Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@ratuttu

-KORKU-

Beni affet, kaybetmek için erken

Sevmek için çok geç

–İbrahim Sadri

Efsun’un dersi bitmiş kantine doğru adımlamaya başlamıştı. Bugün Görkem ile buluşup seçtiği parçalar arasından en uygununa karar vereceklerdi. Bu yüzden onu kantinde beklemeye karar vermişti. Kantine girip uygun bir masaya oturdu, ardından Görkem’e kantinde beklediğini söyleyen bir mesaj attı. Cuma günü saat üçten sonra diye sözleşmişlerdi ve üçe yarım saat vardı.

Efsun bu sırada okumak için yanından ayırmadığı kitaplardan birini açtı ve kulağına kulaklıkları takıp okumaya başladı.

Kendini kitaba o kadar kaptırmıştı ki gözlerini dinlendirmek için kapattı kitabı saate bakmak için telefonu eline aldı ve saatin üç buçuğa geldiğini gördü. Buluşmak için belirledikleri saatten yarım saat geçmişti ama bugün dersi vardı Görkem’in. Ders uzamıştır diye düşündü Efsun.

Bir müddet daha bekledi ama gelen giden yoktu. Üstelik Efsun’un mesajlarına da cevap vermiyordu. Sonunda meraklanıp dersinin olduğu sınıfa gitmek için adımladı. Sınıfın boş olduğunu görünce sinirlendi. Eskiden haber vermeden böyle bir şey yapmazdı Görkem.

Tam okuldan çıkacakken müzik bölümünden bir tanıdığını gördü ve ona sormak için seslendi.

“Kerem!”

Kerem kedine seslenen bedene dönerken minik bir baş selamı verdi.

“Bugün Görkem ile provamız vardı ama göremedim. Derse geldi mi acaba.”

Kerem “Görkem?” diye sordu. Ardından “Şu bu dönem gelen çocuk.” başıyla onayladı Efsun onu.

“O bugün derslerde yoktu. Gelmedi.” dedi. O an içini bir korku kaplamıştı Efsun’un. Görkem önemli bir şeyde olsa haber vermeden gitmezdi. Kerem’e kısaca teşekkür edip evin yolunu tuttu.

İlerleyen günlerde de ulaşamadı Görkem’e. Başta cevap gelmediği için sinirlense de ilerleyen günlerde sinir yerini merak ve korkuya bıraktı. Başına bir şey gelme ihtimali bir yana tekrar ayrı kalmayı istemiyordu Efsun. Tam cesaretini toplamaya başlamışken ansızın uzaklaşmak istemiyordu tekrardan.

“Hey! Dalgınsın.” dedi Ekin yanında bir hayalet gibi yürüyen Efsun’a doğru. Bugün Perşembeydi ve haftanın ilk provası için provanın yapılacağı salona doğru adımlıyorlardı.

“Görkem’i düşünüyordum.” dedi Efsun. Yüzünden düşen bin parçaydı. “Aman bende bir şey oldu zannettim. Ne olmuş bu hafta göremediysen illa çıkar bir yerden.” demişti Ekin Efsun’a karşı umursamaz bir tavırla.

“Öyle öyle de… Ne bileyim. Bu hafta dans için müziği kararlaştırmamız gerekiyordu. Hem heyecanlıydı o da neden birden ortadan kayboldu ki.” Aynı Efsun’un yaptığı gibi birden gitmiş ve ne aramalarına ne mesajlarına cevap veriyordu.

Korkuyordu Efsun. Kendi yaptığının yıllar sonra onun yapmasından korkuyordu. Daha yeni kavuştuğu bedenin onu ansızın terk etmesinden deli gibi korkuyordu.

Prova yaptıkları salona geldiklerinde içeri girerek ısınmaya başladılar. Bu sırada hoca içeri girince Efsun’da mahcubiyet vardı. Kısa selamlaşmanın ardından provaya başlarken ders sonunda hocayla konuşması gerektiğini düşündü Efsun. Yarın sunacakları bir müzik yoktu sonuçta ortada.

Dans ederek geçirilen iki saat boyunca Efsun’un aklında sadece Görkem ve Hocaya karşı yaşadığı mahcubiyet vardı. Hoca provaya son verdiğini söylediğinde Efsun çıkmadan Hocayı yakalamak için Ekin’in yanından aceleyle ayrılmıştı.

“Hocam!” Füsun Hoca arkası dönük eşyalarını toplarken gelen sese karşın yerinden doğruldu ve Efsun’u karşısında görünce o yüzünden eksik etmediği tebessümü yolladı fakat Efsun’un yüzündeki asıklığı görünce kaşlarını çatamadan edemedi.

“Efendim Efsun. Bir şey mi oldu.”

“Şey Hocam. Hımmm…” Efsun sıkıntılı şekilde sesler çıkarmaya devam ederken Füsun Hoca yumuşak sesiyle “Çekinme Efsun dinliyorum seni.” dedi.

“Ben Görkem’e ulaşamıyorum da yarın size müziği sunmamız gerekiyordu ama biz daha seçemedik.” Bunları derken Efsun’un bakışları yerde idi ve elleriyle oynuyordu. Füsun Hoca ise Efsun’un sesindeki mahcubiyeti ve üzüntüyü fark etmişti.

“Endişelenecek bir şey yok Efsun. Haberim var. Görkemle konuştum. Haftaya kadar süre verdim.”

Efsun duyduğu cümle ile aniden bakışlarını yerden Füsun Hocaya çıkarmış ve söylediği sözler karşısında gözlerinin büyümesine engel olamamıştı. Günlerdir ulaşmaya çalıştığı kişiye ulaşamamış bir haber bile vermeden ortada bırakılmıştı ama o Füsun Hocaya haber vermeyi akıl etmişti. Onun cevapsız çağrılarına aldırmadan.

Efsun’un yüzündeki şaşkınlık yerini buruk bir gülümsemeye bırakırken “Tamam, Hocam.” deyip ayrıldı Hocanın yanından. Zaten ne diyebilirdi ki başka. Görkem’in Efsun’a haber verme gibi bir zorunluluğu yoktu. Ardında da onu bekleyen Ekin’in yanına gitmişti.

“Ne konuştun Hocayla.”

“Sadece Görkem’e ulaşamadığımı söyledim ama Görkem Hocaya ulaşmış bile.” sinirle yerde duran su şişesini eline aldı. Hırsla kapağı açarken Görkem’in ona neden haber vermediğini bir haberi bile neden çok gördüğünü düşünüyordu.

“Ne yani Hocanın haberi var mıymış?”

Salonun kapısını açıp çıkarken “Varmış.” dedi Efsun. Kırılmıştı. Hem de çok.

Hızlı bir duş alıp iyice sarmalanıp binadan çıkarken karşı banklarda oturan biri de onların binadan çıkmasıyla onlara doğru adımlamaya başlamıştı. Biraz daha yaklaşınca fark ettiler ki karşıdan gelen Görkem’di.

Ekin arkadaşının kulağına eğilip “Geldi seninki.” dediğinde Efsun gözlerini Görkem’den alamıyordu. Yüzü asıktı, gözleri de yorgun görünüyordu. Yüzünü ise hiç bu kadar solgun gördüğünü ise hatırlamıyordu.

İyice birbirlerine yaklaşıp karşı karşıya geldiklerinde “Merhaba.” dedi Görkem sesine iyi hissediyormuş gibi bir ton takınmaya çalışarak ama sesi titriyordu. Söylerken farkındaydı.

İki kız Görkem’i minik mırıltılarla selamlarken Görkem hiç zaman kaybetmeden tekrar konuşmaya başladı. “Efsun seninle biraz konuşabilir miyiz?”

Yorgundu Görkem. Ve sadece Efsun’a anlatmak istediği şeyler vardı. Biliyordu çünkü Efsun onu dinler, yanında olurdu.

Efsunda Görkem’deki durgunluğu fark etmiş ve ona “Konuşalım.” derken yanında duran Ekin’e dönmüştü. Ekin’de Görkem’deki yorgunluğu ve durgunluğu fark ettiği için üstelemedi.

“Ben eve geçiyorum. Sen gelirken haber verirsin.” dedi ve iki arkadaşına veda edip eve doğru adımladı.

Görkem uzaklaşan Ekin'e bakarken “İyi misin?” diye sordu Efsun.

İyi gözükmüyordu şuan belliydi ama sormadan edememişti işte. Yıllardır ilk defa onu böyle görüyordu. Hep onun neşeli olmasına alışıktı. Hiç eksik etmediği gülüşü vardı yüzünde. Ağlaması bile mutluluktandı. Hiç üzüldüğünü görmemişti onun. Ve şu an Efsun’un karşısında gördüğü en kötü haliyle duruyordu. Bakışları canını yakıyordu.

Efsun’un sorduğu soruyu “Daha iyiyim.” diye yanıtladı. Şimdi daha iyiydi, ya daha öncesinde. Ne üzmüştü onu bu kadar.

“Kafeye gidelim mi?” Yorgun görünüyordu ve daha fazla ayakta kalmasını istemiyordu Efsun karşısındaki bedenin. Artık Aralık bitiyorken havada pek güzel değildi. Soğuk insanın içini yakıyordu.

“Şuradaki banklara otursak, pek içeri girmek istemiyorum da.” derken eliyle Efsun’un arkasındaki bankları işaret etti. Efsun onun isteğini başıyla onayladıktan sonra banklara doğru adımladılar. Bu saatte ve bu havada dışarıda kimse yoktu. Hava karardığı için yürüyüş yolunun kenarlarındaki lambalar aydınlatıyordu kampüsün içini.

Sessizce çıplak ağaçların altındaki banklara ilerleyip oturdular. Bir şey demek istemiyordu Efsun, onun anlatmasını bekleyecekti. Ne zaman isterse?

Bankın üstünde duran soluk lambanın ışığıyla aydınlanıyordu Görkem’in yüzü, elleri koyu kahve kabanının ceplerinde, kabanın açık bıraktığı göğsüne sardığı atkı omuzlarından aşağı sarkıyordu. Saçları ise ara ara esen rüzgârda dalgalanıyordu. Hava soğuktu ama Görkem daha soğuktu şu an. Belki içi yanıyordu ama buz tutmuştu bir yanı. Kara gözlerinde bir hüzün bulutu vardı. Ayaklarına bakıyordu sadece dalgın dalgın.

Efsun ise onun karamsarlığı yanında rengârenk giyinmişti bugün. Zıtlardı ama her zamanki gibi bir ahenk içindelerdi. En çokta bu huylarını seviyordu Efsun. Farklılardı ama bir o kadarda bir. Başındaki beyaz şapkaya, pembe montuna ve kalın atkısına sarınmıştı Efsun’da. Görkem gibi elleri ceplerindeydi ve yanındaki Görkem’e bakıyordu sessizce.

Birkaç dakikanın ardından bakışlarını yerden karşıdaki karanlığa çıkardı Görkem. Ve ardından derin bir iç çekti. Onun başını kaldırdığını görünce Görkem’in üzerinde olan bakışlarını çekti Efsun. O da bakışlarını karşıdaki karanlığa dikti Görkem gibi ve onun konuşmasını bekledi.

Aldığı derin nefesin ardından “Dedem,” dedi Görkem “kanser hastası.” Aldığı haberle anlık olarak gözleri açılırken hüzün kapladı içini. Kanser illet bir hastalıktı biliyordu Efsun. En sevdiğini koparmıştı ondan.

“Geçmiş olsun.” diyebilmişti sadece Efsun.

Deyince geçer miydi ki tüm acılar? Geçer miydi hastalıklar? Kötü günler kalır mıydı geride? Bunların hepsinin cevabının olumsuz olduğunu biliyordu ama şuan elinden gelen bir teselli cümlesi yoktu. Teselli edilemezdi çünkü insanlar en sevdikleriyle sınanırken.

Babası öldüğünde gelen onlarca yarım ağız teselli cümlelerinden ve “Nasılsın?” sorularına “Kurtarın beni canım çok yanıyor.” diyemediği için dediği “İyi kilerden.” çok iyi biliyordu. Hiçbir şeyin geçmeyeceğini.

“Uzun zamandır kanserle boğuşuyor ama onu hiç bu kadar kötü gördüğümü hatırlamıyorum. Hafta sonu ben yanına gitmiş olmasaydım belki de düştüğü yerden hiç kalkamayacak ve biz onu çok başka şekilde bulacaktık Efsun.” Gözünden bir damla yaş düştü Görkem’in. Sesi hiç çıkmadığı kadar çaresiz çıkıyordu.

“Ondan yapacağımız performansı haber vermek ve birkaç parça seçmeme yardım etmesi için konuşmaya gittim. Mutfağa su almak için bir anlığına yanından ayrıldığımda fenalaştı ve yere düştü. Kafasını yere vurmuştu. İşte o zaman elim ayağıma dolandı Efsun. Nasıl ambulansı aradım, nasıl dedemi hastaneye götürdüm hiçbiri yok aklımda.” Yanakları akıttığı yaşlardan ıslanmıştı.

Efsun ise vicdan azabı çekiyordu şimdi. Günlerce haber vermeden ortadan kaybolduğunu düşündüğü beden nelerle uğraşmıştı.

Derince soluklanıp devam etti Görkem. “Allahtan başına aldığı yara ciddi değilmiş ama hastalığı çok ilerlemiş. Bir ay ya yaşar ya yaşamaz dedi doktorlar.” İşte o zaman bir damla yaşta Efsun’un gözünden döküldü. Babasına da bir ay demişlerdi. Sonradan öğrenmişti tabi Efsun.

Hayat acımasızdı. Gelen ölümler daha acımasız. Her şey bir ana bağlıydı ve biz o anın ne zaman geleceğini bilmeden yaşamaya çalışıyorduk bu dünyada.

Bir dizini kendine çekerken ona döndü tamamen Efsun. Efsun’un dönüşüne karşılık Görkem’de elleri hala cebindeyken aynı şekilde ona dönmüştü. Kıpkırmızıydı gözleri. Çokça korku ve hüzün taşıyordu şimdi gözlerinde. Yıldızları taşıyan gözleri şimdi sadece hüzün taşıyordu.

Efsun onun bu halini görünce tutamadığı birkaç damla yaşta firar etti gözünden. Dayanamadı Görkem’i ağlarken görmeye. Onun gözünden düşen her damla yakıp kavurmuştu Efsun’un içini.

“Çok korkuyorum ben Efsun.” derken daha fazla durmamıştı gözlerindeki yaşlar hızla akmaya başlamıştı. Onun bu haline daha fazla dayanamayıp sarmaladı hemen Efsun Görkem’i. Çok canı yanıyordu belliydi.

Görkem Efsun’un omzumda ağlarken devam etti sözlerine. Sesi boğuk çıkıyordu. “Bana her şeyi öğreten adam ansızın çekip gitmek istiyor hayatımdan. Bize vakit tanımıyorlar. Bana piyanoyu öğretti, hayatı öğretti, yaşamak için nedenlerim olduğunu öğretti. Sevdiğim şeyler uğruna mücadele etmeyi öğretti.” sarsılarak ağlıyordu şimdi. Bir elini dokunmak için can attığı saçlarına çıkarırken teselli cümleleri arıyordu Efsun ama bulamıyordu. Tüm kelimeler kifayetsiz kalmıştı.

Derince bir nefes çekti Efsun’da ciğerlerine. Bir eli Görkem’in saçlarındayken bir eli sakince sırtında dolanıyordu. Yüreğini yakmıştı onun bu hali. Görkem’de soğuk havayı ciğerlerine doldurduktan sonra kaldırdı başını Efsun’un omzundan. Şimdi ikisinin de yaşlıydı gözleri.

“Dedemden çok şey öğrendim ben.” Yaşlı gözleri Efsun’daydı, Efsun’unda yaşlı gözleri Görkem’de olduğu gibi.Bir kere her şeyimi kaybettim bir daha kaybetmek istemiyorum. Hem bir daha gelmeyeceğini bildiğim bir yere göndermek çok canımı yakıyor.” Gözündeki yaşlar durmuştu ama iç çekişleri devam ediyordu Görkem’in. Efsun ise hala ağlıyordu.

Görkem Efsun’un daha fazla ağlamasına dayanamadı ve uzanıp sildi gözlerindeki yaşı. Sonra döndü tekrar önüne. Efsun ise hala onu izliyordu oturduğu yerden.

“Beni hiç sahnede izleyemedi biliyor musun? Bir kere olsun beni sahnede izlesin isterdim. Hiç iyi bir piyanist olduğumu düşünmedim ve hep daha iyisini yapana kadar sahneye çıkmak istemedim”

“Öyle deme. Sen çok iyi bir piyanist ve bestecisin. Bunu dedende bende biliyoruz.” derken gülümsemeye çalışmıştı.

Efsun’un yüzündeki gülümse Görkem’de de buruk bir tebessüme dönüştü. “Biliyor musun? İlk önce sen dinledin beni. Dedeme daha sonra dinlettim. Ama her seferinde beni daha fazla heyecanla dinlerdi. Onun bestelerini çalarak başladığım piyanoya kendi bestelerimle devam ettiğimi görmek gururlandırıyordu onu. İşte bende aslında bugünlerin geleceğini bildiğim için bir kez beni sahnede görsün istemiştim. Beni görsün ve daha çok gururlansın. Ama görebilecek mi bilmiyorum?”

Efsun eliyle onun bankın soğuk tahtalarını tutan elini tuttuğunda Görkem’in bakışları Efsun’a döndü. “Görecek merak etme.” Ona en sıcak tebessümlerini sunmaya çalışıyordu. Bir nebzede olsa içini rahatlamak için. Ne kadar iyi geliyordu bilmiyordu bu ama artık gözünden akan yaşlar durmuştu.

“Teşekkür ederim.” Yaşlı gözlerinde sonunda buruk bir parıltı yerleşti Görkem’in. Buruk bir gülümseme de kondurmuştu yüzüne. Yüzünde gördüğü gülümsemeyle elini çekip topladığı ayağını yere koyarak oturuşunu düzeltti Efsun’da.

Ondan sonra birlikte ne kadar izlediler karanlık gökyüzünü bilmiyorlardı. Yıldızlar gözükmezdi şehirde ama ay tüm parlaklığıyla bulutların arasından parlıyordu. Soğuk hava ciğerlerini yakıyordu. Ve onlar o bankta korktukları, kaçtıkları gerçekle yüzleşiyorlardı.

Ölüm… Herkesin sonu ölüm hep ansızın çalardı insanın kapısını ve hep arkada gözü yaşlı insanlar bırakırdı.

Gidecek olan bir gün gideceği, artık sevdiklerinin kokusunu duyamayacağı için korkarken, kalan gidenin geride bıraktıklarıyla nasıl başa çıkacağını bilmediği için, artık onunla bir geleceği olamayacağını bildiği için korkar.

Korku sarıp sarmalar aciz ruhları ama kaçış yoktur ölümden. Bazen sıcak yatağında yakalar bazen bir hastalık gelip yapışır yakana ve ansızın koparır seni hayattan.

Loading...
0%