
Herkes meşgul olduğunda zaman gerçekten hızlı akıyordu.
Yıldız saraya geleli bir hafta oluyordu. Hala ondan korkan çok fazla insan vardı, ama zamanla onu seven insan sayısı da artıyordu. Özellikle küçük çocuklar bu kocaman kediye ayrı bir ilgi gösteriyordu. Çocuklara karşı hassas olan dişi kaplan da onları mutlu etmek için elinden -ya da patisinden- geleni yapıyordu.
Ymir bu süre zarfında iyileşmişti. Doktordan tamamen iyileştiğine dair net bilgi aldı. Artık koltuk değneğinden kurtulmuştu! Bunun neşesiyle her sabah olduğu gibi güneş doğmadan uyandı. Üstünü değiştirip aşağı indiğinde güneş yavaş yavaş doğuyordu.
Neredeyse bir buçuk aydır spor yapmıyordu. Bu bir buçuk ayın çoğunu da yatarak geçirmişti. Vücudu ne halde bilmiyordu. Bu yüzden saray etrafında ritmik bir koşuyla başladı işe.
Beklediği kadar kötü bir durumda olmadığını fark etti. Derin bir oh çekti. 12 yıldır her sabah düzenli olarak antrenman yaptığı için bu bir ay onu fazla tembelleştirmemişti.
Sarayın etrafında iki tur attıktan sonra ısınma hareketleri yapmaya başladı. Saray çok büyük olduğu için 2 turun normal programındaki 10 tura denk olduğunu düşünüyordu. Aslında bahçe kendi krallığındaki bahçeyle aynı büyüklükte gibiydi. Kral Theo'dan izin alsa normal programına uyabilirdi. Ama bu kadarını istemek yüzsüzlükmüş gibi geliyordu.
Şimdi işin zor kısmına gelmişti. Eğitimini aldığı silah yanında değildi. Başka bir krallıkta özel bir silah yapılmasını istemesi gerçekten çok kötü bir fikirdi. Bu yüzden silahlı dövüş yerine silahsız dövüşe odaklanması gerekiyordu.
Bu konuda çok başarısızdı.
Düşmanlık yapanların binicilik dersinden sonra saldırmasının sebebi de buydu zaten. Abileri silahları varken yenilmezdi. Silahları yokken bir şansları olduğunu düşünmüş olmalılardı. Ymir de silahıyla oldukça iyiydi aslında. Ama silahı olmadan güçsüzdü.
Tabi bir başka zorluk da ona yol gösterecek, daha da önemlisi onun vuruşlarını karşılayacak birinin olmamasıydı. Boşa tekme atmak hem yorucu hem de faydasızdı. Bu Ymir'in yaptığı ilk yalnız antrenman değildi, ama bahçelerinde vuruş yapabileceği çeşitli hedefler vardı. Rawel krallığında böyle bir fırsatı yoktu malesef.
Eh, burada da ilginç bir yöntem geliştirmişti.
Yıldız kumaştan yapılmış bir topla hazırda bekliyordu. Ymir bir iki tekme denemesi yaptı. Sol dizi ağırlığını tamamen taşıyordu. Antrenman yapmaya devam edebilirdi.
"Hazır." dedi Yıldız'a. Yıldız dikkatle bakıyordu. Ymir'in hazır olduğuna kanaat getirdi ve topu havaya attı.
Ymir başta kendini zorlamak istemiyordu. Bu yüzden topun yükselmesine izin verdi. Düşerken tam bel hizasına gelince alçak bir tekme attı.
Top uzağa fırladı.
Yıldız anında topa doğru koştu ve zıplayarak topu yakaladı.
Tekrar Ymir'in karşısına geçti. Tekrar yukarı attı topu. Ymir bu sefer yükselmesine izin vermeden vurdu. Basit vuruşlarda sorun yaşamıyordu anlaşılan. Daha zor bir şey deneyebilirdi.
Sarayın aşağı kısmında pencere olmayan bir kısmına ilerledi. Duruşunu vurduğu toplar duvara gidecek şekilde düzeltti. Yanındaki bohçayı açtı, tüm kumaştan topları Yıldız'ın önüne serdi. "Düzensiz aralıklarla atabilir misin?" diye sordu nazikçe. Yıldız hafif bir kükremeyle onayladı.
Ymir kendi kendine top yükselip de düşmeye başladığı anda vurma şartı koydu. Şimdi sırada bunu uygulamak vardı.
Yıldız bir tane topu attı, Ymir kolaylıkla vurdu. Yıldız beklemeden ard arda iki top attı. Ymir bacağını indirmeden ard arda iki tekme attı. İkisi de tam isabetti. Ymir'in topa düşmeye başladığı an vurduğunu fark etmeyen Yıldız, bu sefer oldukça yukarıya attı topu. Ymir topun çıkacağı tahmini yüksekliği hesapladı. Kralın bahçesini koruyan çitten destek alarak yukarı sıçradı. Top tam tepe noktasına ulaştığında topuğuyla aşağı geri gönderdi. Ymir daha çite ulaşmadan Yıldız ikinci topu atmıştı. Bu yüzden Ymir inerken ikinci topu sarayın duvarına gönderdi. Ve iki ayağı üzerine iniş yaptı.
Kendini biraz fazla zorlamıştı sanki.
Tabi bunu bacakları onu taşıyamayıp da bir anda yere oturduğunda fark etmesi pek de hoş olmamıştı.
"Ymir! İyi misin!"
Ymir adını duymasıyla şaşırıp kaldı. Sağa baktığında koşarak gelen Chris'in yanına oturduğunu gördü. Endişeli görünüyordu. Ymir yutkundu. "Sen... Ne zamandan beri buradasın?" diye sordu. Chris kaşlarını çattı. "İyi misin? Az önce yere düştün!" dedi. Ymir güldü. "Düşmedim. Sadece bir anda oturdum o kadar."
Chris ofladı. "Daha yeni iyileştin. Kendini yormuyorsun, değil mi?" diye sordu. Ymir başını iki yana salladı. "Ben iyiyim." dedi. Chris'in buna verebilecek bir karşılığı yoktu. Ymir'in iyi olduğunun farkındaydı.
Chris Ymir'in sorusunu çok güzel atlatmıştı. Geldiğinde gördüğü ilk şey Ymir'in bacağını indirmeden ard arda attığı iki tekmeydi. Daha sonra nasıl çitten destek alarak havaya zıpladığını hayranlıkla izlemişti.
Tabi, bu aşağıda gördükleriydi. Bir de pencereden izlediği ısınma hareketleri vardı.
Bir süredir Ymir'i izliyor olsa da saçlarını yüzüne yapıştıracak kadar terlediğini daha yeni fark ediyordu. Nefesi normalden hızlıydı, hareket ettiği için beyaz yüzü hafifçe kızarmıştı. Kahverengi gözleri enerji doluydu. Bu kız nasıl oluyor da her türlü güzel kalıyordu?
Bir süre sessizlik oldu.
"Chris..." dedi Ymir kararsızca. Chris merakla ona baktı, ama Ymir önüne bakıyordu. "Son günlerde Prenses Jennifer biraz stresli görünüyor. Sabebi... Ne olabilir?" diye sordu, haddi olmadığını düşünerek. Chris 'sanane' dese verebileceği bir cevap yoktu.
"Şey, biraz anlaşılabilir bir durum aslında." dedi Chris. Söyleyip söylememek arasında kalmış gibiydi. Derin bir nefes aldı. "Bir pijama partisine davetli." dedi en sonunda. "Bu... Bir sorun mu?" diye sordu Ymir Chris'e dönerek. Chris, Ymir'in çatık kaşlarına gülümseyerek baktı. "Normalde hayır. Ama çağıran kişi Barl prensesi. Ayrıca davetliler arasında ablamın anlaşabildiği kimse yok." dedi.
Ymir şaşırmıştı. Prenses Jennifer gibi cana yakın ve güleç bir insanla anlaşamayacak kimse var mıydı ki? "Garip bir durummuş." diye yorum yaptı. "Daha önce hiç bir prensesle karşılaşmadığım için anlam veremiyorum doğrusu." dedi.
Chris aklına gelen soruyla duraksadı. Gözlerini kaçırdı. Ymir'e kaçamak bir bakış attığında Ymir'in onu beklediğini gördü. Chris'in bir şey demesini bekliyordu. "Şey soracaktım..." dedi Chris, Ymir'in bakışlarına karşılık. "Ülkenizin yakınındaki prens ve prenseslerle karşılaşmadın mı hiç?" Ymir başını iki yana salladı. "18 yaşımı doldurmadan herhangi bir resmi davete katılamadım." dedi sadece. İşte şimdi Chris'in asıl merak ettiği soruyu sorması gerekiyordu. "Sen... Kaç yaşındasın?" diye sordu.
Ymir duraksadı, aklından kaba bir hesap yaptı. Hesaplarken dışından da konuşuyordu. "Saldırı yapıldığında nach 17'deydik. Doğum günüm ssan 6. Şu an... Ssan 24'te olmalıyız... Yani..." Sonucu bulmanın sevinciyle Chris'e baktı. "18 gün önce 18 yaşımı doldurdum." dedi neşeyle.
Chris şoka uğramıştı.
"Yani, 18.doğum günün..." Nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Ymir güldü. "Evet, doğum günümde denizin ortasında bir salda baygın yatıyordum." dedi umursamaz bir tavırla. Tekrar bir hesaplama yaptı. "Gerçi ne zaman karaya çıktık bilmiyorum. Belki doğum günümde karaya ulaşmış olabiliriz." diye ekledi. Bu sözler Chris'i güldürmedi bile.
"Ben... Üzgünüm... Yani... Doğum gününü kutlayamadın..." Sustu. Düşününce Ymir'in en son derdi doğum gününü kutlamamaktı muhtemelen.
"Zaten pek de doğum günü sayılmaz." dedi Ymir omuz silkerek. "Sokakta yaşayan yaşlı bir teyze vardı. Beni bebekken ssan 6'da bulmuş. Daha erken doğmuş olma ihtimalim yüksek."
Bunu duymak Chris'i daha da kötü hissettirdi.
Ymir artık alıştığı gerçeklerin başkalarını nasıl etkileyeceğini hiç düşünmemişti. Bu yüzden her dediği kelimenin Chris'i daha da üzmesi Ymir'in de üzülmesine sebep oluyordu. Chris'i bu psikolojiden çıkartması gerekiyordu. Ayağa kalktı. "Neyse, bu kadar dinlenmek yeter." dedi. Chris kendini Ymir'e bakmaya zorladı. "Saray etrafında iki tur atıp antrenmanımı bitireceğim." dedi Ymir. Chris Ymir'in çabasının farkındaydı. "Ben de katılabilir miyim?" diye sordu. Ymir neşeyle cevap verdi; "Elbette!"
Chris ayağa kalktığında Ymir Chris'in kıyafetlerine baktı. Chris de Ymir gibi siyah bir eşofman takımı giymişti. Güzel bir tesadüf, diye düşündü Ymir. Duraksadı. "Baksana Chris..." dedi Ymir. Chris Ymir'e baktığında gözündeki şüphe dolu bakışı fark etti. "Neden bu sabah normalin aksine eşofman takımı giydin?"
Chris yüzündeki gülümsemeyi korumak için çaba sarf etti. Elbette eşofman giyerken yakalanma ihtimalini düşünmüştü. Eh, dönüp de 'Camdan seni izledim' diyemeyeceği için çok makul bir kılıf uydurmuştu; "Dün eşofman takımı sipariş ettiğini duydum." dedi gülümseyerek. Yalan değildi, gerçekten de terziden bunu duymuştu.
Ymir'in şüphe dolu bakışları gevşedi, bakışları yumuşadı. "Ah, anladım." dedi gülümseyerek. İnanmıştı, ve Chris bundan çok memnundu.
###
"Geç kalacaksın." dedi Belinda aynaya bakarken. Eşi Theo umursamaz bir sesle "Kahvaltıdan önce kimse taht odasında olmaz." dedi. Belinda da bunun farkındaydı, ama herkes uyandıktan sonra giderse kralın günlük rutinini aksattığını herkes anlardı.
"İlgini çeken şey ne öyle?" diye sordu eşine bakmadan. Aslında tahmin edebiliyordu, ama hiçbir zaman onları kontrol etmesi bu kadar uzun sürmezdi.
"100 şınav ve 100 mekik." dedi Theo. Belinda kaşlarını çattı, Theo'ya baktı. "Efendim?" diye sordu tekrar etmesi için. "100 şınav ve 100 mekik. Ve hala nefes nefese değil." dedi Theo. "Chris mi?" diye sordu Belinda. Oğlunun formda olduğunu biliyordu, bu o kadar da şaşırtıcı olmazdı. Gerçi düşününce spor yapması başlı başına şaşırtıcıydı. "Ymir." diye cevap verdi Theo.
"İlginç." dedi Belinda yerinden kalkarak. Theo sözlerine devam etti; "Tekmeleri başarılı. Saray etrafında koştuğu halde nefes nefese değil. Üstüne kararlı bir şekilde spor yapıyor."
Belinda hala önemli olan kısmı anlamamıştı. "Ondan şüpheleniyor musun?" diye sordu. Theo başını iki yana salladı. "Sahilde gördüklerimin rol olması imkansız." Ymir'in yaşadıklarını bir süre daha unutamayacağını biliyordu. Kız ailesiz kalmayı iliklerine kadar yaşamıştı.
"O zaman..?" diye mırıldandı Belinda. Korkusuz Kral Theo gözlerini kaçırdı. "Bilirsin... Jennifer kendini partide yalnız hissedecek... İyi bir yol arkadaşı onun için de iyi olur..." dedi kendi kendine konuşurcasına. "Ya da kişisel bir koruma. Mümkünse şüphe çekmeyecek bir kadın koruma." diyerek eşini tercüme etti Belinda. Kızına aşırı korumacı davranan eşini gülümseyerek izliyordu.
Şey, diğerleri de aşağı kalmıyordu hani. Eliezer yaşadığı yıkıcı tecrübeye kadar babasının dibinden ayrılmayan hevesli bir gençti. Alexander bir prensten çok kütüphaneci gibi yaşamak istemişti, ve babası da buna göz yumuyordu. Belinda Jennifer'ı prenseslik eğitimine soktuğunda Theo onlarca kez eşiyle karşı karşıya gelmişti, kızının zorlanmasına göz yummamıştı. Christopher ise ailenin en genç üyesi olarak fazlasıyla şımartılıyordu.
Eşinin bir anlık dalgınlığından faydalanan Theo hızlıca kapıya yöneldi. "Sanırım kahvaltıdan önce Ymir'le konuşmalıyım." diye mırıldandı.
Belinda itiraz etmek istedi. Jennifer o şımarık prenseslere katlanabilirdi, ama bu kadar duygusal bir dönemden geçen Ymir'in rahatsız olacağı şeyler yaşanabilirdi. Böyle bir durumda Ymir'in dövüşmeyi bilmesi avantaj değil, dezavantaj olurdu. Duraksadı. Ymir evine bir prenses olarak dönecekti. Evine dönemese bile Belinda prensesliğin Ymir'in kaderinde yazılı olduğunu düşünüyordu. Diğer prenseslerle tanışmak avantajlı olabilirdi.
Tabi, önce Ymir'in bunu kabul etmesi gerekiyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |