Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@ratuttu

-İYİ Kİ DOĞDUN-

Ne hasta bekler sabahı

Ne taze ölüyü mezar

Ne de şeytan bir günahı

Seni beklediğim kadar

-Necip Fazıl Kısakürek

Yine oturmuştu defterinin başına. Yine, yeni, yeniden onu anlatmıştı her sayfasına. Yine dalmıştı yaşayamadıklarına, söyleyemediklerine. Korkaktı, pişmandı. Çok pişmandı. Yaptıklarına değil yapamadıklarına, yapmadıklarına pişmandı. Zamanı keşke geri alabilsem diye düşünürdü hep bu defterin başına geçince. Keşke geri alabilsem ve daha cesur olsam. O zamanlar yaptıklarının doğruluğundan emin olan aklı yıllar geçtikçe kalbiyle büyük bir savaşa girmiş ve en büyük keşkesi haline gelmişti o zamanlar. Hayata geç kalınmaması gerektiğini en iyi bilen oyken hayatına geç kalmıştı yine.

Görkem… En derin kalp sızısıydı o Efsun’un. En derin boşluklarıydı. Kolay kolay kapanmayacak yaralarıydı…

Mine evden çıktığından beri önüne koyduğu defterle bakışıyor içindekileri bir bir döküyordu en sadık dostuna. Bunca zaman en gizli, en saklı köşelerde tuttuğu duygularını bir tek ona anlatabilmişti. Çok sevmişti, sevmeyi öğrenmişti. Biraz acı bir tecrübe olmuştu onun için ama onunla yaşadığı her anıya minnettardı bir yandan.

7 Ekim…

Bugün kalp sızısının doğum günüydü. Sadece iki doğum gününde yanında olabilmişti. Sadece iki doğum gününde ona güzel dileklerini söyleyebilmişti. Ondan ayrı geçirdiği her doğum günü onun bugünü başkalarıyla kutlama düşüncesiyle kalbini ezip geçiyordu. Belki şuan sevgilisinin yanındaydı, belki kalabalık bir arkadaş topluluğuyla kutlayacaktı doğum gününü. Görkem’in yüzünü, Efsun’un bakmaya kıyamadığı, baktıkça nefesinin kesildiği gülümsemesi süsleyecekti. Uzaktan da olsa izleyemeyecek olmak çok, çok acıtıyordu canını.

Onunla iletişimi kesmeye karar verdiğinde her şey daha kolay olur sanmıştı. Unutur, zamanla sevgisi azalır ve sonunda içindeki boşluklar kapanır diye düşünmüştü. Onun yanında ona gizlerini söylemeden durmak zor gelmişti onun için ama işler hiçte öyle olmamıştı. Uzaklık hiç yardımcı olmamıştı Efsun’a. Daha çok acıyordu şimdi canı. Daha çok sızlıyordu içindeki boşluklar. Daha çok parçalanıyordu içi onun kokusunu duymadığı için. Belki biraz daha cesaretli olsa her şey farklı olur muydu?

Belki o hazırlardı ona en güzel sürprizi. Tutardı ellerini bakardı o içinde kaybolduğu gözlere uzun uzun. Çekip sarılırdı sıkıca, bırakmazdı, bırakamazdı. Yüzündeki gülümsemenin sebebi olmak isterdi.

Yine derin nefes alma ihtiyacı hissetti Efsun. Oturduğu sandalyeden kalkıp camını araladı. Sonbaharın o kokusunun odasına girmesine izin verdi. Odasının penceresi kaldıkları apartmanın küçük bahçesine bakıyordu. Bahçedeki ağaçların yaprakları sararmış yavaş yavaş yeri süslemeye başlamışlardı. En sevdiği sonbahar bile içindeki ağırlığı alıp götüremiyordu şimdi.

Çok özlemişti.

Biraz daha camın önünde dışarıyı seyrettikten sonra pencereyi kapatıp masasına geri döndü. Hava, yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Bugün yazdıklarını okuyup kapattı defterini. Örttü tüm gizlerini siyah kapakla. En değerli gizini çıkardığı çekmecesine geri koydu.

