42. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM ON SEKİZ

BÖLÜM ON SEKİZ

RabiaSofi
rabiasofi

Hepinize iyi okumalar dilerim

fırtınalar esen uzun bir bölüm oldu

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

BÖLÜM

Sabıka

 

Oğuzhan bir kolunda Neslihan bir kolunda İsmail ile kapıdan içeri girdiğinde Elife Hanım, Yusuf Bey ve Sinan dışarı çıkmak üzerelerdi.

Elife Hanım üçünü yan yana görünce bir an hayal kurduğunu sandı. Önce İsmail’i taradı gözleri. Oğlu sarsılmış ama iyi gözüküyordu. Neslihan da öyle… nihayetinde ortalarında zor ayakta duruyormuş gibi dikilen ortanca oğluna baktığında kalbi sıkıştı.

“oğlum,” diye atladı öne ama İsmail “anacım müsaade et,” diye durdurdu onu. Hiç konuşmadan yukarı kata çıkıp Oğuzhan’ı çatı katındaki odaya götürüp yatırdılar. Neslihan telaşla titreyen abisinin üstüne bir örtü örttü.

“yalnız kalmak istiyorum,” dedi Oğuz sadece. Boğazına kadar çektiği örtünün altına saklanmamak için kendini zor tutuyordu.

İsmail, kardeşinin başını okşar gibi yapıp “tamam,” dedi. Birlikte odadan çıkarlarken Elife Hanım salona inene kadar sabretti ve “ne oluyor?” diye sordu büyük oğluna.

Yusuf Bey ise kızına bakıyordu. Neslihan bakışlarını kaçırıp “İzel, abimi aldatıyormuş,” dedi. Can yakan acımasız dürüstlük

“ne?” diye kanepeye yığılan Elife Hanım eli böğründe “ne?” diye tekrarladı. Sinan, ablasının yanına gidip “sen günlerdir bu yüzden mi ruh gibi dolaşıyorsun ortalıkta?” diye sordu. Neslihan başını salladı.

“Neslihan beni arayıp yardım istedi,” diye anlatmaya başladı İsmail, “ben de atlayıp geldim hemen, ikisini yüzleştirdik diyelim. Oğuz her şeyi öğrendi. Çok sarsıldı.”

Yusuf Bey tüm bu süreç boyunca sessizliğini korumuştu. Kanepeye karısının yanına oturup sakallarını sıvazlarken ellerinin titrediğini gören Neslihan kalbi acıyarak babasına baktı.

“yavrum benim,” dedi Elife Hanım dövünerek “benim bahtsız yavrum.”

“bundan sonra ne olacak?” diye sordu Sinan usulca. Neslihan başını sallayıp “bilmiyorum,” dedi açıkça “bundan sonra ne olacağına abim karar verecek.”

İsmail tekli koltuğa otururken “siz nereye gidiyordunuz?” diye sordu kafasını toparlamak için. Elife Hanım birden hatırlamış gibi “Leyla’nın doğumu başlamış,” diye ayağa kalktı, “hastaneye gidiyorduk.”

“her şey üst üste gelir zaten,” diye söylendi Neslihan. Yusuf Bey “İsmail,” dedi sert bir tonda “sen kardeşlerini alıp hastaneye git biz annenle Oğuz’un yanında kalırız.”

“ben burada kalırım baba,” diye itiraz etti İsmail ama Yusuf Bey oğluna bakıp “dediğimi ikiletme İsmail,” dedi. Neslihan, babasının bakışlarından çekinip yüzünü çevirdi. İsmail ise bir müddet daha direnip “peki baba,” dedi sadece.

Toparlanmak için beş dakikaları vardı. Neslihan hızlıca yukarı çıkıp üstünü değiştirdi ve elini yüzünü yıkayıp aşağı indi.

İsmail abisi ile kurdukları plan kusursuz işlemişti. Öncesinde İsmail abisi Oğuz abisini otele davet etmiş ve uyarmıştı. Biraz sonra buraya karın ve kız kardeşin gelecek, ne duyarsan duy burada olduğunu belli etme ve sadece dinle. Oğuz şaşırsa da bir şeyler döndüğünü anlamıştı elbette. Sesini çıkartmadan abisi ile birlikte yatak odasına saklanmış ve İzel’in itirafını dinlemişti. İsmail de kardeşinin yüzünden hayat sevincinin çekilip gitmesini izlemek zorunda kalmıştı. Yine!

Hastaneye giderlerken üçü de sessizdi. Sinan olan biten hakkında ayrıntıları öğrenmek istemiyormuş gibiydi. Bildiği gerçek ona yetmişti. Ötesi ile ilgilenmiyordu. Ama Neslihan ilgilenmek zorundaydı. Alparslan ve ailesi arasında artık Gökhan vardı. Asla unutulmayacak, silinmeyecek bir leke. Ailesi Alparslan’ı kabul edecek miydi? Peki ya Oğuz abisi? O ne diyecekti?

O kadar sarsılmıştı ki? İzel’i dövmeye kalkmıştı. O anı hatırladıkça ürperiyordu. Şoka girmişti abisi. Sarsılmıştı. Aklından neler geçiyordu kim bilir!

İsmail ise arabayı kullanırken o kadar gerilmişti ki neredeyse yolu kaçıracaktı. Onun hastanede ne işi vardı?

Gidince ne diyecekti ki? İlyas ile aralarında konuşulacak bir mesele kalmış mıydı? Ne olduysa hepsini kendi sessizliğine gömmemiş miydi? Yeğeninin doğumu için gidiyordu. İkinci kez amca olacaktı. Daha ilkinin başını bir kere bile okşamamışken. Çektiği vicdan azabı kalbini sıkıştırsa da sessizce arabayı kullanmaya devam etti. Sessiz sakin huzurlu bıraktığı ailesini büyük bir kaosun ortasında bulmuştu.

“geldik abi gir içeri,” diyen Neslihan’ın sesi ile kendine gelip sola döndü. Arabayı otoparka bırakıp içeri girdiler. Burası Leyla yengesinin ilk doğumunu da yaptığı hastaneydi. Bu yüzden Neslihan zorlanmadan doğumhane bölümünü buldu. Girişin önünde bekleyen İlyas üçünü görünce olduğu yerde dondu kaldı. Abisi miydi o? Gerçekten o muydu? İlyas’ın yanında oğlu Gökalp de vardı.

Neslihan koşar adım yanlarına gelip “senin burada ne işin var?” diye sordu Gökalp’e. Gökalp korkmuştu.

“annem,” dedi ağlamaklı bir sesle.

“apartmanı yıktı geçti,” dedi İlyas gözlerini zorlukla İsmail abisinden ayırıp “biz de mecburen buraya getirdik.”

“yengem nerede?” diye soran Sinan’dı.

“odaya aldılar. Seher yanında. Ben de havalanmaya çıkmıştım.”

Söylenecek her şey söylendiğinde İsmail ve İlyas sessizlikte birbirlerine baktılar. Gökalp kollarını küçük amcasına uzatıp “annem,” dedi bir kere daha. Sinan uzanıp onu kucağına aldı hemen.

“demek kardeşin geliyor ha,” dedi Sinan gülerek. Gökalp titreyen çenesiyle amcasına bakıp “annem,” dedi bir kere daha.

“annen çok iyi aşkım,” dedi Neslihan sevgiyle “hiçbir şeyi yok ki!”

“neden doktora geldik o zaman?” diye sordu çocuk bu kez.

İsmail yüzünde hüzünlü bir tebessümle yeğenine bakıyordu. Gökalp’in yüzünde herkesten bir parça vardı sanki.

“dedim ya oğlum,” diye araya girdi İlyas “sen geldiğin zaman da doktora gelmiştik, doktorlar annene yardım ediyor sadece.”

“ama annem karnını tuttu. Canı yandı çünkü. Kardeşim onun canını mı yakıyor?”

Gökalp gerçekten korkmuştu. İçli içli ağlıyordu. Sinan ona iyice sarılıp “kardeşin annenin canını yakmıyor,” diye anlattı şefkatle “sadece yanımıza gelmek için uğraşıyor biraz o kadar.”

“benim oğlum abi mi olacakmış?” dedi Neslihan başını okşayıp.

“kardeşim gelince olacağım,” diye cevapladı Gökalp ve o an gözleri İsmail’e takıldı. İsmail ağzını açtı ama söyleyecek hiçbir şey bulamadı. Bir kere Oğuz’un düğününde uzaktan gördüğü yeğeni ona dikkatlice bakarken utanıp bakışlarını kaçıran ilk kişi o oldu.

“sen kimsin?” diye sordu Gökalp başı küçük amcasının omzuna yaslıyken.

“b-ben-“ dedi İsmail. Telaşlanmıştı şimdi. Kimdi o? Sahiden kimdi İsmail? Yıllar önce bir zamanlar olduğu adamı bir sahil kenarında bırakıp çekip gitmişti. O vakitten beri İsmail kimdi?

“hani sen Gökçe’nin abisisin ya,” dedi İlyas usulca “o da benim abim.”

Son cümleyi söylerken sesi titremişti. İsmail yutkunup kardeşine baktı. Çok özlediği kardeşine. Kardeşine sarılmak istedi o an. Sarılıp sırtına vurmak, “heyt be benim aslanım ikinci kez baba mı oluyormuş,” diye gürlemek istedi. Ama yapamadı.

“aa,” dedi Gökalp şaşkınlıkla “sen benim İsmail amcam mısın?”

İsmail zorlukla yutkunup başını salladı.

“ama hiç resimdekine benzemiyorsun,” dedi Gökalp.

“hangi resim?” diye sordu İsmail gayriihtiyari

“babamın masasında duran resme, ikiniz yayladayken halat yarışını kazandıktan sonra çekilmişsiniz ya. Babam anlattı.”

İsmail gülümsedi. O günün hatıraları doldu zihnine.

“hile yapmıştık,” dedi. İlyas da güldü. Burnunu çekip “karşı taraf da yapmıştı,” diye hatırlattı.

“ama biz kazanmıştık,” dedi İsmail. İlyas, abisine baktı. Gözlerinde özlem vardı, sitem ve merak. Niye diye soruyordu abisine sanki.

“ikimiz bir olunca bizi kimse yenemezdi çünkü” diye mırıldandı. İsmail boğazını temizleyip “sen içeri gir hadi,” dedi, “karını yalnız bırakma.”

“annemler nerede?” diye sordu İlyas. Üç kardeş birbirine kaçamak bakışlar atınca İlyas hemen “ne oldu?” diye sordu.

“sonra konuşuruz abi,” dedi Neslihan “sen şimdi yengemin yanına git.”

“halanla amcanı üzme,” dedi İlyas oğlunun başını öpüp ve sonra ekledi “amcalarını.”

Gökalp başını salladı. Akşam serinliği çökmüştü. Neslihan “kafeye girelim üşümesin,” dedi.

Gökalp, amcasının kucağında uyuklamaya başlamıştı bile. Neslihan, küçük kardeşine kaş göz işareti yapınca Sinan kolları yorulmuş gibi yapıp “abi,” dedi “sen Gökalp’i alıp bir masaya geç, biz de ablamla bir şeyler alıp gelelim.”

İsmail’in bir şey demesine fırsat vermeden Gökalp’i kucağına bırakan Sinan, ablasını tutup gözden kaybolurken İsmail telaş içinde Gökalp’i sıkıca tutup bir masaya oturdu. Gökalp başını kaldırıp kucağında oturduğu büyük amcasına baktı.

“canın bir şey istiyor mu?” diye sordu İsmail. Gökalp başını sallayıp “benim adım Gökalp,” dedi.

“biliyorum,” derken İsmail gülümsemişti. En sonunda elini kaldırıp yeğeninin başını okşadı. Saçları ipek gibiydi. İçi acısa da gülümsemeye devam etti.

“ben sana benziyormuşum,” diye devam etti Gökalp “babam öyle dedi. Ben uyumuş gibi yaparken saçlarımı okşayıp ‘sen İsmail abime benziyorsun’ dedi. ‘onu özledikçe sana bakıyorum.’”

İsmail koskoca adam olmasına aldırmadan neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacaktı. Yeğenini bağrına basıp çenesini başına yasladı. Kollarını ona sarıp kokusunu içine çekti. Kokusu evlat kokusuydu.

“bense İlyas’ımı özlediğimde bağrıma taş basıyorum,” diye fısıldadı.

Neslihan bir gün için çok fazla aksiyon yaşandığının farkındaydı. Ama hiçbir şey İsmail abisi ile Gökalp’i o şekilde görmenin verdiği sevincin önüne geçemezdi. İsmail abisi, Gökalp’i bağrına basmış, Gökalp de büyük amcasının kucağında mışıl mışıl uyuyordu. İçinin eridiğini hissetti. Güzel şeyler de olacaktı. Buna inanmak zorundaydı.

Gökalp iyice uykuya daldığında Neslihan onu eve bırakmak için arabaya yerleştirip iki erkek kardeşini hastanede bırakarak yola çıktı. Yollar boş olduğu için Gökalp’i on dakikada eve götürdüğünde odasına yatırıp üstünü örterken Elife Hanım “Leyla nasıl?” diye sordu “doğum nasıl gidiyor?”

“her şey yolunda anne biz de bekliyoruz. Yengemin yanında Seher abla ile abim var zaten.” Neslihan yukarı kata bakıp “Oğuz abim nasıl?” diye sordu.

“uyuyor,” dedi Elife Hanım “sanki bir kutu ilaç içmiş gibi uyuyor.”

Yaptığı benzetme karşısında Neslihan’ın kanı çekilir gibi oldu.

“iyileşecek,” dedi hemen.

“Yusuf başında bekliyor,” Elife Hanım kızının kolundan tutup “şu işi bana başından anlat,” dedi.

Neslihan başını sallayıp “ben hastaneye geri döneyim,” dedi. Kimseye bir şey anlatacak hali kalmamıştı.

“Neslihan, ağzını açıp konuşmaya başladığın vakit çok geç olacak diye korkuyorum.”

Annesinin sözleri yüreğine işledi. Yüzüne bakıp “vakti geldiğinde konuşacağız anne,” diye fısıldadı. Gökalp uyanmasın diye sessiz konuşuyorlardı.

“öyle olsun bakalım.”

Neslihan geldiği gibi hızla geri dönmek için yola çıktı. Alparslan onu aradığında yolu yarılamıştı. Hızını düşürüp telefonu açtı.

“geldin mi?” diye sordu hemen.

“evdeyim,” sevgilisinin sesi yorgun geliyordu, “sen dışarıda mısın?”

“yengem doğum yapıyor,” diye cevap verdi Neslihan “hastaneye gidiyorum.”

“hayırla gelsin inşallah.”

“amin.”

“diğer mesele ne oldu?”

“İsmail abim ve ben hallettik,” dedi Neslihan “artık Oğuz abim her şeyi biliyor.”

“içim rahatladı,” Alparslan’ın sesi samimiydi, “peki şimdi nasıl?”

“çok sarsıldı,” Neslihan o anları hatırladıkça hala ürperiyordu, “onu annemlere götürüp hastaneye geçtik. Şimdi uyuyor. Uyandığı zaman ne olur bilmiyorum.”

“peki ya o kadın?”

Neslihan sinyal verip sola döndü, “çok kötüydü Alparslan,” diye fısıldadı, “baştan sonra her anı çok iğrençti.”

“ama bitti,” dedi Alparslan umutla “hiç değilse artık bir yalan yok ortada, ihaneti sona erdi.”

“arkasında bir enkaz bıraktı.”

“ikisi de,” Alparslan bunu utançla söylemişti, “kardeşim ve o kadın yaptı bunu.”

“kardeşinin günahını yüklenecek halin yok ya,” Neslihan otoparkta durduğunda arabadan inmedi.

Alparslan’ın sessizliği onu huzursuz etmişti. Neslihan telefonu eline alıp hoparlörü kapattı ve kulağına dayayıp “ne olursa olsun birlikte yüzleşeceğiz,” dedi inançla.

“birlikte,” diye tekrar etti Alparslan “ama korkuyorum Neslihan, senin üzerine kalacak olan şeylerden korkuyorum.”

“korkma,” dedi Neslihan “hepsiyle mücadele etmeye hazırım.”

“sevgilim, öyle bir an gelirse yanında olacağıma söz veriyorum.”

Neslihan gülümsedi.

“biliyorum,” dedi sadece ve ekledi “şimdi kapatmam lazım, hastaneye geldim.”

“tamam, Leyla yengene selamlarımı ve tebriklerimi ilet lütfen.”

“iletirim, Allah’a emanet ol.”

“sen de”

Neslihan arabadan inip bekleyen kardeşlerinin yanına gitti. Ertesi günün üzerlerine bir karabulut gibi çökeceğinden habersizdi.

Doğum sabaha karşı gerçekleşmiş. Leyla Kaya çok sağlıklı tosun gibi bir kız bebek dünyaya getirmişti. İlyas kızını kucağına alırken resmen titriyordu. Leyla yorgun düşse de kocası ve kardeşinin desteğiyle nispeten kolay bir doğum yapmıştı.

Hava aydınlanırken Kaya kardeşler bebeği görmek için odaya gittiler. İsmail biraz arkada çekingen halde dursa da Gökalp’ten sonra yeni gelen bebeği görme arzusuna karşı koyamamıştı.

Onları yatakta pembe yanaklarıyla karşılayan Leyla yanı başındaki beşikte beyazlar içinde uyuklayıp meme aranan kızını gösterip “Gökçe Kaya,” diye fısıldadı. Seher yanı başında duruyor, ablasının elini bırakmıyordu.

İlyas ise şaşkındı. Kız babası olmak tamamen farklı bir duyguydu. Gözlerinde binbir duyguyla “kızım oldu,” diyebildi.

Neslihan abisine sarılıp “tebrik ederim,” dedi. Ardından yengesinin yanına gidip iki yanağından öptü.

“rabbim ağız tadıyla büyütmeyi nasip etsin.

“amin,” dediler hep bir ağız. Sinan önce abisine sonra da yengesine sarıldı. Ardından yeğeninin başına gidip kokusunu içine çekti.

“hoş geldin,” dedi usulca. Gökçe Kaya küçük amcasına karşılık olarak ufacık bir ses çıkarttı.

“Allah analı babalı büyütsün,” dedi İsmail sadece. İlyas başını sallayıp “amin,” dedi. Leyla, dikkatle adama bakıp “hoş geldin abi,” dedi içtenlikle “bu ne hoş sürpriz böyle, sayende çifte bayram yaşadık.”

“estağfurullah,” dedi İsmail hemen “tebrik ederim bacım.”

“sağ ol,” Leyla elini uzatıp “gel,” dedi “yeğenini kucağına al.”

“ben-“

“gel abi,” diye ısrar etti Leyla. İsmail çekingen adımlarla yaklaşırken Seher, Gökçe’yi alıp İsmail’in kucağına verdi. İlyas usulca yanlarına yaklaşıp elini kızının başına koydu.

“kızım,” dedi aşkla “büyük amcayla tanış bakalım.”

“hoş geldin Gökçe’m,” diye mırıldandı İsmail, “gelişinle bereketlendik, müjdelendik.”

Neslihan, onların fotoğrafını çekti. Bu anı unutmak istemiyordu hiç. Güzel şeylerle birlikte umut da vardı. Oğuz abisinin toparlayacağına inanmak istedi. İyileşecek ve devam edecekti.

İsmail incitmekten korkarmış gibi Gökçe’yi geri yatırırken İlyas da biraz daha kendini toparlamıştı.

“şimdi,” dedi karısının yatağının kenarına oturup kolunu ona dolarken “annem, babam ve Oğuz nerede, neler oluyor? Ne saklıyorsunuz anlatın bakalım.”

….

Olanı biteni anlatmak elbette zordu. Hem İlyas hem de Leyla son yaşananları öğrendiğinden beri sarsılmışlardı.

Öğleye doğru doktor onları taburcu edip hastaneden kovarken hala aynı şoku yaşıyorlardı. İsmail bu kargaşada kaçıp gitmek olmayacağı için herkesle birlikte kardeşinin evine giderken İlyas iyice sindirmek için Neslihan’a her şeyi baştan anlattırdı.

Eve geldiklerinde onları Gökalp karşıladı. Evde kimseyi barındırmayan Gökalp dedesi, babaannesi ve bir mucize eseri Oğuz amcasını da toplayıp eve getirmişti. Oğuz sabah uyandığında yeğeninin minik ellerini yüzünde hissetmişti. Gözlerini açtığında Gökalp o masum gülümsemesiyle amcasının yanağından öpüp “günaydın amca biliyor musun benim kardeşim oldu,” dediğinde ona kıyamayacağını biliyordu.

Her şeyi hazır eden Elife Hanım ise hemen Leyla’yı yatağına yatırıp torununu da yanı başındaki beşiğe bıraktı.

Kaya ailesi ihaneti ve mucizeyi aynı anda yaşıyordu. Bütün aile çok uzun zaman sonra ilk defa bir aradaydı.

Seher hem üstünü değiştirmek hem de kendi kızları ile ilgilenmek için kaldığı otele geçmişti. İkizlerle kendi annesi ilgileniyordu.

İlyas’ın evinde derin bir sessizlik hakimdi. Oğuz hayalet gibi dolaşsa da abisine sarılıp onu tebrik etmişti. İlyas ise kardeşine sıkıca sarılıp bir şey dememişti.

Gökalp ortalıkta ‘kardeşim oldu!’ diye koşup zıplıyordu. Sürekli annesinin yanına gidip kardeşine bakıyor ve “minicik!” deyip kıkırdıyordu.

Yusuf Bey bir an olsun Oğuz’un yanından ayrılmıyor harabeye dönmüş oğluna endişeli bakışlar atmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Nihayetinde Oğuz daha fazla dayanamıyormuş gibi ayağa kalkıp “ben gidiyorum,” dedi sadece. Kimse itiraz etmedi.

“seninle geliyorum,” dedi İsmail. Oğuz itiraz etmedi. Sanki kendisiyle baş başa kalırsa elinden bir kaza çıkmasından korkuyor gibi bir hali vardı.

Kapıyı açtığında karşısında gördüğü kişi karısıydı. İzel delirmiş bir ifadeyle “geç mi kaldım?” diye sordu. Yüzünde tek gram makyaj yoktu. Saçları dağılmıştı ve üstündeki kıyafetler dünküyle aynıydı.

“sen-“ dedi Oğuz nefesi kesilerek. İleri doğru atılsa da İlyas ve İsmail aynı anda uzanıp onu tuttular.

Elife Hanım öne çıkıp kadının yüzüne tükürdü. Neslihan donup kalmıştı. Neyse ki Gökalp annesinin yanındaydı.

“ne yüzle geldin sen?” diye hırladı Elife Hanım “utanmaz arlanmaz seni!”

İzel içeri girip “tebrik etmeye geldim annecim,” dedi şeker gibi bir tonda.

“kızım,” dedi Yusuf Bey “belli rezillik çıkarmaya gelmişsin ancak buradaki tek rezil sensin, daha fazla kendini utandırmadan çek git.”

İzel ona bakıp “ama babacım,” dedi tehlikeli bir tınıda “buradaki tek rezil ben değilim ki!” gözleri Neslihan’a kaydığında Neslihan bayılacak gibi oldu. Biliyordu. Anlatacaktı.

“sizin biricik kıymetli Neslihan kızınız da benimle aynı haltı yedi!” dediğinde bütün bakışlar Neslihan’a döndü. Oğuzhan bile saldırmayı unutup kardeşine dönmüştü. Neslihan antrede en büyük korkusunun gerçekleşmesinin dehşetini yaşarken zemin ayaklarının altından kayıp gidiyormuş gibi hissetti.

“Neslihan,” dedi babası “ne diyor bu kadın?”

Neslihan donup kalmıştı. Elini karnına götürüp bir adım geriledi. İzel’e bakıp “sus,” diye fısıldadı.

“dün bana ahlak dersi verirken çenen pek bir açılmıştı,” diye tısladı İzel. Sanki bir yılandı da zehrini akıtmaya gelmişti, “şimdi o sivri dilin nereye kaçıp gitti Nesli’cik?”

“hiçbir şey bildiğin yok senin,” diye çıkıştı Neslihan ama bayılacak gibi hissediyordu.

“Neslihan?” dedi Elife Hanım. Sanki gelecek ikinci bir darbe onu yere yıkacakmış gibi duruyordu.

“dur ben anlatayım o zaman, bakalım seni de beni kapının önüne koydukları gibi sepetleyecekler mi?”

İzel bir adım daha attı. Neslihan ona zorlukla bakıp “kes sesini,” diye hırladı. İzel kıkırdadı.

“sevgili kızınız Neslihan, Melikşah ile evleneceğim diye ortalıklara çıkıp sizi oyalarken meğerse gizli kuytu köşelerde Alparslan’la oynaşıp duruyormuş.”

İzel’in cümlesinin sonu antrede çınlarken Neslihan gözlerini kapayıp gelen darbeyi sindirdi.

“sen ne diyorsun be!” diye çıkışan Oğuz’du, “kendini kurtarmak için kardeşime iftira mı atıyorsun?”

“sor kardeşine,” diye meydan okudu İzel “sor bakalım inkar edebilecek mi?”

Neslihan kendini toparlayıp “ben-“ diyebildi ama İzel “yalan mı?” diye devam etti, “Alparslan’la bir ilişkin yok mu?”

Yusuf Bey kızına bakıyor ve onun nasıl kıvrandığını gördükçe kalbi ölüyormuş gibi hissediyordu.

“bu yüzden mi Melikşah’ın adını anmaz oldun?” diye sordu annesi. Neslihan sustu. Annesi onu uyarmıştı. Konuşmak için geç kalacaksın demişti ama Neslihan yine de susmuştu. Şimdi konuşmanın bir faydası olmayacaktı.

“gördün mü?” dedi İzel direk Oğuzhan’a bakıp “sana ihanet eden tek kişi ben değilmişim, iftira atmıyorum.”

O an koridordan Leyla yengesinin sesi yükseldi, “İftira!” diye bağırdı kadın. Eli karnında yavaşça yaklaşırken.

“baştan sona dediğin her şey iftira!”

“sen ne biliyorsun ki?” dedi İzel “Kaya ailesinin sevimli güzel gelini, hatta kız evladı. Ama gerçekte kimsesiz bir kız çocuğu!”

İzel, ona dokunan her şeyi yakmaya yemin etmiş gibiydi. İlyas olduğu yerde homurdanınca İsmail bu kez onun önüne geçip yatıştırmaya çalıştı.

“ben kim olduğumu gayet iyi biliyorum,” dedi Leyla “ama meselemiz bu değil.”

Leyla iyice yaklaşıp İzel’in karşısına geçti. Parmağını ona doğrultup “başından beri ne ben ne de Neslihan senden hoşlanmadık ama Oğuz’un hatırı için susup köşemize çekildik. Ama bugün senin namuslu bir genç kıza göz göre göre iftira atmana izin vermeyeceğim. Benim de bir kızım var artık. Kız çocuklarının bu ülkede nasıl kolay harcandığını çok iyi bilirim ben.”

“iftira atmıyorum,” dedi İzel.

“Neslihan yanlış olan hiçbir şeyi yapmadı,” dedi Leyla bütün ailesine hitaben. Özellikle konuşurken Yusuf Bey’in gözlerine bakmıştı. “Melikşah ile olan ilişkisini bitireli çok oldu. Alparslan ile bir ilişkisi varsa bu sadece onları ilgilendirir. Sırf kendini kurtarmak için acınası bir son hamle yapmaya kalkıştın ama işe yaramaz İzel. Şimdi defol git evimden. Hemen!”

Leyla, eliyle dışarı gösterdi. İzel yere tükürüp “canınız cehenneme,” dedi ve Neslihan’a bakıp ekledi, “sen ve ben birbirimizin yansımasıyız Neslihan. Aramızda çok bir fark yok. Sakın bunu unutma!”

İzel arkasını dönüp giderken Neslihan son cümlelerinin kalbini ezmesine izin verdi. O an aklında bir şey canlandı. Oğuzhan abisinin evinde İzel bilekliğini kaybettiğini söylediğinde kaçıp banyoya saklanmıştı. Kendini tutamayıp aynada gördüğü yüzüne ‘yalancı’ demişti. Esas yalancı kendisiydi. İzel haklıydı. İzel’in Oğuzhan abisine yaptığı şeyi o da Melikşah’a yapmıştı.

Leyla arkasından kapıyı kapatırken kocası hemen yanına gelip koluna girdi.

“iyiyim,” dedi Leyla “Nesli?” diye sordu.

Neslihan minnetle ve saygıyla yengesine bakıp başını salladı. Kendini savunamazken yengesi onu savunmuştu. Oğuzhan, kardeşinin yanına gelip eliyle çenesinden tuttu ve başını kaldırdı.

“doğru mu?” diye sordu sadece “o pisliğin abisiyle sen- doğru mu?”

Neslihan çenesini çekip “Alparslan’ın bir suçu yok, benim de,” diye savunmaya çalıştı kendini. İzel’in zehrini zihninden atmalıydı. O kadının bunu yapmasına izin vermemeliydi.

“doğru o zaman,” diyen Oğuz ikinci kez yıkılmıştı, “hemen bitireceksin ilişkini.”

“ne?” dedi Neslihan hayretler içinde

“ne sandın?” diye parladı Oğuz “istiyorsan o rezil aileyi getirip başımızın üstüne koy. Ah bayramlar seyranlar ne şenlikli geçerdi ama. Ben de İzel’i boşamam hatta. Üçümüz bir arada-“ Oğuz’un cümlesi Neslihan’ın onu sertçe göğsünden itmesiyle yarıda kesildi.

“kes sesini!” diye bağırdı Neslihan.

İsmail, düşmesin diye Oğuz’u tutarken Sinan da uzanıp ablasına sarıldı. İlyas ortaya girip “yeter artık,” dedi, “yeter durun!”

“senin durumunun bizimle bir ilgisi yok,” dedi Neslihan “Alparslan benim hayatımda tanıdığım en şerefli insanlardan biri-“

Oğuz buz gibi bir kahkaha atıp “kardeşine de çok güzel terbiye vermiş anlaşılan,” dedi. Neslihan, Sinan’ı tutarken “sonradan pişman olacağın şeyler söyleme,” dedi yalvarır gibi.

“o heriften ayrılmazsan Neslihan yemin olsun ki hayatımdan siler atarım seni!”

Neslihan duymak istemiyormuş gibi kulaklarını kapatıp gözlerini yumdu.

“ben onu seviyorum,” dedi inatla.

Yusuf Bey gür sesiyle “ikiniz de kesin sesinizi!” diye bağırdığında eve sessizlik çöktü. Elife Hanım korku içinde evlatlarına bakarken Yusuf Bey ortaya çıkıp ikisinin arasına girdi.

“İsmail,” dedi “kardeşini götür buradan.”

“tamam baba,” İsmail, Oğuz’u tutup neredeyse sürükler gibi dışarı çıkartırken Oğuz bakışlarını bir an olsun Neslihan’dan ayırmadı.

Neslihan babasına bakıp “bizim bir suçumuz yok,” dedi “bir hata yaptım doğru. O da başından beri kalbimin sesini dinlememekti.”

Babası elini kaldırıp “eve gidiyoruz,” dedi “evde konuşacağız.”

Neslihan sustu. Titriyordu. Sinan sıkıca elini tutup güç vermek ister gibi sıktı. Neslihan kardeşinin eli olmazsa düşüp bayılabilirdi.

Leyla onlar çıkar çıkmaz odasına gidip telefonu eline aldı. Irmak’ı ararken yapacağı şey belliydi.

“efendim,” diyen sese “Irmak,” dedi, “bana Alparslan’ın numarasını versene.”

Alparslan’ın verdiği sözleri tutma zamanı gelmişti.

...

ortaya çıkmayan bir mesele kalmadı sanırım

yorumlarınızı ve desteklerinizi bekliyorum

Allah'a emanet olun kendinize çok iyi davranın.

hatta en çok kendinize kibar ve anlayışlı davranın :)

Bölüm : 07.02.2025 12:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / BÖLÜM ON SEKİZ
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.44k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...