34. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 33.BÖLÜM

33.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Şehidin bir damla kanına gökyüzünü yakacağız! Hazırlansın tabutlar dünyayı yıkacağız!

                                                                                                                *** 

Evrak işlerini hallederken sürekli gözlerim doluyordu ve ben her seferinde gözyaşlarımı tutmak için ekstra çaba sarf ediyorum. Dün Ayberk ile vakit geçirmek biraz daha iyi gelse de bugün askeriyeye gelmek aynı etkiyi yaratmadı, gördüğüm her şey canımı yakıyordu. Ali albay şehit düştüğünden dolayı Pençe timinin yönetimini yine Cahit albay aldı ve bu evrak işlerini halletmek beni gerçekten zorluyordu.

Ali albay tayin alıp geldiğinde hevesle, mutlulukla hazırladığım bu evrakları şimdi onun yokluğuyla, buruk bir şekilde hazırladım. Ama burada üzülemezdim, ağlayamazdım burası askeriyeydi ve bende bir askerdim görevim ağlamak değil, vatanı korumak. Bunu sürekli kendime hatırlatıyorum.

Evrakları bitirip bir kenara koyduğumda kapı tıklatıldığında izin verdiğimde içeriye giren asker, asker selamı verdiğinde bir baş hareketiyle selamını aldım. “Cahit albay Pençe timini harekat odasında bekliyor komutanım.” Görev var. Beklediğim görev geldiğinde oturduğum yerden kalkıp odadan çıktım sert ve seri adımlarla harekat odasına geldiğimde içeriye girdiğimde Pençe timinin de geldiğini gördüm. Cahit albayın karşısında asker selam verdiğimde bir baş hareketiyle aldığında oturmamı işaret etti. Hepimiz oturduğumuzda o masanın başında durarak hepimizle göz göze geldi.

“Azraili olmanız gereken iti zaten biliyorsunuz ama yine de bilgilerini alacaksınız, bu terörist şu anda Türklerin gazabından korktuğu için bir dağda saklanıyor, göreviniz Ali albayın kanını yerde bırakmamak.” Cahit albayın gözlerine bir öfke oturduğunda ellerini masaya yasladı ve hepimize baktı. “Serbestsiniz Pençe isterseniz dağı havaya uçurun, isterseniz bölgeyi yakın gerekirse size SİHA bile çıkarırım.”

Cahit albayın bu sözleri beni şaşırtmıyordu her ne kadar disiplinli bir adam olsa damarında akan kanın deliliğine bir yerde engel olamazdı ve o yer de şehitlikti. Cahit albay ve Ali albay dosttu bunu biliyordum bu yüzdendi onun gözlerindeki öfke de. Ve SİHA’ya ya da başka bir şeye gerek yoktu zira bozkurtlara yem etmeyi düşünüyorum.

Gerekli bilgileri aldıktan sonra hazırlanmak için hangara gelmiştik ve en kısa sürede hazırlandık, hangardan çıkacakken kimseden çıt çıkmıyordu. Kimse birbirine bakmıyordu herkesin içinde kaynayan bir öfke vardı o yüzden tek düşünebildiğimiz her şeyi alt üst etmekti. En önden ben çıktığımda arkamdan da tek sıra halinde diğerleri çıktı helikoptere bindiğimizde havalandık.

Yere indiğimizde onların tam dibinde inmiştik onların saklandığı dağın eteklerinde indirmişti bizi helikopter, anlaşılan o ki Cahit albay delirince tam deliriyordu. Helikopterin sesi ile onlara geldiğimizi haber verirken hepimiz rahattık çünkü istedikleri kadar kaçsalar bile en sonda yine bizim pençemizde can vereceklerdi.

