

Kaynarsa eğer Türk kanı, karanlığa kalmaz şanı.
***
En nefret ettiğim şey hastanelerdi. Ve ben yine hastanedeyim, hayat benim yüzüme çok güldüğünden hastanelerde çok dolanıyorum. Normalde sevmezken üstelik şimdi böyle bir kaosun orasında burada olmak ayrı bir canımın sıkılma sebebiydi. Ali albayın güvenliğini sağlamam gerekirken ben burada yatmak mecburiyetindeydim ki başımda da iki tane bekçim vardı. Ayberk neredeyse yarım saat önce gitmişti ama tabi ki başıma bekçi dikmeyi ihmal etmemişti. Beren'i ve Metehan’ı bırakmıştı.
Nereye gideceğini bana söylememişti ama ben elbette biliyordum, göreve falan değil o itin peşine düşmüştü. Yeşillerinden anlardım ne bok yiyeceğini ya da yediğini. Bir bok yiyip, gidip planı öğrenmişti ve bir bok daha yiyerek o itin peşine düşmüştü. Uğruna canımı vereceğim adamın ciğerini elbette biliyorum. Başıma iki bekçi dikerek beni burada tutabileceğini düşünmesi de hataydı, elbette burada yatıp dinlenmeyecektim. O it ya yarın ya da ertesi gün o bölgeye gelecekti ve yaralı olmam umurumda değil, o iti benim pençemden kimse kurtaramaz.
Yaralarım beni çok zorlayacak ama bunu şu an göz önünde bulunduramam, bir adrenalin iğnesi ile bunu halledebilirim. Bu gece ya da yarın gece bu hastaneden kaçmam gerekiyordu ama yarın gece daha tercihimdi. “Sohbetine de doyum olmuyor deli yürek.” Metehan sedyenin çaprazındaki ikili deri koltukta Beren ile yan yana oturmuşken bana laf attığında bakışlarım ona döndü.
“Öyledir.” Düz çıkan sesime karşılık göz devirdi ve o sohbeti devam ettirmeye çalıştı. “Düğün ne zaman?” Sorusu ile garip bakışlarım ona döndüğünde Beren gülüşünü saklamak için eliyle ağzını kapattı. Tamam onunla bir evlilik hayali duvara bakarak iki saat sırıtmama sebep olabilirdi ama bu konu açmakta yazılan en kötü tarihti.
“Bence konu açmaya zorlama sen.” İçtenlikle söylediğim sözlere alınmış gibi yaptı. “Bence gayet de güzel konu açtım yani sizden bir erkek evlat bekliyorum ben, hayallerim var.” İnanamıyormuş gibi güldüğümde ilgimi çekerken kaşlarımı kaldırarak ona baktım. “Neymiş hayallerin?” Bana bakarak sırıttığında konuştu.
“Sizin bir erkek evladınız olacak, benim de bir kız beşik kertmesi yapacağız.” Kahkaha attığımda Beren’de bana katıldı, ciddi olamazdı. Metehan'ın hayal gücü ve kafa yapısı cidden beni bitiriyordu. “Kızını vermeye bu kadar istekli bir babayı ilk defa görüyorum.” Gülerek söylediğim sözlerle Metehan’ın yüzünde sinsi bir sırıtış belirdi. “Benim kızım nazlı, sert, huysuz olacak öyle vereceğim size, kök söktürsün sizin oğlana. Her gün nazını tribini çektirsin, dünyayı dar etsin valla.” Çocuğum hakkında olan masum planları ile sırıtmayı bıraktığımda ters ters ona baktım, benim çocuğum dert babası mı kardeşim? Beren kahkaha atmaya devam ediyordu ama gülünecek durumda değildik şu an.
“Benim çocuğum sabır taşımı ne diye çeksin senin zilli kızının nazını?” Benim sorumla Metehan sırıttı, sanırsın düşman evladı vardı karşısında. “İzledikçe keyiflenirim müstakbel kocanın sinirden kudurduğunu görünce daha çok keyiflenirim.”
Müstakbel kocam.
Hayali aklıma düşünce tam sırıtacakken kendimi frenledim, şu an çocuğumu bunun zilli kızından korumalıydım.
“Tavuğuna kışt mı dedik birader? Ne bu masum planlar?” Beren gülmeye devam ederken Metehan her zamanki rahatlığı ile sırıttı, bende istiyorum artık bu rahatlıktan. “Ben kızımı vermek gibi bir fedakarlık yapıyorum tabi ki çekeceksiniz.”
“Biz senin kızını istemedik ki sen verdin.” Diyerek haklı bir cevap sunduğumda sırıtışını bozmadı. “Olabilir.” Dediğinde gülerek başımı olumsuz anlamda salladım, şu adamın kafasına gerçekten hayrandım. Savaşın ortasında gelmiş bana kızını veriyordu cidden hayran kalmamak elde değildi.
Beraber gayet eğlenceli vakit geçirmiştik yani benim huysuzluğuma rağmen eğlenebilmiştik, bu süre içerisinde Beren ve Metehan ile aramızdaki samimiyet artmıştı. Günü birlikte devirmiştik ben gün içerisinde uyumuştum bol bol dinlenmeye çalışıyordum çünkü yarın gece lazım olacaktı. Tabi ki Ayberk olmadığından yüksek dozda ilaç alarak uyuyordum ve o da beni uzun süre rahatlamıyordu, sadece üç saat uyuyabilmiştim. Ama bu da bana yeterdi bu konuda azla yetinmeyi biliyordum en azından.
Aklım ise sürekli Ali albay da kalıyordu bugün beni görmeye gelmiş ama ben uyuduğum için geri gitmişti bunu da bana Metehan söylemişti. Ama onu görememek canımı sıkıyordu zaten aklım hep ondaydı, görmek az da olsa iyi gelebilirdi. Üstelik aklımdaki tek kişi o da değildi, timim de dağdaydı Metehan iyi olduklarını söylemişti aklım onlarda da kalıyordu. Bu kadarla da kalmıyordum tabi bir de Ayberk giderek aklımı onda bırakmıştı o da aklımdan çıkmıyordu. Ve bunları düşünmek aklıma bin bir türlü kötü ihtimali sokuyor, bu ihtimaller de beni ayağa kaldırmaya zorluyordu.
Ben düşüncelere dalmışken kapı tıklatıldığında Beren ya da Metehan’ın geldiğini düşündüm çünkü gecenin bu saatinde başka birisi olamazdı. “Gel.” Kapı açıldığında bu sefer tahminimde yanılmıştım çünkü gelen kişi hiç beklemediğim birisiydi.
Pelin.
Burada ne işi vardı?
Ali albaydan öğrenmiş olmalıydı.
Pelin içeriye girip kapıyı kapattıktan sonra elindeki poşeti komodinin üstüne koydu, sedyenin yanındaki sandalyeye oturunca en nihayetinde benimle göz teması kurdu. Bakışları bu sefer benim tanıdığım Pelin’di. Kardeşim olan.
Çekingendi tavırları ama göz temasını da bozmadı buraya geldiği için pişman gibi duruyordu, sessizliği benim bozmamı bekliyor olmalıydı ama bunu yapmayacaktım. “Neden buradasın siye sormayacak mısın?” Diyerek sessizliği bozdu sorusunun cevabını ise biliyordum, beni görmeye gelmişti. Komodinin üstüne koyduğu poşette büyük ihtimalle yiyecekler vardı bu da ziyarete geldiğini açıklardı. “Sormalı mıyım?” Benim soruma karşılık sessiz kaldı ve sonra konuştu.
“Sana bir teşekkür borcum var, babamızı korudun. Canın pahasına.” Sesi yumuşaktı ama sözleri benim yutkunmama sebep oldu.
Babamızı korudun.
Babamızı.
Kafamın karışmasına sebep oluyordu. Hem sürekli benimle rekabet ediyor, yüzüme bile bakmıyordu hem de babamız diyordu. Beni rakibi olarak görüyordu ama kardeşlikten de silemiyor gibiydi ama bu bende büyük bir kafa karışıklığına sebep oluyordu. Seviyor muydu beni? Yoksa nefret mi ediyordu? Kardeşi olarak görüyordu ama aynı zamanda rakibi miydim? Babamız diyordu ama yabancıya teşekkür eder gibi teşekkür ediyordu? Zaten yeterince az derdim varmış gibi bir de bu cevapsız soruları bıraktı bana.
“Olması gerekeni yaptım teşekkür etmeni gerektirecek bir durum yok.”
Bakışlarını asla kaçırmıyordu ve bende kaçırmıyordum. “Herkes bunu yapmazdı, olması gereken olsa bile. Bu yüzden teşekkür ederim.” Konuyu daha fazla uzatmak yerine bir baş hareketiyle teşekkürünü alıp konuyu kapattığımda o konuştu. “Ve geçmiş olsun en sevdiğin kekten yaptım belki yersin.” Sesi yumuşak çıkarken son bir kez bana bakıp çekingen tavırlarını devam ettirerek odadan çıktı. Bakışlarım komodinin üstüne koyduğu poşete kaydığında yutkundum, kekin mazisi vardı bende.
Ama o bunu bilmiyordu ve hiçbir zaman bilmeyecekti. Böylesi daha iyiydi.
Ben poşete uzanacakken kapı tıklatılıp açıldığında gelen Metehan olmuştu kapıyı kapatırken bana boş bakışları attı, bende ona. “Ne var o poşette?” Pek de güler yüzlü değildi şu an hatta hiç değildi, onda nadiren gördüğüm ciddiyetini takınmıştı. Ve ürkütücüydü onu tanıyan biri için bu. “En sevdiğim keki yapmış.” Benden önce poşeti aldığında bana ters bakışlar attı. “Onu yemeyi düşünmedin değil mi?” Boş boş ona baktım, elbette düşünmüştüm hatta yiyecektim ne vardı bunda? Metehan bakışlarımdan onu yiyeceğimi anladığımda sert ifadesinde bir mimik bile oynamadan bana baktı. Kalın sesiyle konuşurken gerçekten ürkütücü görünüyordu ama benim için geçerli değildi bu. Ürkecek bir kadın değilim.
“Cidden yiyecek miydin? Hadi ama deli yürek senden bunu beklemezdim.” Neyden bahsettiğini anladığımda kendimi salak hissetmekten kurtuldum ve kaşlarım çatıldı. Peşimde adamlar olabilirdi ama Pelin’den şüphelenecek de değildim. “Saçmalıyorsun şu an Metehan Pelin hakkında nasıl böyle düşünebilirsin?” Tamam Pelin’i neredeyse tanımıyor olabilirdi ama Pelin böyle bir şey yapmazdı buna gayet emindim.
“Herkesten şüphelenmen ve dikkatli olman gereken bir dönemdesin benden hatta Ali albaydan bile şüphelenmelisin.” Dikkatli olmam gerekiyordu biliyordum ama şüphelenmem gereken kimse yoktu çünkü düşmanın kim olduğu belliydi ve sevdiklerim üzerinden bana ulaşma ihtimali çok düşüktü. “Dikkat ederim ama şüphelenme konusunda sana katılmıyorum, şu keki verir misin?” Metehan hala onu dinlemediğim için bana ters bakışlar atarken poşetin içinden saklama kabını çıkardığında beş altı dilim koyulmuş keki gördüm. Metehan keke baktıktan sonra bakışları bana döndü.
“İyi de sen havuç sevmezsin ki.” Sevmezdim. Metehan ne ayak bu bakışları atınca mecburi anlatmak zorunda kalınca kısa özet geçtim. “Biz küçükken ben ağlıyorum diye Pelin bu keki yapmıştı bana, ilk yapışıydı. O an beni önemsemesi bile önemliydi benim için ve yedim o da hep yaptı.”
Yalan yok güzel de yapıyordu yani, her ne kadar havucu sevmesem de bu kek önemliydi benim için. Ben böyle bir insandım sevdiğim insanın yaptığı en küçük bir jest nefret ettiğim bir şey olsa bile severdim onu. Tam da bu yüzden duygularımı yok etmiştim ben, çünkü sevmediğin şeyleri sevmene bile sebep olacak kadar tehlikeli ve zayıflıktı duygular.
Metehan kısa özetime ses çıkarmadı kabı açtığında bir dilimini o yedi ve bana vermek yerine kenara koydu keki.
Zehirli olup olmadığını test ediyordu.
Zehirli olmadığını bildiğim için sakindim. “Zehirli çıksa benim yüzümden ölmüş olacaktın farkındasın değil mi?” Metehan keki yerken beğenmiş olmalı ki yüzü yumuşamıştı ama bana ters bakışlar atmaktan da geri kalmadı. “Mahallenin delisinin göz göre göre ölmesine izin veremem.” Dediğinde kahkaha attığımda o saniyeler içerisinde keki bitirmişti. “Güzel de yapmış.” Metehan sanki kabul etmek istemiyormuşçasına söylerken ben sırıtarak başımla onayladım onu. O sırada kapıyı tıklatıp Beren daldı içeriye önce Metehan ile göz göze geldi ikisi de tek kaşını kaldırıp birbirlerine bakış attı. Onların arasında bir şakalaşmaydı bu ve kimsenin yüzüne bakmayan Beren için büyük bir şeydi bu. Bu bakışmayı Beren bozarak bana döndü.
“Komutanım bir ihtiyacınız var mı diye soracaktım.” Odaya dalış sebebini açıkladığında ben Metehan’a ters bir bakış atıp Beren’e döndüm. “Keki yiyebilmek.” Dediğimde Beren’in kaşları çatıldı sonra kek kabını görünce anlamadığından kaşları daha fazla çatıldı. “Yok bir şey boş ver.” Diyerek Metehan konuyu kapattı anlatmak istememişti anlaşılan benim de hoşuma giderdi, acılarımı insanların bilmesine gerek yoktu.
Güneş ışığı odayı aydınlatırken ben sabahı yine uykusuz bir şekilde getirmiştim. Dün gece keki yedikten sonra uyumaya çekilmiştik Beren benimle odada kalmıştı Metehan ise dışarı çıkmıştı ama neredeydi bilmiyordum. Ve gece bir de onu düşündüm, acaba nerede uyudu? Rahat mıydı? Metehan'ı düşünmenin üstüne bir gözüm de sürekli Beren’in üstündeydi. İkili deri koltukta oturur pozisyonda uyuyakalmıştı bende uzanmasına yardımcı olmuş, üstüne de bir battaniye örtmüştüm. Boynunun ve belinin ağrımamasını sağlamaya çalışmıştım başarılı da olmuş gibiydim, hala uyuyordu. Kaşları çatıktı, yüzüne vuran güneş ışığı ise güzelliğini daha da ortaya çıkarıyordu, kabus görüyor olmalıydı ki kaşları çatıktı. Beren'de yaralıydı, ne yarası vardı bilmiyordum ama yaralıydı bunu biliyordum. Hissediyordum aslında ondan dinlemek isterdim yaralarını ama anlatacağı kişi başkaydı.
Kapı tıklatıldığında Metehan içeriye girdi Beren’in hala uyuduğunu görünce sessiz davrandı gelip sedyenin çaprazındaki sandalyeye oturduğunda fısıldayarak konuştu. “Günaydın.” Onu görünce bile içimde bir sırıtma isteği oluyordu bu yüzden dudaklarımda yarım bir sırıtışla fısıldadım. “Günaydın.” Metehan sırıtırken fısıldamaya devam etti. “Daha iyi misin?” Hareket etmediğimden pek sıkıntı olmuyordu ama bu geceden itibaren bol hareket edeceğimden yaralarım başıma büyük bela olacaktı. “Mükemmelim.” Yalan söylemeyi sevmezdim ki söylememeye de çalışırdım ama bu yalan artık dilime öyle bir oturmuştu ki, bu konuda doğruyu söyleyemiyordum.
“Gece uyumadın değil mi?” Gece yine ilaç almıştım ama bu sefer sadece bir saat uyumama yetmişti her seferinde dozu arttırmam gerekiyordu çünkü vücudum o ilaca karşı her seferinde bağışıklık üretiyordu. Yakında narkoz bile etki etmeyecekti çünkü narkozda da yüksek dozda almam gerekiyordu. “Uyudum.” Bir saatte olsa uyumuştum, Ayberk olmadan bu da bir şeydi yani. “Ne kadar?”
“Bir saat.” Metehan memnuniyetsiz bir yüz ifadesine bürünürken Beren kıpırdadığında ve yavaşça gözlerini araladığında Metehan fısıldamayı bıraktı. “Sende kalk artık en çok sen uyudun zaten.” Bence Beren gözlerini açar açmaz onunla uğraşan bir adet Metehan komutanı görmek istemiyordur.
Beren homurdanarak yattığı yerden kalktığında gözlerini ovuşturdu yattığı yere ve üstünden kayan battaniyeyi görünce bakışları bana döndü. “Komutanım?” Sesindeki soruyu anlayarak başımı olumlu anlamda salladım, onun üstüne battaniye örtenin ben olup olmadığımı soruyordu. “Niye kendini yordun ki?” Resmiyeti bıraktığında ben omuz silktim ne yapsaydım yani? Öyle uyumasına izin veremezdim. “Niye kendini yordun lan?” Metehan’ın bana olan kibar sorusu ile bakışlarım ona döndü, olayı anlamadığından kaşları çatıktı ve buna rağmen bana kızmaktan eksik kalmıyordu. “Siz beni iyice küçümsüyorsunuz karşınızda deli yürek var sizin. Sizce ben o kadar kolay yorulur muyum?” Yorulmazdım. Ayağa kalktığımda Beren’i yatırırken yaralarım fazlasıyla ağrımıştı hatta başım döndüğümden düşük bayılacak gibi olmuştum ama bunlar beni yıkamazdı.
“Olay ne?” Metehan, Beren’e dönüp olayı sorduğunda Beren bana baka baka olayı anlatırken benim bıkkın bakışlarım karşımdaki duvardaydı. “Gece ben oturuyordum koltukta sonra Umay uyuduktan sonra bende uyumuşum ama oturur pozisyondaydım.” Görende iki saat kucağımda taşıdım sanacaktı yani sadece uzanmasına yardımcı olup, battaniye örtmüştüm yani. Cidden fazla abartıyorlardı.
Metehan'ın ters bakışları bana döndü. “Rahat götüne batıyor değil mi?” Ciddi ciddi sorduğu soru anlık boşluğuma geldiğinde kahkaha attım ama o bana ciddiyetle bakmaya devam etti. Ama bir yandan da haklıydı rahat kesinlikle götüme batıyordu, başımın beladan çıkmamasının başka açıklaması olamazdı.
Kahvaltı yaptıktan sonra ben bahçede yürümek istemiştim ama Metehan ve Beren sadece tekerlekli sandalye ile çıkabileceğimi söylemişlerdi, bende çıkmama kararı almıştım. Hatta grev yaparak onlara sadece ters bakışlar atıyor öylece duvarı izliyordum, çünkü yapacak başka aktivitem yoktu. Yani aslında onlar aktivite bulmuşları ama ben onları protesto ettiğimden hiçbir şeyi kabul etmeyerek ortada kalmıştım. Metehan gelen telefon ile odadan çıktığında Beren ile yalnız kaldık odada aramızda ölüm sessizliği varken o konuşmak istiyor ama ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Benim bakışlarım ise karşımdaki duvardaydı tam olarak iki saattir duvarı izliyordum, saymıştım.
