Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@ramazaneminov


Derin bir nefes aldım ve bir adım daha attım. Artık karanlık, geçmişin boğucu izleri, her şeyi geride bırakmıştım. Her adımım beni biraz daha özgürleştiriyordu, ama o özgürlük, bir bedel ödememi gerektiriyordu. Geçmişimin yarattığı hayaletlerle yüzleşmiş, her şeyin sonunda kendimle barışmıştım. Ama hala bir şey eksikti.

O eski odanın duvarlarından yayılan soğuk ve ürkütücü sessizlik, sanki her şeyin bitmiş olduğunu fısıldıyordu. Ama ben, geriye bakmamaya kararlıydım. Artık kaçış yoktu, sadece ilerlemek vardı.

Adımlarım, beni yeniden koridora götürdü. Kapılar, daha önce gördüğüm her şeyin sadece birer yansımasıydı. Sanki o labirent, bir çeşit test gibiydi ve her testin sonunda bir sır daha ortaya çıkıyordu. Geçmişimle yüzleşmek, bu uzun yolculuğu tamamlamak demekti. Ama içimde bir şey daha vardı, bir his… Bir şey beni bekliyordu.

Koridorun sonunda, eski bir odadan gelen hafif bir ışık fark ettim. O ışık, bir zamanlar kaybolduğum, bulmam gereken şeyi fısıldıyordu. Kapıyı açtım, fakat içeri adım atmamla birlikte her şeyin tamamen değiştiğini fark ettim.

O oda, başka bir yerdi, ama bir o kadar da tanıdıktı. Eski fotoğraflar, defterler, o korkunç siluetler — hepsi vardı. Ama şimdi farklıydılar. Şimdi geçmişim bana sadece bir hatırlatma olarak geliyordu. Beni korkutmaya, beni zayıflatmaya çalışmıyordu. O an, onları bırakmak için güç bulmuş olduğumu fark ettim.

Ve o figür, o maskenin ardındaki ses… Bu sefer, korku yerine bir huzur vardı. “Seninle kalacağız,” dedi. Ama bu defa, bu sözde bir tehdit yoktu. Bu, geçmişin beni kabullenmesiydi. Beni affetmesiydi. Geçmişim, geride bırakmaya cesaret edemediğim her şeyi kabullenmişti.

Birden, o eski defterin sayfalarını tekrar çevirmeye başladım. Yazılar silikleşmişti, ama bir isim fark ettim: Selin. Yıllar sonra, o ismin anlamını tam olarak kavrayabildim. Selin, geçmişin, acıların ve tüm bu labirentin ortasında, beni kim olduğumu hatırlatan tek şeydi.

Başımı kaldırdım. Oda şimdi farklıydı, karanlık değildi. Her şey aydınlıktı. Geçmişimi bırakmaya karar vermiştim. Artık bu labirentte kaybolmamı bekleyen hiçbir şey yoktu.

Kapı açıldı. Ve sonunda, dışarıda güneş ışığıyla aydınlanan bir dünya vardı. Gözlerimi hafifçe araladım, ama bu defa korku yoktu. Gökyüzü geniş ve mavi, hafif bir rüzgar cildimi okşuyordu.


Işığın altında her şeyin daha parlak göründüğünü fark ettim. Zihnimdeki karanlıkların yerini, yeni bir umut alıyordu. Geriye dönüp bakmak istedim, ama geçmişin bana ne kadar korku ve acı verse de, artık onun beni tanımlamasına izin veremezdim. O korkular bir zamanlar içimi kemirirken, şimdi onları geride bırakmıştım. Gözlerimdeki ışık, geçmişin silüetlerine karşı bir zaferin simgesiydi.

Koridoru geçip dışarı çıktığımda, bulunduğum yerin gerçek dünyaya ait olduğunu anladım. Fakat orada hala bir boşluk vardı; kalbimde bir eksiklik. Yavaşça çevremi inceledim. Bu dünya gerçekti, ama bir anlamda hâlâ o eski labirentte, o kaybolan zamanın içinde hapsolmuş gibiydim.

Beni bekleyen dünya, her şeyin yeniden başladığı bir yerdi. Ama geride bıraktığım anıların yükünü taşımaktan hala kaçamıyordum. Yeni bir başlangıç yapmak ne kadar mümkünse, geçmişin izleri de o kadar güçlüydü.

Adımlarımı hızlandırarak ilerledim, her şeyin bana göz kırptığını hissettim. Ama bir şey vardı, bir hissiyat, bir boşluk. Geçmişin gölgeleri beni yine takip ediyor muydu? Düşüncelerimi uzaklaştırmaya çalışarak, nefesimi derin aldım ve yoluma devam ettim.

Sonunda, bir yerde durdum. İçimdeki huzur ile birlikte bir karar verdim. Bu dünyada bir amacım vardı ve o amacı bulana kadar durmak yoktu. Geçmiş, bana hayatımı şekillendiren dersler sunmuştu. Ama artık geleceğe bakmalıydım.


Gözlerimi kapattığımda, içimdeki sessizliği daha derinden hissetmeye başladım. Ama bu sessizlik, bir huzur değil, bir tehdit gibi üzerime çöküyordu. Derin bir nefes alıp, ileriye doğru adım attım, ama bir şey vardı. Gözlerimi açmadım, çünkü ne olursa olsun, bir şeyin beni izlediğini hissedebiliyordum. Kalbim, hızla çarpmaya başlamıştı. Her adımda, her nefeste, bir soğukluk bedenime yayılıyordu.

Adımlarım yavaşladı, tüylerim diken diken olmuştu. İleriye bakarken, hiçbir şeyin yerinde durmadığını fark ettim. Hava soğudu, rüzgarın uğuldaması, karanlık içinde yükselen uğursuz bir melodiye dönüşmüştü. O an, bir şeyin hemen arkamda olduğunu biliyordum, ama dönüp bakmak, sonunu getirmek demekti. Geriye bakmak, tüm korkularımın gerçek olacağına işaretti.

Birden, derin bir ses kulağımda yankılandı: “Beni bulacaksın.”

Bu cümle, kulaklarımda çınlayan bir yankı gibi boğazıma çöktü. İçimdeki korku, tüylerimi diken diken yaptı. Her şey kararmıştı, gözlerim karanlıkta hiçbir şey göremiyor ama hislerim her şeyi daha fazla anlamlandırıyordu.

Yavaşça arkamı döndüm. Her şey sessizdi, ama sanki her adımda etrafımda bir şeyler hareket ediyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Ama her hızlandığımda, sesler daha da yakınlaşıyor, adımlarımın yankıları bana bir şeyin yaklaşmakta olduğunu hatırlatıyordu.

Bir an durdum. Derin bir nefes aldım ve başımı yukarı kaldırdım. Gökyüzü tamamen kararmıştı, bir zamanlar mavi olan dünya şimdi koyu gri bir hal almıştı. Bir şey vardı, bir şey saklanıyordu. O şey, gerçeğin çok ötesindeydi. Beni gözlüyor ve şimdi hesap sormak için çok yakındı.

Aniden, bir çığlık yankılandı. Hem uzaktandı, hem de içimdeki en derin yarayı yeniden açıyordu. Gözlerim kararmıştı ama bir şeyin belirdiğini hissettim. Gözlerim kararmıştı ama sesler daha da yüksek çıkıyordu. Bu sefer, ne kadar kaçmaya çalışsam da bir şey bana doğru hızla yaklaşıyordu.

Ve bir anda her şey durdu. Her şeyin sessizliğe gömülmesi, bir kapanıştı. Ama tam o an, içimdeki korkunun cisimleştiğini ve benimle aynı boşlukta asılı kaldığını fark ettim. Korku gerçek olmuştu.


Bir an için her şey durmuştu. Derin bir sessizlik, etrafımı sarmıştı. Kalbim, göğsümde patlayacak gibi atıyordu, ama etrafımda hiçbir hareket yoktu. Gözlerim kararmıştı, ama karanlık içinde bir siluet belirmeye başladı. Yavaşça, adımlarımın yankıları arasında bir fısıltı duydum. O ses, beni çağırıyordu. Adımı, içimdeki korkunun derinliklerinden yankı yaparak söyledi.

“Selin…”

O an, tüm vücudumda soğuk bir titreme yayıldı. O ses, geçmişimden, kaybolan zamanlardan geliyordu. Bir şekilde, bu karanlık, artık sadece bir yer değil, aynı zamanda bir hatıra, bir suçluluk yüküydü. Ve o ses… o ses bir zamanlar beni tanıyan, ama şimdi beni sadece korkutan bir varlıktı.

Adımı tekrar söyledi, ama bu kez daha yakındı. Neredeyse kulaklarımda, derinliklerimden, bütün her şeyden geliyordu. Ne kadar ilerlersem ilerleyeyim, o ses hep bir adım öndeydi. Gözlerimi açmaya cesaret edemedim, çünkü karanlık beni yutacaktı. Fakat gözlerim kapalı olsa da, o varlık, her an daha yakınlaşıyordu.

Derin bir nefes alarak, kendimi toparlamaya çalıştım. Hızla geriye doğru adımlar attım. Ama her hareketimde, karanlık daha da yoğunlaşıyor, nefesim boğuluyordu. O şey beni takip ediyordu. Bir anda, bir rüzgar esti ve fısıldayan o ses kulaklarımda patladı:

“Kaçamazsın.”

Bir anda, karanlık bana doğru çökmeye başladı. Gözlerimi açtım ve korkuyla etrafıma bakındım. Ne görebileceğimi, ne hissedebileceğimi bilemedim. Karanlık, derin bir boşluğa dönüşmüş, her şeyin kaybolmuş gibi hissedilmesine sebep olmuştu. O siluet, artık sadece gözlerimde değil, içimde de vardı. Yavaşça bana doğru hareket ediyordu.

Bir adım daha attım. Bir adım daha… ama her adımım beni daha fazla karanlığa çekiyordu. Sanki her yönümde bir şeyler varmış gibi, her tarafımda birileri beni izliyormuş gibi hissettim. O varlık daha yakındı. Her nefesim, boğazımda tıkanan bir çığlık gibi yankı yapıyordu.

Ve sonra, derin bir sessizlik daha… Sadece bir anlık bir boşluk. Gözlerim kararmıştı, ama gözlerimi açamadım. O anda, bir şeyler beni sarhoş etmiş gibiydi. Nefesim kesildi. Geriye doğru düşerken, bir ses, artık içimde değil, dışımda, kulaklarımda yankı yaptı:

“Beni bulduğun zaman, seni kaybetmeyeceğim.”

O an, hiçbir şey görmedim. Sadece karanlık vardı. Ama o karanlık, yalnızca bir şeyin varlığını hatırlatıyordu. Beni bekleyen bir şey, geçmişin sonunun gelmesini. Korkunun gölgesi, her şeyin içine sızmaya başlamıştı.


Karanlık her yeri sarhoş etmişti. İçimdeki korku, bir ağırlık gibi üzerime çöküyor, nefes almak bile her geçen saniye daha zor hale geliyordu. Gözlerim kapalıydı, ama o an, karanlıkta bir hareket gördüm. Sanki gölgeler kendilerine hayat vermişti. Bir adım geri atmaya çalıştım, ama bir şey beni tutuyordu. Sanki bedenim ve ruhum, o bilinmeyen varlıkla bütünleşmişti.

Hızla başımı kaldırdım, ama ne gördüm? Bir çift göz, derin boşlukta parlıyordu. Bu gözler, sadece bir izleyici değildi; bana ait bir şeydi. Kendimi, sanki yıllar önce kaybolan bir parçamla yüzleşiyormuş gibi hissettim. O gözler bana, geçmişin acılarını, kayıplarını, yüzleşmediğim gerçekleri gösteriyordu.

“Selin… Hep buradaydım, seni bekliyordum.”

O ses, bu defa bir fısıldama değil, bir emir gibiydi. Bedenim, bir şeyin altında eziliyormuş gibi hissediyordu. Birkaç adım attım ama her hareketimde, o gözler daha da büyüyor, karanlık daha da derinleşiyordu.

Bir an durdum. Derin bir nefes almak istedim, ama ciğerlerim, o sessizliği daha da derinleştiren baskı altında kalıyordu. Her şeyin daha da büyüdüğünü, karanlığın beni tamamen yuttuğunu hissettim. O gözler bir labirent gibiydi, çıkışı olmayan bir yol. Beni içine çekiyordu, ama bir yandan da beni dışarıda bırakıyordu. Sadece bir adım atabilirdim ve her şey sona erebilirdi.

Bacaklarım titriyordu, ama adım attım. Sadece bir adım, belki de son bir şans. Karanlık, her tarafı sarmıştı ve o gözlerin içinden çıkmak imkansızdı. Ama o adımı attım. Bir adım daha… Bir nefes daha.

Ve sonra… her şey birdenbire durdu. Her şeyin ortasında bir boşluk vardı. O gözler, bir anda kaybolmuştu. Karanlık, bir şimşek gibi yere çakıldı ve her şey geri dönmeye başladı. Ama sanki geri dönmek mümkün değildi. Ne zaman bulunduğum yere dönecek olsam, bir şeyin beni engellediğini hissediyordum. Zihnimde yankılanan cümleler daha da büyüdü.

“Beni bulduğun zaman, seni kaybetmeyeceğim.”

Bir çığlık boğazımdan yükseldi. Ama ne kadar bağırırsam bağırayım, hiçbir şey değişmiyordu. Her şey, her şeyin ötesine geçiyordu. O an, içimde bir şeyin kırıldığını hissettim. Ne yapacağımı bilmeden, ilerlemeye devam ettim. Ama bu sefer, bir şey vardı. Bir şekil. Bir siluet, daha yakın, daha belirgindi.

Her adımda, daha çok kayboluyordum. Karanlık daha fazla sahip oluyordu. Ve o ses, hala kulağımda çınlıyordu. Korkum her geçen saniye daha da büyürken, geriye dönmek imkansız görünüyordu. Artık her şeyin bir çıkışı yoktu.

Karanlık, vücudumu sararken içimdeki korkuyu daha da büyütüyordu. Her adımda, kalbim hızla çarpıyor, sanki bir yıkımın eşiğindeydim. Sırtımda bir ağırlık hissi vardı, sanki her geçen saniye beni daha derinlere çekiyordu. O siluet, karanlıkta giderek belirginleşiyor, ama bir o kadar da uzaklaşıyor gibiydi.

Bir adım daha attım, ama bacaklarım sanki kendi kontrolümden çıkmış gibiydi. Her şey bulanıklaşırken, o siluet bana doğru bir adım attı. O an, içimdeki son cesaret kırıntısı da yok oldu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Nereye gideceğimi, kime güveneceğimi… Beni içimdeki boşluğa doğru çeken bir kuvvet vardı. Gözlerimi kapadım, ama karanlık yine de beni içine çekti.

Ve o an, derin bir nefes aldım. Sanki bir şeyin beni bu kadar içine çekmesinin sebebi, korkunun ötesine geçmekti. Korkuya kapılmak yerine, onu kabullenmekti. Derin bir nefes daha aldım, bu kez kalbim hızla atmıyordu, zihnimde sadece bir düşünce vardı: “Bunun sonu ne olacak?”

Siluet daha da yaklaştı. Yüzünü net göremiyordum ama gözleri hala bana bakıyordu. O gözler, sanki beni tanıyor gibiydi. Beni buraya getiren, bu labirentte kaybolmama neden olan her şey, o gözlerin içindeydi. Bir adım daha attım. Zihnimde, geçmişin acı dolu anılarına dair kesitler geçiyordu. Bir zamanlar gördüğüm bir yüz, bir fısıldayan ses, kaybolan bir şey… Hepsi birbirine karıştı.

O siluet nihayet bana doğru yaklaştı. Havadar bir soğukluk, varlığının etrafını sardı. Bir adım daha attım, ellerim titriyor, kalbim deli gibi atıyordu. “Neden buradayım? Neden…?” diye mırıldandım. Ama o an, sesim bile boğazımda takılı kaldı. O siluet bana sadece bir bakışla cevap verdi. Gözlerinde bir öfke vardı, ama aynı zamanda bir hüzün de vardı. O gözler, sadece bana değil, tüm kaybolmuşlara, tüm unutulmuşlara aitti.

Bir anda her şey dondu. Karanlık daha da yoğunlaştı, sanki dünyadan her şey kayboluyordu. Zihnimde hiçbir şey kalmamıştı, sadece o gözler ve o korkunç sessizlik vardı. O sessizlik, her şeyin sona ereceğini fısıldıyordu. Ama bir şey vardı. Derin bir huzur. Korku yoktu, sadece bir kabul vardı. Ne olursa olsun, bu son olmalıydı.

Bir adım daha attım, ama bu kez geriye dönemedim. Geriye dönmenin anlamı kalmamıştı. Son bir kez, içimden bir fısıldama duyuldu: “Yüzleş, ya da kaybol…”

O anda bir şimşek gibi bir ışık patladı, karanlık yerini keskin bir aydınlığa bıraktı. Her şey yok oldu, her şey silindi. Ve sonra, her şey tekrar kararmaya başladı.

Karanlık bir kez daha beni sardı. Işığın kaybolmasının ardından, etrafımda hiçbir şey kalmamıştı. Sessizlik, beni her köşeden kuşatıyor, her nefes alışımda bir şeylerin boğazıma düğümlendiğini hissediyordum. Gözlerim karanlıkta boşu boşuna arayışa geçerken, zihnimde hâlâ o siluetin gözleri yankılanıyordu. Derin bir boşlukta kaybolmuş gibiydim.

Birden, kulaklarımda ince bir fısıldama sesi belirdi. Birinin adımı söylediğini duydum. “Selin… seni bekliyoruz.” Ses, bir rüzgar gibi uzaklardan geliyordu ama o kadar yakındı ki, vücudumun her hücresinde titreşimler hissettim. O an, kalbimde bir korku daha doğdu, ama bu korku tanıdıktı. Geçmişin hayaletleri, ruhumun derinliklerinden yükseliyordu.

Başımı çevirip etrafıma baktım ama hiçbir şey görmedim. Sadece boşluk vardı. Ve o boşlukta, bir şeyin yaklaştığını hissedebiliyordum. Adımlarım yavaşladı, içimdeki korku ve merak karışıyordu. Her şeyin bilinmeyen, belirsiz bir yere götürdüğünü hissediyordum. Ama o kadar derindim ki, artık kaçış yoktu.

O anda bir ışık yandı, ama bu ışık tuhaf bir şekilde karanlıktan doğuyordu. Işık, adeta içinde bir başka karanlık barındırıyordu. Bu ışık, sanki bir tuzağın parçasıydı, bir şeyin beni daha da derinlere çekmesini sağlıyordu. Adımlarım istemsizce o ışığa doğru ilerledi.

Yavaşça, ışığın etrafında beliren figürleri fark ettim. Siluetler, şekilsiz ve karanlık, birer hayalet gibi havada süzülen varlıklardı. Hepsi beni izliyordu, gözleri beni kesip biçiyordu. Bir yandan da fısıldıyorlardı; söyledikleri kelimeler birbirine karışıyordu, ama bir şeyler duydum: “Gerçek ortaya çıkacak… Sonra her şey bitmeye başlayacak.”

Adımlarım hızlandı. O ışığa doğru gitmek, bu kabustan uyanmak gibiydi. Ama ne kadar hızlı gidersem gideyim, ışık hep bir adım uzaktaydı. Sanki onun peşinden koşmak, beni daha da derinlere çekiyordu. O ışığın ardında ne olduğunu bilmek istiyordum. Bunu anlamalıydım, yoksa bu kabus asla bitmeyecekti.

Birden, ışık içinde beliren bir yüz gördüm. İlk başta, karanlıkta bulanık ve belirsizdi ama sonra netleşti. Yüz, korkunçtu. Bir tanıdık yüz. Benim yüzüm. Ancak, o yüzün içinde öyle bir boşluk vardı ki, kalbim adeta durdu. Beni yansıtan bu yüze bakarken, bir şeyin farkına vardım: O yüz, benim geçmişim, kaybolan benliğim, karanlıkta kaybolan hikayemdi.

Işığın içinde ben vardım. Ama ben değil, başkasıydım.

Bir anda bir çığlık duydum. Ne kendi sesimden ne de çevremden geliyordu. Çığlık, derinlerden geliyordu. Bir acı, bir öfke, bir isyan… Kendi geçmişime karşı.

Bütün odak noktam, o yüzdü. Karanlıkta kaybolan geçmişim, kaybolmuş benliğim, bütün sırlarım… Yüzüm bana bakıyordu. Son bir kez, ışık bir parıltı gibi kayboldu ve her şey geri çekildi. O an, her şeyin anlam kazandığını fark ettim. Artık bir şeyin farkındaydım.

Gerçek ortaya çıkmıştı.

Gerçek ortaya çıkmıştı, ama bu gerçek hiç beklemediğim bir şeydi. Işığın kaybolmasının ardından karanlık daha da derinleşti ve odanın içindeki tüm şekiller kayboldu. Bir boşlukta kalmış gibi hissettim. Fakat o yüzün hala gözlerimin önündeydi, aklımın derinliklerine kazınmıştı. Benim yüzüm, ama değil. Bambaşka bir şey vardı orada, geçmişimden gelen bir iz, kaybolmuş bir kimlik…

Bir an her şey sessizliğe büründü. Kalbim, odanın içinde yankılanan tek ses gibi çarpmaya devam ediyordu. O korkutucu yüzün anlamı neydi? Kendisini bana göstermek istemiş miydi? Karanlık bu kadar yakınımdayken, tek yapmam gerekenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Fakat bir şey çok derindi; yüzüm, kimliğim, geçmişim… hepsi bir yerlerde kaybolmuştu.

Bir fısıldama, yine o korkutucu ses, kulağımda yankılandı: “Kaçış yok, Selin.”

Korku, daha önce hiç hissetmediğim kadar yoğun, ama bir o kadar da tanıdıktı. Kendi içimdeki karanlıkla karşı karşıyaydım. O yüz, geçmişte bana çok şey anlatmaya çalışmıştı. Bu, sadece bir oyun değildi. Beni buraya getiren bir kaderdi. Bir an fark ettim, kaçmaya çalıştıkça daha fazla derinlere çekiliyordum. Burası bir labirentti, ama labirent sadece fiziksel değil, ruhsal bir hapis yeriydi.

Işık bir kez daha parladı, fakat bu sefer farklıydı. Parlayan ışık, odanın içinde yükselen bir figürün etrafında dönerken, ne olduğunu kavrayamadım. Hızla yaklaşan bir şey vardı. Korkum daha da derinleşti. O figür, ilk başta bulanık bir şekilde, daha sonra netleşerek bana doğru ilerlemeye başladı.

Yaklaştıkça, sanki her adımda üzerime çöken karanlık daha da yoğunlaşıyor, etrafımda neredeyse havadaki oksijenin kaybolduğunu hissediyordum. Gözlerim kör oluyordu, ama figür hızla yaklaşmıştı. Ve sonra onu gördüm.

Yavaşça, tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir figürdü. Uzun, silüetini tam anlamadığım ama her anını bildiğim biri. O kişi kimdi? Korkuyla, aynı zamanda bir bağlılık hissiyle yaklaşırken, zihnimde ona dair bir hatıra belirdi. Bir yüz, bir anı… Her şeyin özüdür. Bir yüz tanıdık olmalıydı, ama tam anlamadım.

Bir adım attım. Ve bir anda figür karşıma çıktı.

Beni bekleyen, geçmişimden bir yabancıydı.

Beni bekleyen, geçmişimden bir yabancıydı. O kadar yakındı ki, gözlerim kararmış gibi hissettim. İlk başta sadece bir silüetti, ama her geçen saniye daha da netleşiyordu. Yavaşça, korkuyla karışık bir merakla gözlerimi ona odakladım. Yüzü tanıdık geliyordu, ama kim olduğunu hatırlamıyordum. Yüzü, zamanın tozlarıyla kaplanmış gibiydi, ama yine de bir şekilde bana çok şey söylüyordu.

“Selin,” dedi, sesi derinden yankılandı, adımı söylerken her harf bir vuruş gibi kalbimde yankılandı. “Beni unuttun mu?”

Dudaklarım kurumuştu, ama ağzımdan tek bir kelime çıkmadı. Sadece gözlerim, o yüzü daha dikkatlice inceledi. Gözleri… o gözler, her zaman içinde bir şeylerin derinlemesine gizli olduğu gözlerdi. Bir zamanlar bana ait olan bir şey, bir yerde kaybolmuştu. Kimdi bu kişi? Niye bu kadar tanıdık geliyordu ama bir o kadar da yabancıydı?

O kişi bir adım daha attı. Vücudu, bozulmuş bir hatıra gibi, hafifçe titriyordu. Yavaşça bir elini uzattı ve beni yakından inceledi. O an, birdenbire zihnimdeki kaybolan parçalar yerine oturmaya başladı. Kimdi bu kişi? Beni geçmişimdeki en karanlık, en derin sırlarla yüzleştirmeye mi gelmişti?

“Bu, senin kaçışın değil,” diye fısıldadı. “Zihnindeki labirentten kaçman imkansız. Çünkü sen, onu yarattın.”

Birden gözlerim açıldı, her şeyin farkına varmaya başladım. Gerçek, beni bulmuştu. Bu karanlık, bu korku, her şey bana aitti. O kişi, kim olduğumu unuttum sandığım, ama aslında hep içimde taşıdığım bir parçaydı. Yüzü, her hatırladığımda bu karanlıkta kaybolan bir şeyin, bir hatıra parçasının siluetiydi.

Sadece bir adım attım. “Kaçmak… mümkün değil,” dedi. Ama bu sefer, artık kaçmak istemiyordum. Gerçekle yüzleşmek gerekiyordu. Ve bu, bana o karanlık oda da dahil olmak üzere her şeyi hatırlatıyordu. Geçmişim, kendime dair kaybolan her şey, şimdi bu karanlıkta bir araya geliyordu.

Ve o an, her şey netleşti: Kaçış değil, kabul etmekti gereken.

O an, her şey netleşti: Kaçış değil, kabul etmekti gereken. Geçmişimle yüzleşmek, karanlığın içindeki her acıyı, her kaybı kabullenmek… O an, zaman durmuş gibiydi. Yavaşça derin bir nefes aldım ve içimdeki korkunun, karanlığın, geçmişin baskısının daha fazla beni yönlendirmesine izin vermedim. Bu yüz, bu kişi… hepsi geçmişimdeki kaybolmuş parçaları yansıtan bir yansıma gibiydi.

“Sen kimsin?” diye sordum, ama sesim titremiyordu. Her kelime, zihnimde yankılanan korkuya rağmen kararlıydı. Karşımda durup bana her şeyi hatırlatmaya çalışan o figür, yavaşça gülümsedi.

“Sana seni hatırlatmak için geldim,” dedi, sesi hala aynı ürpertici tınıyla. “Çünkü sen unuttun, ama burada, her şeyin tam ortasında, her şeyi hatırlamak zorundasın. Kim olduğunu, ne olduğunu, ve geçmişini.”

Bir adım daha attı, elleri şimdi gerçekten uzanıyordu. Bir şeyin farkına varıyordum, bu figür bana bir şeyler öğretmeye çalışıyordu. Karanlık, o kadar derin ve acı vericiydi ki, sanki her an daha fazla kayboluyordum, ama bir yandan da gerçeğe, kendime daha da yaklaşıyordum. Her şey bir yalandan ibaret miydi? Yoksa ben mi kendi hikayemi kurmaya başlamıştım?

Zihnimdeki fırtına, şiddetle yükseldi. Sanki bütün odanın duvarları üstüme çöküyordu, her şey beni boğuyordu. Fakat içimde bir umut kıvılcımı, her şeyi değiştiren bir düşünce doğdu: Benim geçmişim bana ait, tüm acılarıyla, kayıplarıyla, pişmanlıklarıyla birlikte. Bu karanlıkta kaybolmuş hissetmek, aslında kendi gücümü kaybettiğimi hissettiriyordu.

“O zaman, ne yapmam gerekiyor?” diye sordum, yine kararlı bir sesle. Yüzümdeki teri silmedim, gözlerim karanlığa dikilmişti. Çünkü artık korkmuyordum. Ne kadar korkunç olsa da, bu gerçeği kabul etmek zorundaydım.

Figür, derin bir nefes aldı, sanki her şeyin cevabını bana vermeye hazırdı. “Kabul et,” dedi. “Geçmişinin sana öğrettiklerini kabul et. Acını, korkunu, kaybını. Gerçekten özgürleşmek istiyorsan, önce kendini sevmelisin. Geçmişinle barışmalısın.”

Bir an her şey sessizleşti. Bu, sadece bir figürün bana söylemesi gereken bir şey değildi. Gerçekten, özgürleşmek istiyorsam, önce kendimi anlamalı, kabul etmeliydim. O yüz, o tanıdık acı, geçmişim… her şeyin özüdür.

Bir adım daha attım. Karşımdaki figür kaybolmuştu. Ama ben, şimdi yalnız değildim. Geçmişimin her karanlık parçasıyla yüzleşmek, onunla barışmak için hazırdım. Karanlıkta, bir ışık belirdi

Işık, yavaşça büyümeye başladı, etrafı sararak karanlığın kalbini aydınlatıyordu. İlk başta, sadece zayıf bir parıltı gibi görünüyordu, ama her geçen saniye, sanki o ışık beni bir yerlere çekiyormuş gibi hissediyordum. O ışık, korku ve karanlıkla savaşan bir umut ışığıydı, bir yol göstericiydi.

Gerçekten özgürleşebilecek miydim? Geçmişimle barışmak, kayıplarımla yüzleşmek mümkün müydü? Karanlıkta, bu sorular zihnimde yankılanıyordu. Ama bir şey vardı, bir şey güçlüydü—içimdeki direnç, geçmişimle, kaybettiklerimle barışmak için bana güç veriyordu.

Işığa doğru ilerlemeye başladım. Her adımda, hafifçe titreyen gölgeler önümde kayboluyordu, her şeyin ağırlığı hafifliyordu. Ama bir şey fark ettim: Işık beni çekse de, aslında içimdeki korkuları ve karanlıkları yok etmek için bu yolculuğu yapmak zorundaydım. Geçmişimle, kendimle yüzleşmek, bu dünyadan kaçış değil, kabul etmekti.

Adımlarım hızlandı, bir noktada, ışığın ne kadar uzaklaştığını fark ettim. Ama sonra, karanlık tamamen çekildi. Işık, etrafımı sardığında, geçmişimden gelen görüntüler, sesler, kayıplar birer birer yok oldu. O anda, her şey yerli yerine oturdu. Gerçekten özgürdüm, çünkü artık geçmişimi kucaklayabiliyor, onu benliğimin bir parçası olarak kabul edebiliyordum.

Ve sonra, sanki bir rüyanın sonuymuş gibi, gözlerimi açtım. Etrafımda sessizlik vardı. Karanlık, aydınlık bir alana dönüştü. İçimden bir huzur geçmeye başlamıştı. O korkunç figür, karanlık, korkularım—hepsi geride kalmıştı. Işık şimdi benim içimdeydi, ben artık kaybolmuş hissetmiyordum. Geçmişimin yükü, bir anda hafiflemişti.

Ve o an, kalbimde bir şey beliriverdi: Geçmişin lanetini kabul ettiğimde, özgürleşmiştim. Artık ne dehşet, ne korku, ne de kaybolmuşluk hissi vardı. Çünkü kendimle barışmıştım.

Işığın etrafımı sararken, içimdeki huzur, korkularımı ve karanlık düşüncelerimi tamamen sarmıştı. Her bir adımda, geçmişin beni sıkıştıran tüm zincirleri kırıyordum. Şimdi özgürdüm, ama bu özgürlük sadece bir çıkış değildi. O an fark ettim ki, asıl özgürlük, kendi içimdeki cehennemle barışmak ve onu kabul etmekti.

Etrafımda her şey aydınlıkken, bir an için kafamda bir boşluk oluştu. Ne yapmalıydım şimdi? Geçmişimi geride bırakıp ileri mi gitmeliydim, yoksa bu yeni huzur içinde kalıp bir şeyleri mi değiştirmeliydim? Sadece bir an düşünmeme izin veren bu sessizlik, karar vermek için bana bir fırsat sundu.

Birden, ufak bir titreşimle zihnimde yankılanan bir şey fark ettim. Bir ses. Çok uzaktan, belki de içimde bir yerlerden geliyordu. Sanki beni bir yere çağırıyordu. O sese doğru yöneldim, ama bu sefer korku yoktu. Sadece merak vardı.

Adımlarımı attıkça, ses biraz daha netleşmeye başladı. “Selin…” dedi, ses yumuşak, ama tanıdık bir tınıyla. “Gel, seni bekliyoruz.” Gözlerimi araladım. Bu ses, bana gerçeği hatırlatacak gibi geliyordu. Her şeyin sonu değil, belki de sadece bir başlangıçtı. Kendi içimdeki boşluğu doldurmak için bir şey eksikti. O eksik parça, beni yönlendiren bu sesti.

Gözlerimi karanlıkta, ışıkla sarılmış bu dünyada ileriye doğru çevirdim. Sessiz adımlarla yürüdüm, her adımda özgürlüğün ne kadar güçlü bir şey olduğunu daha iyi anlıyordum. Artık geçmişin taşlarını, acılarını, kayıplarını bir kenara bırakıp, yalnızca geleceği görmek istiyordum.

Ve o sesin peşinden giderken, birden önüme bir kapı belirdi. Bu kapı, tüm geçirdiğim yolculuğun anlamını taşıyan bir kapıydı. Sonunda varabileceğimi düşündüğüm yer, burada, tam önümdeydi.

Kapıyı itip açarken, gözlerim karanlığa alışmıştı. Her şey şimdi tam olarak netleşmişti. Gerçekten, geçmişimi kabul ettiğimde, yalnızca kendimle barışmadım. Aynı zamanda o kapıdan içeri girmemin bana neyi gösterdiğini de anlamıştım. Bu, sadece yeni bir hayatın başlangıcıydı.

Ve içeri adımımı attım.

Kapı yavaşça kapandı, arkamda kalan son bir gıcırtı sesiyle. Şimdi, içeri girdiğim bu yeni yer, adeta bir başka dünyaya açılan bir geçitti. Etrafımda soluk bir ışık vardı, ama karanlıkla birleşmişti. Her şey tanıdık ama aynı zamanda yabancıydı. Burası bir labirentti; koridorlar sonsuz, duvarlar eski, dokusu bozuluşmuştu. Ancak burada bir şey vardı—bir amaç, bir yön.

Adımlarım yavaşça yankılanırken, derin bir nefes aldım. Artık ne korkuyordum ne de geri dönmeyi düşünüyor, yalnızca ilerliyordum. Geçmişimdeki karanlık ve kayıpların benden bir parçayı aldığını sanmıştım, ama şimdi onlarla barıştım ve onları içimdeki güce dönüştürdüm. Ben, bu yeni dünyada bir yolcu değil, bir yönlendirici olmalıydım.

Koridorun ilerisine doğru ilerledikçe, her şeyin ne kadar boş ve sessiz olduğunu fark ettim. Her adımda, her köşeyi dönerken bir şeyin beni izlediği hissiyle karşılaşıyordum. Ama ne kadar korku sarssa da bedenimi, ruhumun içinde bir şey bana rehberlik ediyordu. O sese doğru gidiyordum, her şeyin neden başladığını anlamak için, bu sonsuz karanlığın içinde bir ışık bulmak için.

Birden, önümde belirginleşen bir figür gördüm. Sadece silueti belli oluyordu, ama kim olduğunu hissedebiliyordum. O, geçmişimin, kayıplarımın bir yansımasıydı. O an, içimden bir şey geçirdi—bir duygu, bir farkındalık. Bu figür, belki de beni bekleyen gerçekti. Sonunda karşılaştım. Geçmişimle, korkularımla, kayıplarımla.

Siluet daha da belirginleşti, fakat yüzü hâlâ belirsizdi. Bir adım daha attım, figür bana doğru yaklaşırken birden sesi duydum. “Selin, her şeyin cevabı sende,” dedi, sesi derin, ancak bir o kadar tanıdık. Bu ses, içimdeki gücü ve gerçeği çağıran bir ses gibiydi.

Kalbim çarptı. “Her şeyin cevabı bende mi?” diye mırıldandım.

Siluet bir adım daha attı, gözlerinin parıltısı belirginleşti. “Evet. Geçmişin, tüm kayıpların, acıların hepsi senin içinde. Ama şimdi onları bırak. Geleceğe adım at, çünkü sadece sen özgür olabilirsin.”

Bunu söyledikten sonra, siluet aniden kayboldu. Etrafımda hâlâ o soluk ışık vardı, ama bu kez bir şey farklıydı. Karanlık, daha az tehditkar, ışık daha parlaktı. İçimdeki boşluk, artık huzura dönüşüyordu.

Adımlarım yeniden hızlandı. Bu yeni dünyada ilerlerken, geçmişimle ne kadar barıştığımı hissediyordum. Ve o an fark ettim: Bu dünyada gerçekten kaybolmak değil, kendimi bulmak için gelmiştim. Şimdi, sadece bir adım daha atmak kaldı. Geleceği, yeni bir başlangıcı keşfetmek için hazırdım.

Her adımda içimde bir huzur yayıldı, kaybolan karanlıkların yerini bir umut ışığı almaya başladı. Geçmişin yükleri, aniden hafifler gibi olmuştu. Evet, her şeyin cevabı içimdeydi ve şimdi her şey daha netti. Korkum geride kalmıştı, yalnızca bir bilinç vardı, sadece varlık ve bir hedef: Gelecek.

Koridorlar, artık daha geniş, daha az tehditkar görünüyordu. Her duvarda eski, yıpranmış aynalar vardı. Aynalarda kendimi gördüm, ama önceki hallerimi değil, başka bir benliğimi. Gözlerimde bir değişim vardı; sanki çok şey yaşamış, ama çok şey öğrenmiş gibiydim. Gözlerimdeki o eski korku kaybolmuş, yerine bir güven, bir kararlılık yerleşmişti. Her adımımda bu dönüşüm, beni daha da ileriye itiyordu.

Bir kapı daha belirginleşti önümde. Diğerlerinden farklıydı; daha büyük, daha ihtişamlıydı. Altın işlemeli çerçevesi, ona ulaşmam için beni çağırıyordu. Artık buna cesaretim vardı. O kapıya doğru adım attım, her adımda içimdeki güç daha da arttı. Korku yoktu, yalnızca bilgelik ve huzur vardı.

Kapının önünde durduğumda, tekrar o tanıdık ses, derin ve güçlü bir şekilde yankılandı kulaklarımda:

“Burada sonlanma, burası başlangıçtır.”

Ellerim, kapıyı açarken bir titreme hissetti, ama bu titreme korkudan değil, yeni bir yolculuğun başlangıcına duyduğum heyecandı. Kapıyı ardına kadar açtım ve karşıma çıkan manzara, hayatımın en büyük keşfiydi. Gözlerim, önümdeki boşluğa bakarken, burası yalnızca bir oda değildi. Burası bir başlangıç, bir sıfır noktasıydı. Bir kapı açıldığında başka bir kapı daha aralanıyordu.

Geriye dönüp bakmadım. Tüm geçmişim, tüm yaşadıklarım geride kaldı. Sadece bu an, sadece bu yeni yolculuk vardı. Her şeyin cevabı içimdeydi, ama şimdi gerçek bir keşfe çıkmak üzereydim. Bu yeni yol, beni yalnızca özgürlüğe değil, gerçek kimliğime, hiç bilmediğim bir potansiyele götürecekti.

Bir adım daha attım ve yeni dünyaya adımımı attım.


Zihnimde yankılanan tek şey, o derin ve huzurlu sessizlikti. Ne korku vardı ne de kaygı. Sanki tüm yaşamım boyunca koştuğum, peşinden sürüklendiğim o labirent, sonunda bir çıkışa kavuşmuştu. Şimdi önümde, göremediğim ama hissettiğim yeni bir dünya vardı. Hangi yöne gitmem gerektiğini bilmiyordum, ama adımlarım artık içgüdüsel bir şekilde doğru yolda atılıyordu. Odayı terk ettiğimde, koridorların ardında kalan o karanlık dünyaya veda etmiş gibi hissettim. Bir zamanlar bir hapishane olan bu yer, şimdi bir özgürlük alanına dönüşmüştü.

Işık, beni sarmaya başladı. Gözlerimi açtım. İleriye doğru yürüdüm. Burası ne bir evdi, ne de bir mekan. Her şey akışkan, sürekli değişen bir hal alıyordu. Bazen bir orman gibi, bazen bir şehir gibi, bazen de tanımadık bir zamanın içinde bir yer. Her şeyin kaybolduğu, her şeyin dönüştüğü bir yer. Burada, ne geçmiş vardı ne de gelecek. Zaman durmuş gibiydi, her şey bir anın içinde sıkışıp kalmıştı.

Gözlerim ileride bir siluet gördü. Yavaşça yaklaştım, ilk başta bulanık bir şekilde, sonra giderek netleşen bir figür. O figür, tanıdık bir siluetti. Bunu hissettim, ama henüz kim olduğunu bilemedim. Karşımdaki kişiyle aramda mesafe azalırken, bir yankı gibi duyduğum sesler beni daha da ileriye çağırıyordu.

Adımlarım hızlandı. İleriye doğru ilerlerken, figürün yüzünü daha net görmeye başladım. Tanıdık bir yüz.

Aniden durdum. Gözlerim, o yüzü daha yakından görmek için açılmaya çalıştı. O an, zamanın durduğunu fark ettim. Her şey birdenbire donmuş gibiydi. Soluduğum hava, ağır ve yoğun bir hal aldı.

O kişi, annemdi. Ama… bu annem değildi. Bu, kaybolan yılların, kaybolan zamanların bir yansımasıydı. Bu, geçmişin bir yankısıydı.

“Selin…” diye fısıldadı.

Adımı duyduğumda, içimde bir şeyler yerinden oynadı. Beni tanıdı. Ama ben hâlâ buradaydım, bu dünyada, bu zaman diliminde. Her şeyin başına nasıl geldiğimi anlamıştım. Beni bekliyordu. Ve her şeyin sonu, belki de şimdi başlamıştı.

“Beni bırakma…” dedi ama sesinde bir çaresizlik vardı. Yüzü bir kayboluş, bir silinme gibi soluyordu.

Bir an duraksadım. Geriye, geçmişe bakmayı, her şeyi hatırlamayı düşündüm. Ama tek bildiğim şey vardı: Burası gerçekti. Geçmişin izleri, ona dair her şey sadece bir gölgeydi. Ne zaman geçmişe odaklanmış olsam, o kaybolmuş zamanın içinde kayboluyordum.

Gözlerim, karşımda durmaya devam eden annemin figürüne odaklandı. Bir adım daha attım. Ama figür, bir adım geriye çekildi. Beni daha da içeriye çağırıyordu. Her şeyin cevabını orada bulacaktım.

Gerçeklik ile kurduğum bağ, bir şekilde kayboluyordu. Zihnimde bir düğüm, kalbimde bir huzursuzluk vardı. Adımlarım daha da hızlandı. İçimde bir şeyin değiştiğini hissettim, o eski halimden artık çok uzaklaşmıştım.

O an, her şey birdenbire yok oldu. Annem, figür, her şey kayboldu. Sadece derin bir boşluk kaldı. Bir anda, her şeyin anlamı kaybolmuştu. Ama ben hâlâ buradaydım. Ve burası, başka bir yerdi.

Bir kapı, sonradan açıldı. Burası, son bir sınavın olduğu yerdi. Son adımımı atmalıydım.

Kapı, sessizce açıldı. Ardında, karanlık ve bilinmez bir dünya bekliyordu. Bir an için korku içimi sardı, ama bu korku, bilinçaltımın bana son bir sınavıydı. Her şeyin çözülmesi gereken bir anın eşiğindeydim. O kadar uzaklardan, o kadar çok zaman önce, bu noktaya gelmem gerektiğini hissediyordum.

İçeri adımımı attım ve kapı arkamda hızla kapandı. Artık sadece önümdeki karanlığa odaklanmam gerekiyordu. Gözlerim, görünmeyen her şeyi arayarak karanlıkta kayboluyordu. Fakat bir şey vardı, bir şey beni çekiyordu, adım atmamı sağlıyordu. O bilinçli karanlık, beni içine çekmeye çalışıyordu, ama aynı zamanda özgürlüğümü vadeden bir alan gibi de hissettiriyordu.

İleriye doğru yürüdüm. Her adımım, boşluğa düşüyormuş gibi bir his uyandırıyordu. Fakat her adımda bir şey daha netleşiyordu. Geçmişin gölgeleri, kaybolan parçalar yerine bu yolun ne olduğunu anlamama yardımcı oluyordu. Bir ses, her defasında biraz daha yaklaşan bir yankı gibi duyuluyordu: “Selin…”

Yavaşça sesin kaynağını takip ettim. Sözler, anıların ve geçmişin birleştiği bir yolculuk gibi bana doğru geliyordu. Adımlarım, bilinçaltımın derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyordu. Ve her adımda, bir şey daha kayboluyordu. Gerçeklik, zaman ve mekân kavramları birbirine karışıyordu. Sanki her şeyin sonunda, ben de bir hayalet olacaktım.

Karanlık içinde ilerledikçe, bir an için sesler kayboldu. Sessizlik, nefesimi kesti. Şimdi önümde hiçbir şey yoktu, sadece sonsuz bir boşluk vardı. Ama o boşlukta, bir şeyin var olduğunu hissettim. Güçlü bir varlık, bir enerji beni izliyordu. Başımı kaldırdım ve bir siluet gördüm. Bu siluet, tanıdık bir siluetti. Annemin yüzüydü, ama aynı zamanda daha fazlasıydı. O kişi sadece bir yansıma değildi; geçmişin, kaybolmuş bir zamanın hatırlatmasıydı.

“Selin,” dedi. Bu sefer, sesi farklıydı. Daha net, daha gerçek.

Bir adım daha attım. Karşımdaki figür bana doğru yaklaşıyordu. Ama bu sefer, adımlarımın hiç bitmeyecek gibi hissettirdiği bir yolculuk olduğunu fark ettim.

Bir ışık parladı, ama ışık değil, bir açığa çıkma anıydı. Her şeyin doğru olduğu, her şeyin yerli yerine oturduğu bir an. O ışık, karanlıkta kaybolan her şeyin cevabını taşıyordu.

Aniden bir kapı belirdi, bir çıkış. Ama bu çıkış sadece bana ait değildi. Hepimiz, kaybolmuş parçalarımızla birlikte oradaydık. Bu kapı, yalnızca bana değil, geçmişin ve geleceğin de birleşim noktasına işaret ediyordu. Her adım, her hareket, bir çözülmeye doğru yol alıyordu. Ama bir şey vardı, bir his.

Bir seçim yapmak zorundaydım.

Geriye bakmadan adımlarımı hızlandırdım, çünkü artık her şey bir araya geliyordu. Geçmişim, kaybolan zaman, tüm gerçeklik bir yerden başlayacaktı. Ve bu, bir başlangıçtı…

Kapı önümde açıldı. Bir ışık huzmesi, karanlığın içine doğru uzanıyordu. Huzme, içinde barındırdığı anlamla beni cezbetti. Karanlık her yandan sarmışken, bu ışık, bir umut gibi görünüyordu, ama aynı zamanda son bir tuzak mıydı? Hızla içine adımımı attım, bir şey beni itiyordu, bir güç beni bu noktaya getirmişti.

Işığın etrafında dönen bir sis vardı, sürekli hareket eden bir duman gibi. O dumanın içinde, uğuldayan sesler duymaya başladım. Sesler, beni geçmişime, kaybolmuş anılara, bilinçaltımın en derin köşelerine çekiyordu. Her bir fısıldan, bir anı daha hatırladım. Çocukluğum, annemle geçirdiğim o sıcak yaz akşamları, her şey net bir şekilde gözümün önüne seriliyordu.

Ama bir şey eksikti.

Bir adım daha attım, seslerin giderek yükseldiğini, etrafımda yoğunlaştığını hissettim. O an, sanki zaman bir anlığına durdu. Bütün evren, bütün yaşadıklarım, ve özellikle korkum tek bir noktada birleşti. Sis içinden bir figür belirdi. Başımı kaldırdım. Bu kişi, yıllardır görmediğim, kaybolan birini andırıyordu. Gözlerim, bu siluete doğru kilitlenmişti.

Yavaşça, figür ortaya çıkmaya başladı. Kadın, aynı annem gibi ama farklıydı. Hem tanıdık hem de yabancıydı. Yüzü, zamanın onu nasıl değiştirdiğini gösteren izlerle doluydu. Gözlerinde, anlatılmak istenen bir acı, bir karanlık vardı. Gözleri bana sabitlenmişti. “Selin…” dedi, sesi sanki yerçekimine karşı yükseliyordu. Bu ses, başka bir dünyadan geliyormuş gibiydi, uzak ve yakın.

Bir adım geri attım, fakat kadın sanki her hareketimi takip ediyordu. “Seninle son bir konuşmamız var,” dedi. Ve ardından o anı fark ettim: Zaman bir şekilde durmuştu. Her şey, her şeyin başlangıcı gibi, her şeyin başlangıcı olduğu kadar sonu gibi hissediliyordu.

“Kimse gerçek değil,” diye fısıldadı. “Sadece seni deniyoruz, Selin.”

Bu kelimeler, içimi kasvetli bir ağırlıkla doldurdu. Her şey karışıyordu. Kimdi o? Kimdi bu siluet, bu acı dolu yüz? Benimle neden konuşuyordu? Neden bana bu kelimeleri söylüyordu? O anda bütün dünyamın, kişiliğimin, kimliğimin sorgulama altına alındığını hissettim. Kendimi kaybetmek üzereydim, bu yolculuk artık beni aşmıştı.

Yavaşça, kadın bir adım daha attı. Fakat bu sefer, onu daha yakın görüyordum, sanki bir sis içinde kaybolan her şey aniden ortaya çıkıyordu. “Hikâyenin sonu, aslında başlangıcıydı. Çünkü senin hikâyen, kaybolmuş bir zamanın başlangıcıydı. Unutulmuş bir sırrın, karanlıkta bekleyen bir gerçeğin.”

Bir şok gibi, her şey birbirine girmeye başladı. Karanlık, ışık, zaman, ben… her şey birbirine karıştı. Kadın, benim içimdeki boşlukları, tüm kaybolmuş parçaları görüyordu.

“Şimdi seç,” dedi, “Ya geçmişine geri dönersin, ya da bu yeni gerçekliği kabul edersin.”

O anda, bir seçim yapmak zorunda kaldığımı hissettim. Bir adım atmak, bir karar vermek… Belki de tüm bu yaşadıklarım, içimdeki kimlik bunalımını çözmenin tek yoluydu. Ne geçmişim, ne de geleceğim vardı. Tekrar ediyorum: Burada, bu odada, bir karar vermek zorundaydım.

Bir adım atmak, bir karar vermek… Zihnimde yankılanan bu düşünceler, beni tamamen sarhoş etmişti. Her şey bir anlık bir düşünceye, bir anlık bir tercihe bağlıydı. Geçmişin ve geleceğin arasındaki ince çizgide duruyordum. Kadının gözlerindeki derin acıyı, zamanın içindeki kaybolmuş parçaları ve bilinmeyeni görüyordum.

“Seç,” dedi tekrar, sesi şimdi daha netti, sanki her kelime, her hece bir tehdit gibi içimi donduruyordu.

Geçmişim, annemle geçen yıllarım, kaybolan anılarım bir anda gözlerimin önünde belirivermişti. Her şey bir arada, bir anı, bir fotoğraf, bir yüz… Ve bu yüz, anneminkiyle tamamen aynıydı. Ancak bir fark vardı: Gözlerinde, şimdi tanımadığım bir korku vardı. Sanki o gözler, bana bir şeyler anlatmak istiyor, ama o zamanlardan çok uzak bir acıyı yansıtmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Ama bir de kadın vardı. O siluet, bana bir karar vermemi istiyordu. Bir seçim yapmamı… Peki, neyi seçmeliydim? Geriye dönüp her şeyi değiştirebilir miydim? Yoksa bu yeni gerçekliği, kaybolmuş geçmişi, bütün hatalarımı kabul edip yeni bir yola mı girmeliydim? Her iki seçenek de beni içine çekiyordu.

Kalbim çılgınca atıyordu. Zihnimdeki her düşünce birbirine karışıyordu. Herhangi bir seçim, kendi yolculuğumda bir dönüm noktasıydı. Ama bir şey vardı… Bir his vardı, içimi kemiren bir his. Beni buraya getiren gücün, geçmişime ait biriyle bağlantılı olduğunun farkına vardım. O kadın, belki de annemdi. Belki de her şey, onun kaybolmuş anılarını geri getirmek için bir yoldan başka bir şey değildi. Ama bunu yapmalı mıydım?

Kadının sesi, yine kulaklarımda yankılandı. “Bunu yapmak zorundasın, Selin. Bir son var, ama bir de başlangıç.”

Işığın etrafındaki sis daha da yoğunlaştı, neredeyse her şey silikleşmişti. Geçmişimle ilgili tüm anılarım, tüm yüzlerim bir araya geldi. Kimdim? Gerçekten kimdim? Beni ne bekliyordu? Zihnimdeki bu karmaşa her geçen saniye daha da artıyordu.

Birden, karar verme anı geldi. Kadın, artık aramızda daha da yakınlaşmıştı, gözleri benden kaçmak bilmeyen bir şekilde bakıyordu. Bir adım daha attım, ama bu adım, geriye dönüşü olmayan bir karardı. Bu seçim, beni ya geçmişime, kaybolmuş anılara geri götürecekti ya da bambaşka bir yola sürüklenecekti. Fakat kararımı verdim.

“Ben…,” diyebildim, ama kelimelerim boğazımda düğümlendi.

Bir anlık sessizlikten sonra, kadının gözlerindeki korku, hafifçe kayboldu. Yavaşça, yumuşak bir gülümseme belirdi. “O zaman, seni bekliyorduk,” dedi. Sesindeki derin anlam, içimdeki tüm korkuyu yeniden ateşledi.

Ve ardından, bir ışık patlaması her şeyi yuttu. Zaman, bir anda yok oldu. Geçmiş ve gelecek birbirine girdi

Zaman, bir anda durdu. Her şey, gözlerimin önünde kaybolmuştu. Kendimi bir anda karanlıkta, belirsiz bir yerde buldum. Her şey sessizdi, adeta bir boşlukta asılı kalmış gibiydim. Ne geçmişi hatırlayabiliyor, ne de geleceği görebiliyordum. Bu dünya, bir zamanlar bildiğim her şeyden uzaklaşmıştı. Yalnızca bir şey vardı: Kadının sözleri, içimde yankı yapıyordu. “Seni bekliyorduk…”

Bir adım attım, ama yerimde miydim, yoksa bambaşka bir boyuta mı geçmişim, bilmiyordum. İleri gitmek, geri dönmek… Her ikisi de aynı kadar belirsizdi. Sonunda, o kadar uzun süre düşündükten sonra, geriye doğru bir adım atmaya karar verdim. Bir yöne doğru gidebilmek için önce bir yöne adım atmam gerekirdi. Ama ne kadar ileri gidebilirdim? Bu karanlık bana neyi vaadediyordu?

Kafamda binbir farklı düşünce dönüp dururken, birden bir ışık belirdi. Küçük bir parıltı, bir yıldız gibi parlıyordu. O ışığa doğru ilerledim, adımlarım yavaş ve temkinliydi. Her adımda daha da yaklaşırken, ışık gittikçe büyüdü.

Ve sonunda, o ışığın kaynağına vardım. Bir kapı… Ama bu kapı, her şeyden farklıydı. Bir uçurum gibi açılan, her tarafı koyu, eski bir taş duvarla çevrili. Bir yandan korkuyordum, çünkü oraya ulaşmak, her şeyi değiştirmek anlamına gelebilirdi. Ama bir diğer yandan, bir umut vardı. Bir ışık vardı. O ışık, bana bir cevap vaat ediyordu.

Kapıyı açtım ve içeri adımımı attım. İçerisi, tıpkı o kadının bulunduğu oda gibi karışıktı. Siyah beyaz fotoğraflar, eski dergiler, sararmış kağıtlar her yerdeydi. Her bir şey, eski zamanlardan bir parça taşıyor gibiydi. Her şey bana bir şey anlatmaya çalışıyordu, ama ne anlatmaya?

Birkaç adım daha attım. Derin bir nefes aldım. O anda, birden bir ses geldi. Tanıdık bir ses… Anne.

O an, yıllardır kaybolmuş bir şeyin yerine oturduğunu hissettim. Her şey, her parça yerine oturmuştu. Ve aniden, o karanlık koridorda en son duyduğum fısıltı, anılarla birleşti. Kadın, annemdi. Gözlerinde gördüğüm korku, o kadar tanıdıktı ki. Beni çağıran kişi, o zamanlardan biriydi. Şimdi, ne yapmalıyım?

Her şey bir araya geliyordu ama ben hala kararsızdım. O son adımı atmalı mıydım? Geçmişin her şeyini bırakıp, yeni bir hayat mı kurmalıydım? Yoksa kaybolan zamanı geri mi getirmeliydim?

O anda, bir düşünce aklımı sardı: Bazen, en korktuğun şeyle yüzleşmek gerekir.

Bunu düşündüm, ama gerçek bir yüzleşme ne demekti? O an, her şeyin ne kadar bulanık olduğunu fark ettim. Geçmişimle, annemle, kendimle yüzleşmek demek, bir karar vermekti; ama ne karar? Hangi yolu seçmeliydim?

Gözlerim, karanlık odaya odaklanmıştı, bir yandan da aklımdan binlerce soru geçiyordu. Fotoğrafların, kağıtların ve eski eşyaların arasında kaybolmuş bir zamanın yankıları gibi hissediyordum. Ama en çok, o fısıldayan sesin ardındaki gerçek beni sarhoş ediyordu. Beni bekleyen kişi kimdi? Gerçekten annem mi, yoksa başka bir varlık mı?

Birden, o eski odadaki her şeyin hareket ettiğini fark ettim. Fotoğraflar, dergiler, eski kitaplar hepsi birden yer değiştirmeye başlamıştı. Her şeyin benden saklamak istediği bir şeyler olduğu anlaşılıyordu. O an, içimdeki bir şey bana şunu söyledi: Burada sadece bir tek gerçek var; kaçmak yok.

Gözlerimi sımsıkı kapattım, kalbim göğsümde çılgınca çarpıyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ama bir şey hissettim. Geçmişimle ilgili yüzleşmem gerekiyordu. Oda, bir anda bana doğru çekiliyordu. İçimden bir güç, bana doğru gitmemi, her şüpheyi ardımda bırakmamı söylüyordu.

Kapıyı yeniden açtım. Bu kez, karanlık bana tehditkar bir şekilde yaklaşmadı. Havadar bir esinti, sanki bir şeyin bana doğru gelmediğini, beni bulmak için bir zamanın geçtiğini hissettiriyordu. Oda yavaşça, eski anıların yükünü taşıyarak şekil almaya başladı. Yavaşça, belirginleşmeye başladı.

Bir an önce bu karanlıkta kaybolmak, yüzleşmek ve hatırlamak istiyordum. Korkum arttıkça, adımlarım daha da hızlandı. Tüm gücümle odanın merkezine yöneldim. O zaman bir ışık parladı ve karanlık içinde bir şey yavaşça ortaya çıkmaya başladı. Bir figür, siluetini netleştirerek bana doğru adım atıyordu.

Sesini duydum.

“Selin, buraya gel. Her şeyin başlangıcı burası.”

O an her şey yerli yerine oturdu. Artık ne kadar korksam da, anlamaya başlamıştım. O sesin kim olduğunu, beni neden beklediğini… Odaya girdiğimde, her şey sona erdi.

Odaya adım attığım anda, her şey bir anda durdu. Işıklar sönüp, karanlık bir duvar gibi etrafımı sardı. Bir saniye önce bana doğru yaklaşan figür şimdi kaybolmuştu. Her şey donmuş gibiydi; odanın içinde hiçbir ses yoktu, sadece derin bir sessizlik vardı.

İçimdeki korku, sanki kasvetli bir örtü gibi üzerime çökmüştü. Bu, bir tuzak mıydı? Gerçekten burada olmam gerektiğini mi düşünüyordum? Adımlarımı geri atmaya çalıştım ama vücudumun hareket etmesine izin vermeyen bir güç vardı. O karanlık, beni kendine çekiyordu.

Birden, ses tekrar duyuldu. Bu kez çok daha yakın, çok daha netti. “Beni bulmalısın, Selin.”

Sesin kaynağı, bir köşede belirdi. Yavaşça ışık, bir insan silueti oluşturdu. Ama bu figür, bana tanıdık bir yabancı gibi geliyordu. Yavaşça yaklaşarak yüzünü görmemi engelledi. O kadar belirsizdi ki, kim olduğunu anlayamıyordum. Ama bir şey hissediyordum: Bu figür, geçmişimin en derin yarasına dokunacak bir anahtar taşıyordu.

“Sadece seni bekliyoruz,” dedi figür, sesinde bir miktar çaresizlik vardı. “Bu kapı, geçmişiyle yüzleşmeyen kimseye açılmaz. Ama şimdi seni bekliyoruz.”

İçimden bir ses, bu anı son bir kez değerlendirmemi söyledi. Her adımda artan korku, bir türlü benimle beraber gitmiyordu. Gerçekten bu yolculuğa devam etmek, yüzleşmek zorunda mıydım? Tüm geçmişimin üzerimdeki bu karanlık gölgeyi, bir anda silip atabilir miydim?

Adımımı attım. Bir adım daha.

Ve sonra birden, ışıklar parladı. O kadar yoğun, o kadar kör ediciydi ki gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Figür kaybolmuştu, ama oda bir anda bambaşka bir yere dönüşmüştü. Her şeyin yeniden şekillendiği, zamanın başka bir biçim kazandığı bir yer. Çevremdeki duvarlar, her bir hatıra ve kaybolan zaman parçası gibi hissettiriyordu.

Ve sonra, bir yeri seçtim. Karanlıkla dolu olan bu yerin ortasında, kaybolmuş geçmişimle yüzleşmeye kararlıydım. Her şey, her şey olduğu gibi orada duruyordu. Ve o ses, sonunda her şeyi netleştirmişti.

“Seninle ilgili her şey… her şey… gerçekte çok daha farklıydı.”

.

Loading...
0%