Sessizce ya da saklanarak değil göstere göstere gidiyorduk yanlarına normalde dağa çıkarken bir strateji uygulamam ve kimsenin görünmediğinden emin olmam gerekiyordu ama bu sefer o yoktu. Dağa doğru çıkarken bir terörist gördüğüm anda kafasına sıktığımda yere yığıldı, silahımı doğrultarak yukarıya doğru çıkmaya devam ettim diğerleri de peşimden geldi. Yukarıya doğru çıkarken önümüze çıkan tüm itlerin kafasına sıkarak ilerlemeye devam ettik, açıktaydık ama onların vurmasına fırsat bile tanımıyorduk. Yavaşça ayrılıp dağın etrafını sararak ilerlerken bir gözüm her zaman timimin üstündeydi bir kişi daha kaybetmeyecektim.

Önümüze çıkanları temizleyerek dağın yarısına çıktığımızda tek hareketle tüm timi durdurduğumda olduğumuz yerde tek dizimizin üstüne çöktük, önümüzde teröristler vardı ama vuramıyorlardı açıkta olmamıza rağmen. Bir iti daha indirdiğimde bakışlarım yerde dolaştı, bir tuzak vardı burada. Bu itler o dağdan üstümüze doğru gelmiyorlardı korkuyorlar evet ama bundan değildi dağın yarısında çizgi şeklinde bomba döşenmişti mayın gibi.

“Pençe şerit şeklinde bomba döşenmiş basmadan devam edin.” Telsizden tüm time seslendiğimde cevaplarını beklemeden tekrar ayağa kalkarken nişan aldığım bir iti daha indirdim. Bomba şeridini geçtiğimde diğerlerinin de geçtiğinden emin olurken gördüğüm itleri indirmeye devam ettim. Tim ile biraz daha ayrıldığımızda yan yana değil aramızda belli bir mesafeyle ilerliyorduk ve halka gibi dağın etrafını sarıyorduk yavaş yavaş. Aslında onları kıskaca alıyorduk önce dağın tepesine kadar temizleyecek sonra kaçanların işini görecektik, vaktimiz vardı.

Tetiği çektiğimde bir iti daha kafasından vurduğumda bana silahını doğrultmuş bir itte yere devrildi ben ise Sare’ye silahını doğrultmuş bir iti yere devirdim, hepimiz hem kendimizi hem de birbirimizi koruyorduk. Biraz daha çıktıktan sonra aramızdaki mesafeyi açtığımızda artık dağın etrafını halka gibi sarmıştık, dağın arkasındaki askerlerimi görememek canımı sıksa da görevime odaklanmaya devam ettim. Hep önümdekileri temizliyor hem de timimi kontrol ediyordum, çizik bile alınmayacaktı.

Dağın neredeyse tepesine vardığımızda itlerin sayısı daha da çoğaldı ama biz yine de saklanmadık hepimiz açıktaydık. Tek dizimin üstüne çöktüğümde diğerleri de aynısı yaptığında önce buradaki kalabalığı temizledik, bir iti indirdiğimde saniyesinde diğerine geçtim ve onu indirdim. Gördüğüm her iti indiriyorduk onlara fırsat tanımadan. İtleri temizlediğimde artık dağın en tepesine çıktığımızda mağaranın içinden bir bomba atıldığında bomba bize doğru gelirken havada ateş ettiğimde patladı. Sarsıntıya ve etkisine rağmen kıpırdamadım bile oluşan tozun gözüme girmesini engelleyen uzun kirpiklerim oldu, böyle de bir fayda sağlamıştı bana. Tozlar kirpiklerimde birikirken ben mağaranın içindeki itleri indirmeye devam ederken dikkat ederek ilerlediğimde diğerleri de peşimden geldi. Mağaranın etrafını sardığımızda elimdeki bombanın pimini çekip mağaranın içerisine fırlattım ve hepimiz aynısı yaptık, sonrasında biraz gerileyerek kendimizi koruma altına aldığımızda büyük bir patlama gerçekleşti. Sarsıntıyı hissettikten sonra siper aldığım kayanın arkasından çıktığımda tek bir it kalmayınca dağın arka tarafına doğru ilerledim ele başları o it kaçmıştı görmüştüm. Dağın arka tarafına geldiğimizde boş arazide giden pikabı gördüğümde bakışlarım Kutay’a döndüğünde o anlaması gerekeni anlamıştı. Kutay yere uzandığında ve silahını ayarladığında nişan aldı bu kadar uzaktan vurması imkansız gibiydi ama Pençe timi imkansızlar için yetiştirilmişti.

