@rana.betb
|
“Ceza almak istemiyorsan eğer bordo çoraplarını çıkart.” diyen Selenraya aynadan bakarken ellerimle çoraplarıma dokundum. “Neden ki? Lacivertle uyar diye düşünmüştüm. Hem bana bunu annen aldı.” Dudaklarına hafif bir nemlendirici sürerken omuz silkti. “Uyuyor zaten de yasak.” Dediğini yapmadan önce enseme yapışan saçlarımı yukarıdan şöylesine bir topladım. “Gizli gizli her kurala karşı gelmenize rağmen sadece kıyafet kuralı konusunda bir şeyler yapamamanız çok ilginç değil mi?” “Üç sene boyunca bunun için çalıştım ama fayda vermedi.” Dudaklarını hayal kırıklığı ile büzdü. Ardından hemen karşıma geçip az önce dudaklarına sürdüğü nemlendiriciyi bana da sürmek için uzattı. “Onun yerine ders çalışsaydım daha verimli olurdu tabii. Tanrı vergisi aklıma daha çok zekâ biriktirirdim.” Nemlendiriciyi geri verirken güldüm. Ardından çorap giymekten vazgeçtim ve eteğin içine kısa bir tay giydim. Aşağıya inip yakanın diğer tarafına beraber geçtikten sonra sıralarımıza oturduk. Ece’nin Arslan ile olan beraberliğini ilan etmesinden sadece iki gün geçmişti. Haftanın ortasındaydık ve günler adeta yirmi dört saatten daha uzun sürüyormuş gibi hissettiriyordu. Haftanın ilk gününden itibaren koridorlarda gözler hep üzerimdeydi. Selenra yanımdayken kimse bir şey yapmaya cüret edemiyordu ama yalnız kaldığım ya da Arslan ile yolda göz göze geldiğimiz her an birileri sesli bir şekilde beni taciz ediyor, omuz atıyor veya ayağını önüme koyup ona takılıp düşme tehlikesi geçirmemin benim hatam olduğunu düşünmemi sağlıyorlardı. Sessiz kaldığım söylenemezdi. Her zaman sesimi çıkarıyordum ama benden korktukları söylenemezdi. Ece’nin bu okuldaki konumu her nasılsa bir şekilde herkes beni zorbalama konusunda yarışa girmişe benziyordu. Amaç kraliçeyi memnun etmekti ve bilerek bana yapacakları şeyleri gerçekleştirmeden önce Ece’nin de orada olduğu zamanları kolluyorlardı. Ece kimseyi kışkırtmamıştı. Hiçbir şey söylememişti ya da hedef göstermemişti. Sadece Arslan ile aralarına giriyor olduğumu düşünmelerini sağlaması yetmişti. Bunu da Arslan ile beraber olduklarını söylemesi ile yapmıştı. Sadece üç günde Alanza’da geçirdiğim bir aydan daha çok yorulduğumu hissediyordum çünkü birilerinin sürekli hedefi olduğumu bildiğimde bir sonraki darbenin nereden geleceğini kestirememek üstümde büyük bir gerginlik yaratıyordu. Buna nereye kadar dayanırdım bilmiyordum ama eğer Eceye bulaştığım takdirde suçlu olan ben olacağımı biliyordum. O görünürde hiçbir şey yapmamışken haksız olan elbette ki ben olacaktım. Arslan’ı ara ara Eceyle görüyordum. Konuşmaları hararetlendiği her an Ece onu kimsenin olmadığı sessiz bir köşeye çekme konusunda büyük bir çaba gösteriyordu ama bunu bazı zamanlar beceremiyordu. Ben ise korkarım ki Arslan’dan kaçıyordum. O havuza düşüp benimle beraber atlamasının ardından insanların beraber olduğumuzu düşünmesini istemiştim. Bunun kendisi de farkındaydı ve sandığım gibi bir tepki vermemiş, hatta biraz eğlenmişti. Elbette ki Ece’nin bir sonraki hamlesini görememiştim ve maalesef ki Arslan ile başladığımız noktaya geri döndüğümüzü hissediyordum. Sanki içine sıvı metal dökülecek bir kalıba düşmüş gibiydim. Kendimi bazen büyük bir yapboz gibi hissediyordum. Parçalarım birçok yere dağılmıştı ve benim onları bulmak için kendimden çok ödün vermem gerekiyordu. Ama hayata çok geride başlamış biri olarak bunu yaparsam olduğumdan daha da güçsüz bir hale geleceğimi biliyordum. Bu yüzden korkaklık edip bununla yaşamayı öğrenmiştim. Ama bir gün umut edecek bir sebebim olmuştu. Kayıp bir parçamı bulduğuma canı gönülden inanmıştım. Hala daha yüzlerce eksiğim olsa da o parçanın diğer eksikliklerimi unutturacağını bir şekilde biliyordum çünkü içimdeki boşluk bir türlü kapanmıyordu ve şans verip neler olacağını görmek istemiştim. Bu bir seçim değildi. Beceriksiz bir istekti ve geri dönüşü yoktu. Kapılmıştım bir kere… Şimdi ise o parçanın nerede olduğunu bilmeme rağmen elimi uzatsam dokunamayacak bir haldeydim. Avucumun içine alıp göğsüme doğru bastırmamın imkânı yoktu. Tam ulaştığımı düşünüyordum, dokunuyordum, parmaklarımın arasına kilitliyordum, hissediyordum ama o yine kayıp gidiyordu. Çünkü bana ait değildi. O parça kusurlu bir aile tablosunun tek kalan boşluğuna aitti. Bu yüzden birbirimizin ekseninde başıboş bir şekilde savrulup duruyorduk. Arslan bazen yanıma gelmek için yelteniyordu ama ona ya sesli ya da sadece mimiklerimle gelmemesini söylüyordum. Bana attığı mesajları açmıyordum çünkü utanıyordum. Erkek arkadaşımın beni başka biriyle aynı odada tek başıma bırakmış olmasını aşmıştım çünkü mağdur bendim ve hiçbir suçum yoktu. Ama şimdi bir ilişkiyi darmadağın eden diğer kadın olarak görünüyordum. Birkaç ders işlendi. Teneffüs zili çaldı ve ben diğer iki günde olduğu gibi koridorda elbette ki Deha ile göz göze geldim. Bu canımı sıkan bir detay olmaktan çıkmıştı çünkü hatasız olan taraf sizseniz bir şeyleri atlatmak daha kolay olurdu. Göz göze geldiğimizde ondan kaçmıyor, aksine daha çok ona bakıp rahatsız olmasını sağlıyordum. Bazen ona baktığımda yanıma gelmeyi düşünür gibi birkaç adım ilerliyor, sonra da derin bir nefes alıp aynı yolu geri dönüyordu. Yanıma gelirse eğer ne söyleyeceğini merak etmiyor değildim. Ama muhtemelen gözlerimi devirir ve aksi yöne doğru giderdim. Selenra olmadığı zamanlarda yalnız kalacağını sanmıştım ama Ilgaz’ın kardeşi Taner ile teneffüslerde takılıyor, kafeteryada yemek yediğini görüyordum. Bazen Ilgaz da onlara katılıyordu. Deha’nın olan olaylar bakımından onlara hiçbir şey anlattığını düşünmüyordum. Konu elbette Selenra’nın yanına neden gitmediğine geliyor olmalıydı ama sesini çoktan çıkartmış olsa Ilgaz’ın bunu bana belli edeceğini düşünüyordum çünkü hemen yan sıramda oturuyordu ve bir kez bile olsun bana olan konuşma tarzı ya da bakışları değişmemişti. Bu çocuğun kişiliği hakkında tek bir şey düşünecek olsaydım eğer o da duygularını yüzünden hemen belli ediyor oluşu olurdu. Bir yandan da Selenrayı düşünmeden edemiyordum. Neredeyse hep yan yanaydık ve Deha ile göz teması kurduğumda onun da fark ettiğini biliyordum. Daha önce en yakın arkadaşa sahip olmamış biri olarak ne hissettiğini anlayamazdım ama hayal kırıklığının ne demek olduğunu çok iyi biliyordum. Muhtemelen onu özlüyor olmalıydı. Kimya dersi diğer dördüncü sınıflarla ortak işleniyordu. Laboratuvar çok büyüktü ve üzerinde ilk defa adımın işlenmiş olduğu bir önlük giyiyordum. Öğretmen bu yılki müfredat hakkında bir şeyler anlatırken yan yana üç sıra halindeki uzun masaların ortasında Selenra ile yan yana oturuyordum ki Arslan ondan hiç beklemeyeceğim bir şey yaparak hemen önüme doğru geçti. Bana sadece kısa bir bakış attıktan sonra sağıma dikkat kesilip dirseklerini masaya koydu. Ardından elini söylemeye tahammül edemediği bir şey varmış gibi dudaklarına doğru bastırdı. Hemen sağıma baktığımda Ilgaz’ın bana gülümsediğini görmemle ancak yanıma oturduğunu fark edebilmiştim. Genelde varlığını rahatsız ediciliği ile belli ettiğinden kaynaklı sınıfa girdiğimizden beri bir şey dememesinden orada olduğunu fark edememiştim. O an Ece’nin nerede olduğuna bakmak için hareketlendiğimde ensemde resmen bana değen bir çift göz hissettim. Arkama döndüğümde köşede oturduğunu ve bizi izlediğini fark ettim. Elbette bu diğer öğrencileri de harekete geçirmiş olmalı ki gözler üzerimizdeydi ama bunu tek umursayan benmişim gibi görünüyordu çünkü Arslan onlara değil sadece bana bakmakla meşguldü. Ilgaz, ben ve bir yandan da Arslan’a bakarken, “Yine üçümüz bir aradayız.” dedi. Gözlerimi kısarak ona baktım. “Ben pek bir aradayız demezdim.” “Niye ya? Arslan başka yere de oturabilirdi mesela?” Arslan homurdandı. “Ya da sen.” Parmağını şaklatarak gereksiz bir heyecanla Arslan’ı gösterdi. “Aynen işte! Ama gel gör ki üçümüz de yan yana sayılırız. Tabii sen ikimize karşıdan bakıyorsun ama neyse. Bu da sayılır herhalde.” Arslan dilini yanağının içine doğru bastırıp kirpiklerinin altından Ilgaz’a öldürücü bakışlarını atarken sessiz kalmayı tercih etti. Benim ise o anda karnım ağrıdığından telefonumu çıkartıp refleks olarak takvime doğru bakındım. Bir ya da iki gün içerisinde regl olmam gerektiğini gördüğüm anda piyangonun bugüne vuracağını anladığım gibi lavaboya gitmek adına öğretmenden izin aldım. Lavabolarda bedava verilen ped otomatı bana dünyanın en lüks şeyi gibi gelirken işimi halledip yeniden sınıfa girdim. O an Erdem’in Selenra’nın hemen karşısında, yani Arslan’ın hemen yanındaki birine laf anlattığını görmüştüm. Selenra’nın yanındaki yerimi alırken tartışmanın hararetini çözmeye çalışıyordum. Ayrıca Selenra’nın karşısındaki öğrenciyi de daha önce görmediğime emindim. Bizim sınıftan değildi. “İşin zor. Ben önceden söyleyeyim de sana kolay gelsin.” dedi Erdem. Ardından Selenra dirseğini sevgilisinin karnına doğru geçirdi. “Abartma istersen!” Kız, “Siz çok tartışıyor musunuz?” diye sorup parmağıyla çiftimizi gösterdiğinde Erdem kafasını kaşlarıyla aynı anda yukarıya doğru kaldırdı ama iğneleme olduğu çok barizdi. “Tartışsak da pek anlamıyorum çünkü sinirliyken cevap verip onu daha çok kızdırmayayım diye İtalyanca konuşuyor.” dedi. “Zaten herhangi bir tartışmadan haklı çıkmamın imkânı yok çünkü İtalyanca konuştuğunda çok seksi oluyor ve bu umurumda olmuyor.” Selenra güldü. “Bu yüzden uyumlu bir çiftiz. Ben, sen konusunu bilmesen bile her zaman haklıyım. Sen de haksız. Zıt kutuplar birbirini çeker.” “Bunu bir de İtalyanca söylersen ben tamamım.” “Neyden bahsediyorsunuz tam olarak?” diye araya girdiğimde Selenra, Erdem’e attığı cilveli bakışlarına bir son verdi ve çok geçmeden sorumu yanıtladı. “Herkes bu sene karşısındakiyle eş olacakmış da- Ayy!” Selenra’nın gülümseyerek başladığı cümlesi sersem bir şaşkınlıkla son buldu. Kendi lafını böldüğü sırada benimle beraber aynı anda Arslan’a bakmıştı. Arslan ise tek elini kaldırmış parmaklarını sırasıyla içeri büküp sanki onu ilk defa görüyormuşum gibi selam vermişti. Hafif çatık kaşlarımla bir yanıt bulmaya çalışarak ona doğru eğildim. “Bunun olacağını biliyor muydun?” Dudak büzdü. “Ne münasebet.” “Neden karşıma oturdun o zaman?” “Sınıfta suratını görmek istediğim tek kişi sensin. Partnerin olmak şansa bak ki tamamen kaderin cilvesi.” dediğinde diğer yanında oturan kız bunu duymuş olmalı ki arkadaşına doğru kıkır kıkır gülerken fısıldadı. Gözlerimi ondan kaçırıp başka tarafa doğru döndüğümde kulaktan kulağa yayılan dedikodu adeta ışık hızında Eceyi buldu. Ama o hiçbir şey olmamış gibi defterini açtı ve dersi dinliyormuşçasına birkaç not aldı. Ders başladığından beri not alınacak herhangi bir şey duyduğumu düşünmediğim için bunu fırtına öncesi sessizlik olarak algılamıştım. Selenra, Eceye baktığımı bildiği için bana hafif bir omuz atıp önüme dönmemi sağladığında, “Keşke biri bu saçmalığa son verse.” diye homurdandım. “Bir gün ben vereceğim de ne zaman bilmiyorum.” “Buna bir son vermek için onu,” dedim ve karşımda apaçık bizi dinleyen Arslan’ı işaret ettim. “ortadan kaldırman gerekir.” Arslan avucunu çenesinin altına bastırıp omuz silkti ve beni kast ederek, “Bana uyar. Ama son hamleyi sen yap.” dedi. Ona cevap veremeden Ilgaz neredeyse bana doğru sokuldu ve kolunu omzuma atıp kişisel alanımı ihlal ederken, “Bak şimdi, sen zeki bir kıza benziyorsun. O, derece yapma ya da sınıf birincisi olmak kaygılarını taşıdığın suratından o kadar belli oluyor ki,” diyerek konuya girdi. Ben ise o konuşmaya devam ederken kolunu omzumdan düşürmesini sağladım. Yine de onu dinlemeye devam ettim çünkü söyledikleri dikkatimi çekmişti. Hiçbir zaman kafasını derslerden kaldırmayan insanlardan olmamıştım ama çalışkan olduğum doğruydu. “Bu yüzden sana üç sınıfın da en iyi öğrencilerini söyleyeceğim.” O konuşmaya devam ederken Selenra’nın da Arslan ile iletişim halinde olduğunu ister istemez duyuyordum ve kolunu yanlışlıkla ittiğimi düşünen Ilgaz’ın yeniden omzuma koyduğunda vereceği tepkiyi merak ediyordum. Yine de ona kaçamak bir bakış atmakta çok zorlandım çünkü hemen önümde duruyordu. Ilgaz bana öğrenciler hakkında bir şeyler söylemeye devam ederken Selenra, Arslan’a doğru, “Ortadan kaldırmak öldürmek anlamındaydı bu arada. Anlamıştın değil mi?” diye sordu. “Yok Selenra. Anlamamıştım. Söylediğin çok iyi oldu şu an. Ufkum genişledi.” “Aa, kaba! Sana iki cümle kuralım dedik yıllar sonra verdiğin tepkiye bak.” Ona bakamasam da gözlerini devirdiğine emindim. “Ben ne bileyim senin aşkının elinden öldürülme fantezin olduğunu. Yanlış anladığını ummuştum.” Arslan yeniden homurdandı. Kelimeleri ağzında dolandırdığı için zor anlamıştım ama onu Selenra da duymuştu. “Birisi zaten birazdan gerçekten ölecek.” “Dersin zorluğundan mı?” “Hayır. Ellerimden.” Ilgaz’ı birkaç saniyedir dinlemediğimi fark ederken Arslan’ın son söylediği ile gözlerimi ona diktim. Bunu yapmam ile göz göze gelmemiz bir olmuştu çünkü doğrudan bana bakıyordu. Kısa saniyeler içerisinde bakışları, gözlerim ve Ilgaz’ın omzumdaki kolunda mekik dokurken kambur duruşumu dikleştirdim ve yeniden kolunu bu şekilde boşluğa bırakmış oldum. “Dediğim gibi Selin, Beliz ve Caner’e dikkat et.” “Teşekkürler Ilgaz.” dedim ve daha fazla devam etmemesini umdum. “Rica ederim. Her zaman bekleriz.” “Sen yine de çok bekleme.” diyen Arslan’a baktığında tam bir şey diyecekti ki, “Ders!” diyerek aralarına girdim. “Artık konuşmayalım da öğretmenin dediğini duyalım.” Selenra yanımda kıkır kıkır gülerken duymamış gibi yaptım ve tamamen tahtaya doğru bedenimi çevirip söylenenlere kulak kesildim. Kaosun tam çekirdeğinde olsam da gerçekten bir şeyler öğrenme niyetindeyim. Buranın eğitimi benim gittiğim devlet lisesi gibi elbette ki değildi ve karşılaştırılamazdı. Böyle bir şansı hileyle elde etmiş olsam da hiç bu kadar ders çalışmaya istekli olduğumu hatırlamıyordum. XXX İki saatlik dersin ardından yeniden lavaboya uğrayıp bir kontrol yaptım. Selenra da benimle beraber geldiği için kol kola bir şekilde asıl sınıfımıza varmıştık. Yeni dersin başlamasına iki ya da üç dakika kalmıştı. Bu nedenle bahçeye çıkmamız saçma olurdu. Sınıftan içeri adımımızı attığımız anda birkaç kızın ayakta bir şeyler yaptığını ve birinin çılgınlar gibi ortalıkta gezdiğini görmüştük. “Bu deli ne yapıyor ya?” diye söylenen Selenra’nın hemen arkasından ilerlerken onlarla hiç göz teması kurma niyetinde değildim ki oturmama müsaade edilmedi. “Senin sıran.” “Efendim?” Etrafta deli gibi ilerleyen kızın arkadaşlarından biri yolumu kesmiş ardından da çantamı havaya kaldırıp diğer arkadaşına doğru vermişti. “Hop!” “Hop ne ya? Koyun mu otlatıyorsun?” diye gülen kızın ardından Selenra çantamı kızın elinden hışımla çekip aldı. “Koyunlara hakaret olur.” deyip çantamı geri bana vermek isterken aralarından biri yeniden çantamı aldı. Çantanın kol kısmından tutup çekiştirdiğimizde ufak bir yırtık sesi duymuştum. Refleks olarak elimi ateşe tutarmış gibi hızla çekmem de bir olmuştu. “Derdiniz ne sizin ya?” “Sude’nin kalem kutusu kayıp. İçine de parasını koymuş.” “Bana ne Seda’nın parasından ya!” “Sude!” diyerek beni düzeltince, “Her neyse!” diye üstüne giderek bağırdım. Yeniden sarılmış olduğu çantamı tuttuğumda vermeyi reddetti. Selenra araya girdi. “Bu yüzden mi dört dönüyorsunuz ortalıkta? Herkesin çantasına baktınız mı da sıra kuzenime geldi?” “Burslu kızın çantasına baktım.” derken sınıfa giren adım seslerini duydum. “İyi insan lafın üstüne gelirmiş. Korkma Beliz senden bir şey çıkmadı.” Kız suratını buruşturup umursamaz bir tavırla konuştu. “Ne diyorsun be?” Çantamı sıkıca tutan kız suratını ekşitip, “İyi insan demek yanlış oldu pardon.” dediğinde Beliz’e baktım. Sınıfta burslu öğrenci olduğunu ancak bugün öğrenebilmiştim. Bu kız Ilgaz’ın da dediği gibi sınıfın en iyisi olmalıydı. Beliz duvarın en arka köşesindeki çantasının yere doğru ağzı açık bir şekilde fırlatıldığını gördüğünde gözleri büyüdü. Oraya doğru hızlıca adımlar atıp çantasını toplamaya yeltenmişti ki vazgeçip adımlarını bize doğru yönlendirdi. “Ne yaptınız lan çantama?” diyerek dişlerinin arasından söylendi. “Yabani misin sen be? Lan ne demek?” “Pardon Valide Sultan’ın sol yanağı! Bir dahakine üslubumu daha düzgün seçerim.” deyip yapmacık bir konuşma gerçekleştirdi. Ardından kızın üstüne doğru bir anda mimiklerini değiştirip yürüdü. “Ne aradınız çantamda?” Sude araya girdi. “Kalem kutum kayıp. Onu arıyorduk. Hem sana niye hesap vereceğiz ya?” “Çantamı kurcalamışsın çünkü geri zekâlı! Başka kime hesap verecektin kantinciye mi? Çattık ya!” diyerek sinirden gözlerini yumdu. “Hem senin Barbie’li kalem kutunu kim çalmak istesin, zevksiz!” “Para vardı içinde, para!” “Koyacak çok akıllıca bir yer seçmişsin. Bravo.” deyip yalandan alkışladı. Ardından parmağını havaya kaldırıp kızın neredeyse gözüne doğru sokma pozisyonuna getirdi. “Bir daha benim eşyalarıma dokunursanız var ya-” “Ne yaparsın acaba?” diyerek kendinden emin bir şekilde işaret parmağını bir kenara doğru eliyle itti. “İftira bile atsam bursun yanar kızım senin. Kimi korkutmaya çalışıyorsun sen?” Beliz bu sefer ağzından tükürükler çıkartarak konuştu. “Benim hayatım senin gibi Barbie’lerin kafalarını çıkartıp geri takmakla geçti canım. Uğraşma benimle. Zaten iki gram sevincim vardı. Şimdi elimde hiçbir şey yok. Kışkırtma beni! Burs falan dinlemem haftada dolarlar harcadığın saçlarını cımbızla yolarım senin!” Bir şey yapıp bursunu tehlikeye atmasından tedirgin olduğum için kolunu tuttum ama o anda hışımla geri çekildi. Benim de onun gibi mağdur olduğumu idrak edemediği için herkese ölümcül bakışlar atarak sırasına doğru geçtiğinde o sırada çantam kaşla göz arasında açılmıştı. Selenra bir hamle yapacağı sırada onu bıkkınlıkla durdurdum. “Bırak baksın. Zaten hiçbir şey bulamayacak, beyinsiz!” Kız gülümseyerek içindekileri bir anda sırama doğru döktüğünde içinden ilk çıkan şey bana ait olmayan bir kalemlik olmuştu. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken midem iki güçlü elle yumruklanıyormuş gibi hissettim. “O b-benim değil.” “Çünkü benim!” diyerek Sude kalemliğini eline hızlıca alıp içini açtı ve lastikle bağlanmış bir tomar parasını havaya kaldırdı. Sınıfa ne ara adımını attığını anlamadığım diğer öğrenciler kapıda olanları izlediğini gördüğümde başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Dilim damağım kurumuştu. Aynı anda birçok duygu hissediyordum ve bu iftiradan dolayı bir an için gözlerim bile kararmıştı. Bir şeye tutunmalıydım. Ama hayır! Sakin kalmalıydım. Hırsız olmadığımı biliyordum. Ben çalmamıştım. Ama nasıl kanıtlayabilirdim ki? Aralarından bir kız adeta dedikodu yetiştirmek ister gibi dışarıya doğru koştururken kalem kutusunun fermuarını çeken Sude, “Kimya dersinde lavaboya gitmek için izin aldığında çaldın, değil mi?” diye sordu. “Hayır!” diyerek adeta inledim. Selenra, “Laboratuvardan bizim sınıfa iki kat var sirk ucubesi! Işınlanmayı mı buldu bu kız? Nasıl insin de çalsın paranı?” diye bağırırken bir oğlan yanında geçtiği sırada gülerek söylendi. “Kuzeninin kleptomanisi olduğunu söylememiştin.” Yumruk şeklini alan ellerim yaptığı baskıdan dolayı canımı yakıyordu. “Ben bir şey çalmadım!” Tırnaklarım kendimi savunamadığım için avuç içime batarken bacaklarım titriyordu. Kızlardan biri, “Ha yani kleptomaninin ne olduğunu bilecek kadar kelime dağarcığın var.” dediğinde o an Ece’nin büyük bir memnuniyetle sırasına doğru geçip bacak bacak üstüne attığını gördüm. Bunu o ayarlamış olmalıydı. Neler olacağını önceden biliyor olmalıydı. Bu yüzden hiç meraklanmamıştı. Burnumdan solurken, “Kelime dağarcığımın ne kadar fazla olduğunu öğrenmek için beni sınamak ister misin?” diye sorduğumda Sude kalem kutusuyla beraber sırasına doğru giderken ciyaklayan bir ses tonuyla homurdandı. “Varoş be bu! Bir de tehdit ediyor!” Ece’nin kıkırdadığını işittim. Kulağımda öyle bir yankılandı ki adeta gözüm döndü ve öfkem kor halinde bir demir gibi alev aldı. Hızımı alamayıp onun karşısına doğru geçtim ve elimi sırasına doğru vurup bana doğru bakmasını sağladım. Kafasını sakince kaldırıp gözlerini gözlerime doğru dikerken elinin tersini çenesine doğru bastırdı. “Ona sen yaptırdın, değil mi?” Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra cevap vermesine bile gerek kalmamıştı çünkü az önce çıkan kız içeri ellerini arkasında bağlamış seke seke sınıfa girdi ve “Müdür seni odasına bekliyor.” dedi. Yanan gözlerimi birkaç saniyeliğine yumdum ve sakin kalmak adına derin nefesler alıp adeta sınıftan depar atarak çıktım. Hakan Bey iyi bir adamdı. Sınıfta kamera olmasa da bir yolunu bulup haksızlığa bir çözüm yolu getirebilirdi. Şu an için tek umudum buydu diye düşünürken odasına girdiğim anda bana attığı bakışlarıyla yerin yarılmasını ve içine girip üstümü örtmesini istedim. Ezilip un ufak hale gelmem gram umurumda değildi. Tek istediğim şu anın geçmesiydi. Kapının oradan tamamen içeri girmem için işaret parmağı beni öne çağırmak adına iki yerinden büküldü. Gözleriyle karşısındaki tekli koltuğu işaret edip göz kontağını tamamen benden kesti ve oturduğu yerden kalkıp arkasındaki pencereye doğru döndü. Üstündeki takım elbisesini tek eliyle silkeledi ve boğazını temizledi. “Şimdi,” dedi ve masasının etrafında yürümeye başladı. “Biz okulumuzda bu ve buna benzer davranışları-” Kulaklarım uğuldarken titremememi önlemek adına ellerimi eteğimin uçlarına doğru bastırdım ve elimde olmadan sözünü kestim. “Siz daha beni dinlemeden karar mı verdiniz yani? Benim çaldığımı mı düşünüyorsunuz gerçekten?” Sanki sonsuza dek düzelemeyecek gibi hayretle çatılan kaşlarımla ona bakmaya devam ederken dudak kenarlarım hafifçe aşağıya doğru kıvrıldı. Ben onun yanında çalışmıştım. Bana güvendiğini sanıyordum. Bana hala bakmayarak yürümeye devam ederken konuşmasını sürdürdü. “Okulumuzdaki burslu öğrenciler dahi şu zamana kadar hiçbir hırsızlık olayı yaşanmadı. Sen gelene kadar. Üstelik derslerin başlamasının üçüncü günü.” Suratıma bakarsa bana inanacağından mı endişe ediyordu bilmiyordum ama çoktan kesin bir yargıda bulunmuştu ve ne desem bana güvenmeyecek gibi görünüyordu. “Ama ben hiçbir şey çalmadım. Yemin ederim!” dedim. “Ben haftalarca çiçekçide sizin için çalıştım. Bunun hiçbir önemi yok mu?” Soruma karşılık olarak derin bir iç geçirdi ve masasının önüne doğru geçip kalçasını oraya doğru koyup ellerini de iki yanına açarak kenarlarını tuttu. Parmaklarını ritmik bir şekilde hareket ettirirken bir süre sessizlik oldu ama en sonunda dudaklarını araladı. “Buraya nasıl geldiğini düşünecek olursak fazla cesaretlisin Leyal.” “Ben bir şey çalma- Ne?” En sonunda kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime diktiğinde donakalmıştım. Eteklerimin uçlarını avuç içlerime almış sıkıyor ve dudaklarımı kemiriyordum. Birkaç defa söylediğini anlamak için cümlesini kafamda en az on beş defa tekrar ettirdikten sonra titremem geçmişti. Çünkü daha kötüsü olmuştu. Artık kaslarımı hissetmiyordum. Sesini normalden bir tık alçalttı ve “Neyse ki Ayça’nın beni baştan çıkartmaya çalışıp şantaj yapacağını hemen anlayacak kadar zekiyim.” dedi. Dudaklarımı kemirmeyi bıraktım. Şaşkınlıktan aralanan ağzımı zor kapattım ve tüm odada yankılandığını duyduğuma yemin edebileceğim şekilde yutkundum. Ayça okula kaydımı yaptırırken bizzat Hakan Bey’e mi şantaj yapmıştı? “Size ne söy-” Lafımı anında kesti. “Ben evli ve mutlu bir adamım. Bir anda yaşadığım yere damlayıp ne olacağını umuyordun? Bir de Ayçayla bir olmuşsun.” “Onu tanıyor musunuz?” “Elbette tanıyorum!” dedi ve hafifçe doğruldu. “Kendimden utanmamı sağladın. Tebrik ederim. Hayatımda yapmayacağım bir şey yaparak seni sorgulamadan işe almıştım çünkü Selenra’nın kuzenisin sanmıştım. Ama beni de herkes gibi aptal yerine koydun.” “Size her şeyi anlattı mı?” diye sordum ama sesim çıkmadığı için duyduğundan şüpheliydim. Önümde bir sağa bir sola yürürken söylendi. “Kırklı yaşlarımın ortalarındayım ama bir çocuk tarafından kandırıldım.” Tırnaklarımın kenarlarındaki etlerle oynarken gözlerimi zemine kilitledim ve “Şantajını öngördüyseniz ben o zaman neden hala buradayım ki?” diye sordum. Bu cevaba ihtiyacım vardı çünkü hala burada kalmama izin vermesi çok aptalcaydı. “Bilmiyormuş gibi rol kesme!” Sesi biraz yükselince yerimden hafifçe sıçradım. O kendine hemen çekidüzen verdi ve konuşmasına devam etti. “Bir daha bir falsonu yakalarsam böyle hafif atlatmazsın haberin olsun.” Dudaklarımı aralayıp bir şey demeye hazırlandım ama ne demem gerektiğini bile bilemedim. Olduğum yere çakılmıştım. Kalkamıyor, hareket edemiyordum. Nefes aldığımdan bile şüpheliydim. Onun dediği gibi bilmiyormuş gibi rol kesmiyordum çünkü Ayça’nın ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Hayatımın zorlaşması adına elinden geleni yapıyormuş gibi de her şeyi hallettiğini söylemiş, sonra da bunu yaşamamı sağlamıştı. Kaç dakikadır oradaydım bilmiyordum ama bana yıllar gibi gelen zaman sadece kırk dakikaya kadar işlemişti. Araya epey boşluklar koyarak konuştuğumuzun farkında değildim. Teneffüs zili çaldığı anda, “Çıkabilirsin!” dedi. Gözlerimi zeminden çekmedim ve kaçarcasına yerimden kalktım. Kapıdan çıktığım anda bir kat aşağıya inecektim ki merdivenlerde Eceyle karşılaştım. Yakanın bu kanadı öğretmenler ve müdür odasına bağlanıyordu. Bu yüzden öğrenciler yoktu ve Ece sırf benimle yüzleşmek için buraya gelmişti. Daha içeride olanların etkisi hazmedememişken beni çok kötü bir zamanımda yakalamıştı. Afallamış haldeydim ve Ayça’nın ne yaptığına dair en ufak bir fikrim yoktu ama şimdi bile, olaylar çok tazeyken bana düşünme fırsatı bile vermemişti. Tek bildiğim şey Hakan Bey’in ona karşı kullanabileceğim bir kozum olduğuydu. Bu düşünce en azından şimdilik beni Eceyle yüzleşirken rahat ettirebilirdi. Eğer tam aksi olsaydı çoktan kovulmuş olurdum. “Sen yaptırdın.” Umursamaz bir tavırla omuz silkti ve “Git söyle herkese.” dedi. Kafamı iki yana salladım. “Söylememe gerek yok. Herkes farkında ama boyun eğiyorlar.” Sıkılmış gibi iç geçirdi ve kollarını önünde bağlayıp, “Ben kimseye bir şey yapın demedim.” dedi. Ben merdivenlerin başlangıcındaydım. O ise üç basamak aşağıdaydı. “İnsanlar kötülere nasıl davranması gerektiğini biliyor sadece. Herkesin iyi ve kötü terazisi var ve sen kötünün üstüne çıkmış salıncak gibi sallanıyorsun. Bu durumda insanların kabullenmesini mi bekliyorsun? Ayrıca seni uyarmıştım. Burada işler böyle yürüyor.” Hayretle dudaklarım aralandı. “Sen kimseyi kışkırtmadığını mı düşünüyorsun? Eğer beraber olduğunuzu söylemeseydin-” Baygın bir bakış attı ve “Havuzdan sırılsıklam çıktığınızda sizi beraber sanacaklardı, değil mi? Bunu istedin. Hadi söyle!” dedi. Ben ise yanıt veremedim. Böylece cevabını almış oldu. “Neyse ki öngörülü biriyim de bunun olmasını engelledim.” Kirpiklerimi inkâr eder gibi kırpıştırdım ve kafamı da iki yana salladım. “Onu sevmiyorsun bile!” Bunu söylediğim her anda olduğu kaşları çatıldı ve öfkeyle, “Şunu söylemeyi bırak artık!” dedi. “Anlamadığın çok şey var! Mecburum! Sen ise bu konuda hiçbir şey yapamayacaksın. Bu yüzden uzak dur! Senin için en iyisi bu olur.” “Hastasın kızım sen! Hasta!” deyip yumruk yaptığım ellerimle bir basamak aşağıya indim. “Ailenin kuklasısın. Daha önce söz hakkı bile vermemişler sana.” Sözlerimle canını acıtmak istiyordum. “Burayı da oyun alanın sanıyorsun.” Bir basamak daha aşağıya inerken suratındaki değişikliği görebiliyordum. Ona bir şekilde dokunmaya başlamıştım bile. “İnsanların bana zorbalık yapmaya devam edeceğini biliyorum çünkü kraliçelerini memnun etmeye çalışıyorlar ama benim böyle bir kaidem yok.” Son basamağa da adım attıktan sonra bana bakması için kafasını yukarı kaldırması gerekmişti. “Ama şunu bil ki, ben ondan kaçtıkça sevgilin benden uzak kalamıyor! Sevmediğin biri için acı çekeceğini düşünmüyorum ama al bu bilgiyle ne yaparsan yap!” Yanından geçip hiçbir şey demesine fırsat vermeden basamakları ikişer bir şekilde indim. Ardından koridordan geçmeden önce derin bir nefes aldım. Büyük adımlarla sınıfa doğru geçerken sanki her şey yavaş çekimde gerçekleşiyordu ama kulaklarımda atan kalbimin ritmi daha sakin bir hale bürünmüştü çünkü bana olan bakışlarda farklılık yoktu. İki gündür maruz kaldığım bakışlarla aynıydı. İnsanların gözleri bana sessiz bir şekilde ‘Hırsız!’ bağırmıyorlardı. Önüme dönüp kafamı dik tutarken sınıfın orada olan Selenra ile göz göze geldim. O an adımlarını hızlandırarak yanıma doğru geldi ve koluma hızını alamadığı için dengesini kaybederek girdi. Neredeyse düşüyordu. “Sakin ol! Ne oldu?” “Deha sana yapılan oyunu telefonuyla kayıt almış.” Dedi ve nefes nefese kaldığı için duraksadı. “Sen müdürün odasındayken tüm sınıfa gösterdi. Kızların suratlarını görmeliydin!” “Ne?” “İkinci derse girmeden önce kendi sınıfından bir şey almaya gidiyormuş. Tesadüfen bizim sınıfın yanından geçerken görmüş ve kayıt almış.” Deyip girdiği kolumdan beni heyecanla sarstı. “Karma, ilahi adalet ne dersen de, bu kadar hızlı sonuç bulacağını ben de tahmin etmemiştim. Özellikle de Deha’dan.” Suratım bir güneş gibi parlarken kocaman gülümsememe sebep oldu. Halimi gördüğü anda kollarını açıp bana sarıldığında ben hala idrak edemediğim için geç karşılık verebilmiştim. Benden ayrılırken bir an için aklıma gelen şeyle durdum ve “Oklar bana dönmeden ve şüphe edilmeden önce neden bunu yapmamış?” diye sordum. “Yapabilirdi ama bence böylesi daha iyi oldu.” demesiyle tek kaşımı kaldırdım. “Yanlış anlama, bu şeytanlığın içine düşmeni istemezdim ama kızların maskelerinin düşüşlerini tüm sınıfın izlemesi harikaydı.” “Onlar doğuştan kötü. Umursayacaklarını sanmıyorum.” “Yenilgiyi kendi içlerinde yaşamaları bile onlara yeter.” deyip hafifçe parmak uçlarında yükselip geri indi. “Bir de her gün senin suratını görüp planlarının alt üst olduğunu hatırlayacaklar. Çevre faktörünü zaten umursayan insanlar değiller çünkü burunları o kadar havadaki sadece kendilerini görüyorlar ama başarısızlıktan doğan utancı her gün hissedecekler ve bugünden güne daha çok artacak.” “Nasıl?” “Psikoloji dersinde görmüştüm.” dedi ve benimle beraber sınıfa doğru yürümeye başladı. “Geçmişte utancını duyduğun herhangi bir konuyu günden güne daha da kötü hatırlarmışsın. Bu aylar ve yıllar sonra için de geçerli.” “Çok tatlısın ama beni intikam için gaza getireceğini falan düşünmüştüm.” “Sahiden intikam mı almak istiyorsun?” Önüme doğru döndüm. “Hayır. Hangi birinden alabilirim ki? Sen yanımda yokken tanımadığım insanlar bir şekilde canımı sıkmaya devam ediyorlar.” “Engelleyemediğim için özür dilerim. Eceyle konuşmak-” “Sakın!” deyip lafını böldüm. “Senin bu konu hakkında yapabileceğin bir şey yok. Hem sana da aynı şeyi söyleyecektir. Onun yaptığı bir şey yok. İnsanlar ona yaranmak için beni çiğnemeye çalışıyorlar.” Başka tarafa bakıp iç geçirdi. Bir şey söyleyeceği belli oluyordu ama nasıl başlayacağını ya da benim tepkimin ne olacağını bilemediğinden susuyordu. “Aklında ne var?” “Söylersem kızacaksın.” “Kızmayacağım.” Önüne bakarak konuştu. “Ece aslında kötü bir insan değil.” Adımlarım bir an için şaştı. Ona bakmadan yürümeye devam ediyordum. Eceyle arkadaş olduğunu biliyordum ama onun hakkında konuşmayı ummuyordum. “Kızacağını biliyordum.” “Kızamadım.” “Neden konuşmuyorsun o zaman?” “Onu savunmaya geçmeni beklemiyordum.” “Savunmuyorum!” diyerek sitem etti. “İster inan ister inanma düşmanının bile acı çekmesini isteyen biri değildir o. Ama yapması gereken bir şey varsa sonuna kadar gider ve sonuca varana kadar etrafında ne olup bittiğini görmezden gelir.” “Yakın olduğunuzu bilmiyordum.” “Değiliz. Sana söyledim, sadece aynı ortamlara giren ve ara sıra laflayan arkadaşlarız. Eğer yakın olsaydık Arslan ile olan durumlarını bilirdim. Ama bilmiyorum.” dedi önüne düşen perçemini kulağının arkasına doğru itti. “Yine de aslında kendini göstermeye çalıştığı gibi biri değil. Mecbur olmasa bunları yapmaz. Hatta arkadaş bile olurdunuz.” “Tabii.” deyip gözlerimi devirdim. “Kesin olurduk.” “Ben ciddiyim.” deyip beni omzumdan biraz ittirdi. “Bu arada açıklık getireyim, onu savunduğum falan yok. Sadece herkesin bakış açısından bakmaya çalışıyorum. Aileleri arasında ne olup bittiğini bilmiyoruz. Arslan bile sana anlatamıyorsa gerçekten söylenmeyecek bir şey olsa gerek.” Kafamı iki yana sallayıp kolundan ayrıldım ve ellerimle suratımı örtüp ovuşturdum. “Buna nereye kadar devam edebilirim bilmiyorum Selenra.” “Öyle söyleme.” Elimi hışımla indirdim. “Sen söyledin. Sonuca ulaşmak adına görmezden gelen o. Elinde olsa durdurabilir ama yapmıyor. Başıma bir kez daha bu türden bir şey gelirse kendimi tutabileceğimi sanmıyorum.” Eliyle bileğimden tutup ardından parmaklarıma doğru indirdi. Sol dudak kenarını hafifçe kaldırıp ne yapması gerektiğini bilemediği için kafasını olumlu anlamda salladı. “Hadi şimdi sınıfa girelim.” Bunu söylerken bir an için gözleri omzundan ilerisine kaydığında nereye baktığını görmek için döndüm ve Deha ile karşılaştım. Kendi sınıfının girişinden bize bakarken suratına buruk bir gülümseme takındı ama sonra sanki onunla göz göze gelmemden hoşlanmayacağımı düşünmüş gibi hızlıca içeri girdi. Selenraya doğru döndüm. “Onu özlüyorsun, değil mi?” Kızar gibi kaşları çatıldı. “Boş ver!” “Cevap ver.” Gözlerini kaçırdı ve yanaklarını şişirdi. “Bazen. Sonra sana yaptığı aklıma geliyor.” “Bütün bunlar için üzgünüm.” Elinin dersiyle omzumdan itti. “Sus! Hadi derse!” Yeniden koluma girdiğinde, “Dersimiz ne?” diye sordum. “Tarih ama sevmiyorum.” “Sözelinin iyi olduğunu sanıyordum.” “Bana göre tarih ben doğduğumda başladı. Bana ne geçmişten!” derken havalı bir şekilde saçlarını geriye doğru savururken ciddi kalamayıp güldü. |
0% |