Beren'in bakışlarının ise üstümde olduğunu biliyordum şu an cidden bir deli olduğumu düşünüyor olabilirdi ki iki saattir duvarı izlediğimi düşününce bende deli olduğumdan şüphelenmiyor değildim.
Gelen telefonla Beren’de dışarıya çıktığında odada yalnız kalırken kaşlarım çatıldı, ne oluyor? İkisine de aynı anda telefon gelmesi normal değildi bu işte kesin bir bokluk vardı, yakında çıkar diyemiyordum çünkü böyle bir dönemde hemen çıkması gerekiyordu. Kapı tıklatılıp odanın kapısı açılırken gelenin iki bekçiden biri olduğunu düşünüyordum ama Ali albay olduğunu görünce anında bakışlarımı ona çevirdim. Yattığım yerden kalkmaya yeltendiğimde vücudum ağrırken Ali albay beni durdurdu. “Rahat evlat.” Başım tekrar yastığa düşerken Ali albayı baştan aşağıya inceledim çok şükür hala turp gibiydi.
Ali albay sandalyeye oturduğunda bakışları benim grilerimdeydi bakışlarında birçok duygu vardı. “Nasılsın evlat?” Sesinde de gözlerindeki duygular vardı, sevgi, şefkat, minnettarlık...her zamanki gibi sapasağlam olduğumu kanıtlarcasına ona baktım. “Yani buradan çıkarsam mükemmel olabilirim.” Her zamanki cevabımla güldü Ali albay ama öyleydi yani. “Şansına küs o zaman deli yürek.” Küserdim. “Siz nasılsınız komutanım? Herhangi bir sorun çıktı mı? Koruma durumunuz ne?” Diyerek aklıma gelen düşünceleri dile döktüm artık meraktan ölecektim yoksa.
“İyiyim merak etme, güvenliğimde son derecede sen iyileşmeye bak.” İçim hala rahat etmiyordu her ne olursa olsun her an her şey olabilirdi ve bu ihtimal de canımı sıkmaya fazlasıyla yetiyordu. Neyse ki bu gece bu işi bitirmeye gidecektim artık rahat bir nefes almalıydık. “Aklından bile geçirme.” Ali albayın sözleriyle boş bakışlarım ona döndü. “Neyi?” Diyerek o makul soruyu sorduğumda Ali albay bana ters ters baktı. “Kaçmayı aklından bile geçirme tımarhane kaçkını hastanenin etrafında keskin nişancılar var. Haberini aldığım anda yakarım çıranı.” Keskin nişancı mı? Bu beni durdurmaya yeter miydi? Elbette hayır. Ali albay da bunu biliyordu elbette ama yine de göz dağı vermekten vazgeçmiyordu, boşaydı. Gerekirse tünel açarak gider, kafama koyduysam o işi yapardım.
“Keskin nişancılara gerek kalmıyor, başımda iki tane bekçim var.” Memnuniyetsiz bir şekilde söylediklerime Ali albay inanmadığını belli ederek baktı. “Deli yürek.” Uyaran ses tonu kaçarsan topuğuna sıkarım diyordu. “Efendim?” Salağa yatmak şu an aptalca bir hamleydi ama başka da bir seçeneğim yoktu yani, kaçacağım da diyemezdim şimdi. “Kaçman bizi sadece zora sokar, beni üzmek istemezsin diye düşünüyorum.” Ama kabul etmiyorum adam damarımdan giriyor, elbette onu üzmek istemezdim. Ama yine de bunu yapacaktım duygularıma yenilemezdim, babamdı o benim ama onu korumak zorundaydım.
Bu onu üzmeme sebep olsa bile.
İşte bu yüzden duygular zayıflıktı ama duygularım ortaya çıksa bile onlara yenilmemeyi biliyordum. İçim yana yana duygularımı yok edip yaşamayı çok iyi biliyordum ben. Endişelenebilirdi, üzülebilirdi ama onu korumak zorundaydım ve yapacak bir şeyim de yoktu. “Elbette istemem.” Gülümsedi cevabıma.
“O zaman deliliğine hakim ol ve uslu dur.” Başka bir şey söylemeden odadan çıktığında ben ardından kapanan kapıya bakıyordum, bu adam cidden ne yapacağını iyi biliyordu. Ama beni durduramayacağını da biliyordu.
Yemek saatinde Beren ve Metehan’ı odadan göndermeyi başarabilmiştim gelen hemşire yemeği bırakıp çıkacakken ben konuştum. “Rica etsem uyku ilacımı iğne ile getirebilir misiniz?” Normalde serum şeklinde veriyorlardı ama benim durumum farklı olduğundan kabul etti. “Tabi ki.” Gülümsedim ve yardım ister gibi bir sesle konuştum. “Sizden bir şey isteyebilir miyim?” Kısa sürede hemşiremi gözlemlemiş ve iyi bir insan olduğunu sezmiştim, her ne kadar istemesem de bu iyiliğinden faydalanmak zorunda kalacaktım.
“Elbette yardımcı olmak isterim, nedir?” Masum ve yardıma ihtiyacı olan kız rolünü oynayarak konuştum. “Adrenalin iğnesi verebilir misiniz bana?” Hemşirenin gülüşü solarken kaşları çatıldı. “Bu ne için istiyorsunuz?” Yani bunun için güzel bir açıklamam yoktu ama ikna edici olmak da zorundaydım. “İhtiyacım var.” Hemşire neden ihtiyacım olacağını soracaktı bunu bildiğimden konuştum. “Doktorum biliyor.” Doktorum burada yoktu bu saatler içerisinde gidiyordu onu gözlemlemiştim ve hastaneden çıktığında genelde meşgul oluyordu. Yani doktora teyit ettirme ihtimali yoktu mecbur bana inanmak zorundaydı. “Bana söylenmedi ama?” Gülümsemeye ve rolümü oynamaya devam ettim. “Bilmiyorum bana söylendi.” Hemşire pekala deyip odadan çıkarken adrenalin iğnesi getirip getirmeyeceğini bilmiyordum ama getirmezse o olmadan oluma devam etmek zorunda kalacaktım.
Ben yemeğimi yerken hemşire içeriye girdiğinde iğneyi bıraktı vurulması gerektiği zaman onu çağırmamı söylediğinde onayladım ve o da çıktı. İğneleri yastığın altına koyduğumda ben yemeğimin yarısına gelmişken Metehan ve Beren geldi odaya. Yemeklerini alıp yanıma gelmişlerdi bu işime yarardı onları dışarı çıkarıp uyku ilacını yemeklerine atacaktım.
“Beren yemeğe başlamadan bana kıyafetlerimi getirir misin? Değiştirmem gerekiyor.” Beren koltuğa oturmadan beni onaylayarak odanın içindeki banyoya girdi, bu hastanede dolap banyonun içerisindeydi. “Tokan nerede senin?” Metehan’ın sorduğu soru ile masum masum baktım.
“Koptu.” Bende bunu bahane edecektim saçlarım yemeğe değer diye açıkken hep topluyordum ve toplamazsam ikisinden birinin dikkatini çekeceğini biliyordum. Aslında tokam da yastığın altındaydı. “Bekle iki dakikaya alıp gelirim.” Hastane büyük olduğundan illaki alacak bir yer bulmuş olmalıydı ki odadan çıktı. Bu kısa anı değerlendirerek yastığım altındaki üç iğneden ikisini aldım ikisi de uyku ilacıydı. Sessizce yataktan kalktığımda elimden geldiğinde hızlı davranıyordum yaralarım hareket ettiğim anda canımı yaktığında dişlerimi sıktım. Koltuğun üstündeki yemek tablalarındaki çorbaya sıktım bir iğneyi, birini birine, diğerini de diğerine boca ettim. Beren’in banyodaki adım seslerini duyunca hızla ve sessizce yatağa oturdum ve çarşafı üstüme çektim. Ve o saniyede Beren banyodan çıktı bir eşofman ve tişörtü sandalyenin üstüne koydu.
“Yemek yedikten sonra değiştirsen iyi olur.” Başımla onu onayladığımda o geçip koltuğa oturdu ve tam Metehan’ı soracakken kapıyı tıklatarak Metehan odaya girdi. Elindeki siyah tokayı bana uzattığında teşekkür edip saçlarımı bağladım ve hepimiz yemeğe başladık.
Neredeyse yarım saat beklemiştim garanti etmek için ve artık garantiydi. Metehan ve Beren deri koltukta uyuyakalmışlardı ve uyanma ihtimalleri yoktu. Onlarda elbette ilaca dayanıklıydılar ama ben gerçekten çok yüksek dozda uyku ilacı kullandığımdan etki ediyordu. Neredeyse akşam oluyordu ben hazırlanana kadar gece olacaktı. Ben oturduğum yerden kalktığımda canımın yanması ile dişlerimi sıktım, bu yaralar beni gerçekten zorlayacaktı. Ayağa kalktığımda başım dönerken dengemi yitirdiğimde kenarda duran komodine tutundum ve ayakta kaldım, başımın dönmesi birkaç dakika sürüp geçtiğinde tutunarak sandalyenin üstündeki kıyafetleri aldım.
Tutunarak banyoya ilerledim ama bu iş canımı sıkıyordu, tutunmadan hareket etmem zordu ve bu bana büyük zorluk çıkaracaktı. Banyonun kapısı açarken kolumda hissettiğim sızı ve ıslaklık vardı, banyoya girdiğimde kapıyı ardımdan kapattım. İhtiyaçlarımı giderdikten sonra klozete oturup eşofmanı giydim ama bu bile bana büyük bir acıya sebep oluyordu, tüm vücudumda büyük bir ağrı varken kolum ekstradan sızlıyordu. Zorlukla eşofmanı giydiğimde üstüme tişörtü giydim yine zar zor, dolaptan ilk yardım kitini aldığımda tekrar oturdum. Kolumu sıyırdığımda kolumun kanadığını gördüm, dikişlerim açılmıştı.
Kolumdaki yarayı zar zor, kötü de olsa dikmeyi başarabilmiştim beni idare etmesi yeterdi bana, geri dönüp dönemeyeceğim de belli değildi zaten. Kolumu sardıktan sonra ayağa kalktım.
Bu halde dışarı çıkarsam tanınma ihtimalim yüzde doksan dokuzdu Ayberk’in ve Ali albayın her yere adam yerleştirdiğini biliyordum bu yüzden daha dikkatli olmam gerekiyordu. Dolabı karıştırdığımda şans eseri bulduğum feraceyi giydim üstüne de bulduğum eski yazmayı başıma bağladım, yaşlı olmasam da bir teyzeye benzedim artık.
Yanıma sırt çantası alıp gereken eşyaları da aldıktan sonra banyodan çıktım yatağa ilerleyip yastığın altından adrenalin iğnesini de çantama koydum sonrasında da Metehan’a ilerledim. Şu an ikisi de derin bir uykuda olduğundan rahattım Metehan’ın belindeki silahı alıp çantama koydum, üstümdeki ferace nedeniyle belime yerleştiremiyordum. Beren’in silahının mermisini de alıp çantama koyduğumda çantayı kapatıp tek koluma taktım.
Şimdi geriye dışarı çıkmak kalmıştı bildiğim kadarıyla bu kat tamamen boştu ve koridor boyunca adamlar vardı ve dikkatlerini dağıtmam gerekiyordu. Bakışlarım odada dolaştığında köşede duran çiçeğin saksısındaki taş gözüme battığında topraktaki taşı aldım, pencereyi açtığımda elimdeki taşı yan odanın penceresine sertçe fırlattığımda pencerenin kırılmasını sağladım. Bu ses onların dikkatini dağıtmaya yetecekti, pencereyi kapatıp hızla kapıya yöneldim, adım seslerini dinledikten sonra kapıyı araladım. Koridordaki tüm adamlar yan odama girdiğinde hızlı hareket ederek odadan çıktım ama vücudumdaki ağrı beni fena halde zorluyordu. Dişlerimi sıktığımda merdivenlere ilerleyip indim benim alt katımdaki kimse yokken hiç dikkat çekmeden bir alt kata indim. Kimse görmemişti o kattan indiğimi bu güzeldi merdivenlerle ilerlemeye devam edemezdim o yüzden asansöre binerek eksiye, otoparka indim.
Otoparkta da adamlar vardı biliyordum bu yüzden dikkat çekmemem gerekiyordu aslında Metehan’ın arabasını ödünç çalabilirdim ama eminim otoparktan çıkan her arabanın plakasını alıyorlardı ve Metehan’ın çıkması elbette dikkat çekerdi. Otoparkta yavaş yavaş yürürken bakışlarım etrafta dolaşıyordu kimse yoktu, işime gelirdi. Kameraların görmediği kör bir nokta vardı ve o noktada gördüğüm siyah, camları filmli arabalarla bizimkilerden olduğunu anladım. O arabanın görüş alanından çıkarken arkalara doğru gittim, kameraların sadece yarısını gördüğü bir yerde kırmızı bir clio vardı.
Kimsenin görmediğinden emin olduktan sonra elimdeki tel tokayla kapının kilidini zorlayarak açtım arabaya bindiğimdeki vücudumdaki amansız acıdan hafif bir inleme çıkarsam da kendimi sıkmaya devam ettim. Tel tokayla kontağı zorlayarak çevirdiğimde araba çalıştı son bir kez göz attıktan sonra gaza bastım.
Otoparktan çıkarken kimse benden şüphelenmemişti, başarılı bir şekilde çıktığımda hastanenin etrafında yerleştirilen adamları fark ettim. Sivil bir şekilde koymuşlardı ama bende MİT’te az vakit geçirmemiştim. Hastaneden uzaklaştığımda kendi başıma sınır dışına çıkmam zor olacaktı bu yüzden yine adam kaçakçılığına başvuracaktım.
********
Saat gece yarısını geçeli çok oluyordu eski sokaklarda ise tek başıma ben vardım, hızlı ve sessizdim ama vücudumdaki acı başıma büyük belaydı. Üstümde çarşaf varken yüzümü de peçeyle kapatmıştım erli halktan gözükmek için tek dikkat çektiğim nokta yerli halk bu saatte dışarı çıkmazdı. Ama benim kaybedecek vaktim yoktu gereken istihbaratı almıştım ve şafak sökmeden bu işi bitirmem gerekiyordu. Sürekli etrafıma bakınıyordum çünkü o itin köpekleri sokaklarda devriye atıyordu ve yakalanmam işimi zor sokardı.
Bu bölge o kadar eskiydi ki sokak lambaları yerine meşaleler kullanılıyordu ve bu kadar eski bir bölgede can güvenliğimde sıfırdı, malum burada bir konsolosluğumuz yoktu. Adım sesleri işitince bakışlarımı sol tarafıma çevirdiğimde evin arkasındaki sokaktan geçen heybetli bir adam gördüm. Ve göz göze geldik.
Göktürk.
Sadece saniyelik göz göze gelmiştik ama ikimiz de sanki birbirimizi tanımıyormuş gibi devam ettik ama o da beni tanımıştı. Ben daha fazla hızlandığımda vücudumdaki acı artarken inlememek için dişlerimi sonuna kadar sıkıyordum.
O itin kaldığı bir ev vardı ve o eve gidip onu ele geçirmem gerekiyordu sadece ama bu da fazlasıyla zordu, üstelik yaralarımla daha zordu. Yaralarım beni çok yavaşlatıyordu ve tarifsiz bir acıya sebep oluyordu bende. Buna rağmen ilerlemeye devam ettim, duramazdım. Bir arka sokağımda Ayberk’in ilerlediğini biliyorken hiç duramazdım, o benim yoluma çıkmadan bu işi bitirmem gerekiyordu. Ama yoluma çıkacağını bildiğimden ara sokağa saptım ve yolumu uzatarak ondan uzaklaştım, yolumu uzatmak bende sadece daha fazla acıya sebep olsa da durmadım.
En nihayetinde kaldığı eski, iki katlı evin önüne geldiğimde kapıda bekleyen itler anında silahlarını bana doğrulttular. Evet salına salına kapıdan girecektim. “Sen kimsin?” Yüzlerinde puşileri varken sesleri boğuk geliyordu ama o seslerini kesecektim elbette. “Lideriniz beni çağırdı, gece için.” İma ettiğim şey bir gece geçirmekti her ne kadar tiksinsem de en garanti yol buydu çünkü çağırmamış olsa bile şu an kabul edecekti. Bu kanı bozuklar böyleydi biliyordum, bu yaşıma kadar mücadele etmiştim. İki it birbirine baktıktan sonra bir tanesi eve girdiğinde beklemeye başladık. Tam da tahmin ettiğim gibi olacaktı yukarıdaki o it çağırmasa bile merak ederek çağıracaktı, planım sorunsuz işliyordu. Ben etrafı inceledim o sırada, kapının önünde iki it vardı biri yukarıya gitmişti ve evin etrafında sayabildiğim kadarıyla on it vardı.
Görüşüm bulanıklaşıp sonrasında netleştiğinde süremin azaldığını anladım, çok vaktim yoktu. Tansiyonum düşmeye başlamıştı vücudumdaki ağrı da durduğum yerde artmaya devam ediyordu bu iyiye işaret değildi. Adrenalin iğnesine ihtiyacım olacaktı birazdan ve o iğne de beni sadece yarım saat ayakta tutabilecekti ve bu planlarımı mahvediyordu. Planımda terslik oluştuğunda ne yapacağımı düşünürken görüşüm bir netleşip bir bulanıklaşıyordu. İkinci it geri geldiğinde artık silahını bana doğrultmuyordu bana bakarak konuşurken ben görüşümün bozukluğu ile uğraşıyordum, ama ona asla fark ettirmedim.
“Seni bekliyor.” Dediğinde geçmem için yol verdi ben önden geçerken o da yanıma geldi ben görüşüm yüzünden yavaş yürüyordum. Eve girdiğimizde etrafı inceleyecek fırsatı bulamıyordum çünkü etraf bir bulanıklaşıyordu bir netleşiyordu, merdivenden çıkarken de yavaş çıkıyordum vücudumdaki acı yüzünden. Bir basamağı çıkmak bile sanki organlarımın sıkışmasına sebep oluyor gibiydi dişlerimi öyle bir sıkıyordum ki ses çıkmasın diye çenem uyuşmuştu artık. En sonunda çıktığımızda bir odanın kapısını açtı içeriye girdiğimde o kapıyı ardımdan kapatıp gitti. Görüşümün bulanıklığı artarken karşımdaki itin o olduğunu biliyordum, arada netleşen görüşümle bir yatak odasına olduğumuzu fark edince midem bulandı.
O yatakta oturmuş sırıtarak bana bakıyordu gelmemi işaret ettiğinde gidemedim, gidip gırtlağına çökmem gerekiyordu ama hareket edemedim. Vücudumdaki ağrı öyle bir hal almıştı ki hareket bile edemiyordum görüşüm uzun süre bulanık kalırken bir karaltının bana yaklaştığını fark ettiğimde o olduğunu anladım. Acilen adrenalin iğnesine ihtiyacım vardı o bana dokunmadan bunu yapmak zorundaydım. Karaltı dibimde dururken arada netleşen görüşümle sırıtarak bana baktığını ve çarşafımı çıkarmaya çalıştığını gördüm.
Midem daha fazla bulanırken ve hızlı bir şekilde solurken zorlukla çantamın fermuarını açtım ve çarşafın eteğinin düştüğünü hissettim. Vücudumdaki acı hareketlerimi engellerken zorlukla iğneyi buldum çantamda ben iğneyi alırken o çantamı alıp kenara attı. Üstümü çıkarmaya yelteniyorken ben iğneyi bacağıma sapladım ve sonuna kadar kanıma akıttım.
Geri adım attığımda sırtım kapıya dayanırken dakikalar içerisinde görüşüm netleştiğinde ve hareket edebildiğimde dibimde olan itin üstüne atladım. Onu sırt üstü yere serdiğimde gırtlağını sıkarken yana düşmüş çantama hızla uzanarak silahı aldım ve şakağına dayadım.
Artık yarım saatim vardı.
Silahı şakağına dayamışken bir elimle ağzını kapatırken konuştum. “Şimdi sessiz olacaksın ve ne dersem yapacaksın yoksa ikimizin de cesedini bulamazlar, anladın mı?” Korku dolu gözlerle bana bakarken başıyla onayladı o iti ayağa kaldırdığımda planım elimi kolumu sallayarak geldiğim gibi çıkmaktı. Bu itler canlarını severlerdi o yüzden bunun itleri de bir şey yapamazdı yani elimi kolumu sallaya sallaya buradan çıkabilirdim. Yarım saatim vardı belki ama bu iti Ayberk’e teslim edebilirdim, yarım kalanı o tamamlayabilirdi.
Bende yarım kalan her şeyi tamamladığı gibi.
İtin arkasında dururken silahı ensesine dayadım ve odanın kapısını açarak çıktım, adrenalin iğnesi sayesinde görüşüm netti. Merdivenlerden inerken alt kattaki itler bizi gördüğü anda silahlarını doğrulttuklarında ben silahı ensesine daha fazla bastırdım. “Sakın ateş etmeyin.” İtler tereddüt etse de emre uyduklarında evden çıktık.
Dışarıya çıktığımızda itler silahlarını bize doğrulttuklarında bende silahımı ensesine daha fazla bastırdım. Evin etrafındaki itler başımıza toplanırken evin içindekiler de çıktı, on üçün arasında kaldık. “Sakın ateş etmeyin.” Bozuk Türkçesi ile aynı emri verdiğinde on üçün itin hepsi silahlarını bize doğrultmuş bekliyorlardı. Ben elimdeki itin arkasında olduğumdan beni vurma ihtimalleri azalıyordu ama hemen yolumdan çekilmeleri gerekiyordu, fazla vaktim yoktu.
Yirmi üç dakikam kalmıştı.
İtler yolumdan çekilmezken ben silahı ensesine daha fazla bastırıyordum itlerine söz geçirmesi için ama o da söz geçiremiyordu. O sırada itler tek tek yere devrilmeye başladığında ateş edildiğini anladım.
Göktürk.
Bende hızla etrafımdaki itleri vurduğumda dakikalar içerisinde itleri temizlemiştik silahı tekrar elimdeki itin ensesine dayadım. Diz kapağının arkasına vurduğumda dizini üstüne çökerken ben eğilip kulağına fısıldadım. “Sahiplerini de yanına yollayacağım.” Silahı kafasına kaldırdığımda kafasında iki delik açtım ve eğilip nabzını kontrol ettim, yaşamıyordu.
Ayağa kalktığımda delici yeşillerle denk düştüm.
Bu sefer bana aşkla bakan gözleri yoktu, yeşillerinde tanık olduğum öfke hiçbir şey yapmadan bile beni öldürüyormuş gibiydi. Bana bakışında ilk defa böyle bir öfkeye tanık oluyordum ilkti ve son olmasını diliyordum.
Aramızdaki üç adımlık mesafeyi kapattığında bileğimden tutup beni peşinden sürüklemeye başladı bileğimi tutuşu sıkıydı ama yavaş ilerliyordu, yaralı olduğum için. Bana olan öfkesine rağmen yine benim en az zarar göreceğim durumu sağlamaya çalışıyordu. Bu hiç olmaması gereken bir anda da olsa kalbimin ritmini değiştiriyordu.
Eski, tek katlı bir eve geldiğimizde içeriye geçtim üstümdeki çarşafı çıkardığımda Ayberk’te yüzündeki maskesini çıkarıp kenara fırlattı. Küçük, eski salonda karşı karşıya dururken delici bakışları grilerimden ayrılmadı, sertçe solurken korkutucu sakinlikte bir sesle konuştu. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Derin sesi, sert çehresini daha da ürkütücü hale getiriyordu ve heybeti de bunun çabasıydı. “O iti yok etmek zorundaydım.” Yeşillerindeki öfke alevlenirken sesini yükseltmemek için kendini tuttuğunu biliyordum ama öfkesi öyle büyüktü ki duramıyordu, aramızdaki mesafeyi kapattığında başımı kaldırıp ona baktım. “Bu bir bahane değil, ayrıca burada ben varım bunu biliyorsun. Yaralı halinle ne bok yemeye geliyorsun buraya? Zaten can güvenliğin yok seni korumaya çalışıyorum sen ne boka ölüme koşuyorsun? Hadi geldin yaptığın şeyin ne olduğunun farkında mısın sen? İçeriye nasıl girdiğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Ne bok yediğinin farkında mısın? O itin sana dokunduğunu biliyorum ve eğer öldürmeseydin onu parçalara ayıracaktım. Ayrıca ne yaptığının farkında mısın sen?!” Sonlara doğru kendini tutamamış sesi yükselmişti hiçbir lafım yoktu, haklıydı. Ne yaptığımın gayet farkındaydım ve bunu yaparken nasıl hissettiğimi de kimse bilemezdi ama bende kendime göre haklıydım.
Kendimi savunmak istiyordum ama delici bakışları resmen füze atıyordu, bir dakika ben yine bulanık mı görüyorum? Adrenalin iğnesinin süresi bitiyor olmalıydı ama bu her şey bitiyor demekti, çünkü zaten hasarlı olan organlarımı zorlamıştım.
Yani organlarımı iflasa sürüklemiştim.
Başım dönemeye başlayınca tutunacak bir yer aradım ve Ayberk’in koluna tutundum kolu anında belime dolanırken ben zorlukla konuştum. “Adrenalin iğnesi aldım, etkisi geçiyor.” Dediğimde zaten anlaması gerekeni anlamış olmalıydı ki donup kaldı. “Ne yaptın?” Sesi ondan ilk defa duyduğum bir zayıflıkta çıkmıştı, buna sebep olmak istemezdim ama yapacak da bir şey yoktu. Artık çok geçti. O beni koltuğa oturttuğunda hızla içeriye gitti.