Kutay pikabın lastiğini patlattığında pikap kayarak durduğunda Kutay nişan aldıktan sonra ateş ettiğinde arka koltukta oturan ele başları iti vurduktan sonra diğer iki iti de vurdu. Dürbünden pikaba bakıp gördüğümde normalde oluşan sırıtış bu sefer oluşmamıştı.

Bu Ali albayın ve diğer şehitlerimizin kanı içindi.

Atakan ve Turgut içerideki itlerden yaşayan var mı diye kontrol ettikten sonra yanımıza geldiklerinde hepimizin ifadesi sertti, kimse konuşmuyordu.

Çünkü içimiz soğumamıştı.

Gerçi bir şehidimizin öfkesini ne soğutabilirdi ki? Hiçbir şey. Dünyayı yaksak bile bir şehidimizin öfkesini soğutmayacaktı bu yüzden yoktu boş sohbetlerimiz. Çünkü içimizde kaynayan öfke öyle büyüktü ki hiçbir şekilde geçmeyecekti ve biz içimizde bu öfke ve acıyla yaşamayı öğrenecektik.

Helikopter bizi bıraktığı noktadan aldığında eve dönerken içimde kaynayan öfke ve acı ruhumu emiyordu. Sadece kanları yerde kalmadı diyerek avutabiliyordum kendimi ama içimdeki öfkenin sesi daha çok çıkıyordu.

Askeriyeye geldiğimizde üstümü değiştirdikten sonra Ayberk ile çıkmıştık askeriyeden ve iki günlük bir izin almıştık, görmem gereken iki kişi vardı.

Babam.

Kardeşim.

İlk önce babamın yanına gidecektim zaten cenaze törenine yetişememiştim ve bir hafta boyunca da gidecek sağlıklı bir kafada olmamıştım. Hala da değildim evde geçirdiğim krizlerin haddi de hesabı da yoktu ama bunun düzelmesini beklersem sonsuza kadar gidemezdim yanlarına. Yolculuğumuz uzun sürmesine vaktimiz olmadığında uçakla gidecektik, sadece iki günüm vardı yani zamanım kısıtlıydı.

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şehitliğe geldiğimizde içimdeki öfke bir kenara çekildiğinde geriye acım ve ben kaldık, ruhumun çığlıkları ile baş başa kaldığımda yutkundum.

Ama boğazımdaki yumru canımı yaktığında gözlerim sızlamaya başladı gözyaşlarını akıtmak için ama gözlerimin dolmasına izin veremedim o an.

Çünkü şehitlikteki yolu ezberliyorum.

Babamın mezarının nerede olduğunu ezberliyorum.

Gözlerim dolarsa göremezdim bu yüzden geçtiğimiz yolları ezberledim zor değildi aslında, unutturamayacak kadar acıtıyordu çünkü. Mezarların yanından geçerken her mezarın başında dalgalanan al bayrağın gölgesi düşüyordu mezarlara. Biz onların yokluğuna üzülüyorduk ama onlar şanlı bayrağın gölgesinde uyuyorlardı.

Gidene değil, kalana zordu.

Babamın mezarının önüne geldiğimde Ayberk geride durduğunda ben mezarın karşısında durup asker selamı verdim ama komutanım demedim bu sefer. Gözlerimden yaşlar akamaya başladığında dudaklarımı zorlukla aralayabildim. “Baba.” Sesim o kadar zayıf ve güçsüz çıkmıştı ki ben bile duyamamıştım kendi sesimi. Asker selamını bozduğumda mezarın yanına gitmedim karşısında durmaya devam ettim çünkü yanına gitmeyi kendime hak göremedim. Gözyaşlarım durmadan akmaya devam ederken yutkunmaya çalıştıkça boğazımdaki yumru canımı yaktı. “Özür dilerim.” Dediğimde sesimin bir fısıltıdan farkı yoktu ben bile duyamıyordum. “Özür dilerim her şey için. Sana baba demediğim için, seni koruyamadığım için, başına al bayrağı diken ben olmadığım için.” Hıçkırarak ağlamaya başladığımda sesim çıkmaya başlamıştı artık çünkü ruhumdaki çığlıklar artık ruhuma sığmıyordu. Dizlerim titremeye başladığında bunu umursamayarak konuşmaya devam ettim. “Elimden geleni yaptım gerçekten ama ben hiçbir zaman koruyamadım baba ne ailemi ne seni ne Göktuğ’u. Hiçbirinizi koruyamadım ben, beceremedim. Ama denedim çok istedim, gerçekten.” Ağlayışım daha da şiddetlendiğinde mezarın başındaki al bayrak daha da hızlı dalgalandı sanki benimle ağlıyormuş gibi.

“Özür dilerim koruyamadığım için ama ben seni hep sevdim bunu bil tamam mı? Sen benim hep babamdın sadece söyleyemedim ama hep babamdın bil tamam mı?” Dizlerim bedenimi artık taşıyamadığında yere düşeceğim sırada yine o tuttu beni, dizlerimin yere çarpmasına izin vermedi yine. Ben yere oturunca yine geri çekildi ve izin verdi bana duygularımı yaşamam için. Ve al bayrak nazlı nazlı dalgalandı o an sanki onun doğru kişi olduğunu söylemek istercesine. Belki de o bayraktaydı benim babamın ruhu.

Ellerimi yere yasladığımda ağlayışım şiddetlendiğinde al bayrak yine daha sert ve hızlı dalgalandı yine benimle ağlar gibi.

Konuşmaya devam etmek istedim ama hiçbir şey söyleyemeyecek kadar şiddetliydi ağlayışım, bir şey konuşamayacak kadar yüksekti ruhumdaki acı çığlıklarım. “Seni seviyorum babam.” Diyebildim ağlayışlarımın arasından ama başka bir şey daha diyemedim, ağlayışım daha da şiddetlendiğinde başımı öne eğdiğimde omzumdan döküldü saçlarım. O an daha da şiddetli dalgalandı al bayrak başını eğme dercesine ve ben kaldırdım başımı ve mezar taşındaki isme bakarak ağladım.

Ali Bozkurt

Eğmedim başımı o isme bakarak ağladım içim çıkarcasına kaç gündür gözlerimde olan ruhsuzluğunda yerinde acı vardı artık. Ağladım bir kız çocuğu olarak çünkü şu an ne asker ne de bir yetişkin olacak güçten değilim. Şu an sadece babasını kaybetmiş bir kız çocuğuyum ve içim çıkarcasına ağlıyorum. Hiçbir şeyi geri getirmeyecek gözyaşlarım biliyorum, ruhumdaki acıyı dindirmeyecek hıçkırarak ağlayışım biliyorum ama sadece ağlıyorum.

O isme bakarak ne kadar ağladım bilmiyorum ama gözyaşım kalmayıncaya kadar ağladım o mezarın karşısında, belki saatlerce. Artık akacak gözyaşım kalmadığında ayağa kalktım ve kalkmama yine o yardım etti sonra ise yine geri çekilip alanımı sağladı bana.

“Vatan sağ olsun.” Dedim yine o isme bakarak ve o bayrak yine nazlı nazlı dalgalandı, o böyle dalgalansın diye feda ettik binleri ve etmeye de devam edeceğiz. Kendi acılarım için de söyleyebilecek bir şeyim yoktu ama bir şehidimin acısına sadece vatan sağ olsun diyebilirdim ve dedim.

Mezarına ekilmiş rengarenk çiçeklerin eken Pelin’di biliyorum yine renklendirmeyi başarmıştı ve bu sefer bende renklendirmek istedim bu sefer benim de rengim olsun istedim. Ve beyaz bir çiçek ektim rengarenk çiçeklerin arasına ve sonrasında geri çekildiğimde yine asker selamı verdikten sonra arkama döndüm Ayberk’e bakmak için.

Birkaç adım geride durmuş bana bakarken o yeşilleri ile denk düştüm buruk bir tebessüm belirdiğinde dudaklarımda aynı tebessüm onda da belirdi. Yanıma geldiğinde eli belime dolanırken alnıma bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildiğinde yine gözlerimden anladı beni.

Gidelim.

Eli belimde kalıp bana destek olurken çıktık şehitlikten.

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu sefer Göktuğ için şehitliğe girdiğimde girer girmez kulaklarımda beraber mutlu olduğumuz anların sesi çınlamaya başladığında dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. Kahkahalar ve konuşmalar kulaklarımda yankılanmaya devam ederken şehitliğin içinde attığım her adımda burnumda tüten özlem biraz daha arttı. Bunların yanında bir de o sönmeyen yangın vardı içimde.

Göktuğ’un mezarının karşısına geldiğimde Ayberk yine geriye çekilerek bana alanımı verirken ben gidip mezarın yanına oturdum. Mezardaki rengarenk çiçeklere nazikçe dokunurken gözlerimden yaşlar aktı. “Yokluğun çok belli çömez.” Sesim titrerken bakışlarım mezarın üstünde yazan isme döndüğünde gözyaşlarım daha da hızlandı. “Ama yokluğuna sahip çıkıyoruz kardeşim merak etme sen, ayrıca sevdiğin kadında güvende gözün arkada kalmasın.” Cahit albay yedi kişi kaldığımızdan ve Göktuğ’un pozisyonunu doldurmak için time yeni birini almayı teklif etse de kesin bir şekilde reddetmiştim. Pençe timi nasıl kurulduysa öyle kalacaktı biz gidenin yerini doldurmazdık, o yere sahip çıkardık. Ve Buse’de zaten görevlendirdiğim eğitimli adamlar tarafından korunuyordu güvenliğinden eminim.

Getirdiğim beyaz çiçeği de çiçeklerin arasına ektiğimde gözyaşlarım akmaya devam ederken derin bir nefes verdim. Şu an ona sarılmak istiyordum ama şu an sadece topraktı ve bunu fark etmek canımı daha çok acıtıyordu. “Özür dilerim kardeşim ama ben Ali albayı yani babamı koruyamadım o da artık bir şehit, senin gibi. Hem onu korumayı başaramadım hem de anne olma şansımı kaybettim ama pişman değilim o kurşunu yediğim için.” Sesim titrerken ve gözyaşlarım yüzümü ıslatmaya devam ederken sanki sormuş gibi açıklama yaptım. “Babamı kurtarmak için açığa çıktığımda kurşun yedim karnımdan o yüzden hiç anne olamayacağım. Ama olsun beni anne olamasam bile kabul eden bir adam var, sende tanıyorsun.” Ayberk arkamda olsa da beni duyduğunu biliyorum ve yüzünde bir gülümseme olduğunu biliyorum bu yüzden benim dudaklarıma da bir tebessüm oturdu. “Seni de koruyamadım özür dilerim kardeşim.” Bir el sırtımda durduğunda bir kadın parfümü burnuma dolduğunda başımı omzumun üstünden arkaya çevirdiğimde Buse’nin gülümseyen yüzüyle karşılaştım.

“Senin suçun değildi Umay bunu o da biliyor.” Hiç değişmemişti, sevdiğinin ölümüne rağmen sesinde yine hayat barındırabiliyordu. “Ben gelmesem beni görmeden gidecektin alındım.” Güldüğümde gözyaşlarımı silerken onun gözyaşları aktığında ayağa kalktığımda ikimiz de birbirimize sarıldık. “Gelecektim.” Geri çekildiğimde bana trip atmaya devam ettiğinde gülümsemeden edemedim, özlemiştim. İkimizin bakışları da aynı anda Göktuğ’un mezarına döndüğünde gözümden yine yaşlar aktı, gelip burada konuşacak, anlatacak çok şey vardı.

Söylenecek çok şey vardı ama bakışlarımız mezarın başına dikilmiş olan şanlı bayrağa kayınca aynı şeyi mırıldandık. “Vatan sağ olsun.” Ne kadar çok şey söylersek söyleyelim, ne kadar konuşursak konuşalım söylediğimiz son şey yine aynı oluyordu.

Buse de Göktuğ ile vakit geçirdikten sonra bizim elimizden tutmuş peşinden evlerine sürüklemişti bende vakit geçirmeyi özlediğimden hiç ses çıkarmamıştım. Küçük bir mahallede yan yana tek katlı iki ev tutmuşlardı bir evde Ahmet amcalar, diğerinde Mustafa amcalar kalıyordu ama yan yana oldukları için sürekli birbirleriyle oluyorlardı. Bu içimi ısıtan bir görüntüydü.

Ahmet amcaların evindeki salonda oturmuş çay içiyorduk, öncesinde de yemek yemiştik ve Kübra teyze çay içmeden sizi bırakmam diyerek biraz daha burada kalmamıza sebep oldu. “Ee yakında düğün yaparsınız herhalde.” Emine teyzenin sözleri ile içtiğim çay boğazımda kaldığında öksürmeye başladığımda Buse sırtıma hafifçe vururken sırıtarak annesine baktı. “Öyle bir anda söylenir mi anne? Alıştıra alıştıra söyleseydin.” Ben boğulmaktan kıl payı kurtulurken Ayberk tüm keyfiyle çayını içerken bakışlarım ona döndü. Önceden olsaydı bu düşünceyle binlerce hayal kurup huzurla sırıtabilirdim ama artık bunu yapamıyordum çünkü her evlenme fikrinde zihnimde tek bir cümle yazıyordu.

Bir çocuğumuz olmayacak.

Baba olamayacak.

Bu cümleler canımı yakarken yutkunmaya çalıştığımda boğazımdaki yumru canımı yaktı. “İnşallah.” Ayberk bana bakarak konuşurken ben ona bakmadım ama yüzündeki o güzel minik sırıtışın eksik olmadığını biliyorum. “Çocuklarım ne yapıyor kızım?” Kübra teyze beni anlamış olacak ki konuyu değiştirdi, anne olamayacağımı buradaki herkes biliyordu. “İyi olmaya çalışıyorlar.” Yaralı olduğumuzu saklamazdım bu güzel insanlardan ki özellikle bizi çocukları olarak görüyorken. Kimse bir şey demediğinde hepimizin aynı durumda olduğumuzdan susmuştuk ama ortamı eğlendiren Buse oldu. “Bir ara size baskın yapmayı düşünüyorum.” Böyle de açık sözlüydü.

“Adresimiz belli.” Dediğimde güldüğünde gözlerinde beliren özlem benim dudaklarımda buruk bir tebessüme sebep oldu, özlemin her türlüsü başımıza bela bir şeydi. Ortamda yine bir sessizlik olduğunda çaylarımızı içerken sessizliği paylaştık hep beraber ve benim için en değerli şeylerden biriydi. Her türlü insanla paylaşabilirdiniz duygularınızı, yaşadıklarınızı ve sizi anlayabilirlerdi belki ama asıl olay sessizliği paylaşmaktı. Çünkü en zor şey bir insanla sessizliği paylaşmaktı ve bir insanı sessizliğinden anlamaktı çünkü bir insanı gerçekten anlamak bile zorken onu sessizliğinden anlamak paha biçilemezdi.

Ve biz birbirimizi sessizliğinden anladık, aynı sessizliği paylaştık beraber.

Nihayetinde çaylarımızı içtikten sonra her ne kadar gitmek istemesek de kalkmak zorunda kaldık hepsi biraz daha kalmamız için ısrar etse de sonradan razı oldular. Elimizde olsa kalacağımızı, kalmak istediğimiz bildikleri için zorlamadılar son bir kez hepsine sarıldığımda yine gözlerimin sızladığı anlar olmuştu. Buse’deki kardeş özlemim, Kübra ve Emine teyzenin kollarındaki anne sıcaklığı, Mustafa ve Ahmet amcadaki baba sıcaklığı gözlerimin sızlamasına sebep olmuştu. En sonunda oradan ayrıldığımızda eve dönme vakti gelmişti, her ne kadar bu sefer gitmek istemesem de.

                                            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                A.G.  

İşkence gibi bir iki gün geçirmiştik çünkü iki boyunca deli yüreğin gözyaşları bir saniye bile durmamıştı ve bu da beni öldürüyordu. Ona ağlama diyemezdim hakkım yoktu bu kadar acı çekerken ona ağlama demeye ama ağlamasını izlemek de ayrı bir can yakıyordu, o halde görmek...tarifsizdi. En sonunda eve döndüğümüzde onun yanında kalmam gerekiyordu ama daha kapının önündeyken görev haberi geldiği için eve bile girememiştim. Onu o şekilde bırakmak elbette hiç içime sinmiyordu ama söz konusu vatandı.

Harekat odasında otururken tüm timin bakışları Cahit albayın üstündeydi, onu dinliyorduk. “Bu itin adı Sekvan son zamanlarda birkaç eyleme karışmış ve kendisi yeni bir eylem planlıyor, göreviniz eylemi durdurmak ve o itin canını almak.” Cahit albay oturduğu yerden kalkınca hepimiz ayağa kalktık. “Hepinizi tek parça halinde istiyorum Kartal.” Asker selamına dururken hep bir ağızdan konuştuk. “Emredersiniz komutanım.” Ama bu emri gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğimizi bilmiyorduk gelebilirdik de gelmeyebilirdik de. Harekat odasından çıkıp hangara gidip hazırlandık, hangardan çıktığımızda tek sıra halinde helikoptere koştuk hepimiz bindiğimizde havalandık.

İneceğimiz yere geldiğimizde helikopterden sarkıtılan ipe tutunarak aşağıya kayarak yere indik güvenlik çemberini oluşturduğumuzda helikopter uzaklaştı. Metehan ve ben haritaya bakarken bir yanımız tetikteydi. “Eylemin hazırlandığı yer burası, burada tüm itlerini topluyor sayıları bizden fazla olacak o yüzden kıskaca alacağız. Buradan oraya gidişimiz bir saat olacak akşam üstüne denk geleceğiz bu bize avantaj sağlayacak.” Metehan konuşmasını bitirdikten sonra ben haritaya son bir kez bakıp ayağa kalktım. “Kartal gidiyoruz.” Emrini verdikten sonra en önde ben olmak üzere tek sıra halinde ilerlemeye başladık geliyorduk ama bu sefer daha serttik. Daha yeni şehit vermiştik, şehidimizin ve şehitlerimizin öfkesiyle geliyorduk oyun arttık daha sertti.

Bir saat sonra itlerin bulunduğu konuma geldiğimizde o bölgenin etrafını iyice araştırdık sonrasında çember şeklinde onların kaldıkları evlerin etrafını sararak kıskaca aldık. Ormanın ortasına yaptıkları bir harabede kalıyorlardı ama bu harabe o kadar adam için yeterli değildi bu işte bir sıkıntı vardı. Ya itlerini uyutmuyordu ya da çok farklı bir şey yapıyordu ama her şekilde pençemizde kalacaktı. Dürbünden harabeyi ve itleri izlerken telsize konuştum. “Kartal, herkes konumlandı mı?” Sorumun üstüne herkesten evet cevabı geldiğinde odak noktamı itlere çevirdim şu an çok savunmasızlardı, saldırmazdık. Şeref meselesiydi bu düşmanının en savunmasız anında vuran herkes kazanırdı önemli olan savunabildiği anda devirebilmekti.

Neredeyse bir saat geçtiğinde itler eğitim için silahlarını kuşandıklarında bende tetiğe geçtim ve telsizden diğerlerine de emir verdim. “Kartal nişan al, ateşimle birlikte ateş serbest.” Hepsinden emredersiniz komutanım sesi yükselirken iti nişan aldığımda tetiği çektiğimde alnının ortasından giren kurşunla beraber yere devrildi. Geldiğimizi haber verdiğimizde hepsi siperlerine saklanırken bizim tarafımızdan ateş başladı, siperlerde olsalar bile tek tek hepsini devirmeye başladık. Tetiği çektiğimde bir iti daha yere serdiğimde bir diğerine geçtim, sayıları bizden fazlaydı ama kısa sürede sayı namına hiçbir şey kalmayacaktı.

İtlerin neredeyse yarısından fazlasını temizlediğimiz sırada yanımdan geçen bir kurşun ile bakışlarımı arka tarafa çevirdiğimde bir küfür savurdum. “Siktir.” Arkada da bir yığın it vardı iki ateş arasında kalmış bulunuyorduk şu an, hızlıca sakladığım kayanın arka tarafına geçtiğimde kurşun yağmuruna tutulurken ben telsizden diğerlerini yokladım. “Kartal, kıskaca düştük ne durumdasınız?” Ön taraftaki tiler için açıktaydım şu anda ve onların bana ateş etmesine fırsat tanımadan ben onları devirirken arka taraftan kurşun yağmuruna tutuluyordum. “Arka taraftakiler sağlam öndekiler de bitmek üzere kimse vurulmadan ön tarafı bitirip arkayı halledeceğiz.” Metehan’ın sözleri ile herkes emir aldığında odak noktamızı öne verip hepsini kısa sürede temizledik sonrasında ise arkaya döndük. Arkadakiler gerçekten sağlamdı ama bizden kurtulmalarına izin vermeyecektik arkadakileri temizlemeye başladığımızda hararetli bir çatışma başlamıştı.

Neredeyse yarısını temizlediğimizde telsizden Çetin’in “Ege!” diye bağırışını duyduğumda kontrollü bir şekilde arkaya baktığımda Ege’nin harabeye doğru koştuğunu gördüm, bok gibi açıktaydı şu an. Gerçekten bazen bunların ağzını burnunu dağıtasım geliyordu ama şu an doğru bir zaman değildi, hepimiz hem itleri temizlerken hem de Ege’yi koruyorduk. Sekvan itini yaralamıştık ama ölmemişti ve kaçmayı denemişti Ege’de onun peşinden kaçmasın diye gitmişti, Sekvan iti harabenin içine girince silahla öldüremeyeceği için mecbur peşinden gitmişti.

Arkadaki itleri temizlerken arkamda bir bombanın patladığını duyunca bakışlarımı harabeye çevirdiğimde patladığını gördüm.

Ege. 

Donakaldığımda Ege’nin harabeden uzaklaşıp sipere doğru koştuğunu gördüğümde bir nefes aldım, kısa süreli kalp krizi geçirdiğime yemin edebilirim. Önüme dönüp itleri temizlemeye devam ettiğimde kısa sürede hepsini temizledik dikkatlice siperlerden çıktığımızda Çetin ve Ege yaşayan var mı yok mu diye itleri kontrol ederken bizde karargaha rapor geçtik. Buradaki işimizi bitirdikten sonra helikopterin bizi alacağı konuma doğru ilerlemeye başladık.

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

Arkadaşlarrr yeni bölümle yine karşınızdayım bu sefer hem sakin hem de hızlı olduğumuz bölümlerden bir tanesiydi lafı hiç uzatmadan bölümü yayınlamak istedim o yüzden yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>>

***********

 

 

 

 

Bölüm : 27.04.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...