Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm-Ormandaki Gizem

@rafetandbooks

Ormandaki Gizem


04.05.1024


Hara Akaydın;


Dur! Sana yalvarırım bana zarar verme. Kimliğini kimseye söylemeyeceğim sana söz veriyorum. Hara'nın tüm yakarışlarına rağmen canavarın gözü dönmüştü ve onu öldürmeden buradan ayrılmamaya yeminliydi. Hara, sarı saçlı,ateş atan mavi gözlü, zayıf, kafasında iki tane boynuza benzer şeylerin olduğu ve 3 kollu değişik Hiruvano türünden bir canlıydı. Bu türdeki tüm canlılar birbirinin aynısı, kızıl saçlı, kırmızı gözlü, zayıf, kırmızı kıyafetleri olan 2 kollu, tek boynuzlu canlılardır. Fakat Hara hariç, çünkü o bu türün başkanı ve olağanüstü güçleri var. Hara'nın şakaklarından süzülen terler tişörtünün ön kısmını gölete çevirmişti. Canavar Hara'yı ağaca yapıştırmış sessizce izliyordu. Hara bunu ondan nasıl beklerdi. Can dostunun bir canavar çıkması kulağa son derece garip geliyordu. Hara'nın boğazındaki, canavarın elleri daha da sıkılaştı. Kaskatı kesilen Hara, kan akışının yavaşladığını hissedebiliyordu. Kalp atışı o kadar hızlıydı ki sanki göğüs kafesini parçalara ayırıp dışarıya fırlayacakmış gibi hızlı atıyordu. Hara istese canavarı tek hamlede yere serebilirdi fakat bu hiç beklemediği kazık onu sırtından bıçaklamıştı. Hara sözlerine son derece sahip çıkardı ve ona zarar vermemesinin bir diğer nedeni de bundan yıllar önce "Sana asla kendi ellerimle zarar vermeyeceğim söz veriyorum." diyerek ona söz vermesiydi. Canavar herşeyden habersiz Sara'yı izlerken bir kaç tetik sesi geldi. Hara'nın yüzündeki gülümseme daha da büyüdü ve "Geleceğini biliyordum Sara." diyerek büyükçe bir kahkaha patlattı. Bir kaç saniye sustuktan sonra tekrar konuşmaya başladı. "Beni onunla burada baş başa bırakmayıp geleceğini biliyordum." diye bağırıyordu. Canavar sırtında hissettiği acı yüzünden gittikçe vücudu uyuşuyordu. Acı yavaşça tüm bedenine yayılırken yalnızca duruyordu. Onun da içinden gelmiyordu. Bunca yıldır rol gereği de olsa en yakın arkadaş olduğu kişiyi öldürmek işte onun da içinden gelmiyordu. Yoksa şimdiye onu parçalara ayırmış afiyetle midesine indiriyordu. Hara birden deli gibi bir şeyler mırıldanmaya başladı. "Sara ve Hara bir oldu. Ey rüzgar tanrısı duy sesimi ve bizi açıklığa çıkar." Hara'nın bu sözlerinden sonra birden yanlarında bir hortum belirdi ve canavarı içine çekip yok oldu. Bu sefer söze giren Sara olmuştu. "Kardeşim artık bizi hiçbir güç durduramaz, dünyanın içinden geçeceğiz."ardından Sara derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya devam etti. "Onu tek bir hamlenle yüzlerce parçaya bölebilecekken neden izlemeyi tercih etti?" Hara, başı önde, gözlerinden süzülen yaşlarla derin düşüncelere daldı. Başını kaldırdığında bu sefer gözlerinde üzüntü değil nefret görülüyordu.


"Ona söz vermiştim. Dostuma asla saldırmayacağıma dair söz vermiştim. Meğerse yalanmış herşey;


Tuttuğum eller,


Bakmaktan kendimi alamadığım gözler,


Asla doyamadığım o kokusu,


Güvendiğim kalpler,


Hepsi bir parça yalandan ibaretmiş...


Peki ya sen? Bana ihanet ettin sanıyordum, beni bırakmayıp gelmişsin. Sana minnettarım Sara. Hem onu öldürsem elime ne geçecekti ki? Onu böyle gördükten sonra ben zaten yaşayan bir ölüydüm."Sara derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Sana ne oldu Hara, sen benim eski tanıdığım Hara değilsin. Hani nerde o, her şeye gülüp geçen, hiçbir şeyi kafasına takmayan, hayattan zevk alan Hara? Seni anlayabiliyorum, bunların hepsini beraber aşacağız Hara." Safa'nın sözleri üzerine Hara'nın gözünden bir damla yaş süzüldü. Ardından onu seyreden bir damla daha ve gittikçe çoğaldı. Hara'nın aklına  ailesi geldi, yıllar önce Hara'nın ailesi bir yaratık olduğu için yakarak öldürmüşlerdi. Bütün Hiruvano türündeki canlılar ateşten çok korkarlardı ve nefret ederlerdi. Hara'nın annesi Sara'yı daha 2 yaşındayken ölüme terk edilen bir cami avlusunda bulmuşlardı. Hara'nın annesi onu düşmanları olan insanların yanında bırakmayı göze alamayarak yanına almış ve insanlardan gizli kaldıkları bir mağaranın içine götürmüş. Babası ilk başlarda kabullenmeyip "Bu şartlarda daha kendi çocuğumuza zor bakıyoruz birde elalemin çocuğuna mı bakalım"demiş. Fakat sonradan zaman geçtikçe ona bağlanmış ve onu bırakmak istememiş. 4 kişilik bir aile olan aile onun adına Hara'nın adına benzer olan Sara adını koymayı planlamışlar. 2 erkek çocuğa sahip aile maddi durumları yüzünden bir süre insan etlerini kıyma yaptırıp sığır eti diye satmış. Gelen şikayetlerden sonra işi bırakan aile dilencilik yaparak geçinmeye başlamış. Aslında sonradan 1 kız çocukları daha olmuş fakat insan olarak doğunca kabullenememişler. Sonuçta Hiruvano türünden iki canlının çocuğu nasıl bir insan olabilirdi. Aile onu Sara'yı aldıkları yere,cami avlusuna bırakıp yollarına devam etmişler. Sonra annesi ve babası yakılınca Hara ve Sara insanları dolandırarak zengin olmaya başlamış. Bunu fark eden yetkililer duruma el atmış ve onları da yakmaya çalışmışlardır. İşte onların hikayesi böyle. Gözleri önünde acılar içinde inleyerek yere serilen canavarın kafasından akmaya başlayan kanlar yeri gölete çevirmeye başlıyordu. Sonra Hara, birden elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve ciddi bir sinirle birlikte "Tanrı'ya yemin ediyorum ki her ne olursa olsun pes etmeyeceğim ve bu evrendeki bütün insanları yok edip göğe kavuşacağım." Sonra Sara konuşmaya başladı. "Tanrı'ya yemin ediyorum ki her ne olursa olsun pes etmeyeceğim ve bu evrendeki bütün insanları yok edip göğe kavuşacağım." Hara'nın sözlerini tekrarlayan Sara en az omun kadar ciddiydi. Artık onların gözlerinde sadece sönmeyecek derecede güçlü bir intikam ateşi yanıyordu ve intikam almadan pes etmeyecekleri çok açık ortadaydı...


                                  


                                    *****


Günümüz


Lara Yıldırım;


Kulağıma ilişen tiz çığlık sesi kaskatı kesilmeme sebep olurken ikinci bir çığlık sesi daha duymaya başladım. Gizemli ormandaki kimliği çözülemeyen cinayetler yüzünden savcılığımın ilk görevinin buraya olması beni hazırlıksız anımda yakalamıştı. Çığlık sesleri daha da artınca


"Beni takip edin. Dikkatli olmalıyız!" diyerek arkamdaki kontrolüm altında olan 15,20 kişilik polis ordusu peşimden gelmeye başladılar. Patika yoldan ileriye temkinli adımlarla ilerlerken etrafa bakmayınca unutmuyordum. Çığlık seslerine daha da yakınlaştığımızda uğultu halinde gelen sesler yavaşça çözümlenmeye başlıyordu sanki. Sesin bir kadından geldiğini anlamam uzun sürmedi.


"Aman Tanrım! Senin gibi canavarlar sadece masallarda olur sanıyordum." kadının sesinin ardından hırıltılı bir ses daha yükseldi. Bu sesin bir insana ait olma ihtimali milyonda birdi.


"Ya şuan bir masalın içindeysek ve her şey kodlandıysa. Mesela ben senin 10 saniye sonra ne yapacağını biliyorsam." duyduklarım karşısında tüylerim diken diken olurken bu cümlelere kafamda bir türlü anlam veremiyordum. O her ne olduğunu bilmediğim şeyin söyledikleri kulağa çok mantıklı ama çok saçma geliyordu. Hemen arkamda bulunan Hüseyin'in sesi olduğunu tahmin ettiğim ses


"Buradan derhal uzaklaşmazsak başımıza çok kötü şeyler gelecek hissediyorum." onun diğer polisleri korkutmasına izin vermeyecektim.


"Asıl sesini kesmezsen başına çok kötü şeyler gelecek Hüseyin. Şimdi çeneni kapa ve emrinden çıkma." homurdanmasını aldırmayarak tekrar sese odaklandım. Ardından biraz önceki hırıltılı ses tekrardan kulağıma ilişti ve


"Senin tek suçun peşime düşmekti küçük insancık" sesler kesildiğinde göğü titretecek derecede bir bağırma sesi yükseldi ve ardından canavar görüş odağımıza girdi. Bu nasıl olabilir? Gerçekten bir canavar var burada. Tam bağıracağım sırada arkamdan bir el ağzımı kapattı ve


"Sessiz olmazsak hepimiz öleceğiz. Öyle değil mi Lara?" bu sesten sonra ağzımı kapatan elin Ezgi'ye ait olduğunu anladım. Arkamı dönüp


"Teşekkür ederim Ezgi. Sen olmasaydın canavarın yemeği olabilirdim." kendime gelmem ve ağır başlılığımdan ödün vermemem gerekiyordu. Birden canavar kafasını 270 derece çevirdi ve tam bize doğru bakmaya başladı. Beklemediğimiz bir şekilde üzerimize doğru koşmaya başlamasıyla beraber orduya motivasyon vermem gerektiğini hatırladım.


"Ey polisler! Bizim görevimiz bu vatanın insanlarını korumak. Şimdi korkmayın ve ATEŞ!" diye bağırmamla birlikte herkes elindeki silahla beraber canavara sıkmaya başladı. Bir dakika. İşler yolunda gitmiyordu. Canavar, çelik bir yelek giymiş gibi mermileri aldırmadan üzerimize doğru koşmaya devam ediyordu. Belimden çıkardığım kırmızı meşaleyi yakıp orman yangını riskini aldırmadan sağa doğru fırlattım. Canavar meşaleye hipnoz olmuş gibi bakışları büyüdü ve meşaleye kenetlendi. Daha fazla vakit kaybetmeden


"Geri çekiliyoruz!" diye bağırmamla birlikte yönümüzü canavarın tam aksine sola çevirdim. Bir süre sonra koşmaya halim kalmadığında yakınımızdaki bir mağaraya girmeye karar verdim. Mağaranın içerisi bir tık garipti sanki. Toz toprak olması gerekirken tertemizdi ve yerde yatağa benzer yapraklarla yapılmış içi oyuk bir yapı vardı. Birde bizden uzak tarafta olan ölü geyik ve kokusu. Melisa konuşmaya başlayarak


"Bana bakın sizi pislikler. Ben yıllarca sene okulu böyle pis bir yerde canavarla mahsur kalmak için okumadım. Her şey yetmezmiş gibi birde yanımızda ölü bir geyik var. Harika!" Melisa gibi biri nasıl polis olabiliyordu aklım almıyordu.


"Melisa yolumuza sensiz devam etmemizi ister misin?" ruhsuzca sorduğum bu soruya karşı


"Ne yani beni burada bırakmayı mı tercih ediyorsun?" diyerek elini alnına götürdü. Melisa'dan sonra tüm gözlerin üzerimde olduğunu anlayınca


"Evet neden olmasın." diyerek düşüncemi dile getirdim. Bir kaç saniye sonra mağara titremeye başladı ve girişte biraz önceki canavar gözüktü.


"Arkadaşlar şuan canavarın evinde misafiriz ve sadece tek çıkış var. Şimdi ise o çıkış canavar tarafından kapatılmış durumda." bu sefer konuşan kişi yardımcım Aras'tı. Korkudan dizlerim tir tir titriyor buradan çıkmak için bir yol üretmeye aklım çalışmıyordu. Şakaklarımdan süzülen terler korktuğumu belli eder derecedeydi. Bir orduyu yöneten kişinin başına bir şey gelirse o ordu motivasyon olarak tamamen çökerdi. Bu yüzden onlara korkumu belli etmemeliydim.


"Arkadaşlar sakın korkmayın. Hem baksanıza oldukça sevimli gözüküyor." bir dakika! Ben ne diyordum böyle? Sevimli mi? Ah korkunca ve heyecanlanınca saçmalamakta zirveye çıkıyordum. Ta ki Aras beni her zamanki gibi bu durumdan kurtarana kadar.


"Polisler, size emrediyorum tüm silihları çıkarın ve ateş edin." bu durum daha önce işe yaramamıştı. Umarım bu sefer yarar diyerek içimdeki umudum filizlenmesine zemin hazırlıyordum. Birden canavar bir öncekinin aksine kaçmaya başladı ve mermiden dokunduğu her bir doku parçası alev içerisinde yanıyordu. Canavar geldiğimiz yönün tam aksi yönüne doğru zıplayarak kaçmaya başlayınca bizde buradan çıkmamız gerektiğini anladım.


"Arkadaşlar, eve dönüyoruz. Bu günlük bu kadar macera yeter." Herkesin içi rahatlamış gözüküyordu. Sadece Tarık hariç. Tarık ise bu duruma oldukça sinirli gözüküyordu ve Buda tepkilerine çok açıkça yansıyordu.


"Sizi korkaklar! Görmediniz mi? Canavar bizden korkuyor, şimdi gidip ona cezasını vermeliyiz." Tarık çıldırmış gözüküyordu. Gözlerinde zerre korku yoktu, o gözlerinin içinde sadece durmak bilmeyen bir öfkenin yangını vardı. Hemen yanında Tarık'ı sakinleştirmeye çalışan en yakın arkadaşı Ahmet duruyordu.


"Tarık biliyorum acıktın ve bu durum seni çıldırtıyor ama merak etme en kısa zamanda yemek bulacağız." Tarık bir nebze sakinleşmiş gözüküyordu ama sadece bir nebze. Ahmet, Tarık'ı bırakıp yanıma gelince


"Lara Hanım, acilen yemek bulmalıyız çünkü Tarık sinirlenirse hiç iyi şeyler olmaz." Onu başımı sallayarak onayladım. Ardından


"Beni takip edin dönüş yolu üzerinde illa yiyecek bir şeyler buluruz." sonunda eve dönüyorduk. Bu içime su serpmişti. Son yaşananları hala sindireniyordum. Kim olsa sindirebilirdi ki? Bir anda masallardan fırlamış gibi karşımıza çıkan ve konuşabilen bir yaratık. Kulağa gerçekten saçma geliyor. Kendi gözlerimle görmesem asla inanmam dediğim şeyler listesine bu da girdi. Mağaradan çıktığımızda bastığımız her yere dikkat ediyorduk. Gerçi tuzak olması biraz zordu çünkü bu ormana girebilen veya sağ çıkabilen çok az sayıda insan olmuştur. Bir kaç metre sonra mavi, daire şeklinde çalıların üzerinde bol bol bulunan bir yiyecek karşımıza çıktı. Polislerin başına bir şey gelmemesi için ilk önce ben yemeyi planlıyordum. Elimi tam çalıya uzattığım sırada Ezgi, elimi geri indirdi ve arkamdan kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladı.


"Lara, zehirli olma ihtimali çok yüksek biliyorsun değil mi?" Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladığım sırada tekrar kulağıma bir şey fısıldamaya başladı.


"Sıradan bir polis için başımızı kaybetmeye değmez. Şimdi sakince buradan uzaklaş ve ilk önce onun denemesine izin ver." Bu olmazdı. Asla bencillik yapamazdım ve her zaman birinin başına bir şey gelecekse o benim başıma gelmeliydi. Yoksa vicdanım asla rahat etmezdi.


"Lara, başka çaremiz yok sakince geri çekil." belkide bir defa onu dinlemeliydim. Daha önce onu ne zaman dinlemesem başıma kötü şeyler geliyordu. Biliyorum bu savcılıkta ilk görevim ama önemli ilk görevim. Sakin adımlarla geri çekildiğimde


"Tarık dışında başka biri yemek ister mi?" diye sordum. Kimseden ses çıkmayınca Tarık çalıya yaklaştı ve birkaç tanesini tek lokmada midesine indirdi. Karnım gurulduyordu. Sanırım çok acıkmıştım. Bende biraz yemek için çalıya yaklaştığım sırada Ezgi arkamdan seslenerek "Dur!" diye beni durdurdu.


"Ezgi şuan bunun sırası değil açlıktan bayılacağım neredeyse." Ezgi'nin telaşlı sesi bile kulağa oldukça ürkütücü geliyordu.


"Lara, onu görmüyor musun titriyor." Hemen bakışlarımı Tarık'a çevirdiğimde titremesinin gittikçe daha hızlandığını anladım.


"Bir şeyler yapmalıyız Ezgi. Onu burada ölüme terk edemeyiz." Onu benim dışımda kimse umursuyor gibi gözükmüyordu. Tarık yere kapaklandı ve titremesi artık şiddetli bir depreme benziyordu. Kusmaya başlayınca öleceğini anladım. Yapabileceğimiz hiç bir şey yoktu. Ormanın ortasında onu bırakıp geriye kalanlarla yolumuza devam etmekten başka çaremiz yoktu.


"Gidiyoruz onu burada bırakmalıyız." Ahmet, Tarık'ın yanına oturdu ve yanaklarından süzülen yaşlar eşliğinde onunla konuşmaya başladı.


"Tarık, her şey buraya kadarmış, şunu unutma sen burada ölsen de her zaman benim kalbimde yaşayacaksın. Seni asla unutmayacağım, sende beni unutma olur mu?" onların bu içler acısı hali yüreğimi burkuyordu. Beni kimsenin ağlarken görmemesi için arkamı dönüp bir ağacın arkasına doğru ilerledim. Ağacın arkasına geçtiğimde ağlamama engel olamıyordum. Ezgi yanıma gelmiş olacak ki


"Neyin var Lara? Başka çaremiz yok ya ölecek ya da ölecek." gözyaşlarımı umursamadan onun gözlerine dimdik baktım ve


"Yanlız kalmak istiyorum Ezgi." beni ilk defa ağlarken görüyordu ve birden önünde gözlerinden yaşların süzülmeye başladığına şahit oldum.


"Üzülme Lara. O şehit oldu." hayır istemiyordum. Birinin gözlerimin önünde acı içinde kıvranırken ellerimden hiç birşey gelmemesi beni bitiriyordu.


Çaresizlik boğaza tüm gücüyle sarılan iki yabancı ele benzer. Üstünden çekmek istersin fakat o kadar güçlüdür ki bırak çekmeyi bir milim hareket ettirmeyi beceremezsin. Sen çekmeye çalıştıkça o eller boğazına daha sıkı sarılır. Ta ki pes edene kadar. Tüm çaresizliğinle o ellere teslim olursun. Al canımı senin olsun, yeter ki beni acı çektirmeden öldür dersin. O seni dinlemez, daha sıkı sarılır. Sonra birden nefes alamamaya başlarsın ve tamamen kendinden geçtiğinde o ellerin yavaşça çekildiğini anlarsın. Artık sadece ruhun kalmıştır. Etrafta öylece gezersin fakat seni kimse göremez. O an yaşadığın her şey gözünden bir nehir gibi su hızında akıp geçer. Bu muymuş yani beni bitiren. Yıllarca çektiğim bu acı sadece bu kadar mıymış dersin. Şimdiye kadar çektiğim bu çile yanlızca 2 metre toprak parçası için miymiş? Sonra baş ucundan herkes gider. Dost bildiklerin seni 1 güne kalmaz unuturlar. Sadece 3 kişi kalırsın. Sen,toprak ve bir parça kefen.


Gözyaşlarım dinmek bilmiyordu. Ezgi'de bir yerden sonra beni teselli etmeyi bırakmış oda ağlamaya başlamıştı. Sonra Ahmetin yüksek haykırışları yükseldi. "Gitme Tarık! Beni tek başıma burada bırakıp gitme can dostum." Bir ölüyle konuşmak ne kadar acı verici öyle değil mi? Yanaklarımdan süzülen gözyaşlarını elimin tersiyle sildim ve ayağa kalkarak onuda kaldırmak için elimi uzattım.


"Ezgi artık gitmeliyiz." elimden destek alarak ayağa kalktığında beraber onların yanına gittik.


"Çocuklar yavaş yavaş toparlanıp gitsek iyi olur." 3 kişi Ahmet'i cesetten ayırmaya çalışıyordu. Fakat Ahmet sanki ondan bir daha ayrılmamak üzere kendini ona kenetlemişti. En sonunda bu acıya dayanamadı ve birden bayıldı.


"Onu alın ve gidiyoruz. Tarık burada kalsın." vicdansızca söylediklerim beni bile şaşırtmıştı. Ahmet'i alan 2 polisle beraber çıkışa doğru ilerledik. Nihayet ormandan çıktığımızda dermanımız kalmamıştı. Hemen telefonumu çıkarıp merkezi aradım.


"Alo 112 acil sağlık merkezi ile mi görüşüyorum?" telefondan gelen onaylama sesiyle birlikte


"Buraya birkaç içi boş polis arabası ve bir ambulans lazım. Hızlı olursanız sevinirim." Hüseyin sinirle bize yakınıyordu.


"Ben size demedim mi? Buradan ayrılmazsak başımıza kötü şeyler gelecek demedim mi? Bir kere de beni dinleseniz ne olur?" bağırarak kurduğu cümleler sinir krizi geçirdiğini kanıtlar nitelikteydi. Çok geçmeden 4 polis arabası ve 1 ambulans geldiğinde ambulansa Ahmet ve yanında Hüseyin bindi. Bizde geriye kalan polis arabalarına doluştuk ve herkes il emniyet müdürlüğü tarafından soruşturma için çağrıldı. Hepimiz sırayla ayrı ayrı soruşturma odalarına girdik ve konuşmamanızı yaptık. En sonunda sıra bana geldiğinde yorgun adımlarla içeriye girdim ve kapıyı kapattım.


"Lara hanım öncelikle sizi bu geç vakitte rahatsız ettiğimiz için üzgünüz fakat güvenlik her şeyin başında geliyor bu yüzden sizlere bir kaç sorumuz olacak. Öncelikle şuraya parmak basar mısınız?" Önce parmağımı mühüre daldırdım sonra kağıda bastım.


"Sizi dinliyorum." Derin bir nefes alarak onu dinlemeye başladım.


"Olay nasıl gelişti anlatır mısınız?" başımı sakladığımda anlatmaya başladım.


"Ormanda ilerlerken bir bağırma sesine şahit olduk ardından sese doğru ilerlerken canavar birden bizi gördü ve kovalamaya başladı önce ona ateş açtık fakat yelek giymiş gibi onlarca merminin arasında bir kurşun izi bile yoktu. Sonra bir mağara girdiğimizde canavarın ini olduğunu anladık ve işe yaramayacağını düşünürsek yine de bir umut canavara tekrar ateş açtık. Fakat bu sefer beklenenin aksine canavar hasar alıyordu ve kaçmaya başladı. O geliş yolumuzun aksine kaçtığı için bizde geliş yolumuzdan tekrar dönmeye karar verdik. Tarık çok acıkmıştı ve her açıklığında olduğu gibi sinir krizi geçirdi. Sonra dönerken bir çalıda yiyecek bulduk. Hemen ağzına birkaç tane attı ve birden şiddetle titremeye ardından kusmaya başladı. Sonra Ahmet başında çaresizce ölümü bekledi onu cesetten zor ayırdık ve en sonunda Tarık'ı orada öylece bırakıp buraya geldik." konuşmam bitikten sonra masanın üzerinde duran su bardağına bir baktım. Her ne kadar hararetle kavrulsana o sudan içmeyecektim. Bir savcı olduğum için biliyordum ki su bardaklarından parmak izi alıyorlar ve bu da başımıza istenmeyen şeyler doğurabiliyor.


"Peki Lara Hanım, şimdi evinize gidip biraz dinlenebilirsiniz. Biz sizi çağırana kadar dizlik bir durum yok. İyi geceler." El sallayarak odadan çıktığımda beni bekleyen Ezgi'yi gördüm.


"Lara konuşmamız gereken konular var şimdi istersen eve git uyu ama sabah 13.00'da buluşalım. Olur mu?" Herşey ortadaydı işte


"Olur." diyerek hafif bir tebessüm gösterdim.


"Bu arada sorgu nasıl geçti?" Ezgi'nin bu sorusuna karşı


"İşte olan bitenleri eksiksiz anlattım. Merak etme senin hakkında hiç birşey söylemedim." yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu ve "Hayır ben öyle demek istememiştim. Sadece telaş yaptın mı? Ne anlattın gibi şeyleri sormak istedim." gözlerimden firar eden uykular konuşmamı zorlaştırıyordu. Neredeyse yürümeye bile halim yoktu.


"Ezgi, bunları sonra konuşsak olur mu şimdi çok yorgunum. Bugün başımıza gelen şeyler gerçekten çok kötüydü biraz kendimi toparlamam lazım."


"AA sorun değil seni daha fazla tutmayayım o zaman yarın saat 13.00'da görüşürüz." hafifçe el sallayarak çıkışta bir taksi çevirdim ve evin adresini tarif ederek beni eve götürmesini söylememle birlikte eve doğru sürmeye başladı. Dışarıda harika bir yağmur vardı. Sanki bu yağmur bizi kötülüklerden arındırmak için yağıyordu. Sanki işlediğimiz tüm günahlardan bizi temizlemek için yağıyordu. Taksi bir süre sonra evin önünde durunca ödemeyi yapıp villanın bahçesine doğru ilerledim. Şezlongların birine yattım ve yağmurun beni arındırmasına izin verdim. Yağmur daha da hızlandı ve bu çok keyifliydi. Birden giriş kapısından bir tıkırtı duydum. Hayır, lütfen bu bir canavar olmasın lütfen. Yağmur o kadar hızlı yağıyordu ki gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Etrafa çöken sis bulutları havayı olduğundan daha da korkunç gösteriyordu.


"Lara, bu keyiften bende istiyorum." sesin sahibi içimedeki korkuyu tamamen alt etmişti. Sitede bu villa gibi 2 villa daha bulunuyordu. Birinci villada ben kalıyordum, ikinci villada Emir, üçüncü villa ise boştu.


"Hoş geldim Emir,gel böyle." Sırıtarak hızlı adımlarla yanıma gelen Emir


"Hoşbuldum, nasılsın bu arada." sabah olanlardan sonra nasıl iyi olabilirdim acaba. Ama yine de bunu ondan saklayacaktım çünkü yalan yanlış magazin sayfalarına başlık olmak istemiyordum.


"İyi,sen nasılsın?"çok geçmeden


"iyi bende canım sıkıldı 5 dakika önce dışarıya çıktım. Birden yağmur yağmaya başladı. Bende seni burada görünce bir yanına geleyim dedim." üstündeki beyaz gömlek her ne kadar yağmur sayesinde temizlense de sol omzundaki kan lekesi yutkunmama sebep oldu.


"Yolunda gitmeyen bir şey mi var Lara." umarım beni anlamamıştır. Çünkü birden sol omzuna bakıp


"Aaa ketçap bulaşmış." en iyisi ben değiştirip geliyim. Ben sıradan bir savcıya göre daha dikkatliydim ve onun gözden kaybolmasına izin vermeyecektim.


Loading...
0%