Artık çıkması gerekiyordu evden. Arkadaşı evden çıkmadan akşam onlarla buluşması için söz almıştı Efsun’dan. Her ne kadar arkadaşının tam olarak ne yaşadığını bilmese de birini çok sevdiğini biliyordu ve onu üzgün görmeye dayanamıyordu Mine. Çoğu zaman yüzünden eksik olmazdı gülümsemesi Efsun’un. Çok hayat dolu. Çok neşe dolu bir kızdı ama bazen içine kapanırdı. Bazı günler yüzünü güldürmek zor olurdu ve bugünün o günlerden biri olduğunu biliyordu. Evden çıkmamak için çok direnmişti ama Efsun bencillik yapmak istemediği için bir şekilde sevgilisinin yanına postalamıştı arkadaşını ama o yinede evden çıkmadan akşam onlarla buluşması için söz verdirtmişti ona.

Dolabının önüne geçip eline geçen krem triko ve kot pantolonu üzerine giydi Efsun. Üstüne ceketini ve çantasını alarak çıktı evden. Biraz daha geç kalırsa Mine’nin ne kadar çok söyleneceğini tahmin edebiliyordu. Apartmandan çıktıktan sonra temiz havayı içine çekti. Dışarı çıkmayı ne kadar istemese de çıkmak iyi gelmişti, inkâr edemezdi. Apartmanın önünde duran mama kutularının dolu olup olmadığını kontrol ettikten sonra yürüme mesafesinde olan kafeye doğru adımlamaya başladı. Bir yandan ağaçlardan yeni dökülen yaprakların hafif esintili havada çıkardığı sesi dinliyor bir yandan dalgın dalgın yürüyordu.

Kafasında Görkem ve keşkeleri.

Her seferinde keşke diyordu. Keşke bazı şeyleri yaparken sonuçlarını bilsek. Keşke karşımızdakinin ne hissettiğini kolayca anlayabilsek. Keşke zaman bize bir şeyleri göstermek için bu kadar beklemese. Keşke savaşmak için cesaretimiz hep olması gereken zamanda olması gereken yerde olsa. Keşke… Keşke… Keşke… Bunun gibi bir sürü keşke ile yürüyordu şimdi.

On beş dakikalık bir yürümeden sonra ulaştığı kafenin kapısını araladı, içeri girdikten sonra her zaman oturdukları köşeye baktı. Bu kafeyi çok seviyorlardı. İçi rengârenk dizayn edilmişti ama Efsun’un bu kafede en sevdiği şey her şairden bir alıntı ile süslenmiş duvarlarıydı.

Hep oturdukları köşede Necip Fazıl’ın dizeleri süslüyordu duvarı. “Ne hasta bekler sabahı” diye başlayan dizeler, “Seni beklediğim kadar” diye son buluyordu. Ve Efsun o dizelerin altında otururken ne kadar keşke dese de içinden beklediği günlerin elbet bir gün geleceğine olan inancını diri tutuyordu her zaman.

Ezbere bildiği köşeye bakan Efsun’un istemsizce kaşları çatıldı. Mine ve Mert’i görmüştü ama arkası kapıya dönük biri daha vardı masada. Habersiz kimseyi çağırmazlardı buluşmalarına. Mert ise kapının açılmasıyla arkadaşını görmüş ve ayağa kalkmıştı. Efsun masaya doğru ilerlerken kaş göz hareketleri ile masada oturan diğer bedeni işaret ediyordu Mert’e. Kafası bu kadar doluyken yeni biriyle tanışmak güç geliyordu.

Mert küçük bir sarılma verdikten sonra arkasında kalan bedene bakışlarını çevirmişti ki iki bedende olduğu yerde kalakaldı. Nefesi kesildi Efsun’un karşısında gördüğü bedenle. İçinde gün boyu bastırdığı ağlama isteği çığ gibi büyüyordu şimdi. Kaçtığı bedeni, yıllarca görmek istediği, umutsuzca belki bir yerde karşılaşırım diye beklediği bedeni karşısında görmek en son bekleyeceği şeydi. Ama onlar Efsun’un bunca sene umutla beklediği köşede yıllar sonra karşılaşmışlardı.

Eksikliği duruyordu karşısında Efsun’un. Kırmışlığı, kırılmışlığı, söyleyemediği gizleri duruyordu şimdi karşısında. Dile kolay beş senesi. İkisi onunla üçü onsuz geçen beş senesi. Her doğum gününde hediyesini alıp veremediği adam. İlk aşkı...

On altı yaşındaydı Efsun onu ilk gördüğünde. On sekiz yaşındaydı kalbini kırıp gittiğinde. Ve şimdi yirmi bir yaşındaydı yeniden gördüğünde. Unutmak için üç senesi vardı ama unutamamıştı. Unutmaya ne kadar çabalarsa çabalasın ya kendini piyano başında ya kara kaplı defterinin başında ya da dans odasında buluyordu.

Özlemişti. Kokusunu özlemişti, kara gözlerini özlemişti, elinin eline değişini, ona piyano öğretişini, beraber müzik dinlemeyi, beraber şiir okumayı… Özlemişti. İnkâr etmiyordu. Şimdi ise karşısındaki bedene hazırlıksız yakalanmıştı. Tüm bedenini bir titreme almıştı. Karşısındaki beden onun kalp atışlarını duymasın diye dua ediyordu çünkü şuan kalbi sanki göğüs kafesini delip geçecek gibi hızlı atıyordu.

Onunla deli gibi karşılaşmak istiyordu. Hiçbir şey söylemeden ilişkisini kestiği için kendi bulamıyordu karşısına çıkacak cesareti ama hep Bir gün bir yerde ansızın karşılaşsak bir daha bırakmam. Bir daha bu kadar cesaretsiz olmam diyordu kendi kendine ama şuan o cesaret kırıntılarından kaldı mı emin değildi Efsun.

Görkem’de de durumlar farklı değildi aslında. En değer verdiği insanlardan biri ansızın ilişkisini kesmek istediğini söyleyip ortadan kaybolmuştu ve bir daha görmemişti onu. Deli gibi özlemişti o da. Bu sürede ne hata yaptığını düşünmüştü. Ne oldu da kırdım onu diye yiyip bitirmişti kendini. Ondan aldığı cesaretle ailesinin karşısında dururken onu bir daha görememek canını yakmıştı Görkem’in de.

Aradan kaç dakika ya da kaç saniye geçti bilmiyordu iki bedende. Olanları anlamaya çalışıp beklemekten sıkılan Mert’in yalandan öksürmesiyle kendine gelmişti ikili. Görkem yüzünde şaşkınlıkla birlikte beliren gülümsemeyle yerinden kalkarken “Efsun.” diyebilmişti sadece. Efsun ise hasret kaldığı sesin kulaklarından kalbine ulaşmasıyla bir boşluk daha eklemişti kalbindeki boşlukların yanına.

Efsun hala sessizliğini korurken Mine artık tedirgin olmaya başlamıştı, olanlara anlam veremiyordu. Arkadaşının Görkem ile nereden tanıştıklarını düşünüyordu. Mert, Görkem’in Efsun’un adını bilmesiyle kaşlarını çatarken Mine’nin de merak ettiği soruyu sordu. “Siz tanışıyor musunuz?”

Efsun hala kitlendiği yerden kendine gelmeye çalışırken Görkem Efsun’un arkasında kalan bedene bakışlarını çıkartıp “Tanışıyoruz” demişti yüzünde buruk bir gülümsemeyle. Duyduğu cümleyle Efsun’un da yüzünde buruk bir gülümseme oluşurken “Evet, lisedeyken sıra arkadaşımdı.” dedi.

O an idrak etmişti karşısındaki bedeni Efsun. O an karşısında ki bedenin kalp sızısı olduğunu idrak etmişti işte.

Bilir misiniz sevilmeden sevmeyi? Bilir misiniz uğruna şiirler yazmayı? Bilir misiniz o karşınıza geçip başkalarından bahsederken için için ağlamayı? Bilir misiniz içinizde büyüttüklerinizi arkadaşlığımız biter de bir daha göremem diye gizlemeyi? Bilir misiniz bir yanınızı çiçek bahçesine çeviren adamın aynı zamanda o çiçek bahçesini tarumar ettiğini?

Efsun bilirdi. Efsun, çok iyi bilirdi.

Masada oturan Mine Efsun’un cümlesiyle bozguna uğrarken onun kalp sızısı olduğunu anlamıştı. Evet, her şeyi detaylı bir şekilde bilmiyordu belki. Hep Efsun’un bilmesini istediği kadar şeyler biliyordu ama unutamadığı aşkının lisedeyken sıra arkadaşı olduğunu söylemişti Efsun ona. O yüzden şuan ki kalakalmışlığın neden olduğunu çok iyi anlıyordu. Arkadaşının gözündeki doluluğu çok iyi anlıyordu Mine.

Bu sırada şaşkınlığından ilk sıyrılan Görkem “Nasılsın?” deyip kısa bir sarılmanın içerisine çekti Efsun’u. Sanki kalbi durmuştu o an. Görkem’in sarılışına karşılık vermek için titreyen ellerini yavaşça sırtına çıkardı. Yakınlaştığı bedenle özlediği kokuyu içine çekti. Çok özlediği sıcaklığa sonunda kavuşmuştu.

Görkem’in uzaklaşmasıyla kendine gelen Efsun kısaca “İyiyim, sen?” dedi ve masada ki tek boş sandalye olan Görkem’in sandalyesinin yanına oturdu. Bacakları tutmuyordu sanki. Biraz daha ayakta kalsa yere düşüp yığılırdı farkındaydı Efsun. Bugün olaylar çok hızlı gelişiyordu onun için.

Görkem’de kısaca “İyiyim.” derken aslında bu zamana kadar Efsun’a ne kadar çok kızdığını ve onu gördüğü yerde hesap soracağını düşünüyordu. Fakat işler hiç öyle olmamıştı. Görkem’in kızgınlığı Efsun’u görür görmez gitmişti. Kırgındı Efsun’a ama onu daha sonra da halledebilirim diye düşündü. Şimdi yılarca hasret kaldığı bedeni izlemek. Bu ayrı geçirdikleri üç sene de neler yaptığını öğrenmek istiyordu.

Mert ise sorusundan aldığı cevapla ağzından bir “Vaov!” nidası kaçırmıştı. “Yıllar sonra ha. Ne tesadüf ama.” Mine onun koluna sert olmayacak şekilde vurduktan sonra sevgilisine kısaca ‘Ne yapıyorsun be!’ bakışları atarken Mert tekrar önüne dönmüş ve “Görkem seni iyi ki masaya davet etmişiz. Bak! Efsun’la karşılaştın. Dünya ne küçük.” dedi. Her zamanki gibi yine çenesi düşmüştü Mert’in. Mine sevgilisinin sözlerine göz devirirken bir yandan Efsun’un mimiklerini izlemeye çalışıyordu. Ansızın karşılaşmak onu iyi hissettirmediğini düşünüyordu. Mert hala konuşmaya devam ederken en sonunda “Gerçi artık sık sık karşılaşırsınız.” dedi. Masadaki herkes gözlerini bir anda Mert’e çıkarırken.

“Nasıl?” dedi Görkem. Kendisi konservatuarda okuyordu ve Efsun’la aynı okulda olsalar bile konservatuarın bulunduğu kampüs tek başına başka yerleşkede bulunduğu için Efsun’la nasıl sık sık karşılaşacaklarını düşünüyordu. Efsun’unda aslında aklından da başka düşünceler geçmiyordu. Tek farklı düşünce olarak Görkem’in piyanoyu bırakmamış olma ihtimali geliyordu ki bu ihtimal ile gözleri sevinçle parlarken heyecanla Görkem’e döndü.

“Piyanoyu bırakmadın mı?”

Efsun’un neşeli çıkan sesi Mine’nin içini rahatlatırken Görkem’de de minik bir tebessüme sebep olmuştu. Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını iki yana sallarken “Hayır, bırakmadım.” dedi. Efsun vermişti cesareti ona ve Efsun onu bıraktıktan sonra tek dostu olan piyanoya daha sıkı sarılmıştı. Hayatta istediği yoldan gitmeyi Efsun öğretmişti ona. O da Efsun’un öğrettiği en kıymetli şeyi dikkate almış ve kendi yolundan, istediği yoldan gitmişti.

Efsun’un yüzünde gülümseme büyürken Görkem’in piyanoyu bırakmamasına sevinmişti. Onun parmaklarının notalar üzerinde dans edişini seviyordu, kendini bırakarak çaldığı müzikleri seviyordu. Görkem’in ona ilk piyano çaldığı günü hatırlıyordu Efsun.

O gün ilk defa ölen babasından bahsetmişti Görkem’e. İçindeki yarayı anlatmıştı ve ilk o gün omzunda ağlamıştı. Çok özlemişti babasını her zaman olduğu gibi. Görkem o gün onu o boş okul bahçesinde dinlemiş, derdine ortak olmaya çalışmıştı. Sımsıkı sarıp yaralarını iyileştirmeye çalışmıştı. Efsun’un gözyaşları iç çekişlere dönünce ise onun elinden tutup okulun müzik odasına götürmüştü.

Efsun, ne olduğunu anlamadan kendini çeken Görkem’e izin vermiş ve elleri birbirine kentli bir şekilde peşinden ilerlemişti. Sonunda müzik odasına gelince neden buraya geldiklerini anlamasa da Görkem girdikleri kapıyı kilitleyip tekrar Efsun’u çekiştirerek piyano önünde duran tabureye oturtmuştu ikisini de. Sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başlamıştı.

“Sen bana bugün yaranı anlattın. Ben sana bir teselli cümlesi söyleyemem. Özür dilerim. Giden maalesef gelmiyor. Acısı dinmiyor. Herkes geçti sanarken sen içindeki acıyla olgunlaşıp sadece iyiyim rolü yapmayı öğreniyorsun, biliyorum. Ve seni çok iyi anlıyorum. Ama bazı şeyler o yaraların kabuk tutmasını ve bu dünyadan biraz uzaklaşmanı sağlayabiliyor. Bu piyanoda benim için öyle. Bu dünyadan çıkartıp beni başka dünyaya sürüklüyor.”

Efsun onun anlattıklarını anlamaya çalışıp dikkatle dinlemişti o gün Görkem’i.

“Ben içim daraldığında kendimi hep piyanonun başında buluyorum. Şimdi de sana ilaç olmak istiyorum. Beni dinler misin?” demişti Efsun’un gözlerinin içine bakarak. Efsun başını sallamış izin vermişti o gün Görkem’e. Daha tanışalı çok olmamıştı ama birbirlerine iyi geldiklerini biliyordu iki bedende.

O gün orada ilk defa okulun piyanosunun başında dinlemişti. Görkem’in dediği gibi yaralarına ilaç olmuştu notalar. Onun parmaklarından çıkan her nota Efsun’un kalbini hem iyileştirmiş hem yakıp kül etmişti.

Aklına gelen anı ile gülümseyip bakışlarını önündeki ellere indirirken Görkem konuşmuştu bu sefer. “Sen ne okuyorsun Efsun?” Aklı karışmıştı çünkü, arkadaşının konservatuarda ne okuduğunu merak ediyordu. Görkem’in cümlesiyle Mert şaşkın şaşkın Görkem’e bakmaya başlamıştı.

“Siz lise arkadaşısınız ve birbirinizin ne okuduğunu bilmiyor musunuz?” Bir kıkırtı bırakarak devam etti kaldığı yerden cümlesine sonra “Hiç sosyal medyadan falanda mı takip etmiyorsunuz birbirinizi?”

Mert’in cümlesiyle ikilinin yüzü düşerken Mine sevgilisinin bacağını sıkıştırdı parmaklarıyla ve yavaşça kulağına eğildi “Allah aşkına biraz susar mısın? Şimdi gevezeliğinin sırası değil. Zaten gerim gerim gerildim. Ben sana sonra anlatacağım sevgilim. Ama lütfen artık sus?” dedi. Arkadaşının zor durumda kalmasını istemiyordu ve Mert şuan durmadan konuşuyordu. Bu sırada Efsun Görkem’i yanıtladığı için ikili Mine’nin bu hareketini görmemişti.

“Ben modern danslar okuyorum. Son sınıfım.” dedi içine kaçan sesiyle Efsun. Dans ettiğini bilmiyordu Görkem ve ona bunu söyleyemediği için mahcup hissediyordu kendini biraz. Görkem Efsun’un bilmediği yönüyle gözlerini ve ağzını şaşkınlıkla aralarken. Mine girdi araya.

“Eee tamam artık sonra da sohbet edebilirsiniz bence. Hepimiz varız burada.” dedi. Mine’nin atağıyla derin bir nefes alan Efsun gözleriyle arkadaşına teşekkür etmişti. Görkem Mine’nin sesiyle ona doğru dönerken devam etti konuşmasına “Siz nereden tanışıyorsunuz sevgilim Görkem’le?” Mine’nin bakışları şimdi hala sıkıştırdığı yeri ovalayan sevgilisindeydi.

“Bu sene nakil geldi Görkem. Tesadüfen öğrenci işlerinde tanıştık. Sizde aynı kampüste olunca sizi tanıştırmaya karar verdim. Ama bugün değildi planım tesadüf eseri karşılaştık ya zaten sende biliyorsun.” dedi.

Mine aldığı cevapla önüne dönerken “Tamam, tamam.” dedi. “Eeee sipariş verelim ben acıktım.” diye de devam ettirdi sözlerini. Mine’nin atağıyla Efsun biraz daha rahatlamış ve bundan sonra sohbet havadan sudan devam etmişti.

Mine böyleydi işte. Efsun’un hayatına dört sene önce girmiş ve ne zaman başı sıkışsa Efsun demeden anlar hale gelmişti. Ekin’den sonra en kıymetli dostu olmuştu.

Efsun kalbinin atışını bir nebze olsun dizginleyebilirken bir taraftan mutlu olduğunu düşünüyordu. Tesadüflere inanırdı ve beş sene önce tesadüf eseri hayatına girip hayatını güzelleştiren beden yine tesadüf eseri karşısına çıkmıştı. Belki hayat şimdi yine güzelliklerini sunacaktı ona. Aynı fakülte de aynı binada olacaklardı ve artık özlemeyecekti Efsun.

Ama o şuanda yanındayken bir taraftan kalbi ağrıyordu. Ne kadar çok onu gördüğüne sevinse, mutlu olsa da içindeki boşluklar nasıl kapanacaktı bilmiyordu. Burnunun direğinin sızısı nasıl geçecek bilmiyordu. Zamana bırakmalıydı belki de. Herkes demiyor muydu zaman en büyük ilaçtır diye. Herkes dediğine göre bir bildikleri vardı elbet.

Gecenin geri kalanında masada dönen sohbetler boyunca Efsun ağzını açmamış sadece önüyle ilgilenmişti. Mert ve Görkem derin bir sohbete dalarken Mine arada sohbete dâhil oluyor bakışlarını arkadaşından çekmiyordu. Orada bir yara vardı biliyordu. Çok acıtıyordu arkadaşının canını onu da biliyordu ama detay bilmiyordu ve ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Arkadaşının bu suskun haline alışık değildi.

Yemekler yenip kahveler içildikten sonra hesap ödenmiş ve kalkılmıştı masadan. Kafenin önünde vedalaşmak için beklerken Görkem, Mine ve Mert ile vedalaşmış sıra Efsun’a gelmişti. Efsun’un karşısına geçince derin bir nefes aldı Görkem. Efsun’un bakışları yerdeydi.

Görkem’in ayakkabıları görüş alanına girince başını kaldırdı. Görkem’in minik tebessümüyle göz göze gelince o da minik bir tebessüm bahşetti. Görkem bir adım daha atıp arayı kapatınca Efsun nefesini tuttu. İlk karşılaştıklarında sarıldığı gibi yine sarılacaktı Görkem Efsun’a ama kalbi buna hazır mıydı bilmiyordu.

Görkem ikisini yine minik bir kucaklaşmaya çekerken kısık sesle konuştu Efsun’un kulağına doğru.

“Seni özlemişim.”

Kulağına gelen sesle nefesleri sıklaştı, gözleri doldu Efsun’un. O da özlemişti. O da hasret kalmıştı Efsun’a ve bunu bilmek ağlama isteği uyandırıyordu şimdi onda. Efsun dört yıldır sadece defterine yazdığı sözü bugün yerine getirebileceğini düşündü bir yandan. Sadece hayallerinde kutladığı doğum günlerini bugün kutlayabilecekti sonunda. Küçük elleriyle Görkem’in sarılmasına karşılık verirken aynı onun gibi fısıldadı kulağına.

“İyi ki doğdun.”

------------------------------------------------------

Herkese merhaba :)

Bu benim ilk kurgum. Okumaya değer gördüğünüz için teşekkür ederim. Benim için bölüm içinde ve sonunda yaptığınız yorumlar çok değerli. Lütfen görüşlerinizi benden eksik etmeyin.

Keyifli okumalar.

Loading...
0%