@rana.betb
|
“Kızdın mı?” Anıl her nasıl başardıysa Selenra’nın ten rengi çorabında kocaman bir delik açmıştı ve şimdi de tepkisinin nasıl olacağına dair nabzını yoklamaya çalışıyordu. Bu sabah paketini gözlerimin önünde açtığını düşünürsem eğer kızdığını tahmin edebiliyordum. Ama asıl kızdığı konu muhtemelen günün bitmesine 6 ders kalmasıydı. Güne daha yeni başlamışken yurt kısmına geçip yeni bir çorap giyecek kadar vakti yoktu çünkü teneffüsler 15 dakikaydı. Koşarsa belki yetişirdi ama tenis haricinde hızlı hareket ettiğini görmemiştim. “Tahmin et.” “Kızmadığını düşünmek istiyorum.” Tek gözü hafifçe seğirirken sakin kalmaya çalışarak, “Başka bir tahminde bulun çünkü yakınında bile değilsin.” diye yanıt verdi. Bu karşılık Anıl’ın içine hiç de su serpmemişti. Yaklaşık bir buçuk haftadır Arslan hiçbir yerde yoktu. Bu da her şeye karşı dikkatimin çok dağınık olmasını sağlıyordu çünkü aklım tamamen ondaydı. Telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma bakmıyor, görüldü bile atmıyordu. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Ece de ortalarda görünmüyordu. İkisinin de yaşadığını ancak Hafsayla konuştuğumda öğrenebilmiştim ki bu beni hiç ama hiç rahatlatmaya yetmemişti. Sanki hiç umurunda değilmiş gibi kendi eğlencesine bakma derdindeydi ve bana dediği tek şey abisinin hasta olduğuydu. Muhtemelen hiçbir aile olayına onu sokmadıkları için tüm olaylardan bihabermiş gibi davranıyordu. Eceyi sorduğumda ise suratında neredeyse garip bir ifade belirmişti ki ne tepki vereceğimi tahmin edemediği için hemen kendine çeki düzen vermişti. Hala onunla aramda bir sır vardı ve bunu birine yetiştirmemden korkuyor olmalı ki canımı sıkacak bir şey yapmamaya gayret gösteriyordu. Ama bir yandan da onunla konuşuyor olduğum için bile tedirgin hissediyor, bu nedenle beni gördüğü her fırsatta kaçıyordu. Hafsa’nın durumunu en azından Arslan’a söylemeyi o kadar fazla düşünmüştüm ki bir türlü fırsatım olmamıştı. Ne yeri ne de zamanı bunun için uygun bulabilmiştim. Kendi dertlerimden boğazım o kadar sarılmıştı ki bir türlü kollayamamıştım. Bir yandan da bu bana düşmez diyordum. Ama yardıma ihtiyacı olduğu çok açıktı ve bu benim başıma gelseydi, sanırım birinin beni kurtarmasını isterdim. Sağlıklı bir kafada olmadığımdan kaynaklı yardım eli çok iyi olabilirdi. Havalar, zaten yüksek bir yerde okuduğumuzdan dolayı daha hızlı soğumuştu. Rüzgârın esmediği bir gün bile neredeyse kalmamaya başlarken uzun kollular giyinilmeye başlamıştı. Eylül neredeyse biterken Ekim ayına geçmek üzereydik ve zamanın ellerimden bu kadar hızlı kayıp gidebileceğinden haberim yoktu. Teneffüs zili beni kendime getirirken düşüncelerimden sıyrıldım ve bahçede oturduğumuz banklardan kalktım. O sırada Selenra da sevgilisinin koluna girerken Anıl’a, “Neyse ne ya! Ben sana diyecek hiçbir şey bulamıyorum artık. Sakarlığın bir bana işliyor nedense. Olan güzelim çorabıma oldu.” dedi. Anıl şaşkın şaşkın kaşlarını çattı. “Bana on beş dakikadır bağırıyorsun. Bu diyecek bir şey bulamadığın halinse eğer kelime dağarcığının önünde eğilebilirim.” Selenra sanki onu takdir ediyormuş gibi gülümsedi. “Bir gün herkes önümde eğilecek zaten. Erkenden yapman senin hayrına olur.” Arkalarından küçük adımlar atarak geldiğimi fark eden Selenra diğer koluyla da beni tuttu ve koluma girdi. Beni yalnız bırakmak ya da tek başıma hissettirmek istemiyordu ama Arslan’ın başına bir şey mi geldi korkusuyla bitkin düştüğümü görebiliyordu. Bu yüzden elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama eğer normalimizi yaşamazsak da daha da dibe çökeceğimden emindi. Bu nedenle hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Ece ortalarda yokken kraliçenin gözünü boyamak için beni zorbalayan kimse yoktu. Birkaç defa neredeyse yeltenecek olanları Selenra öyle bir dumura uğratmıştı ki bir daha benimle göz göze bile gelememişlerdi. Arslan burada değilken ve ona ne olduğunu bilmiyorken hep başım ağrıyormuş gibi hissediyordum çünkü tüm o karamsar düşünceler beni yalnız yakalamışlar gibi saldırıya geçiyorlardı. Hala daha bana o mesajları atan kimdi ve neden mesaj atmayı kestiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Hakan Bey’e yaptığımız şantajdan bihaberdim. Kitabevinde ne olduğunu ve Arslan neden bundan beni korumaya çalışıyordu bilmiyordum. En önemlisi de Kılıç ve Doğan ailesinin sakladığı sırların sorumluluğunu neden çocuklarına bağlamışlardı. Bilmiyordum, bilmiyordum, bilmiyordum! Tam okula doğru giriyorduk ki bahçenin içine biri arabayla girdi. Kimin olduğunu görmek için arkamdan okula girmeye çalışan birkaç kişi önümü kapatmasın diye topuklarımdan yükselerek yürümeye çalıştığımda beceremedim. Mecburen içeriye girdiğimizde Selenra’nın kolundan çıkıp cama doğru döndüm ve arabadan inenin Ece olduğunu gördüm. Bir an için diğer kapıdan Arslan insin diye dua ederken hayal kırıklığına uğradım. O an aklımdan geçen tek şey onun yanına gidip Arslan’ı sormak ve o aile yemeğinde ne olduğunu bir nebze de olsa öğrenmekti. Ama iyi olduğunu bilmek de her şekilde yeterdi. Bu yüzden ayrıntılar şu an için önemsizdi. “Herkes sınıflara! Haydi!” Hafsa merdivenlere çıkarken nöbetçi öğretmen her birimizi sınıflara sokma derdine düşmüş bir şekilde dudaklarında düdüğünü öttürürken Selenraya hızlıca, “Sen git. Ben birazdan arkandan geleceğim.” dedim. “Nereye? Ders başlıyor. Yetişemezsin.” “Gidin. Bir ders kaçırsam ölmem. Beni idare et.” Çenesiyle arkamızdaki öğretmeni gösterdi. “İdare ederim ama nöbetçi öğretmen seni her şekilde görür.” Omuz silktim. “Bir yolunu bulurum.” Selenra etrafına şöylesine bir bakınırken emin olup olmadığıma karar vermem için kısa bir sessizlik sağladı. Ama gözlerimdeki kesinliği görünce kafasını aşağı yukarı sallayıp, “Yoklamada iyi hissetmediğini ve revire gittiğini söyleyeceğim. Ağzımız bir olsun.” dedi. Ne yapacağımı bile sorgulamamıştı. Ece’nin geldiğini gördüğünden bile emin değildim. Kafamı salladıktan sonra duvarın en dibine geçip nöbetçi öğretmenin beni görmemesini sağladım. O beni görmeden yanımdan geçerken içeri giren Eceyle göz göze gelmiştim. Adımları kararsızdı. Sanki kendi bacaklarına takılıp düşecekmiş gibiydi. O kadar bitkin görünüyordu ki ben bile şu an ona istediğim her şeyi yaptırabilirmişim gibi hissediyordum. Bakışmamız kısa sürerken ona doğru emin adımlarla yürümeye başladım. O ise sesini çıkartmadı. Ne yapacağımı ya da diyeceğimi usulca beklerken arkamızdaki ayak sesleriyle hızlı düşünmem gerektiğini anladım. Kolundaki çantasını alıp kendi omzuma attım ve koluma girmesini sağlayıp yurt kısmına doğru yürümeye başladım. İlk başta ufak bir şaşkınlıkla ne yaptığıma baksa da sonrasında umursamadı ve bana beceriksizce ayak uydurmaya çalıştı. Ne yapmaya çalıştığımı sorgulamaması garipti. Belki de gerçekten hastaydı. “Siz kızlar, nereye gidiyorsunuz?” Nedense hiç gerilmedim çünkü planımın işleyeceğine emindim. Kendimi hazırlayıp omzumun üstünden öğretmene doğru döndüm ve endişeli bir surat ifadesi takınıp, “Arkadaşım birkaç gündür hastaydı. İyileşip gelmiş ama sanırım yoldayken araba tuttu. Ona eşlik ediyordum.” dedim. Öğretmenin gözleri Eceye gitti. Eceyse önce ne yapacağını bilemedi ama daha sonra bedenini muhtaçmış gibi bana yasladı. Ardından beni onaylarcasına başını salladığında öğretmen, “İyi tamam. Gidin. Ama sonra girmediğin dersin notlarını arkadaşlarından al.” deyip bizi rahat bıraktı. Arkamızdan bizi izliyor olabileceği ihtimaline karşı onu yukarı kata çıkana kadar tutmaya devam ettim. İlk başta bana doğru yaslanıp güç almasını rol sansam da buna gerçekten ihtiyaç duyduğuna dair bir hisse kapıldım. Bir kat merdiven çıktıktan sonra onu tutmayı bıraktım ve çantasını verdim. O omzuna çantasını atarken olduğu yerde durdu. Ben ise o sırada korkulukların yanına gidip öğretmenin oralarda olup olmadığını kontrol etmekle meşguldüm. “Az önce bana yaptırdığın şeye izin verdim ama umarım işime yarayan bir amaç içindir.” demesiyle yeniden ona doğru döndüm. O duvara yaslanmış dururken ben ise korkulukların oraya sırtımı dayamıştım. “Arslan nerede?” Bu soruyu beklediği çok belliydi ama buna rağmen gözlerini devirdi. Yine de sanki bunu ezberlenmiş bir şey olarak yaptı. Aslında böyle bir tepki vermek istediğinden bile emin değildim. Az önce iyi hissetmediği hakkında yalan söylesem de suratına daha çok baktığımda bunun doğruluğu ortadaydı. Yorgundu ve bir sebepten dolayı bitkin düşmüştü. Işıl ışıl suratı solgundu ve herhangi bir şey sürüp de insanlara aksini düşündürmek için bile uğraşmamıştı veya yapacak gücü kendinde bulamamıştı. Gözaltları kırmızı, yanakları da normalden daha içeri göçüktü. Ten rengi gözümün önünde adeta yeşil ve mora dönüşüp duruyordu. Birazdan kusacağını söylese ona inanırdım ama midesinde çıkartacak hiçbir şey yokmuş gibi de görünüyordu. O an ağzımdan refleks olarak çıkan soruya engel olamadım. “Sen iyi misin?” Kaşları bir an için çatıldı. Bu soruyu beklemiyor olduğu her halinden belliydi ama gardını hiçbir şekilde düşürmek istemiyordu. Kollarında neredeyse güç yoktu ama buna rağmen önünde birleştirip bilmişlik yapmak ister gibi, “Niye soruyorsun?” diye sordu. “Sanki çok umurundaymış gibi.” Sanki bana değil de tüm dünyaya kızıyormuş gibi söyledi ve kulağa ‘İyi olup olmadığım kimin umurunda ki?’ gibi duyuluyordu. “Umurumda olan Arslan. Ama nasıl bir bokun içindeyseniz senin de bundan memnun olduğunu düşünmüyorum.” deyiverdim. “İkiniz de sağlam durmalısınız ki-” “Ne?” diyerek lafımı böldü. “Sağlam durduğumda ne olacağını sanıyorsun? Bizi dinleyeceklerini mi? Sen söyledin. Ben onların kuklasıyım. Sahipler neden kuklalarını dinleyemez. Sadece yönlendirilmeyi beklerler.” Suratında bir gram mimik göremiyordum ve onun için ilk defa endişeleniyordum. Onu daha önce hiç böyle gördüğümü hatırlamıyordum. Ders saatinde gelmiş olması kimsenin onu bu halde görmek istememesinin sebebi olmalıydı. Ama şimdi karşımda ne kadar bitik halde göründüğünü göstermekten çekinmiyormuşa benziyordu. Onların yaşadıklarının içerisinde değildim ama her şeyden haberim olmasa bile ters giden bir şey olduğunun bizzat farkındaydım ve buna ses çıkartmaya çalışan tek kişi de bendim. Bana mı öyle geliyordu yoksa onu anlamamı mı umut ediyordu bilemiyordum. Ama ilk defa birinin gözlerinde yardım çığlığı görüyordum. “İtaat ediyorsun. Sen böyle yapınca Arslan’ın da elinden bir şey gelmiyor.” dedim. Elimde olmadan suçlayıcı bir tonda konuşmuş olmalıyım ki bıkkınca dışarıya doğru sesli bir nefes verdi ve başka tarafa doğru bakınmaya başladı. Bir şey demesini bekliyordum ama aklından milyon tane şey geçiyormuş da hangi birini söylese bilemiyormuş gibi duruyordu. En sonunda yutkundu ve “Sadece her şeyin bir an önce bitmesini istiyorum.” diye mırıldandı. Neredeyse onu duyamayacaktım. Sorgularcasına kaşlarım çatıldı. “Bitmesi derken?” “İstedikleri olsun ve bizi rahat bıraksınlar istiyorum.” Önünde bağladığı kolları dudaklarından çıkan her kelime bir düğümü çözüyormuşçasına yavaş yavaş açılırken iki yanına doğru düştü. Kafasını aşağıya eğdi ve muhtemelen dolan gözlerini benden sakladı. Yaslı olduğum korkuluklardan kendimi iterek doğruldum ve ona doğru birkaç küçük adım attım. Ona nasıl yaklaşmam gerektiğini konusunda o kadar kafam karışmıştı ki beynim patlamak üzereydi. “Rahat bıraktıklarında ne olacağını sanıyorsun?” diye sordum. Birinin onun gözlerini açması gerekiyordu ve bu biri eğer bensem, denemek zorundaydım. “Arslan ile normal bir hayat geçirmeniz imkânsız! İkiniz de birbirinizden hoşlanmıyorsunuz bile.” “Çabalıyorum!” derken sesi titredi. “Sen olmasaydın belki de başarabilirdim.” Kafamı iki yana usulca salladım. “Birini zorla sevemezsin.” “Ama rol yapabilirim.” Sesi yeniden titrerken bu sefer bunun olmasını umursamadı. Artık karşımda nasıl görüneceğini umursayamayacak kadar çok indirmişti duvarlarını. “Ailen için mi?” “Mutlu olmak için!” dedi. “Onlar mutlu olunca ben de mutlu olacağım.” “Nasıl?” Hiçbir şey söylemedi. Omzundaki çantası kolundan sürtünerek kayarken bunun olmasını umursamadı. Ardından iki elini de başı çatlıyormuş gibi şakaklarına götürdü. Ona doğru yeniden iki adım attım ve elimi omzuna dokunmak için kaldırdım. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum ama devamını getiremedim. Elim havada öylece asılı kalırken sorumu yeniledim. “Neden, Ece? Neden?” Ellerini bir anda aşağıya indirirken kafasını kaldırdı ve sesinin volümünü ayarlayamayarak, “Babamın en sonunda düzgün bir işi olacak! Söz verdi!” dedi. “Eğer düzgün bir işi olursa her gün eve sağ gelecek mi diye düşünmeme gerek kalmayacak. Annem babamı beklerken alkole sarılmayacak ve sanki aldatmıyormuş gibi davranmayacak.” Etrafıma şöylesine hızlıca bir bakındım. Biri duyuyor mu emin değildim ama şu an geçirdiği sinir krizinden sonra en çok endişeleneceği şey buydu. Bu nedenle sakin kalması adına ellerimi omuzlarına koydum. O boğazında tuttuğu hıçkırığı gün yüzüne çıkartırken ellerimden yavaşça kaymasını ilk başta izledim. Ama sonra onunla beraber yere doğru çömeldim. Şimdi ikimiz de merdivenlere oturmuştuk ve o suratıma bakmamaya çalışıyordu. Sanki bana bir şey anlatmaktansa boşluğa konuşmak onun için daha iyiydi. “Dayanamıyorum artık! Okul olmadığı zamanlarda eve gidip o yemek masasına oturmak boğazıma bir ip bağlamaktan daha zor geliyor.” Elleriyle suratını örttü. “Bir insan dünyanın en tatlı babasıyken bir anda nasıl olurda egoist, mafya özentisi bir piç kurusuna dönüşebilir?” Her cümlesi hıçkırıkla bitiyordu. “Annem gözlerimin önünde eriyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Eğer bu evlilik babamı eve döndürüp annemle yeniden aynı çatı altında kalmalarını sağlayacaksa her şeyi yapmaya hazırım.” İşaretparmağını bana doğru doğrulttu ve göğsümün ortasına doğru birkaç defa bastırdı. “Beni durduramazsın İlay! Yemin ederim cesedimi çiğnemen gerekir!” Bir elimi sırtına koyup sıvazlamaya çalışırken, “Tamam, tamam! Sakin ol.” dedim. O suratını boynuma doğru gömerken bir süre ağlamasına sadece seyirci kaldım çünkü belli ki o evdeyken odasına kapansa bile bir damla gözyaşı bile dökememişti. Bu birikmişim bir sonucu değilse neydi? “Ben hiç bilmiyordum.” Sesi boğuk çıkıyordu. “Bilmemen de gerekiyordu!” “Ben eğer başından beri bilseydim-” Kafasını kaldırdığında söyleyeceğim şeyi adeta unuttum. Gözyaşlarını silmeye başladı ama eskisinden de daha kötü görünüyordu. “Seni suçlamak istemezdim. Kimseyi suçlamak istemezdim. Ama bir sorunun tam merkezindeysen eğer başkasını suçlamak daha kolay.” Bacaklarını kendine doğru çekti. Çenesini de dizine doğru dayadı. “Arslan’ın duygularıyla yaşamak istemesini anlıyorum. Eğer sana karşı gerçekten bir şey hissediyorsa umut edecek bir sebebin oluyor. Belki işleri yoluna koyabilirim diye düşünmüş olabilir. Aklından ne geçiyor bilemem. Benim bel bağladığım tek umut annemin mutlu olması.” “Tüm geleceğinin önüne hazır konduğunu düşünmüyor musun?” “Elbette düşünüyorum, İlay. Salak mıyım ben?” deyip kaşlarını çattı. “Ama söyledim sana, devam etmek dışında başka çarem yok.” Onun gibi eteğim olmasına rağmen bacaklarımı kendime doğru çektim ve yanağımı çeneme doğru yatırdım. Bir süre öylece birbirimize bakarken omzumdaki ağırlığın ve midemdeki suçluluk duygusunun katbekat arttığını fark ettim. Ece’nin babası söylediğine göre hiç tekin bir adam değildi ve sanırım illegal olaylara yeni yeni karışmış olmalıydı. Annesinin aldatıldığını bildiğini Alanza’da kulaktan dolma bir bilgi haline gelmişti ki ben Eceyi yüz yüze tanımasam bile bunu öğrenmiştim. Muhtemelen anne babası zamanında mutlu ilişkileri olan ebeveynlerdi. Aksi takdirde böyle bir hayata doğmuş bir çocuk üzerinde böyle bir sorumluluk hissetmezdi. Sevmediği biriyle evlenmeyi kabul etmesinin tek sebebi annesini yeniden mutlu ve sağlıklı görmek istemesiydi. Ece burnunu yukarıya doğru çekerken kendi kendine güldü. “Az önce biz sarıldık mı?” “Teknik olarak.” derken onun gibi kıkırdamaya başladım. “Yere sert bir iniş yapmaman için seni tutarken sarılmış olduk sanırım.” “Birine bunu anlatsak muhtemelen bize inanmaz.” Kafamı kaldırıp hafifçe salladım. “Hayatta inanmaz.” Zil çaldı. Saniyeler içinde tüm sınıfın kapıları açılıp etrafta öğrenciler ve öğretmenler doluştu. Eteğimin altı gözükmemesi için bacaklarımı indirirken bir iki kız bizi yan yana gördü ve fısıldaşmalar başladı. Yanımızdan geçen bir grup dibimizde durduğunda Ece yanağında kuruyup kalan yaşları tamamen yok etmeye çalışıyordu ki biri omzuma dokundu. “Ne yaptın ona?” Ece yerinden hızlıca doğruldu ve “Bana hiçbir şey yapmadı!” dedi. “Ama sen-” “Hastayım. Bayılıyordum ve bana yardım etti. Duydunuz mu beni?” deyip herkesin gözünün içine bakıp onaylamalarını istedi. Ardından da kelimesinin üstüne basa basa tekrar etti. “O. Bana. Hiçbir şey. Yapmadı!” Az önce gardını düşürüp duvarlarını indiren o kızın yerine yeniden maskesini takan kız rolünü oynamaya hazırdı. Buraya gelmeden önce hayatına girdiğim herkese yalan söyleyip sahnedeymişim gibi rol yapacağımı sanırken, sahnede tek başıma olmadığımı öğrenmek garip hissettiriyordu. |
0% |