@rafetandbooks
|
Ormandaki Gizem "Beni takip edin. Dikkatli olmalıyız!" diyerek arkamdaki kontrolüm altında olan 15,20 kişilik polis ordusu peşimden gelmeye başladılar. Patika yoldan ileriye temkinli adımlarla ilerlerken etrafa bakmayınca unutmuyordum. Çığlık seslerine daha da yakınlaştığımızda uğultu halinde gelen sesler yavaşça çözümlenmeye başlıyordu sanki. Sesin bir kadından geldiğini anlamam uzun sürmedi. "Aman Tanrım! Senin gibi canavarlar sadece masallarda olur sanıyordum." kadının sesinin ardından hırıltılı bir ses daha yükseldi. Bu sesin bir insana ait olma ihtimali milyonda birdi. "Ya şuan bir masalın içindeysek ve her şey kodlandıysa. Mesela ben senin 10 saniye sonra ne yapacağını biliyorsam." duyduklarım karşısında tüylerim diken diken olurken bu cümlelere kafamda bir türlü anlam veremiyordum. O her ne olduğunu bilmediğim şeyin söyledikleri kulağa çok mantıklı ama çok saçma geliyordu. Hemen arkamda bulunan Hüseyin'in sesi olduğunu tahmin ettiğim ses "Buradan derhal uzaklaşmazsak başımıza çok kötü şeyler gelecek hissediyorum." onun diğer polisleri korkutmasına izin vermeyecektim. "Asıl sesini kesmezsen başına çok kötü şeyler gelecek Hüseyin. Şimdi çeneni kapa ve emrinden çıkma." homurdanmasını aldırmayarak tekrar sese odaklandım. Ardından biraz önceki hırıltılı ses tekrardan kulağıma ilişti ve "Senin tek suçun peşime düşmekti küçük insancık" sesler kesildiğinde göğü titretecek derecede bir bağırma sesi yükseldi ve ardından canavar görüş odağımıza girdi. Bu nasıl olabilir? Gerçekten bir canavar var burada. Tam bağıracağım sırada arkamdan bir el ağzımı kapattı ve "Sessiz olmazsak hepimiz öleceğiz. Öyle değil mi Lara?" bu sesten sonra ağzımı kapatan elin Ezgi'ye ait olduğunu anladım. Arkamı dönüp "Teşekkür ederim Ezgi. Sen olmasaydın canavarın yemeği olabilirdim." kendime gelmem ve ağır başlılığımdan ödün vermemem gerekiyordu. Birden canavar kafasını 270 derece çevirdi ve tam bize doğru bakmaya başladı. Beklemediğimiz bir şekilde üzerimize doğru koşmaya başlamasıyla beraber orduya motivasyon vermem gerektiğini hatırladım. "Ey polisler! Bizim görevimiz bu vatanın insanlarını korumak. Şimdi korkmayın ve ATEŞ!" diye bağırmamla birlikte herkes elindeki silahla beraber canavara sıkmaya başladı. Bir dakika. İşler yolunda gitmiyordu. Canavar, çelik bir yelek giymiş gibi mermileri aldırmadan üzerimize doğru koşmaya devam ediyordu. Belimden çıkardığım kırmızı meşaleyi yakıp orman yangını riskini aldırmadan sağa doğru fırlattım. Canavar meşaleye hipnoz olmuş gibi bakışları büyüdü ve meşaleye kenetlendi. Daha fazla vakit kaybetmeden "Geri çekiliyoruz!" diye bağırmamla birlikte yönümüzü canavarın tam aksine sola çevirdim. Bir süre sonra koşmaya halim kalmadığında yakınımızdaki bir mağaraya girmeye karar verdim. Mağaranın içerisi bir tık garipti sanki. Toz toprak olması gerekirken tertemizdi ve yerde yatağa benzer yapraklarla yapılmış içi oyuk bir yapı vardı. Birde bizden uzak tarafta olan ölü geyik ve kokusu. Melisa konuşmaya başlayarak "Bana bakın sizi pislikler. Ben yıllarca sene okulu böyle pis bir yerde canavarla mahsur kalmak için okumadım. Her şey yetmezmiş gibi birde yanımızda ölü bir geyik var. Harika!" Melisa gibi biri nasıl polis olabiliyordu aklım almıyordu. "Melisa yolumuza sensiz devam etmemizi ister misin?" ruhsuzca sorduğum bu soruya karşı "Ne yani beni burada bırakmayı mı tercih ediyorsun?" diyerek elini alnına götürdü. Melisa'dan sonra tüm gözlerin üzerimde olduğunu anlayınca "Evet neden olmasın." diyerek düşüncemi dile getirdim. Bir kaç saniye sonra mağara titremeye başladı ve girişte biraz önceki canavar gözüktü. "Arkadaşlar şuan canavarın evinde misafiriz ve sadece tek çıkış var. Şimdi ise o çıkış canavar tarafından kapatılmış durumda." bu sefer konuşan kişi yardımcım Aras'tı. Korkudan dizlerim tir tir titriyor buradan çıkmak için bir yol üretmeye aklım çalışmıyordu. Şakaklarımdan süzülen terler korktuğumu belli eder derecedeydi. Bir orduyu yöneten kişinin başına bir şey gelirse o ordu motivasyon olarak tamamen çökerdi. Bu yüzden onlara korkumu belli etmemeliydim. "Arkadaşlar sakın korkmayın. Hem baksanıza oldukça sevimli gözüküyor." bir dakika! Ben ne diyordum böyle? Sevimli mi? Ah korkunca ve heyecanlanınca saçmalamakta zirveye çıkıyordum. Ta ki Aras beni her zamanki gibi bu durumdan kurtarana kadar. "Polisler, size emrediyorum tüm silihları çıkarın ve ateş edin." bu durum daha önce işe yaramamıştı. Umarım bu sefer yarar diyerek içimdeki umudum filizlenmesine zemin hazırlıyordum. Birden canavar bir öncekinin aksine kaçmaya başladı ve mermiden dokunduğu her bir doku parçası alev içerisinde yanıyordu. Canavar geldiğimiz yönün tam aksi yönüne doğru zıplayarak kaçmaya başlayınca bizde buradan çıkmamız gerektiğini anladım. "Arkadaşlar, eve dönüyoruz. Bu günlük bu kadar macera yeter." Herkesin içi rahatlamış gözüküyordu. Sadece Tarık hariç. Tarık ise bu duruma oldukça sinirli gözüküyordu ve Buda tepkilerine çok açıkça yansıyordu. "Sizi korkaklar! Görmediniz mi? Canavar bizden korkuyor, şimdi gidip ona cezasını vermeliyiz." Tarık çıldırmış gözüküyordu. Gözlerinde zerre korku yoktu, o gözlerinin içinde sadece durmak bilmeyen bir öfkenin yangını vardı. Hemen yanında Tarık'ı sakinleştirmeye çalışan en yakın arkadaşı Ahmet duruyordu. "Tarık biliyorum acıktın ve bu durum seni çıldırtıyor ama merak etme en kısa zamanda yemek bulacağız." Tarık bir nebze sakinleşmiş gözüküyordu ama sadece bir nebze. Ahmet, Tarık'ı bırakıp yanıma gelince "Lara Hanım, acilen yemek bulmalıyız çünkü Tarık sinirlenirse hiç iyi şeyler olmaz." Onu başımı sallayarak onayladım. Ardından "Beni takip edin dönüş yolu üzerinde illa yiyecek bir şeyler buluruz." sonunda eve dönüyorduk. Bu içime su serpmişti. Son yaşananları hala sindireniyordum. Kim olsa sindirebilirdi ki? Bir anda masallardan fırlamış gibi karşımıza çıkan ve konuşabilen bir yaratık. Kulağa gerçekten saçma geliyor. Kendi gözlerimle görmesem asla inanmam dediğim şeyler listesine bu da girdi. Mağaradan çıktığımızda bastığımız her yere dikkat ediyorduk. Gerçi tuzak olması biraz zordu çünkü bu ormana girebilen veya sağ çıkabilen çok az sayıda insan olmuştur. Bir kaç metre sonra mavi, daire şeklinde çalıların üzerinde bol bol bulunan bir yiyecek karşımıza çıktı. Polislerin başına bir şey gelmemesi için ilk önce ben yemeyi planlıyordum. Elimi tam çalıya uzattığım sırada Ezgi, elimi geri indirdi ve arkamdan kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladı. "Lara, zehirli olma ihtimali çok yüksek biliyorsun değil mi?" Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladığım sırada tekrar kulağıma bir şey fısıldamaya başladı. "Sıradan bir polis için başımızı kaybetmeye değmez. Şimdi sakince buradan uzaklaş ve ilk önce onun denemesine izin ver." Bu olmazdı. Asla bencillik yapamazdım ve her zaman birinin başına bir şey gelecekse o benim başıma gelmeliydi. Yoksa vicdanım asla rahat etmezdi. "Lara, başka çaremiz yok sakince geri çekil." belkide bir defa onu dinlemeliydim. Daha önce onu ne zaman dinlemesem başıma kötü şeyler geliyordu. Biliyorum bu savcılıkta ilk görevim ama önemli ilk görevim. Sakin adımlarla geri çekildiğimde "Tarık dışında başka biri yemek ister mi?" diye sordum. Kimseden ses çıkmayınca Tarık çalıya yaklaştı ve birkaç tanesini tek lokmada midesine indirdi. Karnım gurulduyordu. Sanırım çok acıkmıştım. Bende biraz yemek için çalıya yaklaştığım sırada Ezgi arkamdan seslenerek "Dur!" diye beni durdurdu. "Ezgi şuan bunun sırası değil açlıktan bayılacağım neredeyse." Ezgi'nin telaşlı sesi bile kulağa oldukça ürkütücü geliyordu. "Lara, onu görmüyor musun titriyor." Hemen bakışlarımı Tarık'a çevirdiğimde titremesinin gittikçe daha hızlandığını anladım. "Bir şeyler yapmalıyız Ezgi. Onu burada ölüme terk edemeyiz." Onu benim dışımda kimse umursuyor gibi gözükmüyordu. Tarık yere kapaklandı ve titremesi artık şiddetli bir depreme benziyordu. Kusmaya başlayınca öleceğini anladım. Yapabileceğimiz hiç bir şey yoktu. Ormanın ortasında onu bırakıp geriye kalanlarla yolumuza devam etmekten başka çaremiz yoktu. "Gidiyoruz onu burada bırakmalıyız." Ahmet, Tarık'ın yanına oturdu ve yanaklarından süzülen yaşlar eşliğinde onunla konuşmaya başladı. "Tarık, her şey buraya kadarmış, şunu unutma sen burada ölsen de her zaman benim kalbimde yaşayacaksın. Seni asla unutmayacağım, sende beni unutma olur mu?" onların bu içler acısı hali yüreğimi burkuyordu. Beni kimsenin ağlarken görmemesi için arkamı dönüp bir ağacın arkasına doğru ilerledim. Ağacın arkasına geçtiğimde ağlamama engel olamıyordum. Ezgi yanıma gelmiş olacak ki "Neyin var Lara? Başka çaremiz yok ya ölecek ya da ölecek." gözyaşlarımı umursamadan onun gözlerine dimdik baktım ve "Yanlız kalmak istiyorum Ezgi." beni ilk defa ağlarken görüyordu ve birden önünde gözlerinden yaşların süzülmeye başladığına şahit oldum. "Ezgi artık gitmeliyiz." elimden destek alarak ayağa kalktığında beraber onların yanına gittik. "Çocuklar yavaş yavaş toparlanıp gitsek iyi olur." 3 kişi Ahmet'i cesetten ayırmaya çalışıyordu. Fakat Ahmet sanki ondan bir daha ayrılmamak üzere kendini ona kenetlemişti. En sonunda bu acıya dayanamadı ve birden bayıldı. "Onu alın ve gidiyoruz. Tarık burada kalsın." vicdansızca söylediklerim beni bile şaşırtmıştı. Ahmet'i alan 2 polisle beraber çıkışa doğru ilerledik. Nihayet ormandan çıktığımızda dermanımız kalmamıştı. Hemen telefonumu çıkarıp merkezi aradım. "Alo 112 acil sağlık merkezi ile mi görüşüyorum?" telefondan gelen onaylama sesiyle birlikte "Buraya birkaç içi boş polis arabası ve bir ambulans lazım. Hızlı olursanız sevinirim." Hüseyin sinirle bize yakınıyordu. "Ben size demedim mi? Buradan ayrılmazsak başımıza kötü şeyler gelecek demedim mi? Bir kere de beni dinleseniz ne olur?" bağırarak kurduğu cümleler sinir krizi geçirdiğini kanıtlar nitelikteydi. Çok geçmeden 4 polis arabası ve 1 ambulans geldiğinde ambulansa Ahmet ve yanında Hüseyin bindi. Bizde geriye kalan polis arabalarına doluştuk ve herkes il emniyet müdürlüğü tarafından soruşturma için çağrıldı. Hepimiz sırayla ayrı ayrı soruşturma odalarına girdik ve konuşmamanızı yaptık. En sonunda sıra bana geldiğinde yorgun adımlarla içeriye girdim ve kapıyı kapattım. "Lara hanım öncelikle sizi bu geç vakitte rahatsız ettiğimiz için üzgünüz fakat güvenlik her şeyin başında geliyor bu yüzden sizlere bir kaç sorumuz olacak. Öncelikle şuraya parmak basar mısınız?" Önce parmağımı mühüre daldırdım sonra kağıda bastım. "Sizi dinliyorum." Derin bir nefes alarak onu dinlemeye başladım. "Olay nasıl gelişti anlatır mısınız?" başımı sakladığımda anlatmaya başladım. "Ormanda ilerlerken bir bağırma sesine şahit olduk ardından sese doğru ilerlerken canavar birden bizi gördü ve kovalamaya başladı önce ona ateş açtık fakat yelek giymiş gibi onlarca merminin arasında bir kurşun izi bile yoktu. Sonra bir mağara girdiğimizde canavarın ini olduğunu anladık ve işe yaramayacağını düşünürsek yine de bir umut canavara tekrar ateş açtık. Fakat bu sefer beklenenin aksine canavar hasar alıyordu ve kaçmaya başladı. O geliş yolumuzun aksine kaçtığı için bizde geliş yolumuzdan tekrar dönmeye karar verdik. Tarık çok acıkmıştı ve her açıklığında olduğu gibi sinir krizi geçirdi. Sonra dönerken bir çalıda yiyecek bulduk. Hemen ağzına birkaç tane attı ve birden şiddetle titremeye ardından kusmaya başladı. Sonra Ahmet başında çaresizce ölümü bekledi onu cesetten zor ayırdık ve en sonunda Tarık'ı orada öylece bırakıp buraya geldik." konuşmam bitikten sonra masanın üzerinde duran su bardağına bir baktım. Her ne kadar hararetle kavrulsana o sudan içmeyecektim. Bir savcı olduğum için biliyordum ki su bardaklarından parmak izi alıyorlar ve bu da başımıza istenmeyen şeyler doğurabiliyor. "Peki Lara Hanım, şimdi evinize gidip biraz dinlenebilirsiniz. Biz sizi çağırana kadar dizlik bir durum yok. İyi geceler." El sallayarak odadan çıktığımda beni bekleyen Ezgi'yi gördüm. "Lara konuşmamız gereken konular var şimdi istersen eve git uyu ama sabah 13.00'da buluşalım. Olur mu?" Herşey ortadaydı işte "Olur." diyerek hafif bir tebessüm gösterdim. "Bu arada sorgu nasıl geçti?" Ezgi'nin bu sorusuna karşı "İşte olan bitenleri eksiksiz anlattım. Merak etme senin hakkında hiç birşey söylemedim." yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu ve "Hayır ben öyle demek istememiştim. Sadece telaş yaptın mı? Ne anlattın gibi şeyleri sormak istedim." gözlerimden firar eden uykular konuşmamı zorlaştırıyordu. Neredeyse yürümeye bile halim yoktu. "Ezgi, bunları sonra konuşsak olur mu şimdi çok yorgunum. Bugün başımıza gelen şeyler gerçekten çok kötüydü biraz kendimi toparlamam lazım." "AA sorun değil seni daha fazla tutmayayım o zaman yarın saat 13.00'da görüşürüz." hafifçe el sallayarak çıkışta bir taksi çevirdim ve evin adresini tarif ederek beni eve götürmesini söylememle birlikte eve doğru sürmeye başladı. Dışarıda harika bir yağmur vardı. Sanki bu yağmur bizi kötülüklerden arındırmak için yağıyordu. Sanki işlediğimiz tüm günahlardan bizi temizlemek için yağıyordu. Taksi bir süre sonra evin önünde durunca ödemeyi yapıp villanın bahçesine doğru ilerledim. Şezlongların birine yattım ve yağmurun beni arındırmasına izin verdim. Yağmur daha da hızlandı ve bu çok keyifliydi. Birden giriş kapısından bir tıkırtı duydum. Hayır, lütfen bu bir canavar olmasın lütfen. Yağmur o kadar hızlı yağıyordu ki gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Etrafa çöken sis bulutları havayı olduğundan daha da korkunç gösteriyordu. "Lara, bu keyiften bende istiyorum." sesin sahibi içimedeki korkuyu tamamen alt etmişti. Sitede bu villa gibi 2 villa daha bulunuyordu. Birinci villada ben kalıyordum, ikinci villada Emir, üçüncü villa ise boştu. "Hoş geldim Emir,gel böyle." Sırıtarak hızlı adımlarla yanıma gelen Emir "Hoşbuldum, nasılsın bu arada." sabah olanlardan sonra nasıl iyi olabilirdim acaba. Ama yine de bunu ondan saklayacaktım çünkü yalan yanlış magazin sayfalarına başlık olmak istemiyordum. "İyi,sen nasılsın?"çok geçmeden "iyi bende canım sıkıldı 5 dakika önce dışarıya çıktım. Birden yağmur yağmaya başladı. Bende seni burada görünce bir yanına geleyim dedim." üstündeki beyaz gömlek her ne kadar yağmur sayesinde temizlense de sol omzundaki kan lekesi yutkunmama sebep oldu. "Yolunda gitmeyen bir şey mi var Lara." umarım beni anlamamıştır. Çünkü birden sol omzuna bakıp "Aaa ketçap bulaşmış." en iyisi ben değiştirip geliyim. Ben sıradan bir savcıya göre daha dikkatliydim ve onun gözden kaybolmasına izin vermeyecektim. |
0% |