlemişti. Antrenin önünde Neslihan paltosunu tutan Melikşah’a teşekkür edip giydi ve önünü bağlayıp önce Fatih Bey’in elini öptü.
“seni tanıdığıma çok memnun oldum kızım,” dedi Fatih Bey “dilerim bu güzel akşam çok güzel bir maceranın başlangıcı olur.”
“ben de sizi tanıdığıma çok memnun oldum, nezaketiniz ve misafirperverliğiniz için çok teşekkür ederim.”
“tekrar görüşmek üzere,”
Neslihan, Sultan Hanım’a uzandığında kadın onu şaşırtan bir şey yapıp sarıldı. İçten bir sarılmaydı bu.
“her şey o kadar güzel olmuştu ki tekrar tekrar elinize sağlık,” dedi Neslihan onu bırakırken.”
“görüşmek üzere güzel kızım, anne ve babana selamlarımızı ilet lütfen.”
“aleyküm selam,” dedi Neslihan, “iletirim, Allah’a emanet olun.”
Anne ve babası salona geri döndüklerinde baş başa kaldılar. Melikşah’ın eli kapı tokmağındaydı.
“keşke biraz daha kalsan,” dedi Melikşah. Başını ve omzunu kapıya yaslamış, Neslihan’a dalıp gitmişti.
“ama gitmem lazım, babam saat ona gelmeden evde olmamı istedi.”
“bu eve o kadar çok yakıştın ki Nesli’m,” diye iç çekti Melikşah.
“Melikşah,” diye uyardı Neslihan “gitmem gerekiyor.”
“biraz daha.”
Neslihan gülümsemeye çalıştı. Usulca elini adamın koluna koyup “yarın görüşeceğiz inşallah,” diye fısıldadı “şimdi beni bırak da gideyim.”
“öyle olsun,” Melikşah ile birlikte kapıdan çıktıklarında “sen nereye?” diye sordu Neslihan.
“seni arabana bindirmeden içim rahat etmez.”
Neslihan sesini çıkarmadı. Birlikte asansör yerine merdivenlerden inmeye başladılar. Dışarısı soğuktu. Kış inadına daha da kuvvetleniyor gibiydi. Arabasının yanına geldiğinde kapıyı açtı. Binmeden önce Melikşah’a dönüp “anne ve baban çok iyi insanlar,” dedi ve ekledi “sen ikisinden de birer parça taşıyorsun, senin kalbinin güzelliğinin nereden geldiğini bu akşam daha iyi anladım.”
Melikşah, mahcup bir tebessümle ellerini cebine sokup omuz silkti. Neslihan onun utandığını biliyordu. Bu yüzden gülümseyip “iyi akşamlar,” dedi ve arabasına binip kapıyı kapattı.
Yola çıkarken Melikşah ona el sallıyordu. Neslihan biraz gittikten sonra istemsizce gözyaşları gözünden akmaya başladı. Durdurulamaz noktaya geldiğinde dörtlüleri yakıp kenara çekti ve içini çeke çeke ağlamaya devam etti. Yumruğunu sıkıp kalbine vurmaya başladı.
“lütfen,” diye yalvardı sessizce “lütfen kalbim lütfen. İhanet etme artık bana lütfen!”
“Allah’ım,” dedi hıçkırarak “Allah’ım yardım et! Bir aydınlık nasip et! Lütfen yardım et bana!”
Sanki yaşama sevinci günden güne çekilip gidiyordu içinden. Melikşah’a baktığı her an kendini daha da iğrenç hissediyordu. Sonunda biraz toparladığında arabayı tekrar çalıştırdı ve yol boyunca ağlamaya devam etti.
uzun bir bölüm oldu
lütfen buraya kadar geldiyseniz küçük yıldızı parlatmayı unutmayın
gelecek bölümden küçük bir alıntıyı da aşağıya bırakıyorum
.
“Alparslan,” dedi şaşkınlıkla “ne- ne yaptığını zannediyorsun?”
“hadi sür,” dedi Alparslan karşıya bakarak.
“in arabamdan,”
“Melikşah hala ofiste muhtemelen bir dakika içinde hareket etmezsen bizi birlikte görüp yanımıza gelir ve ben seninle yapmayı planladığım konuşmayı ilk onunla yaparım ve çıkacak olan rezillik umurumda bile olmaz.”
.
yeni bölüm hazır aklımda bir okuma oranı var
ona ulaştığımda yeni bölümü yükleyeceğim inşallah
kendinize iyi bakın
sizi ve yorumlarınızı çok seviyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |