

herkese merhabalar
biraz uzun soluklu bir bölümle karşınızdayım
yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum
BÖLÜM
Eşkal
Sabah uyanıp işe giderken teni sarıya çalıyordu. Mide bulantısından zorlukla bir iki lokma bir şey yiyip annesinin sorgulayan bakışlarından kaçarak dışarı çıktı ve taksiye binip işe gitti.
Giderken başını cama çevirip gökyüzüne baktı. Bahar gelmeye başlamıştı artık. Şehrin üzerindeki beyaz örtü kalkmıştı. Neslihan’ın içinde ise çok büyük bir fırtına vardı. İşler çok fena karışacaktı.
Ofisin sokağına geldiğinde “burada ineyim,” dedi. Taksici sinyal verip durdu. Neslihan inerken karşılaşmak istediği son insanla göz göze geldi. Kapıyı kapatırken “Neslihan?” diye sordu Melikşah “sen niye taksiyle geldin?”
“arabam gece burada kaldı,” diye açıkladı Neslihan. İster istemez yan yana yürümeye başlamışlardı.
“neden?”
“çünkü-“ Neslihan durup gerçeğin ne kadarını anlatabileceğini düşündü. Melikşah meraklı bir ifadeyle ona bakıyordu. Ancak genç kadın ona daha dikkatli baksa o gözlerde çok büyük bir özlem ve acı olduğunu görebilirdi. Bizzat kendisinin sebep olduğu bir acı. Belki de Neslihan o yüzden ona bakmaktan kaçınıyordu. Sebep olduğu şeyi görmemek için.
“araban mı bozuldu?” diye tahminde bulundu adam. Neslihan başını salladı. Daha fazla yalan olmayacaktı.
“dün işten çıkarken Alparslan Bey’in telaşlı sesini duydum. Kardeşi bir- kaza geçirmiş, duyunca haliyle kötü oldu ben de onun arabasıyla hastaneye götürdüm onu.”
Melikşah başını sallayıp “anladım,” dedi sadece, “peki kardeşi iyi mi?”
“iyi,” Neslihan karşıya geçip içeri girerken bir daha konuşmadı. Melikşah ise sürekli ona kaçamak bakışlar atıp duruyordu.
“sen nasılsın?” diye sordu adam asansörün önüne geldiklerinde. Neslihan merdivenlere bakıp “iyiyim,” dedi düz bir tonla “ben merdivenlerden çıkayım.”
“saçmalama!” diye kızdı Melikşah “sapık falan değilim.”
Neslihan adama bakıp “o yüzden söylemedim,” diye kendini savundu “sadece benim yüzümden rahatsızlık duyma diye-“
“kısacası benimle kapalı bir ortamda bir dakika bile kalmaya tahammülün yok,” dedi Melikşah buz gibi bir tavırla. Can yakan acımasız dürüstlük diye geçirdi içinden Neslihan. Çenesini kapattı. Başını eğip “doğru olmaz,” diye fısıldadı.
“anladım.”
“seni kırmak istememiştim,” Neslihan özür diler gibi adama baktı. Melikşah bir kere başını salladı.
“sana dair içimde hiçbir umut kalmadı Neslihan,” dedi birden. Hala daha o asansörün önünde duruyorlardı, “haftalardır bir kere bile başını kaldırıp bana bakmadın. Sen haklıydın. Sen beni, benim seni sevdiğim gibi sevmiyorsun, asla da sevmeyeceksin.”
Neslihan yutkundu. Bu konuşmayı şimdi yapmak istemiyordu. Hiç zamanı değildi. Yine başını kaldırıp adama bakmaya zorladı kendini. Söyleyeceklerini dinlemek zorundaydı.
“çok kısa sürede çok hızlı ilerledik ve ben sana dikkatli bakamadım. Eğer baksaydım senin beni sevmediğini anlardım ama aşk sarhoşu olunca-“
“Melikşah,” diye araya girdi Neslihan kendini çok kötü hissediyordu, “gerçekten denedim, sana karşı samimiydim hep.”
Karşısında duran adam başını usulca salladı. Elleri cebindeydi, “denedin Neslihan. Sorun da buydu zaten. Gerçekten sevseydin; denemene, çabalamana kendini zorlamaya ihtiyacın olmazdı. Bunu sonunda anladım. Birkaç gündür sana bunu söyleyip söylememeyi düşünüyordum. Sanırım sonunda ikimizi de neyden korumaya çalıştığını anladım.”
Neslihan bir anda kendini çok rahatlamış hissetti. Yüzüne bir tebessüm yayıldı.
“aileme söyledim,” diye devam etti Melikşah “sen de seninkilere anlatabilirsin. Ben hazır olana kadar beklediğin için teşekkür ederim.”
“beni anladığın için ben de teşekkür ederim,” diye karşılık verdi Neslihan ve kaçıp gitmek ister gibi merdivenlere yönelip hızlı adımlarla yukarı çıkmaya başladı.
İş yerinde gün korkunç derecede sıkıcı geçti. Bir ara Neslihan, Alparslan’ı arayıp Gökhan’ı sordu ve yarın odaya çıkacağını öğrendi. Uyanmıştı. Bilinci yerindeydi ve konuşuyordu. Bu iyi haberdi.
Gün bittiğinde Neslihan ne yapacağına karar vermişti. Tereddüt etmeden telefonu çıkarıp İzel’i aradı. Üçüncü çalışta cevap geldi.
“Neslihan’cım, efendim canım,”
Bu sesi duymak tüm vücudunu uyuşturur gibi oldu. İhtimal diye hatırlattı kendine Neslihan. İmkansız ve saçma sapan bir ihtimal.
“nasılsın yenge?” diye sordu Neslihan samimi olmaya çalışan bir tonda.
“iyiyim canım, evdeyim sen?”
“ben de iyiyim, müsait misiniz ya, sizin evin oralardayım da bir uğrayıp kahve içeyim dedim.”
“ay tabi hemen gel,” diye karşılık verdi İzel. Sesi gerçekten de heveslenmiş gibi çıkmıştı. Ama’ o bir yalancı’ dedi içinden bir ses ‘hem de çok usta bir yalancı!’
“tamam görüşürüz o zaman.”
Telefonu kapatıp ellerinin titremesini engellemeye çalıştı. Arabasına atlayıp yola çıktığında ağlamak, bağırmak ve herkesi sarsmak istiyordu.
Oğuz abisinin evinin önünde durduğunda sitenin içine girip otoparka arabasını bıraktı. Bir müddet hareket etmeden öylece durdu. Elleri direksiyonu sıkıca kavramıştı. Ne yaptığını idrak ettiği bir andı. Neyin peşine düşmüştü böyle. Neyi araştırıyordu? Midesine saplanan sancıyı görmezden geldi. Dikiz aynasından başını düzeltip yüzündeki ifadeyi toparladı ve çantasını alıp arabadan çıktı. Asansöre binip dört kat yukarı çıktı.
Kapının önüne geldiğinde avuç içleri ter içinde kalmıştı. Usulca zile basıp kapının açılmasını bekledi.
Kapı açıldığında onu Oğuz abisi karşıladı. Yüzünde parlak bir gülümseme vardı. Bu evin içinde mutluydu. Bu kadınla mutluydu.
‘Yalancı! ‘Diye bağırdı içindeki o ses ‘o kadın bir yalancı’
“hoş geldin bacım,” dedi Oğuz ona sarılıp “ne iyi ettin.”
“hoş buldum,”
İçeri girip üstünü çıkardı. Salona geçerlerken “yengem nerede?” diye sordu.
“mutfakta” karşılıklı koltuklara otururlarken Oğuzhan göz kırpıp “görümcesine mama hazırlıyor,” diye fısıldadı.
“zahmet etmeseydi,” dedi Neslihan hemen “bir yarım saat oturup kalkacaktım, sizi görmek için geldim.”
“zahmet değil,” dedi Oğuz gülümseyerek “hem İzel’i bilirsin sever böyle şeylerle uğraşmayı.”
‘Mutlu huzurlu bir yuva’ içindeki ses şimdi iğneleme yapmaya başlamıştı. Ona sesini kesmesini söyledi.
“bilmez miyim,” deyip gülümsedi. Abisine dikkatle bakıp “nasılsın?” diye sordu.
“iyi,” diye karşılık verdi Oğuz hemen “iş güç, koşuşturma.”
“bir sıkıntı yok değil mi?” Neslihan’ın yüzündeki bir ifade Oğuzhan’ın kendinden emin duruşunda anlık bir zafiyet göstermesine sebep olmuştu. Ama hemen kendini toparlayıp “yok bacım,” dedi, “her şey yolunda.”
“çok şükür,” Neslihan tebessüm etti, “keyfiniz yerinde olsun da.”
“yoksa seni annem mi gönderdi?” diye sordu Oğuz kendini tutamayıp. Neslihan kaşlarını çatıp sorar gibi abisine baktı. Oğuz, koridora doğru bir bakıp atıp “İzel biraz zor zamanlar geçiriyor bu aralar,” diye fısıldadı “ailesiyle ilgili bir mesele.”
“öyle mi?” dedi Neslihan “bilmiyordum.”
‘Düşmanı düşmana benzemeden yenmek en büyük zaferdir.’ Diye geçirdi içinden. Ama bu akşam oyun oynamalıydı. Bildiğini bilmiyormuş gibi davranmak zorundaydı. Yani başarılı bir şekilde yalan söylemeliydi.
“uğraşıyoruz işte, canı sıkkın bu aralar. Annem biliyor belki dedim bir an, annem bizi kontrol için seni mi gönderdi.”
“öyle bir şey söylemedi,” diye karşılık verdi Neslihan “Leyla yengemin doğumu yaklaştı biliyorsun, onunla uğraşıyor.”
“doğru söylüyorsun,” sanki Oğuz aklından uçup gitmiş gibi başını salladı, “doğuma çok az kaldı sahiden.”
Konuşurlarken İzel geldi. Neslihan ayağa kalkıp ona sarıldı. İzel onu iki yanağından öpüp “hoş geldin canım,” dedi içtenlikle “sana sufle yaptım.”
“niye zahmet ettin yenge,” dedi Neslihan gülümseyerek “ben sizi görmek için geldim.”
“tatlı yiyelim tatlı konuşalım demişler,”
Bu şen şakrak tavırları gerçek miydi yoksa her zaman rol mü yapıyordu acaba? Oğuzhan abisini kandırmış mıydı? Yoksa Neslihan’ın tüm şüpheleri yersiz bir kuruntudan mı ibaretti. Başından beri ona ısınamadığı doğruydu ama bu- bu çok fazlaydı.
“o zaman şimdiden eline sağlık,” dedi Neslihan “nasılsınız bakalım, nasıl gidiyor?”
“Oğuz bu aralar çok yoğun,” dedi İzel. Kocasına olan bakışları- ona olan bakışları nasıldı sahiden? Neslihan okuyamıyordu, hissedemiyordu. Sanki kendini görünmez bir zırhla saklamış gibiydi. Neslihan bu kadını göremiyordu.
“Kaya erkeklerinin yoğun olmadığı bir dönem var mı ki?” diye ona karşılık verdi Neslihan.
“sadece erkekleri değil hanımları da çok yoğun.”
“doğru,” diye kabul etti “ama bu yoğun tempoyu seviyorum.”
“ne güzel,” diye iç çekti İzel “sanırım ben de çalışmak istediğime karar verdim.”
“öyle mi?” Neslihan içinde kopan fırtınayı dizginlemeye çalışarak “Ankara’da çalışmıştın değil mi?” diye sordu “kısa bir süreliğine başka deneyimin var mı?”
“hayır,” diye surat astı İzel “ama Ankara’dan güzel referanslarım var.”
Neslihan başını sallayarak gözlerini yere indirirken gözü İzel’in bilekliğine takılmış gibi rol yaptı.
“yenge?” diye sordu merakla “abimin yıldönümü hediyesi nerede, hiç çıkartmazdın sen onu.”
İzel mükemmel bir hüzünle bileğini kaldırıp “kaybettim,” diye dudağını sarkıttı. O an dünya Neslihan’ın üzerine yıkılır gibi oldu. Kulakları uğulduyordu. Demek kaybetmişti. Aşığının otel odasında çıkarıp orada unutmuştu! Gözlerinin önü kararır gibi oldu. Emin olmak zorundaydı. Emin olmalıydı.
“üzüldüm,” diyebildi sonunda “nasıl oldu?”
“ben de bilmiyorum ki,” diye oynamaya devam etti İzel, “klipsi gevşemiş olmalı, dışarıdan döndüğümde bileğimde olmadığını fark ettim.”
“ya,” Neslihan, nasıl oluyor da konuşmaya devam edebiliyordu bilmiyordu. Yutkundu. Boğazı kemik gibi olmuştu.
“olsun canım,” dedi Oğuz uzanıp sevdiği kadının elini tuttu ve öptü, “ben sana daha güzelini alırım.”
“aşkım benim,” diye şakıdı İzel. Neslihan daha fazla dayanamayıp “ben bir ellerimi yıkayıp geliyorum,” diye ayağa kalktı. Kaçar gibi banyoya girip kapıyı kilitledi. İçinde kabaran öfke hiçbir şeyle kıyaslanamazdı.
Ellerini lavabonun kenarlarını dayayıp olduğu yerde derin derin nefesler alıp verdi. Aynada kendi yüzünü gördüğünde gözlerinde gazap vardı. Dünyayı yıkabilirdi şu anda. Her şeyi yapabilirdi. Ama emin olması gerekiyordu. Her şey hala tesadüf olabilirdi. Onu yanıltmak ve bu şüpheye düşürmek için yan yana dizilmiş rezil bir tesadüf serisi!
“yalancı!” diye fısıldadı öfkeyle. İlk defa içinden geçeni diline vurmuştu. Lavaboyu öyle sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz kesilmişti.
“sakinleş,” diye uyardı kendini aynadaki yansımasından. Emin olacaktı. Sonra da dünyayı bu kadının başına yıkacaktı.
Soğuk suyla ellerini ve yüzünü yıkayıp kendine geldi. Dışarı çıktığında oturduğu koltuğun önünde bir sehpa vardı. Sehpanın üzerinde kahve ve sufle duruyordu. Burnuna gelen koku midesini kaldırdı. Bütün gün pek bir şey yememişti.
“gel canım,” dedi İzel, “hadi soğutmadan ye.”
Neslihan tebessüm etmeye çalışıp yerine geri oturdu. Eline kaseyi alıp kaşığı daldırdı ve ağzına götürdü. Öğürmemek için kendini tutup ağzındaki lokmayı çiğnedi ve yuttu.
“eline sağlık,” dedi içtenlikle. Bugün düşmana benzeyecekti, “elin pek lezzetli yenge. Abim çok şanslı.”
İzel hoş bir kahkaha atıp “afiyet olsun,” dedi. Elindeki fincanda bitki çayı vardı. Neslihan kahvesinden bir yudum alıp tatlıyı iştahla yemeye devam etti ve hiçbir şey olmamış gibi sohbet etti.
Bir saat sonra ayaklanıp “ben gideyim artık,” dedi, “yarın iş güç var yine.”
“kalsaydın biraz daha,” diye itiraz etti İzel. Neslihan ona baktı. Yine! Hiçbir şey göremedi.
“müsait bir günde tekrar toplanırız,” diye karşılık verdi Neslihan “nasıl olsa hep bir aradayız.”
“öyle elbette,” diyen abisiydi. Neslihan kendini tutamayıp ona sarıldı. Yüzünü göğsüne saklayıp korumak ister gibi kollarından sıktı.
“sen beni mi özledin kız?” dedi Oğuzhan halinden memnun. Neslihan hıçkıra hıçkıra ağlamak istese de gülümseyip “özledim,” diye cevap verdi. Sonra ayrılıp İzel’e döndü.
“tekrar eline sağlık yenge,” dedi, “bir ara sana tarif sormaya geleceğim haberin olsun.”
“her zaman,” diye şakıdı İzel. Gerçekten memnun mu olmuştu? Neslihan’a sarılıp “yine gel,” diye ekledi.
Neslihan kapıdan çıkıp asansöre binene kadar duruşunu bozmadı. Ne zaman ki kapı kapandı kendini bıraktı. Dehşet, şok, inkar her şeyi aynı anda yaşıyordu. Gözlerinin önünde yıldızlar çakıyordu sanki. Arabasına binmeyi başardığında tüm vücudu titriyordu. İster istemez kendini İzel’le mukayese ederken bulmuştu. Ya o da Melikşah’la evlenseydi ve- başını iki yana sallayıp bu düşünceyi zihninden uzaklaştırmaya çalıştı. O böyle bir şey yapmazdı. Yapmazdı değil mi? Alparslan, kardeşinin kaderini kendine reva görmezdi. Neslihan bunu yapmazdı. Melikşah’a bu kötülüğü yapmamak için yollarını ayırmıştı işte.
Yola çıkmak için dakikalarca kendini sakinleştirmeye uğraştı. Nihayet titremesi bir nebze durduğunda arabayı çalıştırıp yola çıktı.
Eve girdiğinde onu annesi karşıladı.
“hoş gel-“ derken cümlesi kızının yüzünü görünce dudaklarında dondu.
“hoş buldum,” diye karşılık verdi Neslihan çatallı bir sesle fark etmemiş gibi yaparak. Annesi onun karşısına gelip gözlerinin içine baktı. Sanki kızının ruhunu görüyordu. Orada ne fırtınalar koptuğunu izliyordu.
“ne oldu?” diye sordu nitekim.
“bir şey yok,” diye cevap verdi Neslihan. Şimdi olmazdı. Bu evdeki sessiz huzur şimdi yerle yeksan etmeye hazır değildi.
“Nesli!”
“anne!” diye aynı şekilde karşılık verdi Neslihan “bir-şey-yok!” her kelimesini öfkeyle vurgulamıştı.
Ayakkabılarını çıkarıp odasına gitti. Kapısını kapatıp üzerindekileri yırtarcasına çıkarttı ve kendini yatağına attı. Tavana ne kadar süre boş boş baktı bilmiyordu. Nihayetinde doğrulup kalkmayı başardığında vakit gece olmuştu. Hiç düşünmeden telefonu çıkarıp Alparslan’ı aradı. Bütün bu olanlar ikisini nasıl etkileyecekti?
“canım,” diye açtı Alparslan telefonu. Neslihan’ın içi ısındı. Gözlerini kapayıp yere çöktü. Neredeyse ağlamaya başlayacaktı.
“Alparslan,” dedi acıyla “sana ihtiyacım var.”
“Nesli’m?” Alparslan’ın sesi hemen değişmişti. “Ne oldu?”
“seni özledim,” diye mırıldandı Neslihan. Öyle acıyordu ki canı, utanmadan çekinmeden sadece hissettiklerini söyleyebiliyordu.
“ben de seni özledim,” Alparslan’ın sesi bu kez yumuşamıştı, “her an, her saniye seni özlüyorum.”
“sevgilim,” diye devam etti Neslihan “yarın sizi ziyarete geleceğim.”
“gel tabi,” diyen Alparslan’ın tebessümü teninde gezindi sanki. Neslihan elini kalbine koydu.
“Gökhan nasıl?”
“iyi, daha da iyi olacak.”
“şükürler olsun,” Neslihan usulca akan yaşlarını sildi. “peki ya annen, kız kardeşin?”
“bugün onları Kocaeli’ne gönderdim, annem gitmek istemedi ama ben ikna ettim, Gökhan’ı buradan çıktığı zaman Ece’nin yanına göndereceğiz, orada tedavi olacak.”
“bunu duyduğuma çok sevindim,” dedi Neslihan içtenlikle. Olaylar patlamadan önce Gökhan’ın uzaklaşması hayırlı olabilirdi.
“bugün gözlerinde büyük bir pişmanlık gördüm,” diye devam etti Alparslan “sanırım bazı şeylerin farkına varmaya başladı.”
“hepimiz gibi,” derken iç çekti genç kız.
“sen iyi olduğuna emin misin?”
“değilim,” Neslihan bu konuda dürüst davranacaktı “peki ya sen?”
“ben?” Alparslan’ın omuz silken görüntüsü zihninde canlandı, “ben de emin değilim.”
“birlikte çok daha iyi olacağız,” Neslihan buna inanmak istiyordu.
“tek duam, hayalim bu,” Alparslan yine o çok sevdiği ses tonuyla konuşmuştu. Neslihan’ı sarıp sarmalayan sadece ona özel olduğunu bildiği o sıcak ses tonu.
“şu an yanında olmalıydım,” dedi kendini tutamayıp. Sevdiği adamın yanında olmalıydı. Ellerinden tutup ona sarılmalı, gözlerinin içine bakıp orada kaybolmalıydı. Bunu istiyordu, buna ihtiyacı vardı.
“şu anda yanında olmalıydım,” diye tekrar etti Alparslan.
Neslihan tekrar ayağa kalkarken “yarın görüşürüz sevgilim,” diye fısıldadı.
“görüşürüz canım.”
Telefonu kapatırken içinin dindiğini hissetti. Ona iyi gelen tek kişi Alparslan’dı. O geceyi çeşitli kabuslar görerek zorlukla tamamladıktan sonra işe gitmek onun için çok zordu. Herkes Alparslan’ın kardeşinin bir kaza geçirdiğini ve bu yüzden işe gelmediğini biliyordu.
Neslihan, sabrederek bir günü daha tamamlamayı başardı. Hızlı adımlarla otoparka inip arabasına atladı ve hastaneye gitti.
Alparslan onu bekliyormuş gibi girişte karşıladı. Neslihan arabasından inip resmen ona koştu. Alparslan kollarını açıp onu bekledi. Neslihan sevdiği adama sarılıp bir süre öylece kaldı. Alparslan’ın nazik dokunuşları onu sakinleştirmek içindi. Sevdiği adam elbette bir şeyler olduğunu farkındaydı. Sessizce Neslihan’ı bekliyordu. Anlatmasını. Nihayet ondan ayrıldığında Alparslan elini tutup “hoş geldin,” dedi usulca.
“hoş buldum,” diye karşılık verdi Neslihan.
“biraz yürümek ister misin?”
Neslihan her ne kadar bunu yapmayı çok istese de başını olumsuz anlamda sallayıp “Gökhan’ı görmem lazım,” dedi. Alparslan ondan önce şüphelenmişti. Demek ki o da bir şeyleri zihninde birleştirmişti.
“neden?” diye sordu temkinli bir ifadeyle.
“ona- ona sormam gereken bir şey var.”
“ne?” Alparslan anlamıştı. Sevdiği kadının elini sıkıca tutmaya devam etti. Sanki hiç kimse onu alamazmış gibi tutuyordu onu.
“ne olduğunu tahmin ettiğinin farkındayım, benden önce bir şeylerden şüphelenmeye başladığının farkındayım.”
Alparslan boştaki eliyle kızın gözünden akan bir damla yaşı sildi. Elini çekmeyip kızın yüzünü okşadı. Neslihan titreyerek gözlerini kapayıp “korkuyorum,” diye itiraf etti.
“ben de,”
“beni Gökhan’a götür,” bu isteği reddedilmeyecekti elbette. Birlikte odaya yeni çıkmış genç adamın yanına giderlerken Neslihan bir şekilde güçlü hissediyordu. Yanında Alparslan vardı çünkü.
Kapıdan içeri girdiklerinde hasta yatağında yatan gence baktı. Alparslan’a benzemiyordu. Bu adam zayıftı, solgun ve halsiz. Gözleri kahverengiydi, yanık tenli olsa da saçları sarıya çalan bir kahverengiydi. Alparslan’a kıyasla çok daha yumuşak bir yüz tipi vardı. Burnu düz iniyordu, sakalları biraz uzamıştı. İkisini görünce doğrulup sırtını yastıklara dayadı.
“geçmiş olsun,” dedi Neslihan.
“teşekkür ederim,” diye karşılık verdi Gökhan “sen Neslihan olmalısın, abim bana hikayenizi anlattı.”
Neslihan, Alparslan’a bakıp gülümsedi, “güzel şeyler anlattı mı bari?”
“kırık kalplerden bahsetti,” dedi Gökhan düz bir tonla. Neslihan ona baktı, “aşkımız için bir şeyleri feda etmek zorunda kaldık.”
“aşk,” diye mırıldandı Gökhan “benim için bir zehir oldu.”
“üzgünüm,” Neslihan bakışlarını tekrardan genç adama yöneltti. Yanına yaklaşıp “ben de olanları biliyorum,” diye devam etti.
“durma,” diye meydan okudu Gökhan “yargıla beni, evli bir kadınla nasıl ilişkim olabilir diye suçla.”
“öyle bir şey yapmayacağım,” Neslihan’ın bakışları durgundu. Alparslan yanındaydı. Bir elini sırtına koyup ona destek verdi.
“neden?”
“çünkü-“ duraklayıp kafasını toparlamaya çalıştı, “çünkü bunu yapmak istemiyorum.”
Gökhan neşesiz bir kahkaha attı. Neslihan’ın ona bakışları karşısında sustu.
“sana soracağım birkaç soru var,” dedi genç kız. İşin en zor kısmı gelmişti. İçgüdülerini dinleyip adamın yanı başında duran çekmeceyi açtı ve tahmin ettiği gibi bilekliği gördü. Eline alıp kaldırdı.
“bu bilekliğin sahibi,” dedi kendini dizginleyip “senin sevgilin değil mi?”
Gökhan kollarını kendine sarıp “sevgilimdi,” diye düzeltti, “beni terk etmeden önce yani.”
“neden terk etti seni?” diye sordu.
“kocasını sevdiğine karar vermiş çünkü!”
Gökhan’ın gözlerinde parlayan öfke ve hayal kırıklığı ona bir an Melikşah’ı anımsattı. Kendisi de Melikşah’a bunu mu yapmıştı? İhanet tek bir davranış biçimiyle sınırlı değildi ki. Binbir çeşidi vardı. Neslihan neden sürekli bu sözcükle sınanıyormuş gibi hissediyordu? İhanet! İhanet! İhanet!
“İzel,” dedi bir anda. Gökhan yerinde sıçradı. Gözlerindeki ifadeden anlamıştı. İzel’di. İzel!
“adı bu değil mi?”
Gökhan’ın yerine gelmiş azıcık rengi de tekrardan kaybolup gitmişti. Alparslan ise taş kesilmiş gibiydi.
“cevap ver Gökhan,” dedi sadece. Gökhan usulca başını salladı.
“İzel,” dedi aşkla “benim sevgilim, ama sen bunu nereden biliyorsun?”
“çünkü-” Neslihan hala nasıl ayakta dikildiğini bilmiyordu. Bilekliği alıp cebine atarken Gökhan onu dikkatle izledi.
“çünkü ne?” dedi sabırsızlıkla.
“çünkü İzel benim yengem, abimin karısı.”
Bu gerçek odaya düşen bir yıldırımdan farksızdı. Gökhan ona dikkatle bakarken bir an zihninde tüm parçaları birleştirmeye çalıştı.
“sen-“ dedi hayretle “senin soyadın Kaya mı?”
“evet”
Yanı başında duran Alparslan tek kelime ile sarsılmıştı. Neslihan’ın sırtındaki eli aşağı düşerken “saçma sapan bir tesadüf dedim kendi kendime,” diye mırıldandı.
“ben de,” diye karşılık verdi Neslihan “ama şimdi buradayız. Yüzleşmemiz gereken hakikat kucağımızda ve biz bunu muhataplarına iletmek zorundayız.”
“bilmiyordum,” dedi Gökhan “son zamanlarda iyice pimpirikli bir hale dönüşmüştü. Sebebi bu muydu yani? Sizin bir arada olmanız.”
“yakalanma korkusu,” dedi Alparslan, “ zayıf bir bağlantıydı ama yine de onu rahatsız etmiş olmalı.”
Neslihan ise buz kesmişti. Bu gerçeği abisine nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. Bir umut son bir umut telefonu çıkarıp İzel’in bir fotoğrafını açtı ve Gökhan’a gösterdi.
“bu değil mi?”
“evet,” dedi Gökhan. Gözlerini resimden ayırmamıştı. Neslihan ise son umudu da elinden kayıp giderken “ne yaptınız siz?” diye sordu, “her şeyi mahvettiniz.”
“hani beni yargılamayacaktın?” dedi Gökhan “söz konusu abin olunca vaz mı geçtin?”
“Gökhan!” dedi Alparslan sert bir tonda. Gökhan, abisine baktı, “geberip gitmeliydim.”
“sakın bir daha bunu söyleme,” diye uyardı abisi onu. Neslihan avuç içlerini göz kapaklarına bastırıp derin bir nefes alıp verdi.
“anlat,” dedi ellerini çekerken “bilmek istiyorum.”
“anlatacak bir şey yok,” diye aksilenmeye devam etti genç adam. Neslihan onu tutup sarsmamak için kendini tuttu.
“Ankara’da tanıştınız, ilişkiniz orada başladı.”
“doğru,”
“o sırada İzel, abimle evlendi.”
“doğru,” dedi Gökhan bir kere daha “çok kıymetli kocası.”
“yorum yapma,” dedi Neslihan sertçe “evlendikten sonra sana geri mi döndü?”
Gökhan çürük savunması her an çökecekmiş gibi bir abisine bir de Neslihan’a baktı.”
“bir gün karşımda onu gördüm. Yüzü gözü kan içindeydi. Bana; kocam beni dövdü dedi. Çıldıracak gibi oldum. Polise gidelim dedim, şikâyette bulunalım. Ama o bunu istemedi. Kocasından çok korkuyor gibiydi. Sonunda ısrardan vazgeçtim. Evlendiğinden beri kocasından çok kötü bir muamele gördüğünü anlattı, ne kadar mutsuz olduğunu ve pişman olduğunu. Böylece ilişkimiz yeniden başladı.”
Neslihan daha fazla ayakta kalamayacağına karar verip koltuğa çökerken Gökhan anlatmaya devam etti.
“sürekli kocasını kötüleyip duruyordu, çıldıracak gibiydim. Boşan dedikçe olmaz diyordu, beni öldürür seni de öldürür.”
“yalan!” diye kükredi Neslihan. Elini koltuğun kolçağına geçirip sıktı, “benim abim bir karıncayı bile incitmez!”
“en sonunda elime bir silah alıp çok kıymetli kocasını öldürmeyi bile düşündüm.”
Neslihan dehşetle adama baktı. Başını salladı. Alparslan ikisinin arasında duruyordu.
“İzel bana öyle bir şey yaparsam beni asla affetmeyeceğini söyledi.”
“lütfetmiş!” diye hırladı Neslihan. Öfke ve nefret tüm vücuduna kan pompalamaya başlamıştı.
“o sırada ben memuriyetimi yakıp İstanbul’a geldim. Bir süre abimde kaldım ama sonra-“
“seni evden kovdum,” dedi Alparslan.
“çok namuslu abim benim evli bir kadınla göz göre göre ilişki yaşamama müsaade edemezmiş.”
Sesindeki bir tını Neslihan’ı daha çok sinirlendirdi. Ayağa fırlayıp rüzgar gibi eserek Alparslan’ı geçti ve Gökhan’ın yakasından tutup “abinin yarısı kadar şerefe sahip olsaydın bugün bu halde olmazdık,” dedi.
Gökhan şaşırsa da kendini çabuk toparladı. Neslihan elini çekip koltuğa geri oturdu. Başı çatlamak üzereydi belki de çatlamıştı.
“bir müddet İzel’le hotelde buluşmaya devam ettik,” diye devam etti Gökhan. Neslihan gözlerini kapattı. Bu gerçeği sindirmek mümkün değildi. Abisi yıkılacaktı. Her şey paramparça olacaktı.
“sonuna gel,” dedi Alparslan.
“son? Geldi, beni terk etti ve gitti.”
Odaya çöken sessizlikte Neslihan duvar saatinin tiktaklarını duyabiliyordu. Sonunda ayağa kalkmaya başardı. Hiçbir şey demeden kapıya doğru gitti.
“üzgünüm,” diyen sesle donup kaldı. Gökhan’dı. Dönüp ona bakmadı.
“o bir yalancı,” dedi Neslihan “hepimizi kandırdı.”
“abine anlatacak mısın?” diye sordu Gökhan “eğer susmaya karar verirsen ben de susarım.”
Neslihan bir an bunu yapmayı düşündü. Susabilirdi. Hiçbir şey anlatmaz ve bu meseleyi bilmiyormuş gibi yapardı. İzel muhteşem rol yapma kabiliyetiyle kimseye hiçbir şeyi fark ettirmeden yaşamaya devam ederdi. Abisi de öyle.
Bir yalanı yaşayacak olsa bile
Ama susmak çok kolay geliyordu. Susardı ve bir müddet bekledikten sonra Alparslan’la yuvasını kurup mutlu olabilirdi. Hem böyle bir şey nasıl söylenirdi ki!
Döndü. Bakışları önce Gökhan’la buluştu sonra da sevdiği adamla. Neslihan’dan önce o biliyordu ki- Neslihan susmayacaktı. Gözleri anlayışla parladı.
“ne olursa olsun,” dedi aşkla “senden vazgeçmeyeceğim Neslihan.”
Neslihan ağlamaya başladı. Kalbinden taşan acıya daha fazla dayanamamıştı. Yere çökerken Alparslan onu tutup kendine çekti. Neslihan başını onun göğsüne yaslayıp ağladı. Hıçkırıkları nefesini kesti. Gökhan pişmanlıkla onu seyretti. Sebep olduğu ve olacağı yıkımın bir kısmıydı izlediği.
Sonunda Neslihan kendini çekip kollarından sıkıca tutan adama baktı. Gözlerini kurulayıp “ben de senden vazgeçmeyeceğim,” diye fısıldadı.
“hayalini kurduğumuz ne varsa hepsi gerçekleşecek.”
“inşallah,” dedi Neslihan. Sonunda kendini tamamen çekip “gitmem gerek,” dedi.
“ne yapacaksın?” diye sordu Alparslan.
“yapmam gerekeni,” dedi kararlılıkla “abim o yalancı kadınla bir saniye daha bir arada kalmayacak.”
“seninle geleyim,” diyen adamı susturup “ben halledeceğim,” dedi.
“Nesli-“
“sonra,” Neslihan bunda kararlıydı “ailemin karşısına birlikte çıkacağız. Ama bugün değil.”
“yanında olmak istiyorum.”
Neslihan, adamın ateş saçan gözlerine bakıp tekrar ona baktı. Elini kendi kalbinin üstüne koyup “yanımdasın,” diye fısıldadı.
Daha fazla söze ihtiyaç yoktu. Neslihan çıkarken Alparslan arkasından baktı. Eli kolu bağlanmıştı ve bundan nefret ediyordu.
Hastaneden çıkıp kendini sahil kenarı bir yere attı. Arabanın içinden çıkmadan bir süre denizi izledi. Beyni durmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu. Kimden yardım isteyebilirdi ki!
Leyla yengesine gidemezdi. Karnı burnunda doğumuna günler kalmıştı. Üstelik kız kardeşi Seher de gelmişti ve meşguldü işte. İlyas abisine gidemezdi. Karısı doğum yapmak üzereydi. Anne ve babası çok yaşlıydı. Sinan ise -ona söyleyebilirdi ama kampa gitmişti. Üniversite sınavları için çok çalışıyordu. Kısacası listeden onu da elemişti.
Elinde kalan tek bir kişi vardı. Telefondan rehberi açıp adını buldu ve onu aradı. Uzunca bir süre telefon çaldı. Neslihan sonuna kadar bekledi. Tam kapatacakken uykulu bir ses cevap verdi.
“Neslihan?”
“abi,” dedi Neslihan yine ağlamaya başlamıştı, “çok kötü bir şey oldu abi, buraya gel. Ne olursun yalvarırım İstanbul’a gel.”
...
Neslihan sizce kimi çağırdı desem tahmin edersiniz sanırım:)
yeni bölümde görüşmek üzere
kendinize çok iyi davranın unutmayın sizden bir tane var
Allah'a emanet olun :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.44k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |