29. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 28.BÖLÜM

28.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Geleceğe yönel, Turan, gökte bir güneş sönmesin.

                                                                                                 ***  

                                                                                                A.G.  

Eve geri dönemiz biraz zor olmuştu ama dönebilmiştik ve gelir gelmez deli yüreği ameliyata almak zorunda kalmışlardı. Yaptığı şey fazla tehlikeliydi ve ameliyatta riskliydi bu canımı çok sıkıyordu. Canı sıkılan tek ben değildim Ali albay, Metehan ve Beren’de oturmuş ameliyathanenin önünde bekliyorduk, henüz bir saat olmuştu ameliyat başlayalı ama benim için şimdiden bir asır geçti. “Resmen bizi ayakta uyuttuğuna hala inanamıyorum.” Metehan’ın şaşkın sesine karşılık bakışlarımı ona çevirdim, karşımdaki duvara yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamış bana bakıyordu. “En iyi savaşçı o ne bekliyordun?” Hakkını veriyordu lakabının, sonuna kadar. “Ben ağır yaralıyken adrenalin iğnesi alıp gittiğine hala inanmıyorum.” Beren’in sözleri ile dudaklarımda yarım bir gülüş belirdi. “Benden daha deli dediğimde şaka yapmıyordum.” Şaka olmasını dilerdim ama maalesef değildi, sevgilim tam bir tımarhane kaçkınıydı.

Bakışlarım bankta yanımda oturan Ali albaya döndü onun bakışları yerdeydi ve endişeli olduğu her halinden belliydi. “İyi olacak komutanım.” Dediğimde bakışları bana döndü o da biliyordu iyi olacağını, her şeye rağmen ayakta durabilirdi. “Ben bu deliyle ne yapacağım?” Ali albayın hüzünlü ve bıkkın sesi ile dudaklarımda bir tebessüm belirdi, fırsatçılık damarım kabardı. “Bana devredebilirsin.” Şimdiden sinyalleri çakmam gerekiyordu Ali albayın kızını almak kolay olmayacaktı. Ali albayın ters bakışları bana döndüğünde tebessümüm anında soldu, bana öyle bakmasa iyi ederdi.

“Seninle sonra özel olarak görüşeceğim Göktürk.” Bakışlarımı usulca önüme çevirdiğimde Metehan ile göz göze geldiğimde Metehan gülmemek için büyük bir efor sarf ediyordu, bana sıçtın bakışları atmaktan da geri kalmıyordu. Ama bana hava hoştu deli yürek isterse mareşalin kızı olsun ben yine de alırım onu, kimse engel olamaz bana. O yanımda durduğu sürece tüm dünya karşımda durabilirdi, sıkıntı yoktu. Ali albay bize engel olmazdı diye düşünüyorum ama şimdi bunları düşünmenin sırası değil, tek odak noktam onun sağ salim ameliyatı atlatması olacak.

Uzun bir ameliyattan sonra en nihayetinde deli yürek ameliyattan çıkmıştı bu sefer yoğun bakıma alınmadan normal odaya alınmıştı ve bu beni en çok mutlu ede şeydi. O uyanana kadar ise doktorla görüşmeye odasına gelmiştik, ben ve Ali albay masanın karşısındaki deri koltukta otururken Beren ve Metehan ayakta dikiliyordu. “Size iyi haberler vermek isterdim.” Doktor söze başladığında anında morallerimizi düşürdüğünde dikkatle dinlemeye koyulduk. “Zaten çok fazla hasar görmüştü bunun üstüne kendini zorlaması daha fazla hasara sebep oldu. Üstelik adrenalin iğnesi kan akışına ve kalp ritimlerine etki ederek vücudunu daha fazla zorladığı için hasarın boyutu maalesef çok fazla büyüdü. Ayrıca adrenalinin fazla kullanılması beyin ve kalp hücrelerinde hasara yol açmış, akciğerde bir hasara sebep olmadığı için şanslıyız.” Kalbim ağrımaya başladığında korku tüm bedenimi ele geçirdi.

“Gerekli tedavileri uygulayacağız ama bu uzun bir süreç olacak bir hafta boyunca biz misafir edeceğiz, ondan sonra yavaş yavaş normal hayatına dönmeye başlayacak ama hasar etkisini gösterecek. Tedavi sürecinde daha fazla hasar almamaya dikkat etmesi gerekiyor, sıkı bir tedaviyle hasarı onarabiliriz. Aslında böyle büyük bir hasarın onarılması epey zor ama hastanın bağışıklığı güçlü olduğundan sıkı bir tedavi uygulayacağız. Tedavinin olumlu sonuç vermesini umuyoruz ama her türlü sonuca hazır olmalısınız.” Her türlü sonuç mu? Hayır buna hazır değildim ve olmayacaktım, buna izin veremem.

“Tedavi olumlu sonuç vermezse?” Metehan’ın sorduğu soru ile doktorun yüzünde umutsuz bir ifade oluştu ve kalbimdeki ağrı büyümeye devam etti. “Olumsuz sonuç durumda hasar kalacak ve zaten çok fazla hasar olduğundan en küçük bir hasar daha aldığında maalesef hastanın yaşama şansı kalmayacak.” Duyduklarımı sindiremezken doktorun sözleri zihnimde yankılandı.

...maalesef hastanın yaşama şansı kalmayacak.

Yaşama şansı kalmayacak.

Zihnim defalarca bunu tekrar edip gerçeği sindirmeye çalışırken ben yutkunmaya çalıştım ama olmadı, bu ihtimal beni öldürürdü. “Olumsuz sonuç verme ihtimali yüzde kaç?” Benim sorumla doktorun bakışları bana döndü. “Yüzde elli, yani yarı yarıya.” Ya olumlu olacaktı ya olumsuz ve ne olacağını hiçbirimiz bilemiyorduk. Bu ihtimal beni öldürmeye yeterken kalbimdeki ağrı haddinden fazla büyüdü, boğazımdaki düğüm yerini korudu.

Doktorun odasından çıktıktan sonra hiçbirimizden çıt çıkmamıştı, diyecek bir şeyimiz de yoktu zaten. Deli yüreğin odasının önüne geldiğimizde hepimiz durduk kimsenin girmeye cesareti yoktu. Ali albay kapının önünde dikilirken hep dik olan omuzları düşmüştü, girmek istiyor ama gerçekleri de sindiremiyor gibiydi aynı durumda olduğumdan biliyordum. Kalbimdeki ağrıya ve içimdeki korkuya rağmen Ali albayı geçip odaya girdim duvara sabitlenmiş dolabın karşısında sedye vardı, sedyenin yanında küçük bir komodin vardı, diğer yanında ise tekli bir koltuk.

Ben kapıyı açar açmaz deli yüreğin bakışları bana döndüğünde o güzel gözleri ile denk düştüm, yüzünde zar zor minik bir gülümseme oluştuğunda tüm ağrısına rağmen kalbim hızlandı. Odaya girdiğimde diğerleri de arkamdan girerken deli yürek Ali albayı görünce doğrulmaya yeltendi ama omzunu yatağa bastırarak engel oldum, hareket etmesine bile izin vermezdim artık. Yatağın yanına oturduğumda damaryolu açılmış elini avcumun içine aldım. “Başınıza bela olmaya devam edeceğim diye çok mutlusunuz biliyorum, bu kadar belli etmenize gerek yok.” Dediğinde dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi, şakaya vurarak işi kapatamazdı. Bizden çıt çıkmayınca bakışları Metehan’a döndüğünde sırıttı Metehan’da sırıttı, Metehan ile iyi anlaşıyorlardı. “Özledin mi beni?”

Deli yüreğin sorusu ile Metehan burnunu çekti ve sırıtmaya devam etti. “Çok özledim, ayağa kalk göstereceğim sana ne kadar özlediğimi. Ruh hastası.” Deli yürek güldüğünde bakışlarım yine gülüşüne kaydı, çok güzeldi. Anlatmaya kelimelerim yetmezdi, çok güzeldi.

Deli yüreğin korkak bakışları Ali albaya döndüğünde yutkundu, biliyordu gelecek olanı. “Komutanım.” Tedbirli bir sesle konuşurken Ali albayın gözlerinden silinmeyen hüzün sinirli çehresini ele veriyordu. “İyileştikten sonra tımarhaneye gideceksin.” Ali albay öyle bir söylemişti ki ben bile dönüp bakmak zorunda kalmıştım gerçekten mi diye ama yalan olduğunu biliyordum. Aslında emin de değildim yani Ali albayın deliliklerini de duymamış değildik, boynuz kulağı geçmiş kızı ondan beter olmuştu. “Görevlere katılabilecek miyim?” Deli yüreğin sorusu ile hepimizin bakışları ona kitlendiğinde hepimizin iç sesi Metehan oldu.

“Hala görev diyor!” Çok haklı bir tepkiydi, hala görevden bahsedemezdi zaten hepimizin ödü kopuyordu burada. “Sen iyi misin? Onu söyle.” Ali albayın sorduğu soruya hiç düşünmeden cevap verdi. “Buradan çıkarsam mükemmelim.” Değildi. Bu onun hep söylediği bir yalandı iyi falan değildi, hiç olmamıştı. Canı acıyordu, her anlamda ve bunu bilmek beni öldürüyordu sanki.

Canının yanması sonumu getiriyordu.

“Buradan çıkmak falan yok iyileşene kadar buradasın çıkmayacaksın bu bir emirdir. Ve eğer emre karşı gelirsen seni meslekten uzaklaştırırım.” Ali albayın sert sesi ve keskin sözlerinin üstüne deli yürek donup kaldı, bu tepkiyi beklemiyordu ama olması gereken de buydu. Ali albay bir şey daha demeden odadan çıktığında deli yüreğin gülen yüzü tamamen soldu. “Bana bak kaçık iyileşsen iyi edersin seninle görülecek davam var.” Metehan deli yüreğe son sözlerini söyledikten sonra odadan çıktı.

“Ben buradayım Umay bir ihtiyacın olduğunda söylemen yeterli.” Beren resmi değil de arkadaşlığı ile konuştuktan sonra dışarı çıktı onun gitmeyeceğini biliyordum, burada kalmaya devam edecekti. Odada yalnız kaldığımızda gözlerimiz birbirinden kopmadı ve ilk konuşan o oldu. “Aldığım hasar o kadar da kötü değildir, iyileşirim ben hem.” Masum bir şekilde söylediği sözlere hem beni hem kendini ikna etmeye çalışıyordu, iyileşirdi. Tehlikeli bir şekilde beynini çok iyi yönetiyordu beynini iyileşmeye zorunda olduğunu söylüyordu. Bunu zorunlu tutuyordu ve beyni de vücudunu yöneterek iyileşmesini sağlıyordu, tehlikeli bir biçimde çok iyi yönetiyordu. “Artık istediğin gibi delilik yapamazsın deli yürek, hiç kimse olmasa bile beni düşünmelisin. Şu anda çektiğim acıyı tahmin bile edemezsin.” Benim sözlerimin üstüne yutkundu mavi çizgileri belirginleşmiş gri gözleri dolmaya başladığında yutkundum, gözlerinin dolması bile kalbimin ağrısının artmasına yetti. “Düşünüyorum zaten.” Ağlamamak için kendini tutuyordu, ağlamaktan nefret ediyordu. “Biliyorum güzelim ama sadece bana bırak, her şeyi tek başına yapamazsın.” Benim gittiğimi bile bile gelmemeliydi her şeyi o yapamazdı bazı şeyleri bana bırakmayı öğrenmeliydi, yüklerini ondan almama izin vermeliydi.

Uzun kirpiklerini kırpıştırarak gözlerindeki suyu yok ettiğinde küçük bir çocuk gibi tamam dercesine başını salladığında gülümsedim, ne kadar tatlı olduğunu elbette bilmiyordu. Uzanıp alnına uzun bir öpücük kondurup geri çekildiğimde grileri daha yakınımdaydı. “Açım.” Masum masum söylediğinde şu an küçük bir kız çocuğuydu, içindeki çocuğu serbest bırakmayı öğreniyordu ve bu kesinlikle hoşuma gidiyordu. Gülümsediğimde tatlılığına karşı koyamayarak yanağına bir öpücük kondurup geri çekildim. “Doyuralım o zaman.” Gülümsediğinde bakışlarım yine gülüşüne kaymasına engel olamadım, başından beri buna hiç engel olamamıştım ve artık da olmuyordum. Çok güzeldi, kendime hakim olmamı engelliyordu.

Yemek yedikten sonra deli yüreğe dinlenmesi gerektiğini söylediğimde bu sefer inat etmemişti, yine yanında bana yer açtığında başını göğsüme yaslayıp uykuya dalmıştı, ben ise saçlarını okşamakla meşguldüm. O göğsümde uyurken yapabildiğim tek şey saçlarını okşamak ve onu izlemekti.

                                      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Vücudumda hissettiğim acı ile gözlerimi araladığımda acı yüzünden dişlerimi sıkıyordum tüm gücümle. Ses çıkarmamak için dişlerimi sıkarken aynı zamanda kendimi de kasıyordum, başımı kaldırdığımda yeşiller ile denk düştüğümde sevgi dolu bakışlarının yerini anında endişe aldı. Vücudumdaki acı arttığında iki büklüm oldum ama bu bende sadece daha fazla acıya sebep oldu. “Deli yürek iyi misin sen?” Çenemi tutup ona bakmaya zorladığında ben dişlerimi resmen birbirine kenetlemiştim, konuşamıyordum. Ama kesinlikle iyi değildim, tarifsiz bir acı vardı şu an bedenimde.

“Bir şey söyle bana.” Ayberk’in endişesi giderek artarken benim tutamadığım acılı bir inleme döküldü dudaklarımdan. Organlarım sıkıştırılıyormuş gibi bir acı vardı bedenime ve dayanılmazdı, benim için bile dayanılmazdı. Ayberk’in endişesinin daha da arttığını gördüğümde daha fazla endişelenmesin diye kendimi zorlayarak konuştum. “İyiyim.” Değilim. Ama endişelenmesine gerek yoktu dayanabilirdim, dayanmalıydım.

“Değilsin.”

Vücudumdaki acı beni kıvrandırmaya devam ettiğinde derin nefesler alarak iyi olmaya çalıştım. Ama nefes aldıkça sanki organlarıma kaynar su akıtılmış gibi canım yanıyordu ama iyi olmak zorundaydım, derin nefesler almaya devam ettim. Bu vücudumdaki acıyı ikiye katlamaktan başka bir şey yapmadığında Ayberk’in yanımdaki düğmeye basarak hemşireleri çağırdığını gördüm. Evet çok mantıklı bir hamleydi.

“Deli yürek, iyi olacaksın tamam mı? Sakin ol.” Çenemi tutup beni kendine bakmaya zorladığında her tonu içinde barındıran yeşilleri ile denk düştüm. Ben gayet sakindim, yani en azından bence öyleydim. Vücudumdaki acı dayanılmaz bir hal alırken ses çıkarmamak için tüm gücümü sarf ediyordum, ama daha fazla acıdan başka hiçbir şey sağlamıyordu bana. Organların fresh makinesinin eşyaları sıkıştırdığı gibi sıkıştırılıyormuş hissi vardı, derin nefesler aldıkça sanki nefes değil de içime asit akıyormuş acısı vardı. İki büklüm olmak çare etmeyince acıdan başım geriye düştü ama yine de çıt çıkarmadım.

“Kendini tutma, gerekirse çığlık at.” Ayberk’in endişeli sesine susarak cevap verdim, çığlık atamazdım. Atmazdım bilmiyorum belki bu da bende bir travmaydı ama sesimi çıkarmazdım ben, acıdan öleceğimi bilsem bile. Dişlerimi kırılacak kadar sıktığımı fark ettiğimde buna bir son vermeye çalıştım ama ses çıkarmamak için kendimi sıkmaya devam ettim. Acı vücuduma fazla geldiğinde ve kaldıramadığımda gözlerimin karardığını hissettim ve en sonunda acıyı daha fazla taşıyamadığımda gözlerim kapandı.

                                           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

                                                                                                             A.G. 

Kalbimdeki ağrı dinmiyordu ve anlaşılan bir süre de dinmeyecekti, onun saçının tek bir teline zarar gelse benim kalbim ağrıyordu ve kalp krizi geçirecek gibiyim. Acısı çok fazlaydı, taşıyamayacağı kadar. Ve ben bundan nefret ediyorum, canının acımasından ve elimden bir şey gelmemesinden nefret ediyorum.

Deli yürek gecenin bir saatinde uyanmış ve acıdan kıvranmıştı ve o anları gördükçe kalp krizi geçirdiğimi sanmıştım. Doktor geldiğinde verilen ağrı kesicilerin etkisini kaybettiğini söylemiş ve en yüksek dozda ağrı kesici ve ilaç vermişti.

Ama onlar da etkisini kaybedecekti.

Deli yüreğin bağışıklığı çok kuvvetliydi ve aldığı her maddeye karşı bağışıklık geliştiriyordu bu yüzden birçok ilaç ona etki etmiyordu. Ve bu ilaçlarda etkisini kaybettiğinde artık hiçbir ilaç etki etmeyecekti ve bu artık acı çekmeye mahkum olduğunu gösteriyordu.

Bu ilaçların etkisi geçtiğinde acı çekecekti ve iyileşene kadar bu acı devam edecekti.

Ve benim elimden hiçbir şey gelmiyor.

Onun acı çekeceğini bilmek, üstelik görecek olmak beni delirtiyordu üstelik kalbimdeki ağrıya katkı sağlıyordu. Benim ağrım önemli değildi önemli olan onun canının acımamasıydı ve buna da bir çarem yoktu. Deli yüreğin bağışıklılığının çok kuvvetli olması küfretmek istediğim bir durumdu. Aslında bağışıklılığın güçlü olması çok iyi bir şeydi ama haddinden fazla güçlü olması da böyle sorunlara yol açıyordu ve berbat bir durumdu.

Saat dokuza geliyordu birazdan uyanacaktı ve ilaçlar etkisini kaybettiğinde gözümün önünde acıdan kıvranacaktı.

Bu beni öldürüyor.

Acı çekmesi beni öldürüyor.

Bakışlarım güzel yüzünde dolaşırken bir iç geçirdim, çekici bir güzelliği vardı ve çok güzeldi. Kirpiklerinin hareket ettiğini gördüğümde uyandığını anlayınca dudaklarımda silik bir tebessüm belirdi, gözlerini yavaşça araladığında bakışları ilk önce odada dolaştı. Sonra ise bana döndü o güzel gözleri, göz göze gelince dudaklarında bir tebessüm oluştuğunda bende gülümsedim.

Yüzüne gelen bir tutam saçı incitmemeye dikkat ederek geriye taradığımda konuştum. “Günaydın.” Hala uykunun etkisinde olan bakışları gözlerimden ayrılmazken uykulu bir sesle mırıldandı. “Günaydın.” Gözlerini ovuşturup üstündeki uyku halini atmaya çalışırken onu izledim bakışları tekrar bana döndüğünde masum masum konuştu. “Açım.” Küçük bir çocuktu şu an ve bu hali gözüme fazla tatlı geliyordu, içimdeki sevgi kalbimi patlatacakmış gibi oluyordu. “Sen kendine gelip uyku halinden çıkarken ben yemek almaya gideceğim, bir şey olduğunda tek bir hareketine bakar.” Telefonla ulaşabilirdi bana ama olmadı düğmeye basar hemşireleri çağırabilirdi ama mutlaka bir yardım çağırmalıydı.

Asla yardım almadan her şeyi kendi halletmeye çalışıyordu ama bu mümkün değildi, özellikle ben varken. Artık hayatında ben vardım ve hiçbir şeyi kendi başına halletmek zorunda değildi ben halledecektim onun yerine, bunu öğrense iyi olacaktı. Artık ben varım.

Yemeğimizi yedikten sonra deli yüreğin ısrarı ve o güzel gözleri ile bana attığı bakışlar nedeniyle bahçeye çıkmıştık ve sonrasında yine odaya geldik. Sevmiyor biliyorum ama elimden de bir şey gelmiyor. Deli yüreğin ilaçlarının etkisinin geçmek üzere olduğunu bildiğimden onu uyumaya ikna etmeye çabalıyordum, eğer uyursa belki acıyı erteleyebilirdi, yani böyle umutlarım vardı. “Uyumak istemiyorum.” Bana ters bakışlar atarken ben gidip yanına oturdum ve boynuna minik bir öpücük kondurdum, dudaklarımın boynuna değmesiyle yutkundu ve bu zaten hızlı atan kalbimi daha da hızlı attırdı. “Dinlenmelisin deli yürek.”

“Tamam.” Diyerek kabul ettiğinde sırıtmadan edemedim o başını göğsüme yasladığında ben huzurla gülümsedim ve saçlarına öpücükler kondurdum. Nazikçe saçları ile oynarken yine gözlerimi güzelliğinden alamadım.

                                              

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir hafta sonra...

Acılı bir haftanın sonunda ne nihayetinde hastanedeki hapis hayatım sona erdiğinde evime kavuşabildim. İnsanın evi gibisi yoktu, hastanelere düştüğümde bunu daha iyi anlıyorum gerçekten. Eve geleli daha yarım saat olmuştu doktor taburcu olabilirsin dediğinde sabahın bir kör vaktinde taburcu oldum. Gönül isterdi ki eve gelmek yerine askeriyedeki yerimi alayım ama maalesef hastanede sürünmelere doyamadığım için bir de evde sürüneceğim, bunun en büyük sebebi kesinlikle Ayberk ve Ali albaydı. Ali albay zaten meslekten uzaklaştırma tehdidi ile yeterince elimi kolumu bağlamamış gibi Ayberk’te tuzu biberi olarak her türlü beni eve hapsetmişlerdi. Hayır evde duvarı mı izleyecektim? Bu şekilde iyileşeceğimi düşünüyorlarsa gerçekten çok yanılıyorlar, zira duvarları izlemek deli raporu almama sebep olabilirdi. Ayberk zaten askeriyedeydi ve bende tektim ama neyse ki Pençe timi dün eve dönmüştü ve birazdan evimi işgal edeceklerdi, geldiklerinden beş dakika sonra özlemimin biteceğini ve boş konuşmalarına bıkkın bakışlar atacağımı bilerek gelmelerini bekliyorum.

Tahminlerimde yine yanılmadığımı bana anlatan çalan kapının zili oldu. Vücudum hareket ettikçe ağrısa da bunu umursamayarak oturduğum yerden kalktım ve gidip kapıyı açtım, bizimkiler sırıtarak içeriye girdiğinde benim de dudaklarımda silik bir tebessüm oluştu. Seviyordum bunları. Ben koltuğa tekrar oturduğumda onlarda yerlerine kurularak an itibariyle işgali başlattılar.

“Nasılsınız komutanım?” Oğuz’un sorusunu cevaplamama izin vermeden sırıtarak Turgut konuştu. “Özlediniz mi bizi komutanım?” Özlemiştim ama bunu bu dangalakların bilmesine gerek yoktu. “Gayet iyiyim.” Diyerek hepsinin asıl merakını giderdiğim, benim yaralı olduğumu onlara Ayberk söylemişti ve onlar plan dahil çoğu şeyden habersizdi, bu sefer sırıtan kişi Kutay’dı. “Bak komutanım görüyor musunuz? Bizden ayrı kalınca size zarar geliyor, biz en iyisi sizin yanınızdan ayrılmayalım.” O kadar da özlem yoktu yani içimde.

Olsa bile o kadar abartmaya gerek yoktu bence, zaten her Allah’ın günü görüyordum bunları bence kafiydi. “Boş boş konuşma.” Yani bunlara boş konuşma demek biraz sus demek gibi oluyordu ama onlar anlıyordu beni. Bakışlarımı yanımda oturan heybetli bedenin sahibi olan Uraz’a çevirdiğimde o da bakışlarını bana çevirdi, bana iflah olmazsın bakışı attığında sırıttım. Olmazdım.

“Komutanı Beren sizinle mi kalacak?” Oğuz’un sorusu ile tüm bakışlar ona döndüğünde hepimizin yüzünde bir vatan sırıtışı belirdi. Bu ikisi sürekli birbirlerini merak ediyorlardı ki ne işse birbirlerini de haddinden fazla önemsiyorlardı yani, askeriye de bunlara tanık olmuştu bu gözler. Aralarında bir şey değil, çok şey vardı ama henüz itiraf etme cesaretinde bulunamıyorlardı. Gerçi henüz onlar bile kabullenememişti buna emindim.

“Korkma senden iyi bakarım sevgiline.” Sevgilin dediğim anda Oğuz’un bakışları şokla bana döndüğünde herkes kahkaha atarken ben sırıtmakla yetindim, gülünce canım acıyordu. “Sevgilim?” Oğuz doğru duyduğunu onaylamak istercesine sorduğunda onayladım. “Evet, sevdiğin mi demeliydim yoksa?” İkisi de aynı halta çıkacaktı yani uğraştırmaya gerek yoktu.

“Ne alakası var komutanım?” Direkt hayır demek yerine konuyu dolandırdığına göre çok alakası vardı. “Yani Beren komutanım seviyor diye her sabah beraber Türk kahvesi içtiğinize göre bence alakası var komutanım.” Kutay’ın öylesine bir şey söylüyormuş gibi söylediği sözlerle Oğuz şokla Kutay’a baktı.

Eve konu çözülmüştü Oğuz abayı yakmıştı. Oğuz Türk kahvesi içmezdi ne olursa olsun içmezdi ama her sabah içiyorsa artık abayı yaktığı belliydi. “Yani Beren komutanım biz görevdeyken durum raporunu Göktürk komutanımdan öğreniyorsa duygularınız karşılıksız değildir bence komutanım.” Turgut konuştuğunda Oğuz’un şoku artarken bizim yüzümüzdeki vatan sırıtışı eksilmiyordu, konu kesin çözüme ulaşmıştı.

“Boş boş konuşmayın lan.” Oğuz işin içinden çıkamayınca rütbesini araya sokarak susturduğunda o hariç hepimiz sırıtıyorduk, konunun açılmasına sebep olan oydu ama susturan da oydu. “Ee komutanım nasılsınız?” Oğuz’un çöken sessizliği bozma adına bana sorduğu soru ile herkes kahkaha attığında ben sırıtmakla yetindim. “İyiyim Oğuz, sen?” Oğuz bir baş hareketiyle vahim durumda olduğunu özetlediğinde sırıttım. “Çok şükür.” Dediğinde herkes kahkaha atmaya devam ederken ben sırıtarak ona bakmaya devam ettim.

“Bende sizinle kalacağım komutanım.”

Sare’nin sözleri ile ciddiyeti elimize aldığımızda Oğuz rahata erdi, Sare yaralarımdan dolayı benimle kalmak istiyordu kapının anahtarı da onda vardı zaten ama abartmaya gerek yok gibiydi. Zira Ayberk, Beren ve Sare ne olur ne olmaz diyerek bekçi olmaya karar vermişlerdi, yani durumum o kadar da vahim değildi. Bunlar yüzünden kendimi ölüm döşeğinde hissediyorum gerçekten.

“Keyfin nasıl istiyorsa ama benim için endişelenmenize gerek yok, her zamanki gibi gayet iyiyim.” Hepsi tepkisiz kalıp bana inanmadıklarını belli ettiğinde ters bakışlarım hepsinin üstünde dolaştı. Ben gayet iyiyim hayır yani inandırmam için ne yapmam gerekiyordu anlamıyorum ki, ben dinlendikçe daha çok hasta oluyorum. “Ben açım.” Atakan’ın sözleri ile tüm ters bakışlar ona döndüğünde Turgut’ta anında ters yüz ifadesini dağıttı. “Bende.”

“Kahvaltı yapmadım ayıdan beterim.” Kutay’da onu desteklediğinde ben halının desenlerini inceliyordum, ben iyiyim diyordum bunlar bana açım diyordu nerede hata yapıyorduk anlamıyordum şu zamana kadar da anlayamadım. Bizimkilerin açlık muhabbetini bölen çalan kapı olmuştu Atakan gidip açtığında yeşillerle denk düştüğüm anda kalbimin ritimleri hızlandı, varlığı bile yetiyordu kalbimi hızlandırmaya.

Beren ve Ayberk elinde market poşetleri ile içeriye girdiklerinde benim boş bakışlarım poşetlerdeydi, benim yıllık market alışverişimi yapmış bulunuyorlardı. Bir yıl daha aç kalmam artık diyecektim ama ben üşengeçliğim nedeniyle kesin aç kalırdım. Ayberk geldiğinden bizimkilerin hepsi ayağa kalkıp hazır ola geçtiğinde oturan tek kişi bendim, Ayberk bir baş hareketiyle onların oturmasını sağlarken Oğuz gidip Beren’in elindeki poşetleri aldı. Hepimizin yüzünde vatan sırıtışı varken benim beyim de tabi ki durumu anladığından ve fırsatçılıkta bir numara olduğundan elindeki poşetleri Oğuz’a uzattı. “Yardımın hanımlara özel değilse bunları da alıver.” Otuz iki diş sırıttığımda Oğuz Ayberk’in elindeki poşetleri almadı.

“Hanımlara değil, hanıma özel.” Oğuz başka bir şey demeden mutfağa gidince Beren yanakları kızarmış bir şekilde ortada kaldı. Bu Oğuz da değişik çocuktu yani bize gelince ne alakası var diyordu ama bir şey söylendiğinde kendine hakim olamıyor açık ediyordu. “Gel lan buraya!” Ayberk’in gür sesi ile Oğuz saniyeler içerisinde karşısında hazır ol da durduğunda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, karşısında Göktürk komutan olduğunu unutarak artislik yapıyordu.

“Ben sana özel yardım yaparım aklın şaşar.” Ayberk elindeki poşetleri Oğuz’a uzatırken söylediği sözlerle Oğuz dut yemiş bülbüle döndü, emredersiniz komutanım dedikten sonra poşetleri paşa paşa mutfağa taşırken Ayberk gelip yanıma oturdu. Üçlü koltukta Uraz ve benim arama oturduğunda Uraz ona ters bakışlar attığında gülmemek için kendimi tuttum, kendisi sevgilim olarak Ayberk ile pek anlaşamıyordu. Bakışlarım Ayberk’e döndüğünde onun bakışları da bana döndü. “Sen askeriyede değil miydin?” Burada ne işin var dercesine sorduğum soru ile Ayberk bana boş bakışlar attı.

“Bana olan özlemin gözlerimi yaşartıyor.” Dediğinde sırıttım görüşmeyeli tam olarak otuz dakika kırk iki saniye olmuştu, özlemiştim ayrı konuydu ama burada ne işi olduğu da önemli konuydu yani. Ben bakmaya devam edince o da romantikliğimden etkilenerek sorumun cevabını verdi. “Yemek yiyip öyle gideceğim.” Ben başımı anladım dercesine sallarken Sare’nin ayaklanması ile bakışlarım ona döndü mutfağa ilerlediğini görünce bakışlarımı ondan ayırdım.

“Neyse ki şanslısınız komutanım biz varız da tüm gün sıkılmayacaksınız.” Sorma der gibi bir baş hareketi yaptığım sırada kapı çaldı Atakan gidip kapıyı açtığında bu sefer gelen Eda’ydı. Baskın yaparcasına kapının ağzında dikilip bana bakarken ben ona boş bakışlar attım. “İyi misin?” Bunu bence içeriye girdikten sonra da sorabilirdi. “Çok iyiyim.”

“Ha iyi bari.” Rahatlamış bir nefes verdiğinde içeriye girip kapıyı kapattı kötüyüm desem evreni terk edecekti sanki, böyle de normal arkadaşlarım vardı. Eda geçip koltuğa oturduğunda ortama çöken anlık sessizlik ile hepimiz boş boş birbirimize baktık ama tabi ki uzun sürmedi. “Ne kadar süre evde kalacaksın sen?” Eda’nın sorusu ile ilk önce Ayberk’e ters bakışlar attıktan sonra memnuniyetsiz bakışlarımı Eda’ya çevirdim.

“Sevgili abin yüzünden bir ay.” Normal bir hafta da evde dinlenecektim ve sonrasında doktorun da izniyle altını çiziyorum doktorun da izniyle çok yorulmadan gündelik hayatıma geri dönecektim. Ama benim canım gidip bana bir aylık rapor yazdırdığından bir ay boyunca mecburi evdeydim, hayır onu bu konuda destekleyen de Ali albaydı. Cidden çok ayıp etmişlerdi o mevzu ayrıydı. “Çok iyi.” Ters bakışlarımı bu sefer Eda’ya gönderdiğimde umursamazca omuz silkti. “Benim için çok iyi.” Öyleydi ama benim için büyük bir işkenceydi.

“Sende mi burada kalacaksın?” Oğuz’un sorusu ile hepimiz güldüğümüzde olayı anlayamayan Ayberk ve Eda’ydı, bir gönül davası arkadaşlar. “Yok yani her boş fırsatta burada olacağım ama bizim evde kalacağım.” Oğuz anladım dercesine başını salladığında sırıttım, malum Beren bu evde kalacağından çok ilgileniyordu evde kimin kalıp, kalmadığıyla ilgili. Eda da oturduğu yerden kalkıp mutfağa yardıma gitti, Ayberk’in bakışları bana döndüğünde kalın sesiyle konuştu. “Bu arada Metehan da her fırsatta baskın yapacakmış.” Metehan ile iyi anlaşıyorduk kafa dengi bir adamdı, gerçi ondaki kafa kimse de yoktu ama yine de anlaşıyorduk yani. Ayrıca kendisini uyutup kaçtığımdan benimle göreceği bir davası da vardı onu da unutturmuyordu bana.

“Yapsın.” Bizimkiler sırıtırken ben neye sırıttıklarını anlamadığımda kaşlarım çatıldığında sonrasında anlayınca sırıtmadan edemedim. Metehan sürekli baskın yapacaktı, çünkü Sare burada kalıyordu. Cidden evim Eros’tan daha işlevliydi aşk konusunda ne aşklara şahit oluyordu evim.

Yemeğimizi yedikten sonra Ayberk askeriyeye Eda da okula gittiğinde yine biz bize kaldık salonda oturmaya devam ederken Turgut’un teklifi ile bakışlarım ona döndü. “Tabu oynayalım.” Yani boş sohbetlerdense daha mantıklı ve kabul edilebilir bir teklifti, başımı tamam anlamında salladığımda Oğuz anında konuştu. “O zaman ikililer nasıl olacak?” Bunu söylerken bakışları Beren’deydi aslında Beren ile takım olacağım demek vardı ama sevenleri ayırmamak lazımdı ki burada biraderim varken başka biri olamazdı. “İkililer aynı Beren’de kimi seçiyorsa onunla takım.”

Sözlerimle tüm bakışlar Beren’e döndüğünde Beren, Oğuz’un gözlerinin içine bakarak rahat bir cevap verdi. “Oğuz.” Oğuz’un yüzüne vatan gülümsemesi oturduğunda sırıttığımda aklıma düşen şeyle sırıtışım yavaşça soldu, bir hüzün çöktü gözlerime. Normalde sekiz kişiydik ve ikili tam olarak takımlara ayrılıyorduk ama artık bir kişi eksikti, Göktuğ yoktu.

En mutlu anlarında bir anda hüzün çökecek gözlerine, çünkü o adam artık sizinle beraber olmayacak...

Ali albayın söyledikleri zihnimde tekrarlandığında söylediklerinde yine ne kadar haklı olduğunu bir kere daha anladım.

Ve Göktuğ deyince aklıma gelen diğer kişi de Buse’ydi.

Onunla da uzun zamandır hiç konuşmuyorduk, malum başım beladan çıkmıyordu ama onunda yokluğu belliydi bizde, şöyle çılgın bir avukatın yokluğunu hepimiz hissediyorduk. O düşünce aklıma elbette sorular da düştü aklıma, acaba şu an ne yapıyordu? Nasıl hissediyordu? İçindeki yangın dinmiş miydi? Benimki bile dinmemişken onunkinin dindiğini düşünmek de aptallık olurdu. Dimdik ayakta durup, mesleğine devam ettiğini ve nişanlısının şehit olması ile gurur duyduğunu biliyorum, ama içinde? İçinde dönen yangınlar, özlem, içinde nasıldı? Hala ayaktaydı ama içinde yıkılmış mıydı?

“Komutanım.” Kutay’ın seslenmesi ile düşüncelerimden uzaklaşırken ona döndü bakışlarım, dalmıştım. “Efendim?” Ortamda kimsenin gülmediğini ve herkesin bana ciddiyetle baktığını fark ettiğimde kaşlarım çatıldı, sorun ne? “İyi misiniz? Daldınız.” İyi miyim? Bilmiyorum. “İyiyim sorun yok.” Kimsenin bana inanmadığı belli olsa da Kutay bana telefonunu uzattığında alınca ekrandaki kelimeyi gördüm, doğru tabu oynuyorduk değil mi? Sıra hep ilk ben ve Uraz’da olurdu ben ise dalıp bunu unutmuşum.

Koltukta otururken ben hiç hareket etmedim üçlü koltukta otururken aramızda Sare vardı ve biz birbirimize bile bakmadık. Ekrandaki kelime sevdaydı. “Al sancak.” Dedim sadece, yasaklı bir kelime değildi sonuçta.

“Sevda.” Dedi anında sırıttığımda diğer kelimeye geçtim ekranda deli kelimesi görününce sırıtışım bozulduğunda yine tek kelimeyle anlattım. “Ben.” Yapacak bir şey yoktu yani mahalleye deli de lazım. “Deli.” Uraz’ın dudaklarında yarım bir sırıtışla söylediğine memnuniyetsiz bir suratla cevap verdim, vakit kaybetmeden diğer kelimeye geçtiğimde yemek olduğunu gördüm. “Bizde iflas tehlikesi.” Bizim time yemek ısmarlamak malum iflas tehlikesiydi. “Yemek.” Diğer kelimeye geçtiğimde yangın olduğunu gördüm.

“Severim.” Dudağımın köşesinde minik bir sırıtışla söylediğimde onunda dudaklarında minik bir sırıtış olduğunu biliyorum. “Yakmak.”

“Çevir.”

“Yangın.” Bildiğinde diğer kelimeye geçtiğimde Atakan’ın araya girmesi ile durdum. “Süre bitti dört tane bildiniz.” Rahatça arkama yaslandım bunlar o kadar bilemeyecekti biliyorum, sıra Sare ve Atakan’a geçti normalde Sare ve Oğuz olacaktı ama Sare ve Atakan’dı bu sefer. Atakan telefonu aldığında telefondaki kelime ile birkaç saniye bakıştı, dakika bir gol bir haklı çıktım yine. “Ev sahibi sevmez.” Atakan anlatmaya çalışırken Sare zeki kadın çok düşünmeden cevap verdi. “Zarar?”

“Ne zararı?” Sare birkaç saniye düşündükten sonra cevap verdi. “Çivi?” Doğru bildiklerinde bunların anlatma tarzına mı yoksa anlamalarına mı gülsem emin değildim ki zaten gülemiyordum o yüzden boş verdim.

Sıra Turgut ve Kutay ikilisindeydi ve biz iki saattir gülüyorduk yani ben sadece sırıtıyordum ama bizimkiler sağ olsun benim yerime de gülüyordu. “Ulan bizim en çok yaptığımız şeylerden biri!” Turgut’un artık sabrı tükenirken Kutay eğer biraz daha bulamazsa onu boğazlayacak gibiydi, neyse en azından evde kan olmayacaktı.

“Uyumak?” Kutay iki saattir ya yemek ya da uyku cevabını veriyordu ben diyorum bunlar ya geliyor yatıyor boş insanlar diye ama itiraz ediyorlardı, ama sonuç gözler önündeydi. “Ulan biz evde otururken ne yapıyoruz?!” Turgut eline aldığı yastığı Kutay’a attığında etrafta daha sert bir şey arıyordu, neyse ki yoktu. “Oyun oynuyoruz?” Kutay cevap verirken artık tereddütteydi malum her an ölümle burun buruna gelme ihtimali vardı. “Lan! Başka!” Turgut etrafta atacak bir şey bulamadığı için daha çok sinirlendi birazdan kafa göz dalacaktı ama bu sefer ben karakola gelmem.

“Başka yok ki?” Turgut’un yüzü sinirden kızardığında Atakan araya girdi. “Süre bitti, hiç bilemediniz.” Herkes kahkaha attığında ben sırıttım Turgut ayağa kalktığında karşısında oturan Kutay’ın yakasına yapıştı. “Film izlemek geri zekalı herif!” Kutay’ın ters bakışları Turgut’a döndü.

