
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Gülümsedi. Uzun zamandır ilk defa bu kadar erken uyanıyordu. Net bir süre vermek gerekirse en son bir buçuk ay önce bu kadar erken uyanmıştı. Bir diğer diyişle, Ymir'in saraydan ayrıldığı gün...
Heyecanla dolabını açtı. Ne giymeliydi? Gömlek ve pantolon? Çok mu resmi kaçardı? Eşofman takımı? Bu da çok basitti sanki. Önceden ne giyiyordu ki? Üstünden bir buçuk ay geçtiği için unutmuştu.
En sonunda eşofman giymenin çok saçma olacağına karar verdi. Süslü, ama abartılı olmayan mavi bir gömlek giydi. Koyu mavi, bol sayılabilecek bir pantolon seçti.
Üstünü değişip saçını taradıktan sonra aynaya son kez baktı ve dışarı çıktı.
Koridor boyu keyifle yürüdü. Sabahın çok erken bir saati olduğu için etrafta kimse yoktu. Koridorun süslü kısımları yavaş yavaş biterken kalbini bir heyecan sardı. Ymir'in kapısının önünde durdu.
Beyninden binlerce soru geçiyordu. Ya Ymir uyanık değilse? Ya onu görmek istemiyorsa? Ya bu olanlardan sonra saraydan gitmek istediğini söylerse?
Her bir ihtimal onu daha da çok korkutuyordu.
Her şeye rağmen hafifçe kapıya vurdu. Cevap gelmezse uyuduğunu varsayıp geri odasına gidecekti. Ama fazla beklemesine gerek kalmadı. "Gel." dedi Ymir. Chris yavaşça kapıyı açtı.
Ymir kapıya merakla bakıyordu. Chris'i görünce istemsizce gülümsedi.
"Hoşgeldin Chris." dedi neşeyle. Duraksadı. "Ya da, Prens Christopher." dedi resmi bir dille. Chris göz devirdi. "Tüm sarayın sana 'Prenses Ymir' demesini istiyorsun galiba." dedi rahat bir tavırla. Ymir somurttu. "Harika, karşı tehdit hazırlamışsın." dedi. Ses tonu bunun hiç de harika olmadığını gözler önüne seriyordu.
Chris Ymir'in yatağının yanındaki sandalyeye oturdu. Ymir de yatakta oturuyordu. Chris ne demeliydi bilmiyordu. Aklındaki her şeyi sıraya koyduğunda onun için en önemli olan soru ortaya çıkmıştı. "Nasılsın?"
Ymir duraksadı. "Şey, çok kötü bir uykudan uyanmış gibi." diye özetledi. "Ama şu an daha iyiyim." diye ekleme yaptı. "Sevindim." dedi Chris. "İstediğin bir şey varsa söyle, tamam mı?" Ymir tekrar gülümsedi. "Olur." dedi kısaca. Ama söylemeyi düşünmüyordu. Zaten yeterince zahmet veriyordu. Bir de özel istekte mi bulunacaktı? Bu imkansızdı!
"Annemgil seni ziyarete gelecek." dedi Chris. Ymir şaşırmıştı. "Kral ve kraliçe mi?" dedi inanamayarak. Chris basit bir şekilde "Evet." dedi. "B-buna hiç gerek yok. Ben onları ziyaret ederim." dedi Ymir telaşla. Chris Ymir'e kuşkuyla bakıyordu. "Onları odada istemiyor musun?" diye sordu. Ymir anında cevap verdi. "Olur mu öyle şey?! Sadece kral ve kraliçenin benim için gelmesi garip hissettirdi."
Chris Ymir'in kendini hafife aldığını düşünüyordu.
"Neyse ne. Öyle ya da böyle kahvaltıdan sonra seni ziyarete gelecekler." dedi Chris. Ymir'in anlık yüz ifadesi değişti. Ama o kadar hızlı geri düzeltmişti ki Chris doğru görüp görmediğinden emin olamamıştı. "Bir sorun mu var?" diye sordu. Ymir telaşla başını iki yana salladı. "Y-yook." dedi. Chris ikna olmamıştı, ama üstüne gitmeyecekti. Konu değiştirmek istedi. "Eh, normalde bu zamanlar kahvaltıya kadar dışarıda oluyorduk değil mi?" dedi dalgınca. Ymir derin bir nefes aldı. "Evet, spor yapardık." diye cevap verdi. Chris hafifçe güldü. "Doğru. Ama kahvaltı vakti ayrılırdık. Prens olduğum için hiç beraber kahvaltı yapamadık." dedi. Düşününce bu oldukça üzücüydü.
Odada bir ses yankılandı.
Chris Ymir'e baktı. "Karnın mı guruldadı senin?" diye sordu. Ymir gözlerini kaçırdı. "Hayır..." dedi demesine de, tam o anda bir kez daha guruldadı. Chris bu sefer emin olmuştu. "Acıktın mı?" diye sordu. "Hayır..." dedi Ymir yeniden. Ama Chris inanmadı. "Dün akşam ne yedin?" diye sordu. Ymir bu soru karşısında gafil avlandı. Lily'nin getirdiği tepside ne vardı?
Yemediği için hatırlamıyordu.
"Umm... Emin değilim. Sanırım şey vardı. Imm, pilav?"
Chris öfkeyle ayağa kalktı. "Dün sana yemek getirmediler mi?" diye sordu sakin olmaya çalışarak. Ymir Lily'nin suçlamasından korktu. "Getirdiler tabi ki! Ama ben yiyemedim." dedi. Sonra ağzını kapattı. Lily gelince ona söyleyecekti, Chris'e değil! Chris ofladı. "Yani, uyandığından beri hiçbir şey yemedin." Bu bir soru değildi, ama Ymir cevap verme gereği hissetti. "Hayır, ama önemli değil. Lily birazdan gelir zaten." Chris Ymir'e dik dik baktı. Güneş doğalı daha bir saat olmamıştı. Lily'yi bırak, kimse uyanmamıştı ki daha!
O zaman kahvaltıyı kimden isteyecekti?
Chris kararını verdi, kapıya yöneldi. "On beş dakikaya geliyorum." dedi. Ymir "Dur!" dedi anında. Chris Ymir'e baktı. "Kimseyi uyandırmayacaksın, söz ver bana." dedi Ymir. Chris gülümsedi. Ymir neden bu kadar iyi kalpliydi? Çok tatlı bir kızdı gerçekten. "Merak etme, kimse uyanmayacak." dedi. Odadan çıktı.
Ymir pişmanlık ve kendine duyduğu öfkeyle kalakaldı.
Chris bir alt kata, mutfağa indi. En son 10-11 yaşlarında girmişti buraya. Neyse ki çok bir şey değişmemiş gibi görünüyordu. Dürüst olmak gerekirse daha önce hiç kahvaltı hazırlamamıştı. Ama dışarıda kamp yaparken askerlerin nasıl hazırladığına bakmıştı. Az çok bir fikri vardı. Hem küçüklüğünden hem de kamptan kalan anılarını birleştirerek bir şeyler hazırlayacaktı işte.
Önce bir tava buldu. Bir kase ve yumurtaları buldu. Pişirme kısmında ufak bir ateş yaktı. Tavayı koydu. Tam yumurtaları dökecekti ki yandaki sıvı yağ şişesi dikkatini çekti. Doğru ya, önce biraz yağ dökmeliydi. İki yumurta için ne kadar sıvı yağ konurdu? Biraz döktü, tavanın tabanını bile kaplamamıştı. Az olacağına çok olsun diyerek bir o kadar daha koydu. Üzerine de yumurtaları ekledi.
Yumurta pişerken kilerden bir domates ve bir salatalık aldı. Gözüne güzel görüneni seçmişti. Yumurtayı kontrol etti, pişmeye yaklaşmıştı. Pişene kadar yumurtalarla ilgilendi. Yumurtanın yeterince piştiğini düşünüp tavayı ateşten uzak bir yere koydu. Salatalığı soymaya çalıştı. Kabukla birlikte salatalığı da attığını fark edince vazgeçti. Salatalıklar tazeydi, kabuğu sorun olmazdı. Askerler bu tarz sebzeleri ellerinde doğruyordu. Gördüğü kadarıyla yapmaya çalıştı. İstediğinden büyük ve yamuk olmuştu. Bıçak kullanmak niye bu kadar zordu? Kılıç kullanan birinin bıçak kullanmada zorlanacağı aklının ucundan geçmezdi.
Salatalık doğrarken zorlanmıştı, ama yine de doğrayabilmişti. Domates ise başka bir meseleydi. Kabuğu kaygandı. Chris bir iki kez bıçağı elinden kaçırdı. Neyse ki bir yerlerini kesmedi. Ama domates gerçekten doğranmıyordu. Canına tak etti. Domatesi tezgaha koydu. Bıçağı kılıç gibi kullanarak domatesi kesti. Yarımları da aynı yöntemle kesti. Dört dilimi de aynı yöntemle ikiye yardı. Artık sekiz dilim domatesi vardı. Daha da küçültmeye cesareti yoktu.
Tavayı, domates salatalık tabağını, iki bardak suyu bir tepsiye koydu. Kilerden bulabildiği en yumuşak ekmeği buldu. Onu da tepsiye ekledi.
Yirmi beş dakikanın sonunda elinde tepsiyle Ymir'in odasına girdi. "Ta da..!" dedi neşeyle.
Ymir yumurtanın konusunu alınca yutkundu. Yalan yoktu, acıkmıştı. Zaten istese de yalan söyleyemiyordu. Karnı tekrar guruldamıştı. Yine de hemen mutlu olamadı. "Uyanık birini aradığın için mi geciktin?" diye sordu gülümseyerek. Şaka yapıyormuş gibi sorsa da gerçekten merak ediyordu. Chris kıkırdadı. "Hayır." dedi, "Kendi ellerimle hazırladım." Ymir buna gerçekten şaşırmıştı. "Kahvaltı hazırlamayı biliyor musun?" diye sordu. Chris bir an evet demeyi düşündü. Sonra doğradığı sebzeleri gördü. Evet derse daha da rezil olurdu. "İlk denemem." dedi sadece.
Chris tepsiyi yatağın diğer tarafındaki masaya koydu. Önüne de bir sandalye çekti. "Nasıl olduğunu merak ediyorum." dedi heyecanla. Ymir için hazırladığı sofradan ilk lokmayı Chris yedi. Kaşlarını çattı. "Bu yumurtada bir gariplik mi var?" diye sordu kafası karışık bir şekilde. Ymir merak etmişti. Bir lokma da o aldı. "Yoo, yumurtanın tadı normal." dedi açıkça. "Sadece tuzu eksik." diye ekledi.
Tuz. Tabi ya!
Chris elini alnına vurdu. "Gerçekten bunu düşünemediğime inanamıyorum!" dedi git gide yükselen sesiyle. "Dur gidip getireyim." dedi. Ama o ayağa kalkamadan Ymir onu durdurdu. "Boşver. Hem, sen tuzu getirene kadar ben burayı bitirmiş olurum." dedi. Chris şöyle bir düşündü. En sonunda Ymir'in haklı olduğunu kabul etti.
Öyle ahım şahım bir yemek değildi, ama ikisinin de hayatlarında yedikleri en iyi kahvaltıydı.
Ymir kahvaltıyı bitirdikten sonra gülümseyerek arkasına yaslandı."Ellerine sağlık Chris. Çok lezzetli bir sabahtı." dedi. Chris'in ağzından bir 'hıh' kaçtı. "Tuzsuz yumurta, yamuk yumuk doğranmış bir salatalık ve iri kesilmiş domates. O kadar da güzel olmadığının farkındayım." dedi. Ymir anında itiraz etti. "Bu kahvaltıyı sen hazırladın, daha da önemlisi beraber yedik. Şu ana kadar hiç bu kadar lezzetli kahvaltı yapmamıştım." Chris'in gözlerine baktı. İçtenlikle gülümsedi. "Teşekkür ederim." dedi.
İki kelime. Topu topuna iki kelimeydi, ama Chris hayatında hiç bu kadar mutlu hissetmemişti. Hayatında ilk defa kahvaltı hazırlamıştı ve değer verdiği bir insan bu kahvaltıyı sevmişti. Kendisiyle gurur duyuyordu!
Tepsiyi kenara bırakıp sohbet etmeye devam ettiler. Bu sırada hizmetçiler de uyanmış, odaya gelmişti. Chris tepsiyi onlara teslim etti ve hiçbir şey olmamış gibi sohbete devam etti. Kahvaltı vakti yaklaştığında da ayağa kalktı, Ymir'e "Afiyet olsun." diyip kahvaltı için hazırlanmaya gitti.
O günkü kahvaltı hem Ymir için hem de Chris ve Jennifer için oldukça heyecanlı geçmişti. Hizmetçiler Ymir'in kahvaltısını erkenden getirmiş ve yine erkenden toplamıştı. Bu sayede kraliyet ailesi kahvaltısını bitirdiğinde Ymir de kahvaltısını bitirmişti.
Kahvaltıdan sonra Ymir heyecan ve endişe içinde bekliyordu. Ama bir anda dikkati dağıldı. Garip bir hareketlilik hissediyordu. Elini yastığının altındaki hançere doğru uzattı. Tüm dikkati penceredeydi. Ve şüphelendiği gibi ne oluyorsa pencere tarafında oluyordu.
Bir gölge pencereden içeri atladı.
Ymir rahatladı, gülümsedi. "Neden düzgünce kapıdan gelmedin ki?" dedi neşeyle. Karşılığında hafif bir kükreme aldı.
Yıldız gülümseyerek yaklaştı Ymir'e. Ymir eğilerek Yıldız'ın başını okşadı. "Gerçi sen de haklısın. Seni o kadar endişelendirdim, sonra da hiç özür dilemedim." Yıldız itiraz niteliğinde hafif bir ses çıkardı. Ymir kıkırdadı. "Olsun." dedi, "Ben yine de özür dilemek istiyorum." Yıldız'ın gözlerine baktı. "Seni endişelendirdiğim için özür dilerim."
Kapının çalınmasıyla ikisi de neye uğradığını şaşırdı.
"B-Buyrun." diye kekeledi Ymir. Kim gelmiş olabilirdi ki? Kapı açıldı. Ve Ymir bir anlık dalgınlıkla unuttuğu ziyareti hatırladı. Hatırlamama şansı yoktu zaten. Kral Theo, Kraliçe Belinda, Prens Eliezer, Prens Alexander, Prenses Jennifer ve Prens Christopher... Kısaca tüm McWilliam kraliyet ailesi içeri girdi.
Yıldız gelenleri görünce olduğu yere uzandı. Yıldız'a uzanan Ymir anında doğruldu. Ne yapmalıydı?! Aklına ilk gelen şeyi yaptı, hafifçe eğilerek kralı selamladı. "Kraliyet ailesini ağırlamak bir onurdur." dedi, aklına gelen ilk cümleyi diyivermişti. Anlam bozukluğunu umursayacak durumda değildi şu an.
Jennifer ve Chris odadaki iki sandalyeyi kapıp yatağın yanına koydular. Kral ve kraliçe bu sandalyelere oturdu. "Lütfen rahat ol." dedi Kral Theo. "Buraya bir kral olarak değil, bir baba olarak geldim."
Ymir duyduğu cümlelerle yavaşça doğruldu. Kral Theo ve Kraliçe Belinda hüzünlüydü. Prens Eliezer dalgındı, Prens Alexander ise her şey normalmiş gibi davranıyordu. Neyse ki Prenses Jennifer ve Chris şaşkındı da Ymir kendini yalnız hissetmiyordu.
Kral Theo derin bir nefes aldı. "Ymir. Birini kaybetmenin ne kadar zor olduğunu iyi biliyorsun." dedi giriş olarak. "Anne-babamı kaybettim, kardeşlerimin ölümünü gördüm. En çok da evlat acısıyla yanıp kavruldum." Ymir son duyduğu bilgiyle şaşırmıştı. Kral Theo çocuğunu mu kaybetmişti? "Bana tekrar bu acıyı yaşatmadığın için teşekkür ederim."
Ymir ne diyeceğini bilemedi. "T-Tek yaptığım görevimi yerine getirmekti. Sizin yaptıklarınız karşısında bu bir hiç." diye mırıldandı. Ama Kraliçe Belinda daha cümle tamamlanmadan başını iki yana sallamıştı. "Bizim yetersiz önlemlerimiz yüzünden bu başımıza geldi. Özür dileriz." dedi. Ymir anında söze karıştı. "Kimse bunu öngöremezdi. Lütfen kendinize haksızlık etmeyin! Hem-" Duraksadı, yatağın görünmeyen tarafına doğru baktı. "Hem o suikastçiyi fark eden Yıldız'dı. O olmasa ben koruma görevimi yapamazdım."
Kral Theo hafifçe gülümsedi. Ymir'in telaşlı halini fark etmişti. Kendisi de bir prenses olduğu halde başka bir kralın karşısında bu kadar heyecanlı olması biraz garipti. Onu daha fazla rahatsız etmek istemiyordu." Haklısın, ama bu senin cesaretini gölgeleyemez. İyileştiğinde ikinizi de uygun bir şekilde ödüllendireceğim." dedi. Ymir itiraz edemeden ayağa kalktı. Belinda da onunla birlikle ayağa kalkmıştı. "İyi olman dileğiyle." dedi kral. "Bir şey lazım olursa istemekten çekinme." dedi kraliçe. İkisi odadan çıkarken Ymir "Teşekkür ederim." diyebildi sadece.
Kral ve kraliçe odadan çıksa da Ymir rahatlayamamıştı. Bunun sebebi olan Prens Eliezer Ymir'e yaklaştı. "Kardeşimin hayatını kurtardın, teşekkür ederim." dedi doğrudan. Sonra duraksadı, bakışlarını kaçırdı. Yüzünde acı çeker bir ifade vardı. "Bir de... Kaba davranışlarım ve... Önyargım için... Ö-özür dilerim." Kelimeler ağzından dökülürken o kadar zorlanıyordu ki yüzü şekilden şekile girmişti. Ama Ymir, Chris ve Jennifer bunun farkında bile değildi. Onların dikkat ettiği nokta farklıydı.
Prens Eliezer, ÖZÜR MÜ DİLEMİŞTİ?!
Eliezer derin bir nefes aldı. Neredeyse bitmişti. Söylemesi gereken son bir cümle kalmıştı. Bu düşünceyle tekrar kendine geldi, dik durdu. Ymir'e baktı. "Bundan sonra kaba davranmayacağıma emin olabilirsiniz." dedi. Odadan çıktı.
Eliezer büyük bir stres ve yaşaran gözlerle odasına ilerlerken içerine şoka uğramış olan Chris, Jennifer ve Ymir kalmıştı. "A-az önce ne oldu?" diye sordu Jennifer. Chris o kadar şaşkındı ki gördüğü şeyi kelimelere dökemiyordu. Eliezer abisi özür mü dilemişti? Bu cümlenin imkansızlığı onu kendine getirdi. "Abim ne planlıyor acaba?" diye mırıldandı. Ama Alex onu duymuştu. "Chris!" diyerek uyardı onu. Chris inatçıydı. "Ama abi! Daha düne kadar Ymir'e demediğini bırakmadı. Neden birden bire özür dilesin ki?" diye çıkıştı. Jennifer da aynı şeyi düşünüyordu. "Şey, benim hayatımı kurtardı. Ayrıca 20 gün yattı. Belki de pişman olmuştur." diye fikir yürüttü. Ama Chris bundan o kadar da emin değildi. "Daha Ymir'i görmeden ona karşı duruyordu. Bir şey yapmadan kin güden biri neden kötü durumda diye üzülsün ki?"
"Abimize bu kadar önyargılı yaklaşma Chris." diye uyardı Alex. Chris omuz silkti. "O hep önyargılı ve kötümser biri. Neden ben nazik olmak zorundayım?"
Nedense bu sözler Alex'i sinirlendirmişti.
Buna rağmen Alex sakinliğini korudu. "Eliezer abimin böyle davranmak için sebepleri var. Anlayışlı olmalısın."
"Bunu bana da söyledin abi. Ama o sebepleri hiç söylemedin." dedi Jennifer.
Şimdi bütün gözler Alexander'daydı.
Alex kardeşlerine baktı. İkisi de meraklı görünüyordu. Bunu sır olarak saklamanın iyi olacağını düşünmüştü, ama şimdi bakıyordu da Chris kendi abisine düşman olmuştu. Bu hiç de isteyeceği bir şey değildi. Anlatmalı mıydı? Ymir'e doğru baktı. Ymir saklamaya çalışsa da meraklıydı. Derin bir nefes aldı. "İyi o zaman. " dedi pes ederek. "Oturun. Size anlatayım."
Chris ve Jennifer heyecanla sandalyeye oturdu. Alex de Ymir'in yatağının ucuna oturmuştu. "Jennifer, küçükken gördüğün bir kabus vardı. Hala hatırlıyor musun?" diye sordu. Jennifer bir an bile duraksamadı. O kabusu unutması mümkün müydü? "Evet." dedi anında. Alex burukça gülümsedi. "O kabus değildi, gerçekti."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |