Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Mahsur

@raphella_tf

Ymir çıktıktan sonra Oria da dinlenmek istediğini söyleyerek masadan kalktı. Jennifer da kalkmayı çok istiyordu ama tatlılar bitene kadar orada kalmaya mecburdu.

Jennifer sahte gülümsemelerle dolu yemek masasından kalkar kalkmaz doğrudan Ymir'in odasına ilerledi. Ymir'in aklında soruların dolaştığını biliyordu. Aslında bunu Ymir'e anlatmamayı tercih ederdi, ama bilmemesi de bu tarz tartışmalarda onu dezavantaja düşürecekti.

Kapıyı hafifçe çaldı, içeri girdi. Ymir pencerenin önünde oturuyordu. Jennifer gülümsedi, kapıyı kapattı. "Gel dediğini duymadım." dedi alıngan bir sesle. Elbette numara yapıyordu, Ymir de bunun farkındaydı. "Şey, bu cevap gelmeden içeri girdiğiniz ilk seferiniz değil, Prenses Jennifer." dedi gülümsemeye çalışarak. Chris'in odasına da böyle beklemeden girmişti zamanında. Derin bir nefes aldı. Garip bir şekilde Chris'in arkadaşlığını özlemişti Ymir...

Ymir'in aksine Jennifer'ın aklında spesifik bir anı belirmemişti. Biraz şımarıkçaydı ama Jennifer prenses olduğu için çoğu zaman 'gir' cevabını beklemiyordu.

Sakince Ymir'in yanına gitti. Ymir hala dalgınca dışarı bakıyordu. "Aslında yolda sana bu hikayeyi anlatsam mı diye çok düşündüm, ama bu sefer olaysız geçebilir umuduyla anlatmamaya karar vermiştim." dedi Jennifer. Ymir ilgiyle baktı ona. "Neden?" diye sordu. Jennifer gülümsedi. "Önyargın olmasın diye." dedi sadece.

Bir süre sessizce durdular.

"Oria'nın babası Tala ordusunda bir askerdi." dedi Jennifer. "Annesi sarayda hizmetçiydi. Dört yıl önce yapılan saray baskınında babası savaşarak can verdi. Annesi de kendini kraliçenin önüne atarak kraliçeyi kurtardı." dedi kısaca. "Kral, yetim ve öksüz kalan Oria'yı kızı ilan etti. Ve geçen yıl da prenses ilan edildi."

Ymir gülme isteğini bastırdı. Ne kadar da tanıdık bir hikayeydi öyle? "Ve..?" dedi, Jennifer'ın devam etmesi için. Jennifer hüzünle gülümsedi. "Tahmin ettiğin gibi. Diğerleri Oria'yı hizmetçi kızı diye küçük görüyor. Annem onlarla ve onların anneleriyle bu konuda ters düştüğü için yanımda açıkça aşağılayıcı konuşamıyorlar." dedi. Ymir duraksadı. "Yani... Benim bu akşam yaptığım şeyler size zarar verir mi?" diye sordu. Jennifer hafifçe güldü. "Elbette hayır. Biz prensesler aynı birlikte olduğumuz için ufak bir sürtüşme bile savaşa kadar götürebilir. Ama sen misafirsin. Aşağılama olmadığı sürece hareketlerin dışarıdan gelen bir prensesin tavırları olarak kabul edilecektir." dedi. Bu meseleler biraz karışıktı gerçi. Belki Ymir'in Rawel krallığında kalmasını mana edebilirlerdi. Ama sonuç olarak Yoshi prensesi özgür bir bireydi. Onunla derdi olan Yoshi krallığıyla konuşmalıydı.

Ve Rawel krallığında olduğu sürece kimse ona elini süremezdi.

"Peki siz, yani McWilliam ailesi Oria hakkında ne düşünüyor?" diye sordu Ymir kararsızca. Bunu duymak istediğinden pek emin değildi. Soru da saçmaydı aslında. Jennifer Ymir'i kırmamak için yalan söyleyebilirdi.

Ama Jennifer düşünme gereği bile hissetmemişti. "Daha önce sana söylediğimi hatırlıyorum." dedi gülümseyerek. Ymir duraksadı, ne zaman söylemiş olabileceğini düşündü. Şaşkınlıkla kafasını kaldırdı. "Sarayda doğmak seni prenses yapmaz." diye mırıldandı. Jennifer başıyla onayladı. "Evet. Annem o sözü Oria için söylemişti. Sarayda doğmak seni prenses yapmaz. Aynı şekilde hizmetçinin kızı olmak da prenses olmaya engel olmaz. Yeter ki prenses olacak bilgi, nezaket, merhamete sahip ol." Tekrar dışarı baktı. Hüzünlüydü. "Annem haklı. Bugün burada olan çoğu kişi prenses olmaya layık değildi." dedi.

Ymir Jennifer'ın hüznünü dağıtmak istedi. Konuyu değiştirmesi gerekiyordu. "Eğer geçen yıl prenses ilan edilmişse, Oria'ya abla mı demem gerekiyor?" diye sordu şakasına. Amacına ulaştı, Jennifer güldü. "Elbette hayır. Burada yaşın değil statün önemli." dedi. Ymir ilgiyle dinliyordu onu. "Yoksa en yaşlı olacağınız için mi istemiyorsunuz, Prenses Jennifer?" diye sordu gülümseyerek. Jennifer aniden kafasını çevirdi. "Alakası yok! Ayrıca Prenses Helena benden bir yaş büyük." dedi. Ymir buna şaşırmıştı. "Gerçekten mi? Oldukça genç görünüyor aslında." dedi. Duraksadı. "Gerçi Chris'in ablası olduğunuzu bilmesem sizi de oldukça genç sanardım." diye ekleme yaptı kendi kendine.

Jennifer bu iltifata gülümsedi. Elbette genç göründüğünün farkındaydı. "Prenses Helena 23 yaşında. Prenses Nilly benden birkaç ay küçük, 22 yaşına yeni girdi. Prenses Felicia ise 20 yaşında. Prenses Oria 19, ve Prenses Solin dört ay önce 18 yaşına girdi." diye özetledi. Ymir dudak büktü. "En küçüğünüz benim yani." diye mırıldandı. Prenses ilan edilmek için 18 yaş şartı olduğu düşünülürse öngörülebilir bir durumdu aslında. "Evet." dedi Jennifer, "Eğer bir kişiye bile 'abla' dersen hepimize abla demek zorunda kalırsın." Artık uyku vakti yaklaşıyordu. Bu yüzden Jennifer iyi geceler dileyerek odadan çıktı.

Ymir de istemeye istemeye yerinden kalktı, üstünü değiştirdi. Yatağa yatmadan önce son kez yıldızlara baktı.

Acaba kendi Yıldız'ı şimdi ne yapıyordu?

Sonraki birkaç gün de benzer geçmişti. Tek farkı, Ymir bilerek Oria'ya yakın davranıyordu. Diğer prensesler de artık laf edememeye başlamıştı. Ymir dört abiyle büyümüştü, bu yüzden onunla laf dalaşına girmek pek mantıklı değildi. Ymir her türlü kazanıyordu.

Ziyaretlerinin dokuzuncu gününü farklı kılan şey, Barl Prensi Kenneth'in Ymir'le konuşması olmuştu. Prens ısrarla Jennifer hakkında sorular sormuştu. Ymir de sabırla Prenses Jennifer'ı iyi tanımadığını, soruları cevaplayamayacağını söylemişti. Ymir neden Prens Kenneth'in Jennifer'la değil de kendisiyle konuştuğunu anlayamamıştı.

Aynı günün akşamında Ymir olan biteni Prenses Jennifer'a anlattı. Jennifer buna hiç şaşırmamıştı. Prens Kenneth'in çıkar uğruna ona yaklaşmaya çalıştığını biliyordu. Ymir'e Prens Kenneth'i atlattığı için teşekkür etti, kendisinin bu işi halledeceğini söyledi. Onuncu günün sabahında Prens Kenneth dördüncü kez Prenses Jennifer tarafından reddedildi.

On üçüncü güne geldiklerinde Ymir bu saraydan bıkmıştı artık. Gerçekten çok sıkılmıştı. Ne prenseslerin konuştuğu şeyler ilgisini çekiyordu, ne de herhangi bir olay oluyordu. Kral Theo'nun neden Jennifer'ın yanına bir koruma vermek istediğini anlayamamıştı. Burada herkes huzurluydu.

Ve Ymir odasında yaptığı küçük ısınma hareketleri dışında antrenman bile yapamıyordu.

On dördüncü günde, sahtelik kokan vedalaşmaların sonunda at arabası yola çıkmıştı.

Jennifer saray topraklarından çıkar çıkmaz vücudunu gevşetti, derin bir 'Oh be!' çekti. Ymir kıkırdamadan duramadı. "Bu kadar bunaldığınızı fark etmemiştim." dedi gülümseyerek. Jennifer başını iki yana salladı. "Mecbur olmasam hayatta bulunmayacağım bir ortamdı." dedi bıkkınca. Duraksadı, mahçup gözlerle baktı Ymir'e. "Benim için oraya katlanmak zorunda kaldın..." dedi özür dilercesine. Ymir sadece gülümsedi. "Benim için iyi bir tecrübe oldu." diyebildi.

Evet, iyi bir tecrübeydi. Artık iki haftalık işkencelere katlanabileceğine inanıyordu.

Yolculuğun ilk iki günü normal geçmişti. Ama üçüncü günde geçmeleri gereken köprüye geldiklerinde at arabası birden durdu. Jennifer pencereden dışarı baktı. Onlarca at arabası köprünün orada toplanmıştı. "Neler oluyor?" diye sordu atlı muhafızlardan birine. Muhafız "Öğrenmesi için bir asker gönderdik Prenses Jennifer." dedi saygıyla. Fazla beklemelerine gerek kalmadı, atlı asker hızla arabaya yaklaştı. Prenses Jennifer'ın da duyabileceği bir sesle "Köprü çökmüş komutanım." dedi.

Jennifer neye uğradığını şaşırdı.

Pencerenin perdesini açtı, doğrudan haberi getiren askere seslendi. "Ne zaman tamir olacakmış?" Asker başını eğerek selam verdi, "5 gün sonra geçiş yapmaya açılacak." diye cevap verdi. Jennifer sakince perdeyi kapattı. At arabası tekrar hareket edene kadar bekledi. At arabası hareket edince kafasını geriye doğru savurdu, "Hayır ya! Bu kadarı da olamaz artık!" dedi hayal kırıklığıyla.

Ymir Jennifer'ın üzülmesini anlayabiliyordu, ama bu kadar üzülmesine anlam veremedi. "Zaten bir günlük yolumuz kaldı. Beş günlük bir tatil olarak düşünün." dedi olumlu olmaya çalışarak. Ama Jennifer biraz bile olumlu değildi. "Problem de o zaten! Altı gün sonra gidersek hazırlanmak için geriye bir günüm kalacak! O kadar sürede istediğim gibi bir elbise dikilmesi imkansız!" dedi hayal kırıklığıyla. Ama Ymir neyden bahsettiğini anlamamıştı. "Ne için hazırlanacaksınız ki?" diye sordu kafası karışık bir şekilde. Jennifer ona şaşkınlıkla baktı. Sonra aklına bilmemesinin normal olduğu geldi.

"Bir hafta sonra Chris'in doğum günü partisi var."

Ymir duyduğu şeyi algılamaya çalıştı. Chris'in doğum günü partisi mi yapılacaktı? Ymir ne yapacaktı? Partiye katılacak mıydı? Hediye? Ymir'in verebileceği bir hediyesi yoktu! Daha önemlisi hediye alacak parası da yoktu! Bunca iyilikten sonra bir de borç para isteyemezdi de!

Ymir Jennifer'ın yaşadığı şoktan daha da büyük bir şokla kalakaldı.

At arabası durduğunda Ymir de Jennifer da arabanın içinde somurtmuş duruyorlardı. Yapacak bir şey yoktu. Askerler bir güvercinle mesaj yollamışlardı bile. Tek yapmaları gereken beş gün boyunca en yakın köydeki handa kalmaktı.

Ymir ve Jennifer daha önce uğradıkları köylerde üstlerini değiştirmişlerdi zaten. İkisi de sivil kıyafetler giyiyordu. Bulundukları köy saraya yakın olduğu için Jennifer'ın tanınma ihtimali yüksekti. Bu yüzden geniş, yüzünü kapatan bir şapka takmıştı. Doğrudan kalacakları odaya çıkıp 5 gün boyunca orada tıkılı kalacaklardı.

Çok eğlenceli olacaktı. (!)

İkisi de sakince arabadan indi. Askerlerin onlar için tuttuğu odaya çıktılar. Hancının hanımı da onlarla beraber yukarı çıkmıştı. Jennifer etrafa bakma gereği hissetmeden kendini yüzüstü yatağa attı. Ymir de aynı şeyi yapmak istese de babası hep ona 'Bulunduğun ortamı tanı' dediği için odayı inceledi.

Kapının tam karşısında bir pencere vardı. Pencerenin iki yanında iki yatak, iki de dolap vardı. Jennifer kendi yatağını seçmişti zaten. Ymir de kendi yatağını inceledi. Ve garip bir şey fark etti. Yatağın ayaklarından biri farklı renkteydi. Eğilip ayağa baktığında arkasında ikinci bir tahta gördü. Ne olduğunu anlasa da hancının hanımına gösterip "Bu da ne?" diye sordu.

Hancının hanımı tahtayı görür görmez ne olduğunu anlamıştı zaten. "Özür dilerim hanımım, yatağın ayağı kırıldığı için ayağını değiştik. Odayı temizlerken onu kaybetmiştim. Elinizdeki eski yatak ayağı." dedi mahçup bir şekilde. Ymir tahtayı yakından inceledi. Güzel bir odundu. Bir el boyu genişliği vardı. "Bu bir işinize yarar mı?" diye sordu. Hancının hanımı şaşırdı. "Ş-şey, olsa olsa şömineye yakıt olur hanımım." dedi. "Bende kalsa sorun olur mu?" diye sordu Ymir. Kadın omuz silkti. "Nasıl isterseniz." dedi umursamazca.

Askerler arabadaki bavulllardan ikisini yukarı taşıdığında hancının hanımı da tekrar aşağı indi. Askerler de gittiğinde Ymir ve Jennifer odada yalnız kaldı.

Jennifer üstünü değişip yatağa yattı. Öğlen vakti olmasına rağmen "Ben yatıyorum." dedi düz bir sesle. Ymir gülümsemeye çalıştı. "İyi uykular." dedi sadece.

Ymir tek kaldığını hissettiğinde yatağa oturdu, elindeki tahtaya baktı. Burukça gülümsedi. Neden kader hep aynı şeyleri yaşatıyordu ona? Abileriyle ilk tanıştığı zamanlar da böyle bir durum yaşamıştı. Abileri 7.yaşında ona hediye almıştı. Ama onların doğum günü yaklaşırken Ymir'in hediye alacak parası yoktu, daha yeni yeni 'baba' dediği birinden de para almak istememişti. Hem... Bir ülkenin prensine ne hediye edilirdi ki?

Böyle bir çıkmaz yaşarken babası elinde dört tahta parçasıyla gelmişti. Abilerinin her şeyi satın alabileceğini, ama Ymir'in sevgisiyle yapılmış bir eşyanın eşi benzerini bulamayacaklarını söylemişti. Ve tahtadan çakı sapı yapmayı öğretmişti. Ymir de abilerinin doğum gününe kadar dört çakı sapı oymuştu. Ve babası da demircilere yaptırdığı dört çakı bıçağını saplara yerleştirmişti. Ymir abilerinin o çakıları hala odalarında sakladığını biliyordu. Gerçi, sarayı ele geçirenler abilerine dair her şeyi yakmış da olabilirdi. Cebinden küçük bir hançer çıkardı.

Acaba hala çakı sapı oyabiliyor muydu?

Böylece Ymir beş gününü verebileceği bir hobi elde etmişti. Jennifer uyanıp da mıhafızlardan yemek isteyene kadar kaba taslağı bitirmişti bile. Jennifer'ın tanınma riski olduğu için handan çıkma ihtimali yoktu. Ymir de Jennifer'ı bırakıp çıkamazdı. Bu yüzden Jennifer muhafızların getirdiği kitapları okurken Ymir de oyma işiyle ilgileniyordu. Bu sayede üç günde bıçağın yerleşeceği ve kapandığında muhafaza edileceği oyuğu hazırlamıştı. Geriye tek bir sorun kalmıştı, sapı neyle süslemeliydi?

Ymir daha önce abilerinin hançerlerine kullandıkları silahları oymuştu. Kendisi için de kusari-fundolu bir çakı yapmıştı. Ama şimdi elindeki sapa ne yapmalıydı bilmiyordu. Papatya mı oysaydı acaba? Çok tatlı bir fikirdi aslında. Papatya hayatında önemli bir yere yerleşmişti. Papatyanın gücü hoşuna gidiyordu. Hem güzeldi de. Hem çiçek olarak hem de toka olarak...

Ymir arkasına yaslandı, papatya tokasını düşündü. Chris'in ona böyle bir hediye vermesi hoşuna gitmişti. Anlamlıydı, ayrıca kralla tanışma heyecanını da bastırmıştı. Chris'in sözleri geldi aklına... 'Güçlü bir kız olduğun konusunda ciddiydim. Tıpkı bir papatya gibi.' Tabi kendi söylediklerini de hatırlıyordu. 'Papatyalar taşların arasında güneş sayesinde hayatta kalır. Güneşim olduğun için teşekkür ederim.' Şimdi düşününce, ne kadar utanç verici bir cevaptı öyle. Doğruydu, buna diyecek bir şeyi yoktu; ama utanç vericiydi de...

Yine de, Chris gerçekten bir güneş gibiydi.

Elindeki tahtaya baktı. Üst kısma bir güneş güzel olurdu aslında. Ama oymak güzel durmazdı. Bunun yerine kabartı olmasını istedi. İki yatağın ortasında bir masa vardı. Üstünden bir kalem aldı, güneşi çizdi. Ama bu sefer de alt kısmı boş kalmıştı. Güneş fikri kayalıklarda açan papatyadan ortaya çıkmıştı. Alt kısma bir uçurum çizdi. Uçurumun ucuna da güneşe bakan bir papatya...

Önündeki iki günü de bu çizimleri öne çıkarmak için harcadı. Çizimler hariç tüm sapı yarım milim yonttu. Fakat hem güneş hem de papatya figürünün ortada olması onu rahatsız ediyordu. Evet, papatya figürü güzeldi ama önemli olan güneşti. Bu yüzden papatyayı da düzleştirdi, tekrar çizip papatya oyması yaptı. Şimdi de güneş ve uçurum kabartma halinde, papatya ise oyma halindeydi. Pek de güzel değildi aslında, ama çirkin de diyemezdi. Oyalanmak için yaptığı sıradan bir şeydi işte.

Ymir hançeri kenara bırakıp kucağına serdiği bezi toplamaya başladı. Talaşları toplamak zor olduğu için böyle bir yöntem geliştirmişti. Ymir'in yemek vakti gelmeden toparlandığını fark eden Jennifer kitabı kenara bırakarak Ymir'e baktı. "Bitirdin mi?" dedi heyecanla. El yapımı şeylere bayılıyordu! "Evet. İsterseniz bakabilirsiniz." dedi Ymir, yatağın üstündeki sapı alıp ortadaki masaya koydu. Jennifer somurttu. "Sürekli 'siz' demesen olmaz mı?" diye sordu mızmızlanarak. Ymir gülümseyerek cevap verdi, "Bana fark etmez, Prenses Jennifer."

Jennifer mesajı almıştı. 'Siz' ile 'Prenses Jennifer' arasında bir seçim yapmalıydı. Sürekli 'siz' denmesi tuhaf hissettiriyordu, ama 'Prenses Jennifer' hitabı araya çok büyük duvarlar koyuyordu sanki. "Bir şey demedim say." dedi, masanın üstündeki sapa uzandı.

Ymir'in el becerisi gerçekten harikaydı. Üstteki güneşin kıvrımlı kolları birbirinin aynısıydı. Alttaki uçurum ise oldukça gerçekçiydi. Bu iki şekil kabartma şeklindeyken güneşe bakan papatyanın oyma olması garip bir şekilde hüzünlü hissettirmişti. "Bu gerçekten harika olmuş." dedi hayranlıkla. Ymir beklenmedik övgünün karşısında ne hissedeceğini bilemedi. "Şey, o kadar da değil aslında. Biraz acemi işi oldu." diye mırıldandı. Jennifer başını iki yana salladı. "Kendine haksızlık ediyorsun. Bu gerçekten de bir ustanın elinden çıkmış gibi."

Ymir Jennifer'ın bu kadar sevmesine sevinmişti. "İsterseniz sizin olabilir." dedi neşeyle. Jennifer şaşırdı. "Chris'in hediyesi değil mi bu?" diye sordu. Ymir duraksadı. "Bir prense doğum günü hediyesi olarak verilecek bir şey değil gibi..." dedi sona doğru kısılan sesiyle. Jennifer hafifçe gülümsedi. "Bir prense hediye etmeyeceksin zaten." dedi şakayla karışık. "Partinin olduğu gün hediye vermeyeceğiz. Partiden birkaç gün sonra aile içi bir kutlama yapacağız. O zaman verirsin."

Ymir bunu duyunca bir anlığına gerçekten de Chris'e hediye vermeyi düşündü. Sonra kutlamanın 'aile içi' olacağı geldi aklına. Öyle bir kutlamada Ymir'in olması doğru olur muydu?

Ymir cevap veremeden kapı çalındı.

Loading...
0%