@rana.betb
|
Arslan Doğan: Uyanık mısın? Belki. Arslan Doğan: Benimle kış bahçesinde buluşacak kadar uyanık mısın? Şimdi mi? Arslan Doğan: Şimdi. Belki gelirim. Arslan Doğan: Bekleyeceğim. XXX Yatağımda dört dönerken telefonuma gelen mesajla beraber ekran kilidini açtığım gibi kendimi Arslan ile mesajlaşırken bulmuştum. Çok kısa ve hızlı bir mesajlaşmanın ardından yerimden doğruldum. Çok geçmeden Selenrayı da uyandırmadan odadan sessizce çıkmayı başarmıştım. Dünden beri uyuyamıyordum. Bugün ise ölüden bir farkım yoktu. Şansa bak ki bugün hiç kimse benimle uğraşmamıştı. Hakan Bey ile olan konuşmanın ardından Ayçayı aramış ve yüzlerce mesaj göndermiştim. Hiçbirinden yanıt alamamış olmam beni daha çok çileden çıkarıyor ve bilinmezlik kuyusunda daha da dibe batmamı sağlıyordu. İsmimi bilmesinin yanı sıra başka neler hakkında fikir sahibiydi bunları ancak Ayça’dan öğrenebilirdim. Ama onun da sesi soluğu çıkmadığından dolayı ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. En sonunda Hakan Bey’in kapısına dayanıp ona yapılan şantajı da dâhil olmak üzere her şeyi sorabilirim diye korkmuyor değildim. Selenranın sorularından nereye kadar hasta hissettiğimi söyleyerek kaçabilirdim emin değildim ama dersleri de dinleyemiyordum. Odaklanma sürem epey azalmıştı ve her daim diken üstündeydim. Sanki biri her an bir şey yapabilirmiş ya da hakkımda bir söylenti çıkabilirmiş gibi etrafa garip bakışlar atıyordum. Etrafıma bakınıp sakin adımlarla beraber koridorun sonuna doğru gittim. Merdivenin basamaklarından çıkıp hakkında söylentiler barındıran kış bahçesinin yolunu tuttum. Okul o kadar sessizdi ki sanki içerisinde kimse yaşamıyor gibiydi. Normal şartlarda korkardım ama ürpermediğimi söylesem yalan söylemiş de olurdum. Okul iki kuleye sahipti ve birbirlerinden bağımsız okulun iki yanındaydı. Bu yüzden birbirleriyle herhangi bir bağlantıları da yoktu. Bu yüzden en üst kata çıktığımda soluma bakmış ve koridor namına hiçbir şey görememiştim. Sağ tarafa doğru adımladım ve cam kapıyı açtım. Kulenin çatısı tamamen yuvarlak ve camla kaplıydı. Etrafı hafif loş sarı ışık aydınlatırken ateşböcekleri ara ara göz kırpıyordu. Tamamen yeşilliklerle kaplı ortam adeta küçük bir ormanlık alan gibiydi ve ben bir an boyut kapısından içeri girip evren değiştirdiğimi düşündüm. Böyle bir mükemmelliğin başka açıklaması olamazdı ve bu okulun içinde böyle bir yer olduğunu yüzlerce yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Derin bir iç çekerken omuzlarım kalkıp indi. Uykulu gözlerim birkaç saniyeliğine temiz havadan kaynaklı yumulurken adımlarımı dikkatli atmaya çalışıyordum. Tam ortada küçük bir köprü, hemen altında da süs havuzu vardı. Altında balıklar geçerken köprünün diğer tarafında bir ağaç bulunuyordu. Sarmaşıkları yere doğru sürtünürken geldiğimi gören Arslan tam da oradan çıktı. Sarmaşıkları elinin tersiyle itip kendisinin geçmesi adına bir alan yarattıktan sonra yanıma doğru adımlamaya başladı. Üstümüzdeki ayın ışığı ortama farklı bir renk verirken itiraf etmeliyim ki burada hayatımda ilk defa gördüğüm çiçekler bile vardı. Köprüye doğru bir adım attım ve şaşkınlıktan dolayı kapatamadığım dudaklarımı yutkunmak adına birleştirip ardından, “Perili dedikleri kış bahçesinin burası olduğunu söyleme bana.” dedim. Ellerini ceplerine koymuş o da benimle beraber köprüye çıkmıştı. Şaşkınlığımdan keyif almış olmalı ki kafasını hafifçe eğip gülümsemesini gizlemeye çalıştı. “Geleli neredeyse bir hafta olacak ve sen her şeyi öğrenmişsin.” Gülümsedim ve “Selenra ile her şey mümkün.” diye yanıt verdim. Köprünün tam ortasında birleştiğimizde korkuluk kısımlarına doğru döndüm ve kafamı hafifçe aşağıya eğip balıkları izlemeye başladım. Her yer cam olmasından dolayı gökyüzüyle sarılıyormuşuz gibi hissediyordum. Korkuluklara doğru kollarımı koyup belimi hafifçe kırdım ve kafamı ona doğru döndüm. Kirpiklerinin altından bana bakarken tüm bu güzelliklere rağmen tek odağı bendim. “Beni neden buraya çağırdın? Peri avına mı çıkacağız?” “Yalnız kalmak istedim.” Böyle bir yanıt beklemediğim için kaşlarım ister istemez sorgularcasına çatıldı. Dudaklarımdan histerik bir gülümseme söylediği şeyde anlam aramak ister gibi ses çıkarttı. “O zaman ben niye buradayım?” “Bugünlerde kelimelerimin kimsenin anlayamadığı ayrı manları oluyor.” “Nasıl yani?” “Yalnız kalmak istemek aslında tek başıma olmak istemem demek değil, seninle yalnız olmak istemem demek oluyor.” demesiyle birkaç saniyeliğine nefesimi tuttum ama önüme dönüp ona bakmazken kendime gelmeye çalıştım. Sanki dediği şey kalbime binlerce yara bandı yapıştırmamış gibi görmezden gelmeye çalışarak öylece güldüm ve “En son yalnız kaldığımızda dedikodular başladı.” dedim. Sanki aklına bir şey getirmişim gibi sesi bir anda soğuk bir buz kütlesi gibi çatırdadı. “Neden bana söylemedin?” Yerimden doğruldum ve ona doğru tüm bedenimi döndürmeden önce, “Neyi?” diye sordum. “İftirayı.” dedi ve ellerini ceplerinden çıkarttı. Suratımın her bir santimine özenle bakarken kelimelerini özenle seçmeye çalışıyor gibi görünüyordu. “Duyduğumda aklımı kaçıracağım sandım.” Kelimeler dudaklarından çıktığı anda konuyu aklına ben sokmadığımı anladım. Hiç çıkmamış gibi bir suçlulukla suratı düşmüştü ya da muhtemelen hep böyleydi ve dakikalardır saklıyordu. Kulağına nasıl gelmişti bilmiyordum ama o gün olanlara şahit olsaydı neler yapabileceğini az çok tahmin edebiliyordum. Bilmemesi onun ve benim için en iyisi olduğunun kanısına varıp sesimi çıkartmamıştım ama öğreneceğini tahmin edememiştim. “Bu yüzden söylemedim.” Dudakları aralanırken kaşları aniden çatıldı. “Neden?” “Kendini tutamazdın ve bu daha çok dedikoduya sebep olurdu.” Omuz silktim ve kafamı eğip arada kapanıp açılan sağ eline doğru bakındım. Otomatik olarak eline sarılmak istemenin verdiği heyecan göğsümü kabarttı. Kış bahçesinin tatlı alacakaranlığı gereksiz utançları gizlemeye yetiyordu. Yüzüme bakmaktan utanıyormuş gibi korkuluklara doğru bedenini çevirdi ve “Benimle hala konuşuyor olman bile mucize.” dedi. “Eceyle konuşmaya çalıştım ama beraber olduğumuzu açıklamasını bile annesi istemiş. O ne dese onu yapıyor.” İsmi geçince bir an için kasıldım. “Ben kendisi söylemek istedi diye düşünmüştüm. Belki de kıskanıp-” “Beni bir gram sevmiyor o.” deyip kafasını iki yana salladı. “Aile yemeklerinde bir araya geldiğimizde dahi evin içinde bir araya gelmeyelim diye köşe kapmaca oynuyoruz. Onun umurunda bile değilim. Tek isteği ailesini memnun etmek.” “Senin gibi.” “Mecburen.” Derin bir iç çekti. “Sana olan biteni anlatamamak günden güne daha çok zorlaşıyor.” Omuzları gergin ve biri sanki ensesinden aşağıya buz atmışçasına dik duruyordu. Ama ben onunla göz temasına girmek için kafamı azıcık eğdiğimde yük taşıyormuş gibi görünen duruşu biraz olsun hafifleyip yeniden bana döndü. Bakışları yumuşak bir hal alırken çaktırmadan açılıp kapanan eline yeniden bakındım. Bazen dünyadaki tüm kötülüklerin beni bulduğunu sanır ve karşımdakinin dört dörtlük bir hayat yaşadığını düşünürdüm. Bu önyargı benim lanetimdi ve hal böyleyken o hala karşımda durmaya devam ediyordu. Beni anlamak için can atan birini anlamamak adına adeta üç maymunu oynuyordum ve ikimizin de mağdur olduğunu unutuyordum. Bunun sebebi bilinmezlikti ama ikimiz de aynı bilinmezlik içindeydik. Yine de o sesini çıkartmazken, ben bana hiçbir şey anlatmadığı için onu yokluğumla cezalandırmaya çalışıyordum. Ona karşı öfkem saman alevi gibiydi. Bir gün en az benim kadar acı çekmesini isterken, başka bir gün gözlerinin içine bakıp eriyordum. Ben ne biliyordum ki? Belki de zaten en az benim kadar acı çekiyordu… Ya da daha fazla. Titrek ama kısık bir iç geçirdikten sonra elimi ona doğru en sonunda uzattığımda zaten bunu bekliyormuş gibi ortada ellerimizi birleştirdi ve bunu beklemediğimden dolayı anında aklımı bulandırdı. Diyeceğim şeyler birbirlerine girdi ve dudaklarım öylece aralık kaldı. Bana dokunduğu zamanlarda sanki bir şeyler arıyormuş gibi hissediyordum. Ama şimdi bulduğundan emin bir şekilde sarılmıştı elime. Parmak boğumlarımız birbirlerine geçmişken avuçlarımız açıkta kaldı. Ben ise kirpiklerimin altından bir süre ona baktım. Ardından yeniden ellerimizin uyumuna dalıp gitmiştim. “Seni buraya bir kez olsun kimseyi düşünmeden kendimiz olabilmemiz için çağırmıştım.” derken sesi sanki az önce bir bebeği uyutmuş gibi kısık çıkıyordu. “Bizi perişan eden hiçbir gerçek yokmuş gibi davranmamız için… Ama kendimi tutamadım ve bu boktan konuyu açtım. Bu sabah öğrenene kadar bu mevzuyu konuşmak aklımda bile yoktu.” “Beni buraya ne zamandan beri çağırmayı planlıyordun ki?” “Buraya yerleştiğimizden beri.” Elmacık kemiklerimi belli edecek şekilde gülümserken kafamı yukarıya kaldırıp yeniden ortamda göz gezdirdim. Suratına bakındığımdan beri nerede olduğumuzu neredeyse unutmuştum. “Numara mı yapacağız peki?” diye sordum yeniden suratına bakarken. “Bizi üzen hiçbir şey yokmuş gibi mi davranacağız?” Rol yapma konusunda ikimiz de iyiydik. Zorlanacağımı sanmıyordum… Mahcup bir şekilde kafasını aşağı yukarı salladı. Ona ne kadar iyi olduğumu söylesem de nafile olduğunu o an anladım. Kendini her zaman suçlu hissetmeye devam edecekti. “Buradayken bunu yapabiliriz.” Gülüşümün arasından, “Perili kış bahçesinde mi?” diye sormamla söylediğim şeyle birden gülmeye başladı. “Neye gülüyorsun?” Kafasını aşağıya eğdi. Dediğim şey çok komikmiş gibi bir süre kendine gelemedi ve kış bahçesini gülüşüyle aydınlattı. Böylece ateş böcekleri onun parlaması için adeta izin verir gibi ışıklarını bir süre kapalı tuttu. O an ay ışığı suratından öyle güzel parladı ki tüm hatları belli oldu. O an hafızama sonsuza kadar kazındığına emin oldum. Bugünden sonra onu bir daha göremeseydim, hatta kör olsaydım bile bir kalem ve kâğıt yardımıyla onu çizebilirdim. “O söylentiyi ben uydurdum.” Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken dudaklarımdan sadece dört kelime duyuldu. “Nasıl? Neden? Niye ki?” Surat ifadem nasıldı bilmiyordum ama bu onu daha çok eğlendirmiş olmalı ki suratındaki gülümseme sönmedi. Ben bir süre dalga geçtiğini sanmıştım ama durum öyle görünmüyordu. “Bitkilerin üstünde sigara söndürüyorlardı, izmaritler balık havuzundaydı ve çiçeklerin üzerinde kendi kokuları değil de alkol kokuları vardı.” dediğinde suratımı buruşturdum. “Zamanla insanlar buranın varlığını bile unuttu. Tek gelen ben olduğum için de Kahraman Abi bir tane anahtarın bende olmasından bir sakınca görmedi. Tabii kimsenin haberi yok.” “Kahraman abi mi?” “Buranın bahçıvanı.” Etrafıma şöylesine bir bakındım. “Demek buraya kötü davranıyorlardı ha?” Ellerimiz öyle bir yapbozun parçaları gibi uyum içinde birbirlerine girmişti ki ondan uzaklaşıp köprünün diğer tarafına geçmek için hamle yaptığımda hala beraber olduklarını neredeyse unutmuştum. Elim boşta kalmış gibi sallanırken yanından geçtim ve patika yola ayak bastım. “Birinin buraya kıyabileceğini düşünmem bile. Öyle güzel ki!” Kafamı yukarı kaldırıp yıldızlara doğru bakınıyordum ki, “Evet. Çok güzel.” dediğini işittim. O an yanıma gelmesi için ona doğru dönmüştüm ki zaten gülümseyerek bana doğru baktığını fark ettim. Camların orada sıralı dizilmiş birkaç banka gözümü kestirip tam adımlayacağım sırada Arslan’ın az önce söylediği şeylerle suratım yeniden buruştu. “Bankların üzerinde neler yapmışlardır kim bilir? Burada kalmak en iyisi.” Yanıma doğru gelirken onu izliyordum. O an dudak kenarları daha da genişledi ve yakınıma girerken, “Bak onunla bir sorunum yok işte.” dedi. Daha fazla yakınıma girmeye yeltenmese bile durması adına ellerimi omuzlarına koyup ittirdim. Ciddi olmaya çalışıyordum ama suratındaki yaramaz tavır beni güldürmüştü. “Fırsatçı! Beni buraya bunun için mi getirdin?” Bu yakıştırmayı yapmamın hayal kırıklığını yaşıyormuş gibi dudak büzdü. “Seni alelade bir bankın üzerinde öpmeye yeltenmem bile.” Ona bakmayı sürdürürken bir an ciddiyetimi bozdum. Ellerimi arkamda birleştirmiş bir şekilde onu izlerken gülüşümü gizlemek adına kafamı aşağıya eğdim. “Kulağa güzel gelmiş gibi niye sırıtıyorsun?” “Sırıtmıyorum!” diye isyan ederek yeniden kafamı kaldırmıştım ki bu büyük bir hata olmuştu çünkü eline malzeme verecek kadar sırıtıyordum. “Öyle diyorsan öyledir.” dediğinde taşlı patika yoldan küçük adımlarla yürümeye başladım. O ise tam yanıma doğru kendini hizalamıştı. “Pijamaların da güzelmiş bu arada. Seni neredeyse zararsız göstermiş.” Üstümde açık pembe bir pijama takımı vardı. Eskiden sahip olduklarım gibi rengi solduğu için pijama olması gerektiğini düşündüğüm kıyafetler değildi. “Ben zaten zararsızım.” diye homurdanırken adım attığı yerlere bakmakla meşguldüm. Aynı benim gibi ellerini arkasında birleştirdi ve öyle yürürken sanki nesnel bir yargıyı yüzüme çarpmak ister gibi bilmiş bir ifadeyle, “Senden yediğim darbelerden haberin yokken bunu söylemen çok normal.” dedi. Suratımda gitmek bilmeyen gülümsemenin daha da artmasına sebep olurken üzerimdeki etkisinin nasıl bir boyutta olduğunu düşündüm. Çizdiğim tüm çizgilerden atlamasına, inşa ettiğim tüm duvarlara tırmanıp aşması adına büyük bir istekle ve arzuyla dolup taşıyordum. Ama bir şekilde ikimiz de fiziksel olarak çok kadar yakınken bir yandan da birbirimize çok uzaktık çünkü bizim bir normalimiz yoktu. Arafta sıkışıp kalmıştık. O an adım atmayı bıraktım ve aklıma gelen şeyle suratıma kırgın bir gülümseme yerleştirdim. Zihnimde beliren hayal o kadar güzel ki burnumun ucu sızlamıştı. Bir şeylerin ters gittiğini anlar anlamaz belini kırıp bana doğru eğildi ve suratımı rahatça görmek adına işaret parmağını çenemin altına yerleştirip, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. Parmağıyla yaptığı ufak baskının ardından suratımı yukarı kaldırdım. “Seninle normal bir başlangıç yapmayı çok isterdim. Yan yana, göz göze ya da ten tene olmamızda hiçbir sakınca olmayan bir başlangıç.” Göz ucuyla çenemde ısısını hissettiğim parmağını işaret ettim. “Şu yaptığın hareketin normal karşılanacağı ve kimsenin umurunda olmayacağı bir başlangıç.” Gözlerimi ondan ayıramazken bakışları buruk bir hale büründü ve bir süre parmağını çekmedi. Çok kısa bir an içerisinde başparmağını da koyup okşadı. O kadar korkarak dokunuyordu ki görüyor olmama rağmen neredeyse onu hayal ettiğimi düşünecektim. Gözlerine ne kadar uzun bakarsam göğsüm kor bir ateşle daha da alevleneceğini hissettim. Burnumdaki sızının gitmiyor oluşu da cabasıydı. Bu nedenle kafamı sağa doğru çevirip parmaklarından kurtulduğum anda hafifçe doğruldu ve hızlı bir hareketle göz temasını kestiğim için bu sefer ellerini yanaklarıma doğru yerleştirdi. Bunu yapmasını beklemediğim için kaşlarım anlımın ortasına doğru kıvrılırken onu seyretmeye devam ettim. “Bu kış bahçesi bir başlangıç olabilir.” Suratı hep bu kadar yakınımdayken ne yapacağımı bilemezdim. “Nasıl?” “Buraya geldiğimizde tüm sorunlarımızı görmezden gelelim. Kapının hemen ardında kalsın.” dedi. “Hatta merdivenlerin başında. Attığımız her adımda çıktığımız her basamakta buraya yüksüz bir şekilde girelim.” “Rol mü yapalım?” Gözlerini bir kere yumup beni onayladı. “İkimiz de bunu yapmayı iyi beceriyoruz, değil mi?” Avucunun içinde toplanan saçlarımı kulağımın arkasına atarken çok özenli davranıyordu. Omzumdan aşağıya doğru kayan saçlarım ensemi açıkta bırakırken elinin tersi tenime her değdiğinde bacaklarım ister istemez sabırsız bir çocuk gibi hareket ediyordu. Başparmakları elmacık kemiklerimi okşarken bende sevdiğini söylediği iki çili buldu ve uzun süre orada durdu. Ben ise sonsuza kadar bu şekilde kalabileceğimi düşünürken kelimeler ağzımdan erircesine çıktı. “Başlangıçlar bir tanedir, Arslan.” Kafasını net bir şekilde iki yana usulca salladı. Sanki artık bu bizim tek doğrumuz, tek gerçeğimiz gibi, “Burada değil.” dedi. “Buraya attığımız her adım bundan sonra yeni bir başlangıç olacak. İstersek sonsuza kadar başlangıcı yaşayabiliriz. Sen yeter ki mutlu ol.” |
0% |