31. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 30.BÖLÜM

30.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Yakın ola mahşer, kopsun ipler. Çünkü o bayrak der bana; Korkma!

                                                                                                       *** 

Odamda otururken sıkkın bir nefes verdim. Askeriyeye gelirken ardımdan gelen askerler ve sabah Ali albaya sorduğum soruyla hakkımızdaki koruma emrinin henüz kalkmadığını öğrendim. Ali albayın projesi devam ediyordu MİT işi çözmüştü ama yine de elbette güvenlik önleminin alınması gerekiyordu bu konuda bir sıkıntım yoktu, benim sıkıntım korumanın derecede olduğuydu. Koruma yetersiz gibi hissediyordum ve bunda daha önce yanılmamıştım.

Bunun dışında içimdeki his de daha fazla arttı bir yerde bir sıkıntı vardı ve bu bizim başımıza bela olacaktı, Ali albay projeyle uğraşması yetmiyormuş gibi üstüne bir de bunu düşünüyordu artık. Ama içimdeki hislerden de şüphem yoktu bir sıkıntı vardı bundan emindim ama ne olduğunu hala çözemiyordum.

Kapı tıklatıldığında izin verdiğimde içeriye giren asker önce asker selamı verdi bir baş hareketiyle selamını aldığımda konuştu. “Komutanım, Ali albay sizi çağırıyor.” Asker dışarı çıktıktan sonra bende ayağa kalktım vücudumdaki acı zayıflamıştı ve tedavimde gayet iyi gidiyordu, doktoru biraz zorlayarak normal hayata dönmeme izin sağlamış ve raporumun geriye kalan günlerini iptal ettirmiştim. Sonuçta tedavi iyi gidiyordu ve bende gayet iyiydim.

Odanın kapısını tıklattığımda içeriden izin geldiğinde kapıyı açıp içeriye girdim masanın karşısında durup asker selamı verdiğimde Ali albay bir baş hareketi ile aldı. Oturmamı işaret edince geçip masanın karşısındaki deri koltuğa oturduğumda ciddi bakışları üzerimdeydi. Yapmak istemediği bir şeyi yapıyormuş gibi bir hali vardı ve sesi bile bunu haykırıyordu.

“Proje için gereken bir alan bulduk gözden geçirmeye gideceğiz ve maalesef sende geleceksin yüzbaşı.” Öyle bir isteksizdi ki gelmek istemiyorum desem teşekkür edecek gibiydi.

Ama elbette gelecektim.

“Ne zaman gidiyoruz?” Ali albay bana gelme diye haykıran gözlerle bakmaya devam etse de ben işim ile ilgilenmekle meşguldüm, bana öyle bakmayı da bırakmalıydı. “Normalde seni götürmek istemiyorum ama peşimden oraya geleceğini bildiğim için götürüyorum. Kendi isteğinle gelmeyip bana bir iyilik yapmaya ne dersin?” Evet kesinlikle peşinden giderdim haklıydı.

“Geleceğim komutanım.” Ali albay bıkkın bir nefes verdiğinde daha fazla zorlamadı benimle inatlaşmaması gerektiğini gayet iyi biliyordu. “Git hazırlıklarını yap deli yürek bugün gideceğiz.”

“Emredersiniz komutanım.” Ali albay bana huysuz bakışlar atarken çık dercesine bir hareket yaptığında ben gayet memnun bir şekilde çıktım, koridorda heybetli bey ile denk düşünce ikimiz de anında sırıttık. “Deli yürek.”

“Göktürk.” Hazır onu burada yakalamışken söylemek için aramızdaki mesafeyi kapattım ve parmak uçlarımda yükselerek kulağına fısıldadım. “Proje nedeniyle gitmem gerekiyor.” Malum projeden haberi vardı ama yokmuş gibi davranıyordu elbette, yeşilleri ile denk düştüğümde gözleri gitme diye haykırsa da bunu dile getirmedi. “Dikkat et.” Diyebildi sadece bende başımla onayladım.

Ne derse desin gideceğimi biliyordu bu yüzden fazla zorlamamıştı böylesi ikimiz içinde daha iyiydi.

Hangardan çıktığımda kapının önünde bekleyen üç tane ZPT vardı, Ali alay ve askerlerde beni bekliyordu yanlarına gittiğimde kısa bir hazırlık kontrolünden sonra araçlara bindik. Ali albay, ben ve başkan aynı arabada gidiyorduk ve ortada olan arabadaydık, önümüzde ve arkamızda bir araba vardı. Hepimiz sessizken yolculuğumuz başladı ama içimdeki his yoğunlaşırken ben elimdeki silahımı daha sıkı kavradım. Gitmemeli miydik?

Askeri karargah biraz sınır tarafına kurulacaktı yani terör bölgesine aslında bakılınca aptallık gibi gözükebilirdi ama böylesi daha iyiydi. Eğer terör bölgesinde olursa herhangi bir sorunda daha kısa sürede müdahale edebilirlerdi ve terör bölgesinde olması gelebilecek tehlikelerden daha erken haber almayı sağlardı. Evet fazla riskliydi ama bu karargahta olan askerlerden hiçbiri sıradan olmayacaktı her türlü tehlikeye karşı en iyi şekilde yetiştirilmiş askerler olacaklardı bu sebeple risk daha azdı. Karargah zaten gizli olacaktı yapım aşaması fazla zorlayacaktı ama sonrasında tamamen gizli bir karargah kurulacaktı.

Terör bölgesine çoktan girmiştik ve içimdeki hissin yoğunluğu haddinden fazlaydı herkes tetikte dururken ben ekstra dikkatliydim.

Araç zırhlı olabilirdi ama bu tehlikeyi tamamen yok etmezdi ve her an her şey olabilirdi. Özellikle içimdeki his bu derece yoğunken daha da tehlikeliydi bana göre. Ali albay hislerimi biliyordu ama ben yine de kendimi tutamadığımda hislerimi tekrar dile getirmek için ağzımı açtığımda daha bir şey diyemeden önce bir patlama sesi duyuldu, ardından bir sarsıntı.

“Komutanım tuzağa düştük!” Aracı kullanan askerin bağırması ile küfür ettim. “Öndeki araç patladı!” Askerin bağırması ile içime bir yangın daha düştü.

Öndeki araçta on kişi vardı.

“Arkadaki arabaya da haber ver durmayın, ilerleyin.” Benim emrim ile Ali albay ve başkanın bakışları bana döndü, bana öyle bakmayı kesseler iyi ederlerdi bende memnun değildim bu karardan. Ama duramazdık, onları burada bırakıp ilerlemek zorundaydık yoksa iki araçta patlayacaktı. Toprağa verdiğimiz on şehitken, otuz olacaktı. Buna müsaade edemezdim.

Aracı kullanan asker Ali albay ve başkana bakmaya devam ederken öfkeyle bağırdım. “Hadi!” Derdim emrimi dinlememesi değildi, her saniye patlayabilirdik. Aracı kullanan asker sonunda hareket ettiğinde patlayan aracın yanında geçerken bakışlarımı araca çevirdiğimde gördüğüm sadece yangındı, bun yangında onları boğmalıydım.

Ama kalırsam daha çok kan akacaktı, gidersem ise akan kanlara ihanet olacaktı.

Biz hareket ettiğimizde bizim eski konumumuzda bir patlama oldu diğer araçta sorun yoktu, ikimiz arasındaki o boşlukta olmuştu patlama.

Kaldım.

Kaybedeceklerimi düşünecek kadar bencil olamazdım, akan kanlara ihanet edemezdim.

Herkesi kaybederdim ama akan kana ihanet edemezdim. Yaraşmazdı bana.

“Durdur aracı!” Araç durduğunda ve kapı açıldığında hiç düşünmeden indim ve yanan araca ilerledim, kapıyı açtığımda gördüğüm görüntüye oturup ağlama işini sonraya bıraktım. Yanan aracın içine girdiğimde sağ kalan bir askeri çıkardığımda aracın arkasına getirdim, yanan araç bize siper olurken ben asker ile ilgilenemeden bir kurlun geçti kulağımın dibinden. Arkama döndüğümde itleri gördüğüm anda silahıma sarılarak hepsini tek tek devirdim.

Diğer askerlerde araçlardan inmiş savaşıyorlardı Ali albay ve başkan yanıma geldiklerinde Ali albay ile göz göze geldim ve gözlerindeki o gururlu bakışa şahit oldum. Ama o gururu hal edecek hiçbir şey yapmamıştım, aksine gururun yanından bile geçemezdim şu an.

Bir patlama sesi duyulduğunda ve yine bir sarsıntı hissedildiğinde bir araç daha patladı, ardından diğeri. Artık burada kalmıştık ya kazanacaktık ya da kaybedecektik.

Yardım talebinde bulunulmuştu ama o yardımın bize yetişemeyeceğini hepimiz biliyorduk, en azından naaşlarımızı alırlardı. Yanan aracı kendimize siper edinirken yere uzanıp karşı dağdaki itleri vurmaya başladım, onlar ise sürekli bize bomba ve roket atıyorlardı. Eğer araçlar patlamasaydı şu anda hepsini öldürmüş olacaktık ama araçların patlaması bize eksi olarak geldi.

İtlerin neredeyse yarısını indirmiştik ama bizde yarıya inmiştik, on beş şehidimiz vardı.

Başkan bunlardan sadece biriydi.

Başkan da şehit olmuştu ama üzülecek vaktimiz elbette yoktu gidenlerini kanını yerde bırakmamak, kalanları korumak için savaşmaya devam ettik. İtleri vurmaya devam ederken bir askerimizin daha vurulduğunu gördüğümde hiçbir tepki vermeden itlere sıkmaya devam ettim, dönüp bakmaya bile vaktimiz yoktu. Bir iti daha devirdiğimde boş şarjörü atıp dolu olanı taktım, mühimmatımız da azalıyordu şansımıza. Sayımız gittikçe azalıyordu ve bu itler sayıca bizden daha çoklardı bu bizim işimizi daha da zorlaştırıyordu.

Kafamın üstüne bir kurşun daha geçerken ben bir iti daha devirdim onların sayısını bilmiyordum ama biz dört kişi kalmıştık. Ali albay, ben ve iki asker daha, birazdan biz de şehit düşecektik. Son şarjörümü kullanıyordum ve dördümüzün de aynı durumda olduğunu biliyorum.

Ben bir iti daha devirdiğimde Ali albayın sesini duydum ama dönüp bakmadım, kalbim göğsüme vuruyordu ama dönüp bakmadım. Öyle bir şansım yoktu şu an bir iti daha vurduğumda sırtımda hissettiğim sertlikle omzumun üstünden arkama baktım. Arkamdaki it keleşi sırtıma daha fazla bastırdığında bozuk Türkçesi ile konuştu.

“Bırak silahını.” Asla. Yerde uzandığımdan ona doğru dönecekken keleşi sırtıma daha fazla bastırıp beni engelledi, bakışlarım yan tarafa döndüğünde Ali albayın tepesindeki üç iti gördüm ve diğer iki askerimin kafasına sıkan itleri. Aniden çevik bir hareketle sırt üstü döndüğümde silahla o itin alnına sıktığımda üstüme atlayan iki it ile silahım elimden düştü.

                                     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Başımda hissettiğim ağrıyla gözlerimi araladım görüşüm bulanıkken yavaş yavaş netleşince bakışlarım etrafta dolaştı. Rutubet kokusu burnuma dolduğunda depo gibi bir yerde olduğumu fark ettim.

Bileklerim yukarıdan kelepçelenmişken tavana asılıydım ama ayaklarım yere değiyordu bakışlarımı sol tarafıma çevirdiğimde Ali albay ile göz göze geldim. Konuşmadık ikimizde ama bakışlarımız tüm cümlelere bedel oldu.

Esir düşmüştük.

Kabul edilemezdi.

Esir düşen adamın itibarı ölürdü bu meslekte, o yüzden cebimizde bir kurşun taşırdık asla esaret düşünülemezdi. Ama biz esir düşmüştük.

Beynim anında buradan kurtulma planları için çalışmaya başladığında içimde kaynayan öfke bir çığ gibi büyüyüp tüm benliğimi ele geçirdi.

28 şehit vermiştim.

Ve şimdi de esir düşmüştüm.

Bunun intikamını alacaktım, yanlarına kar bırakırsam namerttim. Bakışlarım eski depoda dolaşırken etrafı incelememe engel olan depoya giren itler oldu, üç tane it gelip de karşımızda durduğunda ele başları sırıtarak bize bakıyordu.

“Vay, vay, vay kimler var burada.” Bozuk Türkçesi ile konuşurken gözümü kırpmada ona baktım, kim olduğumuzu görecekti. Tahmini bir yetmiş boyundaydı, uzun sakalları kirden bakanın midesini bulandıracak cinstendi, aynı şekilde olan saçları ve üstündeki paçavraları ile baktıkça mide bulandırıyor, öfke uyandırıyordu. Bakışlar ilk önce bana döndü ve bozuk Türkçesiyle sırıtarak konuşmaya devam etti.

“Sonunda görüşebildik yüzbaşı.” Fark ettiğim şey ile kaşlarım çatıldı, bu it öldürdüğüm diğer ite benziyordu. “Abimi öldürmüştün hatırladın mı?” Şimdi anlaşılmıştı benzerliğin sebebi, hastaneden kaçarak canını aldığım o itin kardeşiydi. Bu soruyu sorarken onun sırıtışı solup yüzüne bir öfke peyda olurken ben usulca sırıttım.

“Hatırlamaz mıyım? Öldürürken ne kadar zavallı olduğunu.” Benim sözlerimle o daha fazla öfkelenirken ben daha fazla sırıttım. “Asıl zavallı kim sence şu an?” Kelepçeli ellerimi gösterdiğinde alayla güldüm, cidden o kelepçeleri açamayacağımı mı düşünüyordu? Fazla aptallardı. “Sen.” Dediğimde daha fazla öfkelendiğinde ben zevkle konuşmaya devam ettim. “Zavallı abin de tek başına benimle başa çıkamamıştı, sende çıkamayacaksın. Ne yazık.” O öfkelenmeye devam ederken ben sırıttım benim askerlerimin şehit olması kadar öfkelenemezdi ama öfkelenmeliydi.

“O salak abinin yanına seni de göndereceğim, ama bir mezarınız olmayacak.” Öfkesi arttığında eğer biraz daha öfkelendirirsem vuracağını bildiğimden sustum, dayak yemekten elbette korkmuyordum ama alabildiğim kadar az hasar almak zorundaydım. Henüz devam eden bir tedavim ve hasarlı olan organlarım vardı bu sebeple hasar almak bana sadece eksi olarak geri dönecekti.

“Seni öldürmeyeceğim yüzbaşı, acı içinde kıvranacaksın, seni öldürmem için bana yalvaracaksın.” Her zaman aynı şeyi söylerdi bu itler ama her seferinde yalvaran onlar olurdu, Türk boyun eğmezdi. Ben alayla güldüğümde bakışları benden Ali albaya döndü ona doğru bir adım attığında içimdeki öfke yükselse de tepkisiz kaldım. “Albay, albay.” Eğlenen ses ile Ali albay ile konuşurken benim bakışlarım deponun açık kapısından dışarıda dolaştı, çok az bir kısım görünüyordu ama anladığım kadarıyla bir kamptaydık.

“Siz Türkler gerçekten çok aptalsınız, öleceğini bile bile yine projeyi yapmaya devam ediyorsun.” O itin sözleri beni sinirlendirirken sağ duyumu koruyarak dışarıyı izlemeye devam ettim. Bir ormanın ortasındaydık görünüşe göre ama buradan bakınca ormana kaçmak çok zordu çünkü kampın ortasından geçmemiz gerekecekti bu yüzden bir arka kapı bulmamız gerekiyor.

“Aptal değiliz, korkak değiliz sadece.” Ali albayın rahat sesi ile usulca sırıttım bu itlerin canını sıkacağını anladım çünkü. “Cesuruz diyerek sadece kendinizi kandırıyorsunuz.” İt konuşmaya devam ederken ben dışarıyı izleyebildiğim kadarıyla izlerken kafamda bir kaçış planı oluşturdum. “Siz korkak olduğunuz için cesaretle kendilerini kandırıyorlar diyerek kendinizi avutuyorsunuz. Ne korkak ve zavallı olduğunuzu fark edemiyorsunuz bile.” Ali albay acımadan canlarını sıkarken ben sırıttım aslında zevk almıyordum, sadece içimdeki öfkeyi saklıyordum.

“Duruma bakınca kimin zavallı olduğu belli oluyor, ama siz hala bana ahkam kesiyorsunuz. Siz Türkler gerçekten çok aptalsınız.” Ellerimizin bağlı olması bizi zavallı yapmazdı, çünkü bozkurt dizginlenemezdi. Şu an ellerimizin bağlı olmasına güvenerek böyle rahatça duruyordu karşımızda, esir olmamıza güvenerek böyle konuşabiliyordu. Ama ellerimiz açık olduğunda korkudan ayakta bile duramıyorlardı. “Ne o? Siz çok mu zekisiniz?” Ali albayın alaylı sesine karşılık it sırıttı ve elleriyle halimizi gösterdi. “En iyi askerleri esir aldığıma göre evet.” Kendilerini zeki sanmaları hem göz devirmek istediğim hem de kahkaha atmak istediğim bir durumdu, ama bunu yapacak durumda değildim.

“Madem o kadar zekiydiniz niye hayalini kurduğunuz devleti hala kuramadınız?”

Benim sorumla sert bakışları bana döndü devleti kuramamışlardı çünkü son Türk daha ölmemişti. “Kuracağız, sabredin sonrasında bize boyun eğeceksiniz.” Hala bu hayale inanacak kadar aptallardı Türk kanı akmaya devam ettikçe değil devlet, köy bile kuramayacaklardı. “Abin de öyle diyordu, dizlerinin üstünde öldü.” Abisini duyunca öfkelendiğinde ve eğlencesi kaybolduğunda dudağımın köşesi yukarı kıvrıldı ve bu onu daha da delirtti.

“Sende dizlerinin üstünde öleceksin yüzbaşı.” Bu söylediğine gerçekten inanıyor olması cidden gülmeme sebep olabilirdi belki başka zaman. “Abin gibi öleceksin.” Onu umursamayarak söylediklerimle elindeki keleşi daha sıkı tuttuğunda öfkesi beni tatmin etmedi, içimde öyle büyük bir yangın, öyle büyük bir öfke vardı ki ne kadar öfkelenirse öfkelensin beni tatmin etmeyecekti.

“Sabret yüzbaşı bülbül gibi öttükten sonra seni beter edeceğim.” Öyle sanmaya devam edebilirdi. “Şimdi size mühlet her şeyi ötmeniz için, geldiğimde bülbül gibi olun.” Diğer itlerini de alıp depodan çıktığında bakışlarım anında Ali albaya döndü. “Buradan hemen çıkmalıyız.” Ali albay beni başıyla onayladığında kafamdaki planı eyleme geçirecektim, birçok duygu aynı anda büyüyordu içimde ama başka şansım yoktu.

Durma şansım yoktu, üzülme şansım yoktu.

Yukarıdan demir kelepçe ile bağlıydı bileklerim, kelepçeyi çıkarmak en kolay kısımdı ama depodan çıkış bizim için en zor kısımdı. Çünkü ben burayı yakıp yıkmadan buradan çıkmayı düşünmüyorum, Ali albay sanki iç sesimi duymuşçasına cevap verdi. “Önceliğimiz buradan kurtulabilmek yakıp yıkmak çok riskli, bu riski alamayız.” Bakışlarım ona döndüğünde en az benim kadar onun bakışları da keskindi.

“Eğer yaşarlarsa arkamızdan gelip sıkıntı çıkarırlar.” Arkanda asla bir güç bırakmamalıydın yoksa o güç senin sonunu getirirdi, bunu tarih öğretmişti bize. “Onları öldürmeye kalkarsak bizde ölürüz ve hiçbir anlamı kalmaz.” Normalde Ali albay da yakıp yık derdi ama bu sefer yapamıyordu çünkü artık yaşama zorunluluğu vardı, başkan şehit olmuştu ve geride bu planı bilen sadece ikimiz vardık. Devletin çıkarı için yaşayıp o planı hayata geçirmek zorundaydık ve yaşama zorunluluğumuz vardı, risk alamazdık. Ama her türlüsü zaten bir riskti.

“Şehit olan yirmi sekiz askerimin kanını yerde bırakmam kendim de yanarım ama beraberimde o itleri de götürürüm.” Kararım netti askerlerimin kanını yerde bırakacak değilim ki bırakmayacağım da zaten, Ali albayın haberi yoktu ama onun kaçmasını sağlayıp ben burada kalacaktım.

Geride bıraktıklarımı düşünmüyordum çünkü yirmi sekiz askerimde düşünmemişti, benim ne haddimeydi?

Kendimle beraber burayı yakacak ama al sancağa karışan o kanları yerde bırakmayacağım.

“Elbette o şanlı şehitlerin kanını yerde bırakmayacağız ama şu an vakti değil.” Vakti önemli değildi benim için ise tam vakit şu andır. “Bir kampın ortasındayız haddinden fazla it var önden değil arkadan çıkacağız. Arka taraf yüksek ihtimalle ormana daha yakın ormana girince ikiye ayrılacağız ve ben onları peşime takacağım.” Konuyu değiştirip planı anlattığımda Ali albay elbette geri döneceğimi biliyordu. “Geri dönmeyeceksin deli yürek, bu bir emirdir.” Tüh, şansa bak ki pek emir dinleyen bir insan değilim ama bunu elbette Ali albaya söylemedim.

Sessiz kaldığımda Ali albay yapacağımı bildiğinden yakamı bırakmadı. “Emri al asker!” Almıyorum, almayacağım şu anda öfkem beynimi yönetiyordu ve gayet de memnundum. Sessiz kalmaya devam ettim çünkü yalan söylemek huyum değildi, sevmezdim. “Geri dönersen seninle gelirim, beraber yanarız.” Bakışlarım ona döndüğünde gözlerindeki kararlılıkla derin bir nefes verdim, ikimizin de deli olmadı hiç de hoş değildi. Sen nereye geliyorsun be adam!

İçimdeki öfke beni kararlı kalmaya sürüklerken elbette bunu yapamadım, öfkem her şeyden büyüktü ama zaaflarımdan değildi.

İşte bu yüzden nefret ediyorum zaaflardan.

Seni her zaman dibe çekerler.

Tam olarak bu yüzden zaaflarımın olmaması gerekiyordu ama vardı ve maalesef ki elimden de bir şey gelmiyordu. “Emredersiniz komutanım.” Dedim isteksizce zaaflarım gerçekten başıma büyük bela oluyordu artık. “Güzel, şimdi buradan çıkalım.” Dediğinde bir elimle diğer elimin baş parmağını eklem yerinden çıkardım, hissettiğim acıyla dişlerimi sıktığımda benim için basit bir şeydi. Bileğimi kelepçeden geçirip kelepçeden kurtulduğumda parmağımı tekrar yerine taktım. Ali albay da bunu yaparken ben diğer parmağımı da eklem yerinden çıkardım ve bileğimdeki demir kelepçeden kurtuldum ve parmağımı tekrar yerine oturttum.

Eski depoda gördüğüm hurda yığınına ilerlediğimde bir bıçak bulabileceğimi düşünmüştüm ama yanıldım çünkü sadece hurdalardan ibaretti. Buradan uzaklaştığımda sessizliğe dikkat ederek depoyu incelerken gördüğüm kısma gittim, burada küçük kapı gibi bir boşluk vardı ve kapatılmıştı. Üstündeki çivileri sökersem arka tarafa açılan küçük bir kapı elde edecektim, tekrar hurda yığınına yöneldiğimde arasında bulduğum eski çekice uzandım, çekici tuttuğumda ses çıkarmamaya dikkat ederek onu alacakken dışarıdan duyduğum adım sesleri ve konuşmalar ile duraksadım. Farsça konuşuyorlardı.

“Her saat başı içeridekileri kontrol edeceğiz öyle dedi.” Her saat başı geleceklerdi ve bizim tahmini kırk dakikamız falan vardı.

“İlk sen kontrol et o zaman.” Adım sesleri uzaklaşırken konuşmalarını da duyamadığımda çekici ses çıkarmamaya dikkat ederek elime aldığımda elimi çabuk tuttum. Tekrar o duvarın önüne geldiğimde çekicin tersiyle bir çiviyi sessizce söktüm ama bu iş fazla uzun sürüyordu ve bizim vaktimiz yoktu. Diğer çivileri de sökmeye devam ederken Ali albay da bulduğu başka bir alet ile sessizce çivileri sökmeye başladı.

Tüm çivileri söktüğümüzde tahmini olarak neredeyse otuz dakikamız kalmıştı, duvara sonradan monte edilen parçayı hafifçe çıkardığımızda aralıktan etrafa baktım. Depo arkada kalıyordu evet ama deponun birkaç adım ötesinde bir çadır vardı ve ondan sonra orman, etrafta ise arkası dönüp üç it vardı. Diğer taraflar bizi görmeden ormana çıkmamız gerekiyordu ve dolayısıyla yolumuzdaki itleri temizlememiz gerekiyordu. Hızlı ve temiz halledecektik her ne kadar ses çıkarmak istesem de.

Etrafı gözetlediğimde o üç itten başka kimse olmadığından emin olduktan sonra o parçayı yavaşça yerinden tamamen çıkardım. Gözlerimi önümdeki itlerden ayırmadan yavaşça küçük aralıktan geçtiğimde onlar beni hala fark etmemişken bakışlarım diğer taraflara döndü, herhangi biri buraya baksa beni görecekti. Ama bunu umursamayarak eğildiğim yerden kalktım ve bir itin arkasına geçip boynunu kırdım diğer ikisi bana dönerken onlar ses çıkaramadan birinin boynuna ben, diğerine Ali albay sarıldı. Üçü de yere yığıldığında onların keleşlerini aldık, birini Ali albay alırken diğer ikisini de ben aldım. Ne kadar çok, o kadar yarardı bize.

Etrafı kolaçan edip ormana doğru ilerledikten sonra koşmaya başlayınca arkamızdan henüz gelmiyorlardı bu bizi yarar sağlarken biz güneybatı yönünde koşmaya devam ettik. Çok uzaklaşamadan, daha deponun varlığı görünürken bir kurşun kulağımın dibinden geçince refleksle yanımdaki ağacın arkasına çöktüm. “Hassiktir.” Bakışlarım anında Ali albayı aradığında onunda bir ağacın arkasında siper aldığını görünce rahat bir nefes verdim.

Ama bu rahat nefesim elbette uzun sürmedi resmen bir kurşun yağmuruna tutulduğumuzda şansıma küfrettim. Başımı çıkarabilsem hepsinin hakkından gelirdim ama kafamı bile çıkaramayacak derece bir kurşun yağmuruna tutuluyorduk.

Ağacı siper alıp hafif bir şekilde kafamı çıkarabildiğimde bende ateş ettim, benim kurşunlarım sınırlı olduğundan ıskalama şansım yoktu ama onlarda böyle bir sorun olmadığından Allah vergisi yağdırıyorlardı. Bir iti kafasından vurduğumda diğer iti de göğsünden vurdum bu şekilde olsa elbette buradan kolaylıkla çıkardık ama elbette öyle olmuyordu. Oldukları yerde durmuyorlar, bize doğru ilerliyorlardı. Gelenleri temizledikçe yenisi geliyordu ve it soyu tükenmiyorlardı.

Bize doğru yaklaşan üç iti devirdiğimde arkadakiler siperlerden çıkıp üzerimize doğru ilerlemeye başladılar. Gelenleri indirdiğimde diğerleri gelmeye devam etti, bu iş böyle olmayacaktı arkama dönmeden Ali albaya seslendim. “Komutanım! Siz kaçın! Ben bunları oyalayacağım!” Ali albayın kurtulması gerekiyordu gerekirse burada şehadet şerbetini içerdim ama onu kanımın son damlasına kadar koruyacaktım. “Olmaz! Hiçbir yere gitmiyorum!” Şu adamın inadı beni delirtiyordu ama şansına küssün ben ondan daha inatçıyım.

“Komutanım! Buradan çıkmanız gerekiyor! Bende arkanızdan geleceğim!” Burada kalıp yakıp yıkacağımı düşünüyor olamazdı çünkü ben bir kere emredersiniz dediysem o emri yerine getirirdim, biliyordu. Benim arkamda olduğundan onu görmüyordum ama tereddüt dolu bakışlarını sırtımda hissediyordum ama düşünülecek bir şey yoktu, gitmeliydi. Gelenleri temizlemeye devam ettiğimde kurşunum azalıyordu ve Ali albay en kısa sürede karar vermeliydi. “Benimle birlikte geri çekil!” Önden o gidecekti arkasından ben gelecektim ama bu bir şeyi değiştirmezdi, onun gitmesi benim kalmam gerekiyordu. Diğer türlü gitmeyeceğini, kalacağını bildiğim için el mecbur kabul ettim. “Tamam!” Ali albay geri çekildiğinde bende gelenleri temizledim ve yeni gelmeye başlayanları da temizleyerek geriye doğru ilerledim.

Kurşunlar yağmur gibi yağarken bir gözüm Ali albayın üstündeyken bir yandan da itleri temizledim, Ali albay ateş etmeden geriye doğru çekilirken bende ardından yavaş yavaş geriye doğru çekildim. Dağın yukarısına doğru geri çekildiğimizde onlar da üstümüze doğru ilerlediler. Gelen itleri temizlerken bir anda tüm itler tek tek yere devrilmeye başladığında bakışlarımı arkaya çevirdiğimde gelenler sırıtmama sebep oldu.

Kartal ve Pençe gelmişti.

Benim siper olduğum ağacın yanındaki ağaca siper olan heybetli beden ve başını bana çevirdiğinde denk düştüğüm yeşillerle gülümsedim, onun da gülümsediğini kısılan gözlerinden anladım. Onlar itleri temizlerken sırtımı ağaca yasladım ve derin bir nefes verdim.

“Özlediniz mi bizi komutanım!” Turgut’un sesini duyduğumda başımı olumsuz anlamda sallayarak güldüm, kesinlikle özledim. Rahat bir nefes vereceğim sırada Ali albayın açıkta kaldığını gördüğümde anında oturduğum yerden kalkıp ona doğru koştum ama bu sefer yetişemedim. Ali albay göğsünden bir kurşun yediğinde ve yere yığıldığında ben şok içinde kalakaldım. Anında onu ağacın arkasına çekerken bende açıkta kaldığımdan karnımdan bir kurlun yedim. Ama acı hissetmiyordum. İnsan şok içindeyken acı hissetmezdi.

Ali albayın yarasını elimle kapatırken endişeli sesimle konuştum. “Komutanım, iyisiniz.” Hızlı nefeslerimle göğsüm hızla inip kalkarken ben elimi Ali albayın yarasına bastırmaya devam ettim.

“Komutanım!” Tüm Pençe timi hep bir ağızdan bağırırken ben kanlar fışkıran yarayı kapatmaya çalışırken transa girmiş gibi konuşmaya devam ettim. “İyisin, iyisin, bir şey yok iyisin.” Şok içindeyken kalbim en son hızında göğsüme vururken ben yarayı kapatma derdindeydim.

Sol taraftan vurulmuştu.

Sol tarafta kalbi vardı.

“Kızım.” Ali albay zorlukla konuştuğunda benim gözümden gözyaşları akmaya başladıkça başımı olumsuz anlamda salladım, kızı olduğunu kabul etmediğimden değil, sonunu kabul etmediğimden. “Kendi yarana bak.” Hala beni düşünemezdi! Yaram umurumda bile değildi! Gözyaşlarım bardaktan boşanırcasına akmaya devam ederken ben transta olarak konuşmaya devam ettim. “İyisin, iyisin.” İyiydi, bir şey olmayacaktı.

“Kendine her zaman dikkat et kızım.” Hayır bana bunu yapamazdı! Buna hakkı yoktu! Bana bunu yapamazdı! Yapmamalıydı!

“Baba!” Diye haykırdım ilk defa. “Beni bırakamazsın!” Ali albayın artık solgun olan yüzünde zorlukla bir tebessüm belirdi ve zorlukla elimi tuttu. “Bana baba dediğini duydum ya ölsem de gam yemem artık.” Gözyaşlarım tüm yüzümü ıslatırken başımı olumsuz anlamda salladım, ölemezdi. Yapamazdı bunu bana, yapmamalıydı bunu kaldıramazdım ben. İçimdeki o çocuk şu anda çığlıklar atarken beni bırakıp gidemezdi, babamdı o benim.

Bir kere daha olmazdı.

“Baba, babamsın sen benim, kalk lütfen. Bak ben sensiz yapamam bir kere daha kaybedemem ben, lütfen.” Bir yalvarış gibi sözler dudaklarımdan dökülürken o gülümsedi zorlukla, nefes alamıyordu. “Sen benim kızımsın Umay, canımdan bir parçasın bunu bil.” Biliyordum, biliyordum ama bunları konuşmamalıydık, bunları konuşmak istemiyorum ben. “Hayır, hayır, kalk gideceğiz şimdi beni bırakamazsın.” Ali albayı elimi tutan eli gevşediğinde yarasına ellerimi daha çok bastırdım o zorlukla nefes almaya çalışırken ben yarasını kapatmaya çalıştım.

Ve elimi tutan eli düştüğünde, başı da yana düştü.

“Baba!” Acı haykırışım tüm dağda yankılanırken benim gözyaşlarım kanlı ellerimin üstüne düştü. O şehit oldu ama beynim bu gerçeği kabul etmedi. “Baba kalk hadi, bak bizimkiler geldi gidiyoruz kalk hadi.” Ben transa girmiş gibi onu uyandırmaya çabaladığımda hiçbir karşılık alamadım, şok içinde önümde yatan cansız bedene bakarken bakışlarım ellerime düştü. Ellerimde babamın kanı vardı.

Ben ikinci kez ailemin kanını ellerimde taşıdım.

Ellerimdeki kana donmuş gibi bakarken sesler benim için sustuğunda, gözlerim kararmaya başladı şokta olduğum için acısını hissetmesem de karnımdaki kurşun beni daha fazla ayakta tutamıyordu. Dizlerimin üzerinde dururken yere yığıldığımda gözlerim kapandı ve gözlerimi açamadım, duyabildiğim sadece seslerdi.

Ve ben o an ilk defa Ayberk’in ağzından adımı duydum.

Ayberk bana hiç adımla hitap etmemişti.

O ana kadar.

Bilincimi kaybetmeden önce duyduğum son şey Ayberk’in adımı haykırışı oldu.

“Umay!”

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

Arkadaşlarrr yeni bölümle karşınızdayım umarım kemerleriniz bağlıdır çünkü hızımız devam ediyor aslında çok konuşmak da düşmez bana ben lafı daha fazla uzatmadan sizi bölümle buluşturayım, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>

*********

 

 

 

 

Bölüm : 16.04.2025 20:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...