“O öyle mi anlatılır lan? Biz seninle bir kere film izlediğimizde esmer kadını ben beğendim diye kurye gelmese birbirimize girmiştik, ondan sonra film izlemedik!” Kutay’ın isyanı ile herkes kahkaha attığında bu sefer bende güldüm, canım acısa da bu gerekten gülmeye değerdi. Canın timimin adamlarının birbirlerine girdikleri konu beni hayran bırakıyor gerçekten.

Bunlar da böyleydi işte ne yapacaksın?

Turgut elleri Kutay’ın yakasında birkaç dakika kaldığında sessizce ellerini Kutay’ın yakasından çekip yine aynı sakinlikte yerine oturdu, az önce adamın yakasına yapışmamış gibi sakin bakışları Kutay’a döndü. “O kadını ben beğendim!” Diye bir anda yükseldiğinde hepimiz gülerken bu sefer Kutay’da yükseldi. “Ben beğendim!” Bu sefer Kutay ayağa kalktığında Turgut sırıttı. “Otur yerine asker!” Ama Turgut’un umduğu gibi olmadı cidden timde emir dinleyen bir insan evladı yoktu, Kutay gidip Turgut’un yakasına yapıştığında Turgut öylece kalakaldı. “Başlatma lan askerine rütbene saygım var ama çok havalanma.” Salonda ikisi birbirinin yakasına yapıştığında elbette ayırmak yerine normal bir şekilde izlerken Atakan’ın arkadan konuştu.

“Turgut komutanım kendini Umay komutanım sandı galiba.” Herkes güldüğünde ben sırıtmakla yetinirken Turgut, hala Kutay’ın yakasını kavrarken ters bakışları ona döndü. “Ne dedin sen?” Atakan yok bir şey dercesine başını salladığında herkes gülerken Turgut kavgasına geri döndü.

En sonunda oyunu tamamlayabildiğimizde kazanan elbette bizdik Beren ve Oğuz didişmekten bir tane anca bilmişlerdi, Sare ve Atakan ise iki tane ite kaka anca becerebilmişlerdi. Turgut ve Kutay’a zaten değinmeme bile gerek yoktu esmer hatun kavgası hala içlerinde devam ediyordu.

Akşam yemeğini de yediğimizden saat sekize dayanıyordu Uraz yemeği yiyip gitmişti ama anlaşılan bunların gitmeye niyeti yoktu, salonda otururken bakışlarım bizimkilerin üstünde gezindi. “Gitmeyi düşünüyor musunuz? Gece kalacak mısınız?” Evet açık açık onları kovmam çok da kibar bir hareket olmayabilirdi ama yapacak bir şey yok yani. “Bizi kovuyorsunuz komutanım.” Atakan’ın sahte bir alınganlıkla söylediği sözlere yine sahte bir alınganlıkla Kutay ekleme yaptı. “Gururumuz burada daha fazla durmaya izin vermiyor.” Yine sahte bir alınganlıkla Turgut konuştu bu sefer. “Biz gidiyoruz.”

Yarın yine geleceklerdi biliyorum timde her türlü arsızlık, yüzsüzlük mübahtı ki zaten onları kovsam da yarın gelmelerini elbette istiyorum. Turgut, Kutay ve Atakan ayaklandıklarında Oğuz hala oturmaya devam ettiği için durup ona baktılar, Oğuz’un bakışları ise Beren’in üstündeydi sanırım kalmaya niyeti yoktu. “Komutanım.” Kutay Oğuz’a fısıldayarak seslenirken triplerini bozmamak için bana tripli bakışlar atmaya devam ettiler.

Oğuz'un bakışları onlara döndüğünde boş boş baktı. “Ne?” Oğuz’un kesinlikle kalkmaya niyeti yoktu ama kalksa iyi ederdi zira evim zaten buram buram aşk kokuyordu. “Hadi gidelim artık.” Atakan fısıldayarak Oğuz ile konuşurken bana tripli bakışlar atmaktan geri kalmadı.

“Sen burada kal istersen.” Beren’in dalga geçerek ettiği teklifle Oğuz’un dudaklarında bir sırıtış belirdi, ama cevabını oturduğu yerden kalktığında aldık. “Bir gün.” Oğuz’un sözlerinin anlamını tam anlamasak da Beren’in etkilenerek kalkan kaşlarından bir romantiklik yaptığını tahmin edebiliyorduk. Oğuz ayağa kalktığında bizimkiler fısıldayarak konuşmayı bıraktılar ve tripli hallerini devam ettirdiler. “Biz gidiyoruz.” Turgut’un tripli tavrından sonra hepsi kapıdan çıkarken Atakan son anda kapıdan içeriye kafasını uzatıp bana baktı. “En küçük bir ihtiyaçta bile bizi arayın komutanım.” Dedikten sonra kapıyı örtüp çıktığında ben gülümsedim, kovsam da dövsem de sövsem de seviyorum bunları.

Onlar gittikten hemen sonra Ayberk gelmişti yemeğini yedikten sonra hep beraber oturmuştuk sonrasında ise hepimiz odalarımıza dağılmıştık, Beren ve Sare aynı odayı paylaşacaklardı.

Ben yatakta Ayberk’e sokulmuş yatarken hissettiğim susuzlukla gözlerimi açtığımda Ayberk’te sanki hissediyormuş gibi gözlerini araladı. Bakışlarımdan ne istediğimi anlamış olacak ki dönüp komodinin üstündeki sürahiye baktı, boştu. Şans denilince de bendim.

Ayberk gidip getirmek istese de engel olup ben kalktım doktorun da izniyle evde edebildiğim kadar hareket etmeye çalışıyorum.

Her yer karanlıkken gece görüşüm sayesinde takılmadan mutfağa ilerlediğimde bir bardak su alıp içtim ve odadan getirdiğim sürahiye su doldurdum. Odaya gitmeden camdan şöyle bir gökyüzüne baktım bakışlarımı yere çevirdiğimde ise şok o an yüklendi, yanlış görüp görmediğimi anlamak için gözlerimi ovuşturdum ama değişen bir şey yoktu.

Aşağıda Oğuz vardı.

Oğuz’un bizim cama baktığını fark ettiğimde bakışlarımı yan cama çevirdiğimde Beren’in camda olduğunu görünce olay anlaşılmış oldu. Genelde böyle şeyleri asla merak etmezdim ama bu sefer merak ederek camı hafifçe aralayıp onları dinledim. “Manyak mısın sen?” Beren’in sorusu ile sırıtarak göz devirdim ciddi ciddi soruyordu, elbette manyaktı benim timimde akıllının işi neydi?

“Manyağım lan! Manyak gibi özledim!” Oğuz bağırırken görebildiğim kadarıyla Beren’in yüzündeki panik ile bizim cama baktığını gördüm, ben orda değilim arkadaşım. “Bağırma be!” Beren’in sitemkar sesine Oğuz omuz silkerek güzel bir cevap verdi. “Bağırırım! Aşığım! Tüm dünyaya bağıra bağıra söylerim!” Evet tüm dünyaya olmasa da kendi dünyasında belirli kişilere söylemiş bulunuyordu an itibariyle. Beren’in paniği devam ederken Oğuz’un bu sözlerine panikle karşılık verdi.

“Bende! Allah seni kahretmesin biri görecek!” Oğuz şokla kalırken ben sırıttım insanlar kendini üç anda ele verirlerdi.

Sinir.

Korku.

Panik.

Ve Beren’de bu anda kendini ele vermişti. Ben ortamdaki kaosu izlerken Oğuz aşk itirafını camdan almayı beklemiyor olmalı ki donuk kaldı, yavaş yavaş kendine geldiğinde yüzünde beliren gülümseme içinden geçen birçok duygunun sesiydi. “Ne dedin sen?!” Hala inanamıyor olmalı ki sorgulamaya devam ediyordu Beren artık hem panik hem de sinir haline girdiğinde o da istemsizce bağırdı. “Bende aşığım!” Duygularını artık içinde tutamadığı gözlerinden bile belliydi çok iyi tanırdım bu duyguyu, ne kadar engel olmaya çalışsan da engel olamazdın duygularına. Ve tam o anda ara sokağın ortasında benim olduğum camın altında gelen Metehan donup kaldı.

“Ne?” Metehan’ın tepkisi ile Oğuz ve Beren’in bakışları Metehan’a döndüğünde ikisininde gözleri kocaman olurken ben sırıttım, Metehan’ın da özlediği biri vardı galiba. Burada olmasının başka açıklaması olamazdı ama o da aşk itirafı yapmaya giderken romantik bir sahneye şahit olmayı beklemiyor olmalıydı.

“Komutanım.” Beren ve Oğuz aynı anda Konuştuklarında Metehan bir camdaki Beren’e bir de yerdeki Oğuz’a bakıyordu, bir süre baktıktan sonra ruh hali anında değiştiğinde Oğuz’un üstüne yürüdü. “Sen bizim bacımıza mı yürüyorsun lan it! “ Oğuz olduğu yerde kaldı ve hareket etmedi Oğuz, Beren konusunda hiç geri adım atmamıştı ve atmıyordu.

İşte benim askerim.

“Yürümek değil komutanım sevdaya düştük ikimiz de kimse de ayıramaz.” Metehan olduğu yerde durduğunda şöyle bir Oğuz’a baktı sonra Beren’e baktı, Beren’in gözlerinde o duyguyu görünce aslandan kediye dönerken Beren’e seslendi. “Sare nerede?!” Bağırmadan duramıyorlardı hayır zaten normalde gürdü sesleri, bir de bağırınca mahalleyi inletiyorlardı.

Millet bunların aşkı yüzünden uykusundan olmak zorunda değil.

Sare anında Beren’i ittirip cama çıktığında sırıttım bizim sert kız ben daha fazla acı kaldıramam deyip sevdaya düşmüştü. Gerçi hepimiz öyle olmuştuk timde kimsenin zaafı olamaz deyip tek tek düşmüştük sevdaya, bulmuştuk en büyük zaaflarımızı. “Metehan!” Anlaşılan rütbe meselesi unutulmuştu, Sare bizim cama bakıp bağırırken başımı umutsuz vaka dercesine salladım ayrıca orada değilim, buradayım. Cama çıkmadığımdan görmüyorlardı, lamba sönüktü ve cam sadece onların sesini duyabilmem için hafif aralıktı.

“He canım.” Metehan anında süt dökmüş kediye döndüğünde gülmeden edemedim, bize bunu yapan sevda daha neler yapmazdı. Oğuz ve Beren şok içinde Sare ve Metehan’a bakarken ikilinin umurunda değildi. “Gecenin bir saatinde ne işin var burada?!” Sare’nin hesap sormasına anında romantik cevap Metehan’dan geldi.

“Özledim!” Oğuz ve Beren’in şoku daha da arterken ben sırıtıyordum anlamıştım yani. “Siz sevgili misiniz?” Diyerek Oğuz şok içinde sorarken Metehan ona döndüğünde önce ters bakışlar attı sonra otuz iki diş sırıtarak cevapladı. “Evet.” Oğuz ve Beren inme inmiş gibi kalırken ben sırıtmaya devam ettim günlük kaos dozumuzu almaya başlıyorduk, malum saat on ikiyi geçiyordu.

“Komutanım uyanacak şimdi Metehan!” Komutanın çoktan uyandı Sare bence panik yapmayı bırakabilirsin. Ayberk’in de uyandığını biliyorum çünkü o bu bağırmalara kesinlikle uyanırdı yani karşı binadaki adam uyandıysa o hayli hayli uyanırdı. Evet bunların bağırması ile karşı binadaki bir evin lambası yanmıştı, umarım şikayette bulunmazlardı zira üşeniyorum ben karakola gitmeye. “Uyansın kızım aynı rütbedeyim ben onlarla!”

Evet böyle bir gerçek vardı. “Ama ben değilim!” Sare haklı bir isyanda bulunurken hiç beklemediğim ses ile bakışlarım diğer taraftaki cama döndü aralıktan yan dairede oturan yaşlı teyzeyi görünce gözlerim şokla açıldı. “Gecenin bir saatinde bağırıp insanları uyandırıyorsunuz ayıp değil mi?” Haklıydı ama kadın yani lafım yoktu ama yine de pencereyi ardına kadar açıp, cama çıktım ve teyzeye döndüm.

“Kusura bakma lütfen teyze ben halledeceğim.” Teyze bana memnuniyetsiz bakışlar atarken Oğuz, Beren, Sare ve Metehan dörtlüsünün şokla seslenmesi ile onlara döndüm.

“Komutanım.”

“Deli yürek.” Sare, Beren ve Oğuz komutanım diye seslenirken Metehan deli yürek diyerek seslenmişti ve dördü de şok içinde bana bakıyorlardı ve üstüne bir şok da bizim odanın camı açılarak ve Ayberk çıkarak geldi.

“Komutanım.” Sare, Beren ve Oğuz yine şok içinde Ayberk’e seslenirken Metehan bu sefer şaşırmayı bırakmıştı.

“Göktürk.” Ayberk hepsine ters bakışlar attıktan sonra gür, derin sesi ile konuştu.

“Gelin lan hepiniz içeriye.”

                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim yazarken eğlendiğim bölümlerden bir tanesiydi bu bölüm biraz sakindik ama her an her şey olabilir tabi ki. Sare ve Metehan hakkında ne düşünüyorsunuz? Peki Oğuz ve Beren? Düşüncelerinizi çok merak ediyorum o yüzden daha fazla konuşmayacağım yorumlar sizin, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>

**********

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.04.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...