Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. BÖLÜM - KEŞKELERİN İZİ

@rana.betb

Otelden çıkıp çıplak ayaklarım arnavut kaldırımlar üzerinde dolaşırken etraf bomboştu ya da içimdeki boşluktan ötürü böyle bir hisse kapılmıştım. Nereye gittiğimi bilmeden sokak aralarından geçiyordum. Omuzlarımdaki ağırlık attığım her adımda beni biraz daha aşağıya çekiyormuş gibi hissediyordum. Başım ağrıyor, midem dönüyor, kulaklarım uğulduyordu.

Ve ben yok olmak istiyordum.

Bu süre zarfında düşünecek çok fazla zamanım olmuştu. En son düşündüğüm şey ise çok aptalcaydı…

Bir keresinde her iki haftada bir cildimizin üst tabakasındaki hücrelerin kendi kendine yenilendiğini, yani değiştiğini okumuştum. Ancak bazı hücrelerimizin bu türden bir işlevi maalesef ki yoktu. Mesela beynimizdeki hücreler yenilenemiyor ve gittikçe yaşlanıyordu… Sen ölene kadar da hafızanın bir köşesinde kalmaya devam ediyorlardı.

Tenim iki hafta içerisinde Deha ile yaşadıklarını unutacak ama beynim neler olduğunu hatırlamasa da bilecekti.

Bir süre aklımdan tüm bu yaşananları atamayacak, sonra da tam unuttum derken bir şey çıkacak ve ara ara hatırlayacaktım. Böylece içimde kapandığını düşündüğüm yaraya yeniden tuz basmış olacaktım.

Aklımı kaçırmamak için boş düşüncelere dalsam bile dakikalar önce nasıl bir vaziyette olduğumu zihnimden silemiyordum. Nitekim bu imkânsızdı. Yine de deniyordum.

Annem gibi olmamayı kendime hayat felsefesi edinmiştim. O sevmediği insanlarla mecbur kaldığı için birkaç dakikalığına beraber olur, karşısındaki insanı dünyalar kadar mutlu ederdi. Şimdi ise ben sevmediğim biriyle bir şeyler yaşamışken ondan ne farkım vardı?

Bir sürü şey düşünmüştüm. Bir sürü. Belki de on yedi senelik hayatımda düşünmediğim kadar çok şey düşünmüştüm… Hiçbiri tutarlı değildi. Şu an mantığa o kadar uzaktım ki aklımdan geçirdiğim şeyleri birine söyleseydim muhtemelen beni en yakın hastaneye gönderirdi. Ben ise ona hak verirdim ve sesimi çıkartmazdım. Yürüyen bir cesetten farkım yoktu.

Kendimi hiç bu kadar çirkin hissetmemiştim. Nereye gittiğimi bilmediğim yol boyunca kucağımda topuklularla ellerimi kollarıma sarmış bir şekilde kendimi yatıştırmaya çalışıyordum. Ayak tabanlarıma batan hiçbir şey önem teşkil etmiyordu. Artık acı hissettiğimi bile sanmıyordum.

Gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu ama onları ben yönetmiyordum. Benden izin almadan akıyorlardı. Üstelik suratımda gram mimik kımıldamıyordu. Kendim için hiç bu kadar endişe etmemiştim.

Ben kesinlikle iyi değildim ve nasıl düzeleceğim hakkında da en ufak bir fikrim yoktu.

Düştüğüm bu hal için sözlükte bir sürü kelime vardı. İçler acısı, yazık, perişan, iğrenç, acıklı, rezil, utanç verici.

Hiçbir şey düşünmek istemiyordum ama gözümü her kırptığımda yeniden o otel odasına gidiyordum. Herhangi bir şey hatırlayamamanın verdiği his midemde kasılmalar yaratıyordu. Zaten en tarafı da buydu. Hatırlamadığın bir şeye ne kadar üzülebilirsin? Belki de böyle olmasını sen istedin?

Hayır.

Hayır!

Ona karşı olan hislerimin hiçbirinin sonucu o yola çıkmazdı. Bundan, adımın Leyal olması kadar emindim.

Hoş, zaten elimde sadece kimsenin bilmediği adım kalmıştı ya.

Etkisinden bir türlü çıkamadığım trans halinden dalgaların sesini duyduğumda çıktım. Adımlarımı oraya doğru çevirdim ve yürümeye devam ettim. Sırayla dizilmiş villaların oraya vardığımda ilerideki polis arabasının ışıkları gözümü almıştı ki Özgünlerin evi olduğunu anlamam kısa sürmüştü. Birine bir şey mi olmuştu?

Susuzluğun verdiği boğaz kuruluğu ile öksürdüğümde birinin kafası bana doğru döndü. Kim olduğunu anlamak için suratım fazlasıyla aşağıya dönüktü ki bana doğru gelen adım sesleriyle irkildim ve adım atmayı kestim. Ses tam önümde bittiğinde rugan ayakkabılarından başlayıp suratına doğru onu süzmeye başladım.

“İlay?”

Suratımı ona doğru dönmek için çenemi hafifçe dikleştirdiğimde buraya geldiğimden beri haşır neşir olduğum o yüzü gördüm. Anıl tam karşımda gözleri bir hayli büyümüş halde bana bakarken benim için artık tanıdık bir yüz olduğundandır belki de dizlerim titredi. Yaklaşık bir saattir yürümüştüm ama ne zamandan ne de yorgunluğumdan emin değildim. Belki kendimi tamamen bıraksam şuraya yığılabilirdim.

Gözlerine çok kısa bir süre bakındıktan sonra ne yapacağımı bilemez bir şekilde yanından geçmek istediğimde yalpalandım. Hemen kolumdan tutup düşmemi engellediğinde bana dokunuyor olmasına verdiğim tepkiyle elini hemen çekti ama yine de düşersem diye tetikte bekledi.

Sorun, onun bana dokunuyor olması değildi. Sorun, birinin bana dokunuyor olmasıydı.

O sırada Selenrayla karşı karşıya kaldığımda ağlamaktan gözyaşımın bittiğini sanmıştım ki alt dudağımın refleks olarak titremesiyle sanki her şeyi anlamış gibi bana baktı. Dudakları aralandı ve kafası yana yatarken kısaca bir soluk verdi.

“Oh,”

Nasıl tepki vereceğimi bilemeyip tam elini enseme yerleştirip kafamı omzuna doğru bastırmak istediğinde kulağıma doğru, “Kim?” diye sormuştu ki ani bir hareketle geri çekilip onu kendimden biraz ittim. Hal ve hareketlerim bedenimin karşı tarafa verdiği benden bağımsız tepkilerdi. Her ne yapsam yapayım kendi rızam sonucu yaptığımı hissetmiyordum. Sadece, kendi kendine oluyordu işte. Sanki içimde bir yerlerde hala daha zerresi kalmış savunma mekanizmam beni kukla gibi kullanmaya çabalıyordu.

Selenra’nın elleri bir süre havada asılı kaldı. Bana şefkatle bakınırken ağzımdan çıkacak herhangi bir cümleyi yerine getirmeye hazırmış gibi duruyordu. En çok da canımı bu yakmıştı. Ne sevgi, ne de ufacık bir şefkati hak etmiyordum. Ailesi olmadığımı öğrendiği anda belki de yüzüme bakmayacak birinden hiç hak etmiyordum.

Adımlarımı hızlıca eve doğru attığımda Selenra bana birkaç defa seslendi. Sonra da Anıl’a bir şeyler söyleyip arkamdan geldi. Ayakkabılarıma sarılmış bir şekilde polis arabasının oradan geçerken Erdem’i ve Ahu Teyzeyi gördüm.

Elini havaya kaldırmış bir şekilde isyan ederek, “Sen neredesin?” diye bağırdığı anda irkildiğimde sadece bir saniyeliğine göz göze geldik. Ağzı aralık bir şekilde daha fazla şey söylemeye hazırlanırken sanki pişman olmuş gibi duraksadı ve eli aşağıya düştü.

Göz kontağını kestiğim gibi bahçenin patikasından geçip basamakları çıktıktan sonra kapının oradaki Asım Dede ile göz göze gelmemin imkânı yoktu. Bu yüzden adeta yanından geçerek koştum. Yukarı, bana verilen odadan içeri girmeden topukluları odaya doğru fırlattım ve lavaboya doğru gireceğim sırada arkamdan gelen Selenra ve Ahu Teyzeyi duydum.

Kimsenin yanımda olmasını istemiyordum. Onlara hiçbir şey anlatacak gücüm yoktu. Sadece her şeyin durmasına ve uzun bir süre sessiz kalmasına ihtiyacım vardı.

Selenra yeniden, “İlay!” diye seslenince bana yetişmesin diye adımlarımı hızlandırmıştım ki lavaboya girdiğim anda kapıyı kapatmamı önleyen elin sahibi hızlı bir hareketle tüm bedenini içeriye soktu. Bu Ahu Teyzeydi. Onu engelleyememiştim. Şu an için çok güçsüz hissetsem de o tahmin etmediğim kadar güçlü çıkmıştı.

“Hayır, lütfen.” derken sesimin çıktığını bile sanmıyordum.

“Sadece sen ve ben. Tamam mı? Kimseyi içeri sokmayacağım.”

Kafamı iki yana hızlıca salladım. “Hayır! Lütfen gider misin?”

Midem ne kadar içtiğimi hatırlamadığım alkolden o kadar çok bulanıyordu ki elimi karnıma doğru götürdüm. Ahu Teyze tuvaletin kapağını yukarı kaldırdığı anda öğürmemle boşta kalan eliyle saçlarımı yukarıdan atkuyruğu misali tuttu.

Kusarken, “Git lütfen.” diyebilmiştim ki bana verdiği cevapla vazgeçmeyeceğini anladım.

“Asla olmaz.”

Birkaç dakika sonra tamamen işimi bitirdiğimde yandan bir kâğıt peçete kopardıktan sonra ağzımı sildi ve tuvaletin kapağını indirirken sifonu çekti. Yere doğru adeta yığıldığımda üstümdeki elbiseyi koparırcasına çıkartmak istiyordum ki zaten yandaki fermuarını tam çekemediğimi ancak o zaman fark edebilmiştim.

Suratımı küvete doğru döndürdüğümde sanki aklımdan geçeni duymuş gibi elini fermuarıma doğru götürdü. “Hadi içine gir. Rahat bir pozisyonda durana kadar sana bakmayacağım.”

Kafamı iki yana salladığımda yeniden alt dudağım titredi. “Hiçbir şey istemiyorum.”

Kollarını önünde bağladı ve sakin ama bir o kadar da otoriter sesini kullandı. “Uyku hiçbir şeyi çözmeyecek.”

“Yanımda olmanı da istemiyorum. Kimseyi istemiyorum.” derken ellerimi yere koyup yavaşça doğruldum.

Derin bir nefes aldı ve eliyle küveti sakince işaret etti. “Duşa gir, İlay. Lütfen. Son kez söylüyorum.”

Benim olmayan ismi söylemesi beni daha çok küplere bindirdiğinde bu sefer elimde olmadan bağırdım. Nasıl göründüğümün bir önemi yoktu. “İstemiyorum! İstemiyorum! İstemiyorum!”

Ellerini bileklerime doğru götürdü ve beni duşa doğru inatla yürütürken, “Şu an neye ihtiyacın olduğunu çok iyi biliyorum. Beni dinle ve gir o duşa.” dedi.

“Bilmiyorsun! Bilemezsin!” diye bağırdığımda bizi buraya kilitlediği andan itibaren ilk defa sakinliğini bozdu ve gözlerini öfkeyle büyülttü. Kaşları yukarı doğru yay gibi kayarken dişlerini sıkıyordu.

Ben elinden kurtulmaya çalışırken o bileklerimi daha sıkı sardı ve beni son kez silkeleyip, “Biliyorum!” diye bağırdı. “Ben de yaşadım! Neye ihtiyacın olduğunu bu evde ben dışında kimse bilemez! Şimdi ya beni dinleyeceksin ya da çöp içinde yüzmüş hissinden kurtulamayacaksın. Duydun mu beni?”

Burnundan sinirle bir soluk verdiğinde titreyen dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Afallamış bir şekilde iç geçirdiğimde dolmaya meyilli göz bebeklerinin titreyişine tanıklık ettim. Bu daha önce onda asla görmediğim bir ifadeydi ve duvara toslamamı sağlamıştı.

O an anladım. Dakikalar önce Selenra’nın ne yaşadığımı sadece tahmin etmesi gibi değildi bu. Ahu Teyze adeta kafamın içini görmüştü. Hiçbir şey anlatmasam bile ne yaşadığımı biliyordu. Ardından gelen hislerimi ve yaşadığım bütün o kötü duyguları, içinden çıkamadığım karmaşaları… Her şeyi yaşadığı için tahmin etmiyordu, o biliyordu.

Bileklerimdeki elleri sakince gevşedi çünkü artık onu dinleyeceğimden emindi. Hararetlenen tartışmamızdan dolayı önüme düşen saçlarımı geriye doğru omzumun arkasına doğru itti.

Biraz saçlarımda oyalandığında sanki sormak istediği bir şey varmış gibi bekledi. Sonra da suratıma bakmadan sanki saçlarımı elleriyle geriye iterek önemli bir şey yapıyormuş ve oraya odaklanmış gibi dudaklarını araladı.

“Sen duşa girmeden önce bilmek istediğim birkaç şey var.”

Benim aksime o bilerek benimle göz temasında bulunmuyordu. Ya vereceğim cevaptan endişe ediyordu ya da böyle yaparak rahatlıkla yanıt verebileceğim bir ortam yaratmaya çalışıyordu.

“Sana zorla bir şey yaptı mı?”

Sorunun ardından daha çok titreyen alt dudağımı dişlerimle ısırdıktan sonra gözlerimi aşağıya indirdim ve yutkunup, “Bilmiyorum ki.” diyerek zorla yanıt verdim.

Gözlerini birkaç saniyeliğine yumdu ve dudaklarını birbirlerine bastırdı. Hala daha saçlarımı okşuyordu. “Sarhoş muydun?”

Kafamı aşağı yukarı sallayarak cevap vermekle yetindim.

“Peki, annene haber vermemi ister misin?”

Eğer yaşıyor olsaydı bile bilmesini istemezdim.

Bu sefer de kafamı Ayça Hanım’ın bilmesini istemediğim için iki yana salladıktan sonra tüm cevaplarını almış gibi suratıyla bana küveti gösterdi ve arkasını döndü.

Fermuarı açtım. Ayakucuma düşen elbisenin üstünden atladım ve soğuk küvete adımımı attım. Geriye tutturulmuş birkaç tokayı yere doğru atıp bacaklarımı kendime doğru çektim ve sarıldım. Bir süre hiçbir ses çıkartmadığımda bana doğru döndüğünü anladım. Ona sırtım dönük olmasına rağmen bana doğru geldiğini vücudunun sıcaklığından sezmiştim.

Omzumun üstünden ona doğru döndüm ve göz ucuyla ne yaptığını seyrettim. Yere kalçasını dayayıp oturdu ve bacaklarını sola doğru attı. Duş başlığını alıp kenarda suyu ayarladı ve bedenime doğru dökmeye başladı. Ardından saçlarıma geçtiğinde kısa süre sonra köpüklemişti.

Duş alacak kadar halim olmadığını ve duşa girmeyi inkâr etsem de kirli hissettiğim için ihtiyaç duyduğumu anlamıştı. Ve en önemlisi de bana kiminle bunları yaşadığımı sormamıştı. Onun için önemli olan son şey buydu. Adını anmak istemediğimi biliyordu. Kafamın içinde saniyede bir yankılanmasına rağmen sesli bir şekilde söylemeyi inkâr edecektim.

Saçlarımı öbür yanıma attığında gözleri boynumda biraz fazla oyalandığında tahmin ettiğim şeyi dillendirmek istemedim. Ama vücudumda o dakikaların izlerini taşıdığımı anlamıştım. Kollarımı kaldırıp baktığımda birkaç yerde küçük morarıklar fark etmiştim.

O izler geçecekti.

Bedenim unutacaktı.

Ben unutmayacaktım.

En son kendimi böyle kötü hissettiğim zaman Eray beni arkadaşıyla bir odaya kilitlemişti. Kendimi ne kadar küçük gördüğümü hatırlıyorum. Ama bilincim yerindeydi. Hayır, demeyi bilmiştim. Geriye sadece güvendiğim birinin ihaneti kalmıştı.

Ama şimdi, hayır dediğimi bile hatırlamıyordum. En rezil yanı da buydu. İkimiz de çok sarhoştuk. Çok toyduk. Hata yapmaya meyilli bir yaştaydık.

Ve en kötüsü de ayık olmaktan çok uzaktık.

Bu yaşadığım ilk pişmanlık değildi. Geçmişte kalan, yarası tenime kazınan keşkelerim vardı. Kendime verdiğim her sözde bir başkası ekleniyordu o keşkelere… Peki ben ne zaman akıllanacaktım?

Duş almama yardım ettiği sırada tek yaptığım şey lavabo giderine gözlerimi dikip bakmaktı. O kadar halsiz ve ruhsuz hissediyordum ki sanki ara ara nefes alıp almadığımı kontrol etmek için kafasını suratıma doğru çaktırmadan eğmeye çalışıyordu.

Derin bir nefes aldım ve aklımı kurcalayan şeyi sordum. “Dedem bilecek mi?”

“Sadece senin ve benim aramda ve eğer istersen Selenra’nın.”

“Zaten anladı.”

“Babama kötü bir gece geçirdiğini söylerim. Ayrıntısına girmem.” dedi. “Fakat Selenra ne olup bittiğini tahmin etmiştir.”

Kafamı aşağı yukarı salladım ve sessiz kalmaya devam ettim. Eli o kadar narindi ki sanki bana dokunmuyordu. Rahatsız olabilirim endişesi ile çok naif davranıyordu.

Bornozumu verdi. Giyinirken bana bakmamaya özen gösterdi. Odaya doğru ayaklarımı sürte sürte giderken yatağımın üstünde oturan Selenra ile bakıştım. Hemen yanında giyeceğim her şeyi hazırlayıp koymuştu ve geldiğimi gördüğü anda hazır ola geçmiş gibi ayağa kalkmıştı.

Kapının oradan Ahu Teyze bana, “Kalmamı ister misin?” diye sorduğunda omzumun üstünden ona baktım ve kafamı iki yana salladım.

“Teşekkür ederim.”

Dudaklarını birbirine bastırıp belli belirsiz gülümsedi ve gitmeden önce, “Bir şeye ihtiyacın olursa odamı biliyorsun.” deyip sanki aralarında sözsüz bir anlaşma yapmışlar gibi kızına son bir bakış attı.

Yeniden Selenraya döndüm. Ama ona bakmadan yatağın üzerindekileri usulca aldım. Suratımdaki donuk bakışlardan ne demesi gerektiğini bilemez bir şekilde elleriyle oynarken bornozun iplerini açmadan önce ona kısa bir bakış attım. Anında arkasını döndü. Yerimden kımıldayamayacak kadar güçsüzdüm. Bu yüzden kabine gidip de giyinmek istemiyordum.

Ben tamamen giyindikten sonra onun karşısındaki çalışma masasının oraya bornozu ve kafamdaki havluyu öylesine attım. Yatağın yorganını yavaşça açarken bana seslendi.

“İlay,” Sesinden sorusu o kadar tahmin edilebilirdi ki ne diyeceğini anladım. Bana bu durumu kiminle yaşadığımı soracaktı ki zaten Deha olduğunu biliyordu. Partiden onunla ayrıldığımı bilip bilmediğinden emin değildim. Ama onunla olduğumu biliyordu işte. Sesinden o kadar barizdi ki bu…

Sadece, “Evet.” dedim.

“Peki ya Arslan?”

Sanki ruhum ara ara bedenimden çıkıyor ve konu ona gelince yeniden beni buluyordu. Alt dudağımın belli belirsiz titremesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Yatağa doğru girerken, “Ece.” diye yanıt verdim. Sesimin duyulduğundan şüpheliyim.

“Ne?” Bilmiyordu.

Sadece onaylarcasına mırıldandım. Suratına hala bakamıyordum.

Yorganı üstüme çekerken o odanın ortasında şok içinde öylece durmaya devam etti. Hala elleriyle oynuyor ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu.

İkisinin birlikte olduğunu nasıl sadece Deha bilebilirdi? Selenra’nın bilmediği bir şey olmayacağını sanıyordum. Eğer bilse beni uyarırdı. Ama onun da bu konu hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Ona herhangi bir şey sormak istemedim. En azından şimdilik.

“Seninle uyumamı ister misin?”

“Neden?”

Bir an soruma nasıl cevap vermesi gerektiğini bilemeyip afallasa da, “Yalnız olmadığını bil diye.” diye yanıt vermesi gecikmedi. İlk defa beni bu halde görüyordu ve sanırsam ilk defa bu halde birini yatıştırmaya çalışıyordu. Elini kolunu nereye koyacağını ya da ne diyeceğini öncesinde düşünüp söylemeye çalışması normaldi. “Sarılmayız. Sadece uyuruz. Sesimi çıkartmam.”

Yanımda olmak istediğini gözlerine baktığımda görebiliyordum. Bu nedenle sesimi çıkartmadım çünkü sanırım benim de yalnız kalmamaya ihtiyacım vardı.

Omuz silktim. Ama benden herhangi bir yanıt alamadığı için kalıp kalamayacağını bilemedi. Yine de gitmeye yeltenmedi ve az önce attığım havluyu eline alıp yanıma doğru adımladı. Yatağın etrafında dolaşıp boşta kalan yere çıkıp izlerinin üzerinde hafifçe yükselerek, “Saçını kurutmamanı tolerans gösterecek kadar yorgun olduğunu biliyorum ama nemini bile almadın.” dedi.

Arkama doğru geçti ve havluyla saçlarımın suyunu sıkmaya başladı. Naziklik konusunda annesi kadar becerikliydi. Yapıp yapmadığını bile anlayamıyordum. Sanki bir tüy saçlarımı okşuyormuş gibi hissediyordum.

O ana kadar hayatımda bu kadar ilgilenilmediğini fark edince suratımı biraz yukarı doğru kaldırmam gerekmişti çünkü gözlerim hafifçe ıslanmıştı. Yanaklarımdan süzülmesini istemiyordum.

Muhtemelen fark etmişti ama görmesini istemediğimi anladığım için sesini çıkartmadan saçlarımı havluyla kurulamaya devam etmişti.

İşini bitirdiğini düşündüğü sırada tam yanımdan kalkıyordu ki, “Bugün yanımda uyuyabilirsin.” dememle emin olup olmadığıma bakmak için kafasını biraz bana doğru eğdi. Ben kafamı aşağı yukarı salladığım sırada dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi.

Havluyu elinde top gibi büzüp çalışma masasının önündeki sandalyeye attıktan sonra yorganın içine doğru girdi. Tam yanımdaki sarı ışıklı abajuru kapatacağım sırada kolyeyi gördüm. Ucunda güneş olan ve zaten bana ait olan kolyeyi…

Arslan’ın gömleğinin düğmesine takılan ve koptuktan sonra cebine koyduğu kolyem. Tamir olmuştu.

Buraya nasıl ulaştığı hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Ama buraya balkondan kolayca girilebildiğine zaten tanıklık olmuştum. Bu nedenle tahmin edilmesi zor değildi. Ayrıca kafa patlatmam gereksizdi.

Kolyeye bakarken bir an için ne düşünmem gerektiğini bilemedim. Elime bile almaya tenezzül etmedim ama öylece bakmaya devam ettim. Gözlerim ona dokunurken hiçbir şey hissetmek istemedim.

Öyle de oldu.

Biri sanki göğsümün ortasına koca bir yara açmış gibi parmak uçlarımla kolyeye dokundum ve yere doğru ittim. Çalışma masasının arka tarafına doğru düşmüştü. Böylece onu göremezdim.

Keşke bu basit kolye gibi her şey kolayca tamir olabilseydi diye düşünürken derin bir iç geçirdim ve sırtımı Selenraya döndüm. Dolan gözlerimi görmesini ve yastığımı ıslatışına şahit olmasını istemedim.

O gün buraya adımımı attığım günden beri Alanza’da ilk defa yağmur yağdı. Belki de bu gece Alanza da benimle beraber ağlıyordu.

Loading...
0%