Vücuduma ağrı geri dönerken ben başımı geriye atıp ses çıkarmamak için dişlerimi tüm gücümle sıktım. Ağrı tarif edilemeyecek kadar yoğundu, organlarım sıkıştırılıyormuş gibiydi kulaklarım çınlıyor zihnimde sesler dönüyordu ama o kadar karışmışlardı ki hiçbiri ayırt edemiyordum. Heybetini yanımda hissettiğimde kolumu sıyırdığını hissettim kolumda hissettiğim hisle başımı o tarafa çevirmek istedim ama acıdan hareket edemeyecek durumdaydım.
Dakikalar içerisinde zihnimdeki sesler sustuğunda, görüşüm yavaş yavaş netleşirken, vücudumdaki ağrı azalırken, kulaklarımın çınlaması durdu. Yavaş yavaş kendime geldiğimde başımı yan tarafımda oturan Ayberk’e çevirdiğimde endişeli bakışlarının üstümde olduğunu gördüm. Neredeyse tamamen kendime gelirken oturduğum yerde dikleştiğimde ona baktım. “Ne yaptın?” Yere atılmış şırıngayı görünce adrenalin iğnesi verdiğini anladım, onda ne işi vardı diye sormak istemiyordum.
Birkaç dakika kendime gelmemi bekledikten sonra delici yeşillerini yine üstüme dikmiş benden kabul edilebilir bir açıklama bekliyordu. Suçlu olduğumu kabul ediyordum bu yüzden gözlerine bakmak yerine yönüm ona dönükken halının desenlerini izledim. “Korumak zorundaydım Ayberk, korumak zorundaydım. Diğerlerini de o yüzden göreve gönderdim ve ben gitmedim, onlar orada hayatta kalacaklar ve en iyi şekilde korunmuş olacaklardı, Ali albayı ise ben koruyacaktım. Bu iti öldürmeyi en başında planlamıştım zaten sadece gününü bekliyordum o sırada hastaneye düştüm, ama bitirmek zorundaydım. Aklım zaten sendeydi sana da zarar gelme ihtimali vardı seni de korumalıydım bu işi kökten çözmem gerekiyordu.” Sonlara doğru sesim kısıldığında sesim titredi, gözlerim dolarken bundan nefret etsem de durduramadım.
Gözyaşlarım aktığında bunu yine ondan saklayamadım.
“Ben ailemi hiçbir zaman koruyamadım Ayberk, önce tüm ailemi sonra Göktuğ’u kaybettim ben. Hiçbir zaman koruyamadım ama artık korumak zorundayım, ben ne Ali albayı ne de başka hiç kimseyi kaybedemem Ayberk.” Gözyaşlarım akmaya devam ederken başımı kaldırıp onun yeşillerine bakarak titreyen sesimle fısıldadım.
“O benim babam.” Bunu sesli dile getirebildiğime inanamıyordum ama yapmıştım, yıllar sonra babam olduğunu sesli dile getirebilmiştim, belki ona baba diyememiştim ama bu da bir şeydi. Gözyaşlarım akmaya devam ederken delici yeşilleri yavaş yavaş yumuşadı eliyle gözyaşlarımı silerken az öncenin aksine sevgi ve şefkat dolu bir sesle konuştu. “Senin suçun değil deli yürek, onları istesen de koruyamazdın zaten. Ve sevdiklerini korumak için de elinden geleni yapıyorsun zaten ama bunu yapma, sana gelecek en küçük zararda yapabileceklerimi aklın almaz.” Biliyordum ama elimde değildi korumak zorundaydım ben, bu sefer başarmak zorundaydım. Dolu gözlerle ona bakmaya devam ederken o gözyaşlarımı silmeye devam etti, beni kendine çekip sarıldığında saçlarımı okşadı.
“Sevdiklerini koru ama ondan önce kendini koru tamam mı deli yürek?” Şu an duygusal bir anımdaydım ne dese tamam derdim şu an ve başımı olumlu anlamda salladım, ama söz konusu sevdiklerim olsun kendi canımı görmezdim bile.
Ağlamam durduğunda masum bakışlarımı onun grilerine diktim onun bakışları ise avuç içinde tuttuğu bileğimdeydi. Fazla sıkı tuttuğu için kızarmıştı bir şey yoktu ama Ayberk durmuş bakıyordu, gözlerinde suçluluk gördüğümde kaşlarım çatıldı. O avuç içerisinde tuttuğu bileğimi dudaklarına götürerek kızaran her yere öpücükler kondurdu ve suçluluk dolu bakışlarını bana çevirdi. “Özür dilerim.” Sesini bu zayıflıkta duyuşum ikinci olmuştu, ne zaman bana zarar gelse dünyası yıkılmış gibi sesi zayıf düşüyordu. “Önemli değil.” Anında reddetti.
“Elbette önemli.” Kızaran yere tekrar öpücükler kondururken kalbimin ritmi iyice şaşıyordu öpücükler kondurduktan sonra tekrar bana baktı. “Fazla vaktimiz yok iğnenin etkisi geçmeden hastaneye dönmeliyiz.” Haklıydı bir an önce gitmemiz gerekiyordu çünkü iğnenin etkisi geçtiğinde benim için daha sancılı bir süreç olacaktı, çünkü organlarımı haddinden fazla zorlamıştım. “İğnenin etkisi ne kadar sürecek?" Sorumla yeşillerinde huzursuz bir ifade belirdi.
“Beş saat.”
********
Arkadaşlarrr yine geldim ama bu sefer biraz geç geldim kusura bakmayın lütfen küçük bir sıkıntıdan dolayı geç geldi bu sefer bölüm. Yine tüm hızımızla devam ediyoruz dediğim gibi kemerleriniz bağlı olduğundan emin olun ve her şeye hazırlıklı olun, her zaman dediğim gibi her an her şey olabilir. Daha fazla konuşmak bana düşmez yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın.
Araya duyuru yapmaya geldim arkadaşlar bölüm normalde pazar gelecekti ama işlerim olduğundan erken geldi yani pazar bölüm gelmeyecek, pazarın bölümünü şimdiden atmış oldumm.
Alakasız olarak söylemek istediğim şey ise zamanla büyüdük ve büyümeye devam edeceğiz destekleriniz gerçekten motivasyonumu arttırıyor bunun benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsiniz, seviliyorsunuz. Öpüldünüzzzz>>>>
********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.82k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |