@rana.betb
|
Haftanın son günü Biyoloji dersi… Bu da tüm dördüncü sınıflar olarak ortak aldığımız bir diğer ders demek oluyordu. Bu yüzden bir önceki Edebiyat dersinde çıkartmış olduğum kitap ve defterimi dolabıma geri koymak için adımlarken Belizle kapıdan aynı anda çıkmaya çalıştığımız için neredeyse sıkışıyorduk. Biraz geri çekildiğim sırada o da aynı şeyi yapınca birbirimizle bakıştık. Ben öylece yerimde kalınca ve o da hareket etmeyince elimle kapıyı işaret ettim ve kibarlık etmeye çalışarak, “Önce sen geç.” dedim. Tam dudaklarını aralayıp bir şeyler diyeceği sırada ani bir hareketle kapıdan çıktı. Merakımı içime atıp peşinden giderken yeniden arkasını döndü. Benimle konuşmak istemesini bir an için uydurduğumu sansam da vazgeçmeyip yeniden bana doğru döndü ve “Özür dilerim.” dedi. “Olanları yeni duydum ve ben genelde okulda ne olup bitiyorsa ilgilenmem.” O gün kalem kutu mevzusunda asıl üstüne gelinenin ben olduğumu öğrendiğini anlatmaya çalışıyordu ama sanırım pek de özür dileyen biri olmadığı için kelimeler ağzından patır kütür çıkıyordu. Ilımlı olmaya çalışarak gözlerimi bir defa kırpıştırdım. “Fark ettim. Sorun değil.” “Şu boktan kalem kutu mevzusunda senin üstüne geldiklerini değil de onlardan biri olduğunu sandım.” demesiyle zaten bunu tahmin ettiğimi söyleyemeden cümlesini devam ettirdi. “Okulda yeni olduğunu bile dün öğrendim.” Şaşkınlığımı belli ederek, “Sınıf arkadaşlarını tanımıyor musun?” diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. Ben bile okulun ilk günü isimleri ezberleyemesem de tüm suratlara aşina olmuştum. Kendi sınıfımda olmayanları bile. “Buradakiler dikkatimi vermemi hak edecek insanlar değiller. İsimlerini ezberlemeye bile tenezzül etmiyorum desem yalan olmaz.” Güldü ama aklına bir şey gelmiş gibi hızlıca devam etti. “Tabii istisnalar olabiliyor. Mesela Selenra ve Erdem. Onlar iyi insanlar.” Dakikalardır suratına bakıyor ve onu kime benzettiğimi düşünmeye çalışıyordum ama emin olamıyordum. Omzunun biraz aşağısında biten koyu kumral, hafif dalgalı saçları ve masmavi, onu muhtemelen her zaman uykulu gösteren gözleri vardı. “Onlarla aran iyi mi?” diye sordum. Kafasını olumlu anlamda sallarken sarıldığı iki kitabını düşmesin diye eliyle destek yapınca kendimi onu taklit ederken buldum. “Anılla da aram iyidir. Selenrayla takılıyorsan eğer onu da biliyorsundur. Kuyruğu gibi peşinden ayrılmıyor. Bir de bazen siyam ikizi olduğuna yemin edebileceğim Deha var ama onunla merhabalaştığımız bile yok.” Sanırım Selenra’nın kuzenim olduğunu bilmiyordu. Onu bir an için düzeltmek istemiştim ama bu kendi yalanıma ne kadar inandığımın bir göstergesi olurdu. Kendi kendine öğrenmesi daha iyiydi ki zaten bunun bir yalan olduğunu düşününce bilmesine de gerek yoktu. Selenrayı sadece arkadaşım sanmasında bir sakınca göremiyordum. Nitekim öyleydi de… Gerçi kuzenim olduğu yalanıyla onun karşısına çıkmasaydım arkadaş olur muyduk bunu merak ediyordum. Sanırım yollarımız bile kesişmezdi. “Anıl’ın karşı cinsten arkadaşlık kurduğu nadir insanlardansın sanırım.” diyerek konuyu Dehaya getirmemeye çalıştım. “Sen de öyle.” deyip yaptığım espriye güldüğünde bir anda suratı düştü ve sesi olduğundan daha düşük çıkarak söylendi. “Gerçi grup dağıldığında onunla da konuşmayı bıraktık.” Kendi kendime bilsem dahi, “Grup mu?” diye sordum. Onu dakikalardır kime benzettiğimi o an anladım. Kamerle çok benziyorlardı ama akrabası olacak kadar bir benzerlik söz konusu değildi. Yine de gözleri aynıydı. “Bu yazın sonlarına doğru bir grupları vardı.” Kafamı olumlu anlamda birkaç defa sallarken, “O zaman Kamer’i de tanıyorsundur.” dedim. “Onu tanıdığını bilmiyordum.” Aynı şaşkınlıkla karşılık vermişti. Tek fark gözlerindeki hüzündü. “Eskiden toplaşıp onun garajında şarkılar yaparlardı.” Bir an için dalıp gittiği noktada eskilere gittiğini fark ettim. Sanki gözlerinin önünde o garajdaki anıları geçiyordu ve bu çok yakın bir zamanda gerçekleşmiş olmalı ki gözündeki pırıltı tazeydi. Hepsiyle nasıl tanıştığını sormadım ama burada kimseyle arkadaşlık kurmuyorsa eğer Erdem ve Anılla olan arkadaşlığı okulda başlamış olamazdı. Sanırım onlarla tanışıklığı Kamerle alakalıydı. Ama şimdi onun hakkında konuşurken neden hem hüzünleniyor hem de sinirleniyordu emin olamıyordum. “Evet, şey, iyi biri.” dedim. “Neyi oluyorsun? Çok benziyorsunuz da.” “Akraba falan değiliz.” diyerek suratını buruşturdu. “Artık hiçbir şey olduğumuzu da sanmıyorum.” Bir an için ne demem gerektiğini bilemediğimden dolayı kuruyan dudaklarımı dilim yardımıyla ıslattım ve “Onu artık Alanza sınırları içerisinde de görmüyorum.” dedim. Aynı noktaya bakmaya devam etti ve sanki kalbini canlı canlı parçalara ayrıldığını görüyormuşum gibi acıyla, “O gitti.” dedi. Onu karşımda böyle görmek çok garipti çünkü saniyeler içerisinde adeta bir cesede dönüşmüştü. Sonunda Kamer’in kollarında gördüğüm çizikleri birine anlatabileceğimi sanmış olsam da bu saniyeler içerisinde aksine dönüşmüştü. Sanırım bu konu hakkında kimseyle konuşamayacaktım. “Nereye?” Hızlıca, “İstanbul’a.” derken sanki hala bunun olduğuna inanamıyor gibi görünüyordu. “Müzik yapmak için.” Ona doğru bir adım attım ve daldığı yerden çıkması için elimi suratının önünde hareket ettirdim. “Bir sorun mu var? Sen iyi misin?” Kafasını gerçek dünyaya dönmek ister gibi iki yana hızlıca salladı ve dolan gözlerini sanki yaşlar orada değilmiş gibi umursamayarak yalandan gülümsedi. Şimdi gözleri ve dudakları o kadar zıt görünüyordu ki onun için endişelenmek dışında ne yapabilirim bilemiyordum. “Pardon,” deyip siniri bozulmuşçasına güldü ve elini önemsiz bir konudan konuşuyormuşuz gibi boş ver anlamında havada öylesine salladı. “onun hakkında konuşunca böyle oluyorum.” “Neden?” “Çünkü beni geride bıraktı.” “Yakın mıydınız?” “Ben öyle olduğumuzu sanıyordum. Ama beni geride bıraktığına göre-” deyip yutkundu ve bir an karşısında benim olduğunu ancak fark edebilmiş gibi gözlerimin içine daha farklı baktı. “Bunları neden sana anlatıyorum bile bilmiyorum.” “Sorun değil. Kimseye söylemem.” “Zaten kimin umurunda olur ki?” deyip yalandan gülmeye devam etti ve ardından omuz silki. “Neyse, Biyoloji dersinde görüşürüz. Bunları dolabıma bırakmam gerekiyor.” Sessizce kafamı salladıktan sonra onunla zıt yönlere doğru yürümeye başladık. İkimizin de dolapları farklı yerlerde olduğu için benden kolayca kaçabilmişti. Kaçmak diyordum çünkü onu bu konu hakkında üstüne gideceğimi düşündüğüne emindim. Bu yürüyüşünden bile belli oluyordu. Kalabalığın içinden geçip dolabıma ulaştığımda şifresini girdim. Kapağını açtığım anda uzaktan gelen adım seslerinin yanıma yaklaştığını fark ettim. İlk başta tedirgin olmuştum ama az çok kim olduğunu anladığım için dert etmedim. Bana belli etmediğini sanıyordu ama kapağı kapattığım anda onun suratıyla karşılaşacağımı bildiğimi bilmiyordu. İçinden alacaklarımı alıp kapattığım anda gereksiz fazla sırıtan Ilgazla karşı karşıya geldim ve bu yaptığı klişeden dolayı otomatik olarak gözlerimi devirdim. Yanaklarımı havayla doldurup ofladıktan sonra, “Bütün okul benim hatamı kollarken sen neden sürekli kuyruğum gibi dolaşıyorsun?” diye sordum. “Ben bütün okul değilim prenses.” “Keşke öyle olsan.” Dediğim şeyi espri olarak algılamayı tercih edip sesli bir şekilde gülse de öyle olmadığını elbette ki biliyordu. “Kötü kızlar ilgimi çekiyordur belki de. O yüzden sürekli dibinde bitiyorumdur.” Suratımı huzursuzca buruşturdum ve “Ben senin fantezilerini süsleyen o kötü kızlardan değilim yalnız.” dedim. “Aksine mağdurum. Görmüyor musun halimi? O yüzden yol yakından düşler âleminden çık derim. Çünkü epey rahatsız edici.” “Olsun. Yine de kötü bir şöhretin var ve bu ilgimi çekiyor.” dediğinde bir anda öğürme refleksinde bulundum. O an onu kandırmış olmalıyım ki iyi olup olmadığımı kontrol etmek adına suratını bana doğru eğdi. “İyi misin?” Kafamı olumlu anlamda salladım ve elimi mideme doğru götürdüm. “Evet. Sadece bir saçmalık duyduğumda genelde midem bulanır. Midem bulanınca da duyma yetimi kaybediyorum. Bu yüzden seni duymakta zorluk çekiyorum. Susmaya ne dersin?” “Saçmalık!” “Fikirlerin gibi.” Çok eğleniyormuş gibi gülmeye devam etti ve “Böyle yaptığında senden soğuyacağımı düşünüyorsun ama genelde aksi oluyor.” dedi. “Eğer Deha olmasaydı kötü şöhretine dahasını katmış olacaktın ve bu seni gözümde daha havalı biri yapacaktı. Buradaki herkes aynı fabrikadan çıkmış gibi. Sen hepsinden farklısın.” Bu çocuğun kesinlikle sıkıntıları vardı. Sahip olamadığı ya da minicik bile ilgisini çekemediği herkese karşı kendi kendine bir meydan okuma başlatıyor olmalıydı. “Zorbalanıyorum diye mi farklı oluyorum? Sen gerçekten hastasın.” Suratımdaki şaşkınlık ve kötü bir koku almışım gibi kırışan burnum söylediği her cümleden sonra katbekat abartı haline gelirken sınıfa yerimden kaykıldım. “Şimdi çekilir misin önümden?” Tam yanından geçeceğim sırada aynı adımı o da atarak önümde bitti. “Eğleniyoruz işte fena mı?” “Kendi adına konuş.” “Fazla sulanıyorsun, Ilgaz.” Tanıdık ses arkamda belirdiğinde Ilgaz’ın gözleri yukarı doğru bir yeri hedef aldı. Yaklaşan adım seslerinden dolayı kafamı omuz hizasında döndürdüğüm sırada yavaş yavaş tam yanımızda biten Deha ile göz göze geldim. Ama o rahatsız olacağımı düşünüyor olmalı ki hemen benimle göz kontağını keserek doğrudan Ilgaz’a yöneldi. Ilgaz’ın başta sinirleneceğini sansam da suratındaki gülümsemesi daha çok arttı ve elini Deha’nın omzuna doğru biraz sert bir şekilde yerleştirerek, “Kahramanlık yapmaya mı geldin?” diye sordu. Onların arkadaş olduğunu bir an için unutmuştum. “Korkma, burada beyaz atlı prense ihtiyacı olmayan bir prenses var.” Bayat sözlerinden dolayı Deha ile suratımızı aynı anda buruşturduğumuzda ikimiz de bunu fark etmiştik ki gülüşümüzü zor tuttuk. Bir an için sessiz kaldığımda kollarımdaki kitap ve defteri hizaya soktum. Başka taraflara doğru bakarken Ilgaz baktığım yöne doğru kafasını yönlendirdi. Böylece yeniden zorunlu olarak suratına bakmış oldum. Hem bana hem de Dehaya şöylesine bir baktıktan sonra, “Ah, sen hala hırsızlık olayından sonra Dehaya teşekkür etmedin mi?” diye sordu. Dudaklarımı tam aralamıştım ki Deha bana bakmadan yanıt verdi. “Buna gerek yok.” “Bence İlay gurur yapacak biri değil. Bir teşekkürü sana çok görmez. Değil mi İlay?” Derin bir iç geçirip olduğum yerde kalmaya devam ederken ne yapmam gerektiğini bilemeyip gözlerimi zemine doğru eğdim. “Ben sizi yalnız bırakayım o zaman da halledin şu meseleyi.” “Ortada halledilecek bir mesele-” diyerek ağzını açtığında Ilgaz dediğini şaşırtıcı bir şekilde hızlıca yerine getirdi. Deha rahatsız olmuş gibi etrafına şöylesine bir bakındı. Ben ise o anda bunun planlı olup olmadığını merak etmekle meşguldüm. Suratsız bir şekilde, “Aramızda geçenleri biliyor mu?” diye sordum. Anında karşı çıkarak kafasını iki yana salladı. Hatta savunmayı geçmeyi fazla abartıp ellerini de kullanıp boşlukta sallamıştı. Bunu suçlu psikolojisiyle değil de bana kendini gerçekten kanıtlamak istediği için yaptığını düşünüyordum. Genelde zaten kolay okunan biriydi. “Hayır, gerçekten. Arkadaş olduğumuzu bildiğini bile sanmıyorum.” “Niye bizi ilkokul çocukları gibi barıştırmaya çalışıyor o zaman?” Bir an için havada salladığı ellerinden utanıp ceplerine doğru soktu ve boğazını hafifçe temizleyip, “Bunun olmasını planlamadım. Eğer merak ettiğin buysa tabii.” dedi. Kirpiklerimi havalandırdım ve kafasının içini görme ümidiyle gözlerinin tam içine baktım. Bunu yaptığımda ve aramızda soğuk bir sessizlik oluştuğunda yeniden bir şey söylemesi gerektiğini düşünerek ekledi. “Yemin ederim, İlay. Her şeyin üzerine yemin ederim.” Konuşmanın devamını getirip binlerce yemin edeceğini düşündüğümden dolayı onu durdurmam gerektiğini anlayarak, “Peki.” dedim ve önüme düşen perçemi hızlıca kulağımın arkasına attım. Aramızda yeniden garip bir sessizlik oluştuğunda karnıma tuhaf bir ağrı girdi. Yanındayken kendimi kötü hissetmiyordum. Aksine, onunla göz kontağı kurmamak benim tercihimdi. Yoksa ortada onun yanındayken güvensiz hissetmem gibi bir durum söz konusu değildi. Ben kendimden emindim. İstersem yanından hemen şu anda da ayrılabilirdim. Ama Ilgaz ilk defa bir şeyde haklıydı. Bana yaptıklarından sonra bile ona teşekkür etmem gerektiğini hissediyordum. Bu, görmezden gelebileceğim gelip geçici bir duygu değildi. Minnettarlık duyduğum da söylenemezdi. Sadece beni kötü bir durumdan çok doğru bir zamanda kurtarmıştı ve ona, teşekkür etmeliydim işte. Yanağımı ısırırken havadan sudan konuşuyormuşum gibi lafa girdim. “Fırsatım olmadı.” “Ne için?” Sesindeki merakın duyulmaması imkânsıza yakındı. Öyle ki çok kısa bir şekilde topuklarında yükseldi ama fark etmediğimi sandı. “Teşekkür için.” “Gerek de yoktu.” Bunda samimi olduğu belliydi. Gerçekten bir teşekkür beklemiyordu ama mutluluğu da suratından okunuyordu. Duruşunu değiştirdi. Gergin omuzları biraz olsun düştü ve ciğerlerine derin bir hava çekti. “Vardı.” diyerek üstelerken yeniden ona baktım. “Teşekkürler.” Kafasını tekrardan iki yana salladı ve “Önemi yok, sahiden. Herhangi biri de aynısını yapardı.” dedi. “Herhangi biri yapmazdı.” Ona inandım. Çünkü suratından akan pişmanlığı neredeyse avucumun içiyle tutabilirdim ve çoğunu tutamadığım için elimden dolup taşardı. Bana bakarken göz bebekleri titriyor, kirpikleri hızla hareket ediyor ve birkaç saniyede bir yutkunuyordu. Terleyen ellerini çaktırmadan pantolonuna siliyor olduğunu da kaçırmamıştım. Dudaklarımı birbirlerine bastırdım. Kafamı kısaca sallayıp yanından geçmeyi planladığım sırada söylediği şey adımı kesti. “Terapiye başladım.” “Hm?” “Sen haklıydın.” Acı acı yutkundu ama nafileydi. Sanki boğazında birden fazla çakıl taşı saklıyordu. “Bir ölüye aşığım ve seni onun yerine koydum.” Tüm bunları söylemek onun için zor olsa gerekti ki ayakkabının ucuna doğru gözlerini dikti. Yerde sanki bir şey varmış da onu eziyormuş gibi yapıyordu. “Sana yaptıklarımdan sonra beni affetmeni beklemiyorum. Hakkımda istediğini düşünmekte haklısın ama yemin ederim iyi biri olmaya çok çalışıyorum.” Onun zaten iyi biri olduğunu düşünüyordum. Sadece içinde tuttuğu arzularını ve geçmişten bu zamana kadar biriken sağlıksız takıntısı onu bu hale getirmişti. Terapi almaya başlaması da bunları aşması için büyük bir adımdı. “Çok ama çok özür dilerim.” Muhtemelen bu konuşmayı daha önceden planlamıştı ama şu anda olmasını tahmin edemediği için kelimeler ağzından öylece çıkıyordu. Kendi kendine aynanın karşısında yaptığı konuşmayı unutmuş da doğaçlama ilerliyor gibiydi. Böylesi daha iyiydi. Daha sahici, daha insani görünüyordu gözümde. Dilimi yanağımın içinde gezdirdim ve söyleyeceğim şeye hazırlanırken alt dudağımı içeri doğru yuvarladım. O ise oluşan sessizlikten dolayı düşüncelerinde boğuluyor olmalıydı. Bunu kolayca tahmin edebiliyordum çünkü ben de çoğu zaman böyle olurdum. Sanki önemsiz bir şey söylüyormuşum gibi kendimi rahat bir ruh haline sokmaya çalışarak, “Karşılaştığımızda kaçmana ya da çok yanlış bir şeye şahit olmuşsun gibi gözlerini kaçırmana gerek yok.” diye mırıldandım. Adeta gözleri parladı. “Sahi mi?” “Evet. Selam verebilirsin ama hepsi bu kadar.” Suratımı ifademi hiç değiştirmeden devam ettim. “Ayrıca Selenra ile aranı düzeltmeni de istiyorum. Nasıl yapacaksın bilmiyorum ama dene. İtiraf edemese de seni özlüyor olmalı. Sen benim hayatımda birkaç günlük insandın ama o en yakın arkadaşını kaybetti.” Görev bilinciyle dolup taşmış gibi kafasını olumlu anlamda salladı. Suratı bir anda ciddileşmişti. Tüm söylediklerimi kulağına küpe yapmış gibi görünüyordu. “Tamam. Deneyeceğim.” “Deneme, yap. Beni de buna pişman etme.” Bir şey demesine fırsat vermeden yanından geçip onu orada söylediklerimi hazmetmesi için kendiyle baş başa bıraktıktan hemen sonra aşağı kata doğru indim. Etrafa şöylesine bir baktıktan sonra tanıdık suratların kalabalık halinde tek bir sınıfa girmeye çalıştıklarını gördüğümde doğru tarafa yürüdüğümü anlamıştım ki arkamdan gelen Selenra’nın kahkahası duraksamamı sağladı. O kadar kendine özgü bir gülüşü vardı ki kalabalık bir ortamda onu çok kolay ayırt edebilirdim. Kahkaha giderek yaklaşırken koşar adımla arkamdan benim olduğunu anlayan Selenra koluma doğru hızlıca girdi. Önüne düşen saçlarını geriye doğru atarken dengemi hızlıca bulmakla uğraşıyordum. Gülüşü bulaşıcıydı ama merakım daha ağır bastı. “Neden gülüyorsun?” “Mutlu olamaz mıyım?” “Durup dururken gülüyorsan bunun bir sebebi olmalı.” “Belki deliyim?” “Değilsin.” “Öyle olsam beni sever miydin?” diye sorup yavru köpek bakışlarıyla koluma daha çok sarıldığında gülmeden edemedim. “Konuyu değiştiriyorsun.” Gülüşünü bastırmaya çalışırken arkasına bir göz attı ve “Az önce Erdem merdivenlerden düştü ve durmak için felsefe öğretmenine sarıldı.” dedi. Onun gibi arkama baktım ve Erdem’in Felfese Öğretmeninin yanından geldiğini ve bize yetişmeye çalıştığını fark ettim. “Ne yaptın çocuğa?” Onu suçlamamla anında savunmaya geçti. “Hiçbir şey yapmadım! Tamamen doğal yollarla kendi düştü. Niye hemen beni suçluyorsun ki?” Arkamızdan gelen Erdem bizi duymuş olmalı ki sevgilisinin yanına doğru geçerken dudaklarını araladı. Bir yandan da nefesini kontrol etmekle uğraşıyordu. “Ona bu sabah internette gördüğüm espriyi yaptım ve gülerken elini koluna hâkim olamayıp beni itti.” “Yer çekiminin doğal bir yol olmadığını inkâr edebilir misin?” diye kendini gayet emin bir şekilde savunmaya devam ederken suratındaki gülümsemeyi söndürmekte epey bir zorlanıyordu. “Yani teknik olarak suç benim değil.” “Neredeyse felsefe öğretmenini öpecektim!” “Kadın 50 yaşında ve bekâr. Bir heyecan olmuştur hayatında.” “Yani onu ittiğini kabul ediyorsun?” diye sordum. Kafasını yeniden iki yana salladı. “Doğal yollar diyorum! Alo!” Erdem, “Yalanına inanmaya devam güzelim! Biraz daha pratikle bizi bile inandırırsın.” diye yalandan isyan ederken sınıfa girdik. “Benim sayemde felsefe dersinin kanaat notundan tam not alacaksın, haberin yok.” Erdem bana döndü. Ellerini hava birleştirip gerçekçi olmayan bir hayranlıkla iç geçirip kirpiklerini kırpıştırdı. “Hep benim iyiliğimi düşünüyor, görüyor musun?” Sıralarımıza geçerken arkada bir yerde Arslan ile göz göze geldim. Yan sırasında Ece vardı. Ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bu nedenle görmezden gelmeye çalışarak yerime geçtim. Hemen sonra içeriye biyoloji öğretmeninin girmesi bir olmuştu. Dersin ilk on beş dakikası mantarları işlemekle geçti. İsimlerini asla söylemiyor ama özelliklerini anlatıyordu. Bunun sebebini ancak dersin son dakikaları anlamıştık çünkü ikinci dersi dışarıda işlemek istiyordu. Bahsettiği yenilebilir ve zehirli mantarların özelliklerini not alanlar herkesin önüne geçmişti bile. Çünkü görsellerini göstermediği için dışarıda ancak onları bu notlarla bulabilirdik. Mantarların üzerinde neden bu kadar durduğunu çözmeye çalışırken aslında ilk dersten bir performans notu vermek istediğini söylemesiyle bir şeyler daha anlamlı hale gelmişti. Ama üç senelik lise hayatımın ancak dördüncü senesinde böyle bir ders işleme taktiği görüyordum. Öğretmen yerinden kalktı ve kapıya doğru yürürken konuştu. “Teneffüsün ardından bahçede olun. Okuldan beraber çıkacağız. Sadece notlarınızı getirebilirsiniz. Tabii eğer not aldıysanız.” Bununla beraber kapıdan dışarı çıkmasıyla not almayan herkes etrafına bakınmaya başlamıştı ki defterimin kapağını kapattım. Yanıma doğru bakındığımda ise tüm bedeniyle bana doğru dönüp oturmuş olan Selenra ile göz göze geldim. Cazip bir ifadeyle kaşlarını birkaç defa havaya kaldırıp indirmişti. “Niye öyle bakıyorsun?” “Çünkü grubumdasın.” Burnumu kırıştırıp defterimi sanki ona içindekileri asla göstermeyecekmişim gibi koynuma daha çok soktum. “Notlarıma ihtiyacın var diye mi?” Omzuma vurmak için bedenini bana doğru uzattı. “Notların olsun olmasın grup olurduk zaten. Drama yapma.” Güldüm ve yerimden kalkıp arka sıralarda oturan Anıl’ın bize doğru yöneldiğini gördüm. “Defterini bedeninin bir uzvu gibi tuttuğuna göre not almışsın.” “Ben sadece defterini çok seven öylesine bir kızım.” Hayal kırıklığı ile ses çıkarttı ve kalçasını Selenra’nın sırasına doğru dayayıp kollarını önünde bağladı. “Notlarını paylaşmayan o ineklerdensin, değil mi?” Bana taktığı lakapla beraber ona etrafımda atacak bir şey ararken, “Tamam, tamam.” diyerek beni kendince sakinleştirmeye çalıştı. “Bizimle grup olmaya mı geldin?” diye sorduğumda kafasını aşağı yukarı sallayarak yanıt verdi. “O zaman bana inek diyerek doğru bir yolda olmadığını söyleyebilirim.” “O kalıplaşmış bir kelime bir kere!” diyerek açıklama yapmaya çalıştı. “Sana inek derken mö’lemeni beklemiyorum.” Yalandan bir sevinçle gülümseyerek, “İyi ki söyledin. Otlamaya gitmemek için kendimi zor tutuyordum yoksa.” dedim. “Ormana çıkacağız zaten. Her yer yeşillik. Rahat rahat sekersin.” “İnekler nasıl seksin, ceylan mı bunlar?” “He inek olduğunu kabul ediyorsun yani?” Ayağımı eteğimin açılmayacağı şekilde kaldırıp hemen önümde duran bacağına doğru vurduğumda son anda kaçmaya çalıştı ama çok geçti. “Son kez söylüyorum; Doğru yolda değilsin Anıl.” O pantolonundaki tozu silmeye çalışırken, “Espri yapıyordum, espri!” diyerek kendini savunmaya çalışıyordu. “Mizah anlayışın da senin gibi.” “Harika ve eşi benzersiz mi?” “Gereksiz ve komik olmaktan çok uzak.” Suratı bomboş bir ifadeye büründü. Ardından gözlerini kısıp bana ölümcül bakışlarını göndermeye çalışırken burnumu kırıştırdığımı gördü ve benimle uğraşmaktan vazgeçti. “Aman be! Sana kalmadım. Ben de Belizle grup olurum.” Beliz’in nerede olduğuna bakınmak adına kafamı çevirdiğimde adının geçtiğini duymuş olmalı ki bize doğru adımladı. “Ben de tam grup olmayı teklif edecektim.” Anıl yarım ağız gülümsedi ve suratında bariz bir şekilde böbürlenen bir ifade belirdi. Zaten düzgün olan yakalarını elinin tersiyle şöylesine bir silkeleyip, “Bana mı?” diye sordu. “Hayır, İlay’a.” Suratı anında düştü ve ellerini kaldırıp havada ona doğru salladı. “Yazıklar olsun!” “Ne var ya?” diyerek kaşlarını çattı. “Sınıfta tek not aldığını gördüğüm İlaydı. Kimsenin benden geçinmesini istemiyorum. Özellikle beş dakika öncesine kadar uyuyan senin.” Selenra, “Aşk olsun!” diyerek araya girdi. “Biz de Erdemle hep not alırız ama bu sefer hazırlıksız yakalandık. Öğretmen bildiğin not almayalım diye tane tane konuşmak yerine öylesine bir şeyden bahsediyormuş gibi konuştu.” Ona bakarak, “Haklı.” dedim. “Benim de notlarım yarım yamalak zaten.” “Baştan söylesene kızım o zaman!” dedi Anıl ve not alan başkası var mı diye etrafına bakınmaya başladı. “Az, hiçten iyidir yalnız.” Beliz kendi notlarını bana doğru göstermek için defterini açtı ve birkaç sayfayı atlayıp suratına doğru tuttu. “Ben de bunlar var. Aynılarını yazmadıysak bilgilerimizi birleştiririz.” Kendi defterimi açıp notlarımızı karşılaştırmaya başladığımızda Erdem, “Neden internetten bakmıyoruz?” diye sanki kimsenin aklına gelmediğini düşündüğü sorusunu yönlendirdi. Selenra elini şakaklarına doğru götürdü. Ardından sevgilisine bakmak için kafasını kaldırdı çünkü hemen arkasındaki sıranın üstünde oturuyordu. “Bana aklında tuttuğun bir özellik söyle.” Erdem dudaklarını araladı ve aklına bir şey getirmeye çalıştı ama çıkmaza girmiş gibi kendi kendine gülerken Anıl araya girdi. “Ben çoktan internetten aramayı denedim. Beyaz sıvı salgılayan mantar yazınca bir sürü çıkıyor ama hoca bir tanesinin özelliği için onu söyledi. Muhtemelen bu ormanda vardır ve onu bulalım diye.” Selenra şaşkınlıkla kaşlarını havalandırdı. “Aklında tuttuğun şey bu mu sahiden? Beyaz sıvı mı?” “Ne var be? Öyle söyledi.” Yardım ister gibi aceleyle bana ve Beliz’e baktı. “Demedi mi?” Biz birbirimize bakıp gülüşürken sanki anlaşmışız gibi aynı anda konuştuk. “Dedi.” “Beni de iyice aklı sikinde biri ilan ettiniz. Duyduğumu söylüyorum işte. Zaten yeni uyandım. İlk duyduğum da buydu.” deyip elini saçlarına doğru geçirdi. Erdem, Anıl’ın serzenişini hiç umursamayarak bana ve Beliz’e baktı. “Sizin notları yazalım işte internete.” “Hile mi yapalım yani?” “Şunlar ne yapıyor sanıyorsun şu an?” deyip arkasındaki birkaç oğlanı gösterdi. Selenra gözlerini devirerek onlara baktı ve omuz silkti. “Muhtemelen ilk ölümcül mantarı bulup mideye indirecekler ve adadan elenecekler. Boş ver şimdi onları. Ben asıl Anıl için endişeleniyorum.” Anıl sınıftakilerin neler yaptığına bakınırken yeniden ismini duymasıyla tek kaşını kaldırarak bize döndü. “Sebep?” “Ormana çıkacağız. Doğal ortamında garipleşiyorsun.” “Mağara adamı mıyım ben?” “Tarzan’dan hallicesin işte.” “Çok sarhoşken öyle oluyorum!” dedi. “Ayrıca ağaca çıkma isteği ne zamandan beri garipseniyor?” Selenra dudaklarını büzerek kafasını sanki ona hak verir gibi salladı. “Maymun değilsen garipsenmez, haklısın.” Anıl, Selenra’nın arkasına doğru gözlerini dikti ve yalandan bir sinirle, “Erdem, sevgilin benimle çok uğraşıyor yalnız.” diyerek şikâyet etti. “Ne yapmamı istersin? Ağzını mı bantlayayım?” Selenra sevgilisine göz kırpmadan önce yaramaz bir ifadeyle gülümseyerek konuştu. “Susmamı sağlamanın daha güzel yolları varken bant çok ucuz bir numara değil mi?” Anıl suratını ekşitti ve yerinden doğrulurken, “Yemin ederim libidomu öldürdünüz.” diyerek söylendi. “Öyle bir şeyin mümkün olacağını sanmıyordum.” Bunu diyen Beliz’i taklit eden Anıl ellerini ceplerine soktu. “Neyse ne, korkmayın ağaca falan tırmanmayacağım. Toprağa falan basarım, elektriğimi alır, o yeter.” Selenra alayla güldü. “Seni, bu voltajla komple toprağa diksek fayda vermez. Ayaklı jeneratör gibisin sen… Uçkur makinesi… Elektrikli süpürge!” “Elektrikli süpürge mi?” “Aklıma başka bir şey gelmedi.” Anıl sanki çok seviyeli bir konuşmanın içerisindeymiş gibi Selenraya saygı göstererek destek verdi. “İlk ikisi iyiydi. Oradan devam etseydin keşke.” Saniyeler sonra teneffüs zili çalmasıyla herkes kapıya doğru yönelmek adına yerlerinden kalktı. Tüm sınıf olarak kendimizi dakikalar içinde dışarıda bulduğumuzda bir bakıma herkes grup olmuşa benziyordu. Tahmini 60 kişilik ortak sınıfta kendi içlerinde 5-6 tane grup oluşmuştu ama daha öğretmen kaç kişilik sınırımız olduğunu bile söylememişti. Hepimiz öğretmeni beklerken Selenra, Erdem’e doğru sarılmış öylece yerinde beklerken gözünün bir yere çarptığını fark ettim. O sırada baktığı yere doğru kafamı çevirdiğimde Dehayla bakıştığını fark ettim. Selenra sanki bana yakalanmış gibi başka tarafa bakmaya çalıştığında benimle yeniden göz göze geldi. Ona sadece gülümsedim ve olumlu anlamda kafamı kısaca salladım. Bundan sonra konuşmamıza bile gerek kalmamıştı. Bir süre şaşkın şaşkın suratıma baktı ve yaptığım şeyi anlamamazlıktan geldi. Ama ben aksi bir tepki vermediğimde derin bir iç geçirdi ve Erdem’den yavaşça ayrılıp ona doğru adım attı. Yine de hala daha emin olamadığı için bana kaçamak bakışlar atmaya devam ediyordu. Son kez gözlerimi kırpıştırıp sanki yapacağı yanlış şeye göz yumuyormuşum gibi başka tarafa doğru döndüm. Birkaç adım atarak grup içerisinden uzaklaştım ve herkesi arkamda bıraktım. Havanın tadını neredeyse damağımda hissedecek kadar derin bir iç çekerken tam gözlerimi yummuştum ki, “Gruplar kaç kişilik olacak?” diyerek yanımda biten Ilgaz dikkatimi dağıttığı için ona doğru dönmek zorunda kaldım. “Bilmiyorum.” Bıkkınlıkla yanıt vermeme rağmen tepkimi görmezden geldi ve “Siz şimdiden 5 kişilik bir grup olmuşsunuz. 6’ya ne dersin?” dedi. “Ben bilmem. Grupla konuş.” “Sen tamamsın yani?” Pek umurumda olmadığını belli ederek, “Alt tarafı mantar arayacağız Ilgaz.” dediğimde gülümsedi ve iki adım geriledi. Hızlıca bana sırtını dönüp diğerleriyle konuşmaya geçti. Lafı daha fazla uzatacağını sandığı için ucuz atlattığımı düşünüyordum. Derin bir çekip boynumu olduğu yerde şöylesine bir hareket ettirdim. O an gözlerim kapının girişindeki arabalara kaydı. Normalden daha fazla araba olması ilgimi çekmişti çünkü burada öğretmenlik yapan insanlardan bile daha fazlaydı. Ben oraya dikkat kesilmişken önüme doğru küçük bir adım atıp odağımı tamamen ona vermemi sağlayan Arslan ile göz göze geldim. Kısaca ona bakmak için çenemi havaya kaldırdığımda ellerini belinin arkasında birleştirmişti. Doğrudan karşısına doğru bakıyordu. Aramızda bir insanın yan yan yürürse rahatlıkla geçebileceği bir mesafe vardı. Onun gibi önüme döndüm ve ona bakmasam da, “Kapıda neden bu kadar araba var?” diye sordum. “Buradaki öğretmenlerden daha fazla gibi görünüyor.” Bahsettiğim yere bakmasına gerek kalmadan, “Biri benim.” dedi. “Benim gibi bazı öğrencilerin de arabaları var.” “Neden?” “Ne olur ne olmaz diye.” İkimiz de sanki gizli bir şey konuşuyormuşuz gibi sessizdik. “Ehliyet alacak yaşta bile değilsin.” Çok da önemli bir gerçek değilmiş gibi, “Ama kullanmasını biliyorum.” diye yanıt verdiğinde yeniden kafamı omzumun hizasında döndürüp ona baktım. Ona nasıl baktıysam kendine engel olamayıp kirpiklerinin altından göz ucuyla bana baktı. “Bana trafik magandasıymışım gibi bakma. Acil durum haricinde kullanmıyorum.” “Acil ne olabilir ki?” “Her şey olabilir.” Bu konu hakkında başka bir şey demeden içimden bir süre acil ne olabileceğini düşündüm ve bir sürü cevap bulmamla haklı olduğunu fark ettim. Yine de Anıl haricinde burada gerçekten ehliyeti olan kimse yoktu. Ama buna rağmen altlarında son model arabalar onları ne olur ne olmaz diye bekliyordu. Arkamızdaki dizilmiş olan gruplar ardımızdan hafif gürültüler yaparken biz ikimiz karşımızdaki ormanın yeşilliğine öylece bakınıyorduk. Sanki hayat bir süreliğine durmuş gibiydi. O ve ben vardık ve kimsenin umurunda değildik. Keşke hep böyle olabilseydi. Bir an için gerçek dünyaya çok hızlı dönmeme sebep olan, adlandıramadığım bir şey oldu ve arkama doğru hiçbir sebep yokken dönmek zorunda kaldım. Sanki ensemde bana dokunan bir çift gözü hissetmişim gibi Eceyle göz göze geldiğimde yeniden önüme doğru hızlıca döndüm. Yutkundum ve aklıma gelen şeyle Arslan’a, “Ne konuşuyordunuz?” diye sordum. Arkasına dönmeye bile gerek kalmadan kimi kast ettiğimi anlamış olacak ki bir süre emin olmak adına sessiz kaldı. Ama ne zaman Eceyle göz göze gelsem yaydığım suçluluk duygusu ona bulaşmış olacak ki cevabı gecikmedi. “Hafta sonu aile yemeği var. Bu ayda iki kez yapılan bir şey.” dedi. “Bir çeşit tiyatro gibi. Melodram temalı.” “Onların evinde mi?” “Bizde.” Kaşlarım sorgularcasına çatıldı. “Bunu ailenin sana söylemesi gerekmiyor mu? Sizde toplanılacaksa neden sana haberi o veriyor?” “Haber vermiyor. Emin olmaya çalışıyor.” “Emin olmaya çalıştığı şey nedir?” “Susuyor olmam.” Hala anlamakta zorluk çekiyordum. “Neden emin olmaya çalışıyor?” “Çünkü artık susmak çok zor.” “Susmanı zorlaştıran ne?” “Varlığın.” dediğinde sanki kollarındaki güç tükenmiş gibi önüne doğru düştü ve kafası aşağıya doğru eğdi. “Ağzımı açmamamı istiyor. Her zamanki gibi onların normalini yaşamamı, hiçbir şey olmamış gibi her şeyi saklamamı istiyor. Hayatımda kocaman bir boşluk yokmuş ve sen o tüm boşluğu kaplamanın bir yolunu bulmamışsın gibi davranmamı istiyor.” Ağırlık merkezim oymuş gibi bir an için hiç düşünmeden sakince ona doğru döndüm. Hayır, resmen süzüldüm. “Sen ne yapmayı planlıyorsun?” “Doğru zamanı kollamayı çalışıyorum ama kendimi ne kadar daha tutabilirim emin değilim.” Kafamı iki yana usulca salladım. “Eğer bu topun altına benim için gireceksen-” “Elbette senin için!” dedi ve benim yaptığım gibi bana doğru tüm bedenini döndürdü. Kaşları aksini düşündüğüm için çatılmıştı. “Seni hayal kırıklığına belki de yüzlerce kez uğrattım ve bunun ağırlığı artık öyle bir boyuta geldi ki sanki felç geçiriyorum gibi hissediyorum.” “Bunu ilk başta benim için değil de kendin için yapmazsan ikimizin arasında olan her neyse, ona da bir faydası olmaz.” deyip işaret parmağımı göğsüne doğru kaldırdım. Şimdi tam olarak kalbini işaret ediyordum. “Sadece bir doğru vardır ve bunu bilen sadece sensin. Bu yüzden doğru adımları atmadan önce ne istediğine karar ver.” “Seni-” “Gruplar oluşturuldu mu?” diyerek dikkatleri üzerine çeken öğretmenimizin sesini işittiğimizde derin bir nefes aldım ve son kez Arslan’a bakıp ona arkamı dönmek zorunda kaldım. Öğrenciler oluşturduğu grupları söylerken bunun pek de mantıklı olmadığını söyleyen öğretmen duruma el atacağını açıkladı. Çünkü bazı grupların sayısının çok az ve bazılarının çok olduğunu bariz bir şekilde belli oluyordu. Her grup üyesinin eşit olması imkânsızdı ama göz kararı bile daha eşit gruplar oluşturacağına emin gibiydi. Bu nedenle kendisi elini kaldırıp işaret ettiği yere kadar hayali çizgiler çizdiği yerlerde duranların grup olacağını söyledi. Bu da bazılarının işine yaradı çünkü zaten önceden grup olmayı isteyenler bitişik bir şekilde duruyorlardı. Ben, Selenra, Erdem, Beliz, Anıl, Ilgaz bir grup haline geldik. Tanımadığımız iki kişi da bizimleydi ama Arslan ve Deha tamamen sürpriz iki isimdi. Selenra ve Deha konuştukları için yan yana olduklarından dolayı o da otomatik olarak bizim gruba dâhil olmuştu. İlk başta Arslan’ı fark etmeyen Anıl, onunla göz göze geldiği ilk anda kaşlarını çattı ve öğretmenin yanına doğru koşar adım giderek kendisinin başka bir gruba koyulmasını istediğini söyledi. Anında gelen itirazla beraber boşuna ağzını açtığıyla kalınca başka bir çare bulamadı. İkisi bir süre birbirine kitlenmiş bir şekilde bakarken Ece yanımıza doğru adımladı. “Şaka herhalde? Önce kimya partnerliği, şimdi de bu mu yani?” Arslan bir an için gözlerini Anıl’dan çekmeyerek, “Grubuna dön Ece.” dedi. Ece doğrudan bana bakıyordu ve hemen gitmeye niyeti yok gibi görünüyordu. “Seni uyardım. Çok fazla dikkat çekiyorsun.” Gözleri öyle deliciydi ki onları adeta silah olarak kullanıyordu. Bu nedenle ona iki saniyeden uzun bakamıyordum. “Benim bir şey yaptığım yok.” “İnsanlar seni çoktan yılan olarak damgaladı. Böyle anılmaya devam mı etmek istiyorsun? Bu mudur yani?” Gözleri küçümseyici bir şekilde kısıldı. “Bu musun sen?” Arslan, “Ece!” diyerek araya girdi. “İleri gidiyorsun! Çizgini aşma.” Ece bana böyle bakarken yanıt vermemek imkânsızdı. “Eğer sen onların eline malzeme vermeseydin böyle olmazdı.” Mimikleri ne sahte ne de beni sinir etmeye yönelikti. Öylece aklından geçenleri eğip bükmeden söylerken ifadeleri suratına yerleşiyordu. “Sana daha önce de söyledim. Kimseyi kışkırtmadım. Sadece olanı açıkladım. Aramızda geçenleri, karşılaştığımız zorlukları ya da baskıları bilmiyorsun. Ama onun yanında kalarak her şeyi mahvetmek üzeresin! Söylenenleri anlayamama gibi bir sorunun varsa yazılı olarak da anlatabilirim.” Arslan, “Yeter!” diyerek önüme doğru atıldığında sesi biraz fazla çıkmış olacak ki insanların bazıları bize doğru döndü. Onlar da duymayanlara doğru bakmaları için yönlendirilince ortamda fısıldaşmalar arttı. “Asıl size yeter!” diyerek aynı tonda sesini yükseltti ama daha sonra gözleri arkaya doğru kaydı. Dinlendiğini anladığında sadece bizim duyabileceğimiz gibi konuşmaya devam etti. “Ailem için çabalıyorum ben burada! Seninse hiç umurunda değil. Hâlbuki sen de benim gibi aynı boka batmış durumdasın. Bu kadar mı kör oldun?” “Kör değilim. Aksine hiç bu kadar berrak görmemiştim.” Ofladı ve “Çok klişesin!” diyerek gözlerini devirdi. Ardından bir adım yana kayarak yeniden bana baktı. “Azıcık bile olayları bilseydin onun için yanına bir adım bile atmazdın.” Ayıplar gibi kafasını iki yana salladı. “Ama aptal olduğunu düşünmüyorum. İşlerin ne kadar karmaşık olduğunu seziyorsundur. İşte buna rağmen yangına körükle gitmen de ayrı bir konu. Her zaman sen olmak berbat bir şey olsa gerek. Aptal olmayıp da aptalca şeyler yapmak…” Haklı oluşundan dolayı kendimi savunamaz hale gelmişken bir el bileğimi kavradı. Ardından biraz daha aşağıya süzülerek parmaklarını benim boğumlarıma geçirdi. Elin sahibi tabii ki Arslan’dan başkası değildi. Buz kesmiş elim onunkiyle buluşunca başta kaskatı kesildi. Ardından çevremizdeki herkesi unutmaya kendimi odakladığımda kalbim avuçlarımızın arasında atmaya başladı. Kalabalık, öğretmeni takip etmeye başlarken beni de grubun arkasından götürmeye başlamadan önce Ece’nin gözlerinin içine son bir defa baktı ve “Aile yemeğinde görüşürüz Ece. Çok eğlenceli geçeceğine eminim.” dedi. Öğretmen hepimizin arkasından gelip tek bir noktada dururken Arslan bunu fırsat bilip tüm grupların önüne doğru geçti. Amacı beni herkesten uzaklaştırmaktı. Elimden tutup beni uzaklara doğru götürürken arkamızdan kalabalığın geldiğini ve dakikalar sonra yalnız kalamayacağımızı biliyordum. Bu nedenle hızlıca konuşmam gerekiyordu. “Ona neden öyle söyledin?” Hiçbir şey söylemeden yürümeye devam ederken en sonunda elimi ondan çektim. O hızını ayarlayamayıp birkaç adım daha ileriye giderken arkasından bakındım. Sırtı bana dönüktü ve şakaklarını sıvazlıyordu. Derin nefes alış verişlerini duyabiliyordum. “Arslan?” “Bitirmeliyim.” “Neyi? Ellerini şakaklarından hışımla indirdi ve bana doğru dönerken sesini kontrol edemeyip bağırarak, “Bu saçmalığı!” dedi. “Üzerimde hak sahibi olduğunu sanması, hiçbir şey yapmasa bile seni zor duruma sokması… Biz evlenince her şeyin düzeleceğine kendini inandırmış ama mutlu olmayacağının o da farkında olmasına rağmen rolünü oynamaya devam ediyor. Şimdiye kadar sustum ama bunu düzeltmem gerekiyor. Artık bir gram dahi sabrım kalmadı!” Kafamı iki yana sallayıp sakin kalmasını sağlamak adına elini kavradım. “Bu zamana kadar saklayıp sustun. Bir anda kendini tehlikeye atacağın şeyler yapmamalısın. Ardı arkasını ve sonucunda başına gelecekleri düşünmen gerekiyor. Konu ben değilim. Sensin!” “Şu zamana kadar kendim için yaptığımı sandığım her şey, aslında hiçbir şeydi.” dedi ve kavradığım elinin üzerine diğer elini de örtüp suratını bana doğru yaklaştırdı. Gözleri parlıyordu. “Bu yüzden harekete geçmem gerekiyor çünkü rahat rahat elini tutamıyorum bile.” “Neler oluyor? Neden kuzenime bağırıyorsun?” Arkamızdan gelen Selenraya döndüğümde anında geri adım atıp ellerimizi ayırdım. O ise ikimize bakarken elindeki defteri şöyle bir silkelediğini gördüm. Ne ara elimden düştüğünü bile fark etmediğim defterim onda duruyordu ve bana uzatmaya hazırlanırken bir yandan da neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. O sırada Erdem ile göz göze geldim. Çatık kaşlarıyla sorgularcasına bana bakıyordu ki kafamı iki yana salladım. “Bana bağırmıyordu.” Uzattığı defterimi alırken Deha, Arslan’ın kadrajına girmesiyle beni her an bir şey olur korkusu sardı. Çaktırmadan ortaya doğru bir adım attığımda Arslan, “Onun burada ne işi var?” diye sordu. Selenra az önce beni savunmak için girdiği rolünden çıkıp mahcup bir tavır takınmasına rağmen bunu belli etmemeye çalışarak, “Aynı gruptayız. Biyolojici öyle dedi ya. Dikkat etmedin mi?” diye sordu. Gözleri hafif kısıldı. “Ona dikkatimi vermiyorum ben.” Deha boğazını temizledi ve ılımlı olmaya çabalayarak konuştu. “Sorun çıkartma gibi bir gayem yok, Arslan.” Kaşlarını kaldırıp indirdi ve dudaklarını ağzına doğru yuvarlamadan önce, “Zahmet olmazsa olmasın zaten. Malum, listen kabarık çünkü.” dedi. “Listesi kabarık olan bir tek o değil.” diyen Anıl grubun ortasına doğru yürürken duruma el atma eğilimini göstererek karşısına geçen Beliz onu durdurdu. Ellerini omuzlarına doğru sertçe yerleştirdi. “Burada olmak istemediğini biliyorum ama seni ilk defa, bak ilk defa diyorum, nazikçe yerinde kalman için uyarıyorum. Hatta yalvarıyorum.” Beliz’e bakmadı bile. “Ben de seni nazikçe reddediyorum.” Beliz korumaya çalıştığı sakinliğini anında bozdu ve Anıl’ın omuzlarına koyduğu elleriyle onu geriye doğru biraz itti. Kimse böyle bir tepki beklemediği için tüm gözler refleks olarak ona çevrildi. “Bu yüzden grup çalışmalarından nefret ediyorum! Bir kez ya, bir kez olsun adam akıllı gruba denk gelmezsem bir yerim şişer zaten!” Az önce her an saldırmaya meyilli gibi görünen Anıl’ın tepkisi görülmeye değerdi. Çünkü ellerini kaldırıp teslim olur gibi bir iki adım geri çekildiğinde Arslan’a bakmadı. Tüm odağı hararetlenmiş olan Belizdeydi. “Tamam, şu dersi atlatalım-” “Hayır ya! Israr ediyorum. Yiyin birbirinizi, ne yaparsanız yapın! Hatırım kalır yoksa. Lütfen!” deyip daha önce tanışmadığına yemin edebileceğim Arslan’ın koluna doğru uzandı. Onu ortaya doğru çekiştirirken hepimiz şok olmuş gözlerle onlara bakıyorduk ama Arslan yerinden bir an olsun bile kımıldamamıştı. Bu neden Beliz de vazgeçip elini kolundan çekti. “Yapın hadi şovunuzu. En erkek sizsiniz, hadi! İki alfa! Hatta üçlü olsun güçlü olsun, sen de katıl Deha!” Dehaya doğru yürüyecekken Selenra araya girdi ve “Tamam Beliz. Sakin ol ya!” dedi. Herkes Beliz sayesinde öyle bir şeyin içine düşmüştü ki şaşırsak mı gülsek mi yoksa ciddiye mi alsak anlam veremiyorduk. Herkesin kafası çok karışmıştı. Beliz kollarını beline doğru koydu. Buradan hem ara bulucu teyzelere hem de akrabaların arasını bozan yengelere benziyordu. İçimden bu tespitime gülmeden edemedim. O sırada Erdem sessiz bir şekilde söylediğini sanarak sevgilisinin kulağına doğru yaklaştı ve “Ben Beliz’in ilk defa bu kadar konuştuğunu gördüm.” dedi. Bunu muhtemelen herkes duydu ama kimse hiçbir şey söylemedi. Beliz derin bir nefes aldı ve gözlerini birkaç saniye yumup, “Şimdi sakin miyiz?” diye sordu. Herkes ona aynı anda kafalarını sallarken birkaç kişi de olumlu anlamda mırıldandı. “O zaman şimdi bana nerede olduğumuzu söyleyin çünkü benim yön algım yok ve neredeyiz bilmiyorum.” Erdem boğazını temizleyip göğsünü gererek etrafı şöylesine bir eliyle işaret etti ve “Sorun yok. Düşünmek için hep bu taraflara gelirim.” dedi. Selenra, “Gerçekten mi?” diye sorunca gerdiği göğsü anında söndü ve kafasını iki yana salladı. “Hayır, nerede olduğumuz hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama filmlerde öyle söyledikleri için bu anı kullanmanın tam sırası dedim.” Hayal kırıklığı ve Anıl yerine utanmak için kısa bir sessizlik olduğunda Deha, bu garip anı daha da garipleştirecek şeyi söylemeden önce elini ensesine koyarak saçlarını kaşıdı. O bile söyleme konusunda emin değilken resmen cümlesi ağzından kaçmıştı. “Ben de, açılın ben doktorum, demek isterdim.” Arslan sinirleri bozulmuş bir şekilde hırıltılı bir ses çıkartıp grubun tam aksi tarafına doğru bu durumdan çok sıkıldığını belli ederek bakmaya başladı. “Ya sabır, ya selamet!” Beliz kafasını iki yana sallayıp yüksek sesle sitem etti ve bir yöne doğru yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmememize rağmen sanki hepimiz aynı şeyi düşünmüşüz gibi onu izlemeye başladık. Onun da nereye gittiğini bilmediğine emindik ama sesimizi nedense çıkartamıyorduk. Arslan ona yetişebileyim diye bekledi. Birbirimize bakarken elimizde olmadan gülümsediğimizde öndekilerin de bizim durumumuzda olduğuna yemin edebilirdim ama suratlarını şu an için göremediğimden kanıtlayamıyordum. Birkaç dakikanın ardından Deha bir kozalak ağacının altını işaret etti. “Burada bir mantar var. Yenilir mi sizce?” Anıl onun gösterdiği yöne doğru baktı. “Ye de eşekler cennetine git.” Beliz ağacın dibine doğru tam gidecekken renginden dolayı yaklaşmasına bile gerek kalmadan hafif eğik duruşunu düzeltti ve “Sinek mantarı o. Ölür gidersin. Cesedinle uğraştırma bizi.” dedi. Erdem, Anıl’ın omzundan hafifçe vurdu. “Hani uyumuştun lan derste? Bu ne zekâ parıltısı oğlum?” Anıl’ın bir şey demesine gerek kalmadan Beliz onun yerine cevap verdi. “Mantarlar hakkında hiçbir şey bilmeyen bir insan bile onun zehirli olduğunu bilir.” Selenra mantara gereksiz bir sempati besleyerek gülümseyerek baktı. “İlkokulda, resim dersinde çizdirdikleri klasik mantar işte. Kırmızı, beyaz benekli.” Arslan parantez açmak ister gibi cümlesini devam ettirdi. “Ayrıca ölümcül.” Beliz yeniden umutsuzca derin bir iç çekerken defterine hızlı küçük notlar yazıp sayfayı kopardı ve birkaç parçaya bölmeye başladı. Ardından ben hariç herkese bunu dağıtırken en sonunda Dehaya birini verdiğinde eline almadan, “Bu ne?” diye sordu. “Bilinçaltımdaki savunmasız düşüncelerin bir dışavurumu. Bu aralar çok kötü hissediyorum da yazarak anlatayım dedim.” diye hızlı bir cevap verince Deha şaşkın şaşkın ona bakmıştı ki Beliz yeniden sabır diler gibi iç geçirdi. Az önce o kadar iyi bir rol yapmıştı ki neredeyse ben bile inanacaktım. “Bulmanız gereken mantarların özellikleri işte. Sadece biz arayamayız. Gözünüzü dört açın diye.” “Öyle desene.” “Sormadan önce okusana!” Bir süre sonra öğretmenin anlattığı özelliklerde birkaç mantar bulduk. Biri, Anıl’ın da sınıfta dediği gibi beyaz sıvı salgılıyordu. Bir diğeri ise balık gibi kokuyordu. Bu da doğru yolda olduğumuzun bir göstergesiydi. Ardından yürümeye devam ederken aklıma o an gelen şeyle ortaya doğru konuştum. “Bir şey soracağım ama cevabını pek de merak etmiyorum.” Anıl bana bakmak için arkasını döndü ve “O zaman niye soruyorsun?” diye sordu. Selenra ise ona gözlerini devirip hiç aldırış etmememi söyleyen mimikleriyle, “Sor.” dedi. “Bizim grupta üç kişinin daha olması gerekmiyor muydu?” Selenra dikenli bir şeye dokunmuş gibi tiz bir ses çıkarttı ve “Doğru!” dedi. “Ilgaz, Berna ve Pelin de vardı.” Beliz omuz silkti. “Bir şey olmaz. Bizim sayemizde not alacakları için seslerini çıkartacaklarını sanmıyorum.” “Ne yapıyorlardır ki şimdi? Ormanda kaybolmuş olmasınlar?” Anıl sanki Ilgaz’ı ezbere biliyormuş gibi konuştu. “Hiç sanmıyorum. Kızları da alıp kuytu köşede takılıyorlardır onlar.” Selenra güldü. “Tam senin yapacağın şeyler. Keşke yerinde olsaydım diyorsundur, değil mi?” “Malum kişiyle aynı grup içerisinde olmaktan katbekat iyidir.” derken Arslan’a baktı. O sırada Arlsan ise gözlerini yumup bir şey dememek için kendini tutmaya geçti. Beliz her şeyden habersiz Arslan’ı kast ederek, “Malum kişi ne be? Voldemort mu bu çocuk?” diye sorduğunda Anıl kafasını boş ver anlamında iki yana salladı. Erdem konuyu değiştirmek ister gibi lafa girdi. “Karanlık çöküyor. Geri dönelim. Bizim kadar mantar toplayan yoktur eminim. Muhtemelen çoğu vazgeçmiştir bile.” Herkes onu onaylarken geldiğimiz yoldan geri dönmeye başladık. Arada Arslan ile yürürken ellerimizin tersi birbirine değiyor, gözlerimin oraya kilitleniyordu ama susuyorduk. En sonunda öğretmeni bulduğumuzda sadece bizi beklediklerini gördük. Hepimiz tam not alırken Ilgaz ve diğer iki kız saklandıkları yerden çıkıp sanki hep bizlelermiş gibi grubun arkasına doğru yürüdüler. Ona bakıp gözlerimi devirdiğimde yeniden önüme döndüm. Öğretmenin söylemlerine göre bu etkinlikten iyi bir not aldığımızı söyleyebilirdim. Ama tüm grubun aynı notu alıp almayacağından emin değildim. Kimin ne kadar çalıştığı ve de kimin bu etkinliği umursamadığı gözlerden bile belli oluyordu. Bu haftanın son günü ve günün son dersiydi. Ayrıca Arslan’ı gördüğüm son dakikalardı. Çünkü herkes yurt odalarına çıkmadan önce benimle son kez göz göze geldiğinde ondan iki hafta boyunca haber alamayacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. |
0% |