

Hayat kurası, hazırım Azrail eşleşelim, tanıdığım tüm kulları çaldı çünkü tüm neşemi.
***
Saat yine gece yarısına dayanıyordu ve Ayberk yanımda olmadığından gözlerimi bile kapatamıyordum, görevdeydi. Bende evde yine salondaki koltukta oturmuş, saymadım bilmem kaçıncı sigaramı içiyorum. Gözlerim ağlamaktan artık yorgun düşmesine rağmen durmayan gözyaşlarım, zihnimde susmayan sesler ve halüsinasyonlarım. Koltukta boş boş oturuyor gibi görünüyordum dışarıdan ama aslında oturmuş anılarımı izliyorum.
Yetimhaneden yeni çıkmışım o gün babamın evine gelmişim, üst katta bir oda hazırlamış bana, oyuncaklarla dolu. O odada pencerenin önüne oturmuş gökyüzünü izliyorum çünkü uyuyunca kabuslarım benim cehennemim oluyor.
Kapı tıklatılıyor ve babam giriyor içeri sonra gelip yanıma oturuyor, o da izliyor yıldızsız, bulutsuz gökyüzünü. Elindeki sıcak süt dolu bardağı bırakıyor benim yanıma ama bakmıyorum bile. “Süt uyumaya yardımcı olur.” O günden sonra her gece bana süt getirirdi, getirmediğinde anlardım görevdeydi. “Korkarsan senin odanın yanındaki odada kalıyorum, istediğin zaman gelebilirsin.” Bakışlarımı gökyüzünden ayırmıyorum çünkü gözlerim sızlıyor ağlamamak için buna rağmen sesim küçük bir kız çocuğuna göre fazla sert çıkıyor. “Ben korkmam.” Hayır korkarım ama korktuğum için kaybetmişim zaten ailemi bu yüzden korkmama kararı almışım.
“Hayır korkarsın, korkmalısın çünkü korkmadan cesur olamazsın. Korku yoksa cesaret de olmaz.” Ve babam benden hiçbir şeyi saklamıyor yaralı bir çocuğum diye gerçekleri benden saklamıyor, yaralarımı sararken öğretiyor bana gerçekleri. “Ben korkusuz olacağım.” Diyorum çünkü cesur olmaktansa korkusuz olmayı tercih ediyorum. “Kimse korkusuz değildir Umay, hiç kimse.” Bakışlarımı ona çevirmiyorum çünkü ağlamamak için kendimi tutuyorum ve sessiz kalıyorum. Çünkü acım çok acıyor ve ben bu acıyı tarif edemiyorum ve etsem de kimse anlamayacak diye düşünüyorum o an.
Elini nazikçe omzuma koyuyor beni rahatsız etmek istemeyerek ama yanımda olduğu hissettirmek isteyerek. “Gecelerin iyi olsun küçük hanım.” Diyerek çıkıyor odadan ve arkasından bakakalıyorum çünkü herkes gibi bana iyi geceler demiyor, biliyor gecelerim iyi olmadığını.
Ama gecelerin iyi olsun diyor bana bir dua eder gibi.
Ellerim titrerken sigaramı zorlukla içiyorum gözlerimden yaşlar akarken izlediğim anılar beni krizlere bir adım daha yaklaştırıyor ama engel olamıyorum. Sigaramı artık içemediğimde küllüğün içinde söndürdüm derin bir nefes aldığımda başka bir an canlandı gözümün önünde.
Oturmuşum bahçede elimdeki çubukla yerdeki kumlara anlamsız şekiller çiziyorum, öfkeliyim kendime. Çünkü her şeyi berbat ediyorum on iki yaşındayım derslerim yerlerde sürünüyor, başımı belaya sokmadan duramıyorum ve kendimle beraber herkese zarar veriyorum. O kadar dibe batmışım ki nefes bile alamıyorum artık ve ne yapacağımı da bilmiyorum. Yine o zor, çekilmez anda heybetli bir beden hissediyorum yanımda, babam gelmiş yine yanıma.
“İşe yarıyor mu bari?” Sorusuna rağmen bakışlarımı ona çevirmiyorum çünkü her şeyi batırdıktan sonra yüzüm yok yüzüne bakmaya. “Hangi işe?” Her şeyi berbat ettiğimden ne işe yarıyor mu demek yerine hangi iş diyorum. “Öfkelenmen diyorum herhangi bir işe yarıyor mu bari?” İşe yaramadığı için öfkeleniyorum zaten. “İşler kötü gittiği için öfkeleniyorum zaten.” Dudaklarında minik bir tebessüm olduğunu biliyorum ama yine de dönüp bakamıyorum. Bugün gerçekleşen veli toplantısında hakkımda iyi tek bir kelime duymamışken bakabilir miyim yüzüne? “Çünkü odaklanamıyorsun ve yapamıyorsun yapamadıkça da öfkeleniyorsun.”
Beni nasıl bu kadar iyi tanıyabilir diye düşünüyorum içimden ama ona soramıyorum bunu. “Bunun yerine önce kafanı toplamaya ne dersin?” O yetimhaneden çıktıktan sonra zaten darmadağın olmuş, toplayamamışım kafamı. Nasıl yapacağımı da biliyorum aslında ama yine korkağım cesaretim yok yapmaya. “Bunun için yüzleşmem gerekiyor, kendimle.” On iki yaşında bir çocuğun derdi bu olmamalıydı ama benim derdim buydu. “Ailemin mezarına götürür müsün beni?” Kendimle ve ailemle yüzleşmem gerekiyor çünkü. “Şimdi mi?” Sorusuyla başımı olumlu anlamda sallıyorum belki erken ama daha geç olması sadece işimi zorlaştıracak biliyorum.
“Önce bana bak Umay canının acıdığını biliyorum ama boynunu bükme, başını hep dik tutmak zorundasın. Sana bunu söylemek istemezdim ama bu hayatın bir kuralı kızım başını dik tutabilenler hayatta kalır sadece.” O an dik durmayı öğretiyor bana ve ben bakışlarımı ona çeviriyorum. “Benim yanımda dik durmak zorunda değilsin ama başka her şekilde dik durmak zorundasın.” Başımla onu onayladığımda omuzlarım düşse bile dik duruyorum her zaman.
Hıçkırarak ağlarken artık sadece ellerim değil tüm vücudum titremeye başladığında gözlerimi daldığım noktadan ayırmak izlediğim bu görüntülere son vermek istiyorum ama yapamıyorum. Kapatamıyorum gözlerimi. Ve başka bir anı izlemeye başlıyorum.
Babamın odasın girdiğimizde o geçip koltuğuna oturduğunda ben hazır ol da karşısında cezamı vermesini bekliyorum, suçluyum çünkü. Yine rahat duramamışım daha timimin olmadığı dönemlerde gönderildiğim önemli bir görevde kimsenin emrini dinlemeden her şeyi riske atıyorum. Görevi başarıyorum ama bütün komutanlar bu sorumsuzluğumu ve had bilmezliğim faturasını kesmek istediğinde önümde babam duruyor dimdik. İzin vermiyor hiçbirine çünkü biliyor faturanın sonunda mesleğim gidecek elden, bu yüzden hepsine kafa tutup o benim askerim faturasını ben keserim diyerek beni ipten alıyor. Ve şimdi odasında durmuş cezamı vermesini bekliyorum ama suçlu olsam bile onun gözlerinin içine bakıyorum, başım dik. Çünkü o öğretti bana bunları.
“Nedir cezam?” Sessizliği bozarak soruyorum ama sert sert bakmak yerine dudaklarında minik bir tebessüm beliriyor. “Cezan yok.” Donup kaldığımda nasıl yani der gibi bana bakıyor. “Cezan yok sana ceza vermeyeceğim çünkü senin yerinde olsam bende aynısı yapardım. Seni hep destekliyorum biliyorsun hem kızım olarak hem de komutanın olarak. Senin askeri yeteneğine ve asıl sana güveniyorum evet yaptığın resmiyette bir suç ve bir sorumsuzluk ama sana ceza vermeyeceğim. Sana yine doğruları öğreteceğim, öğrendiklerini uygulayıp uygulamamak sana kalmış. Ama sakın gevşeme çünkü bu istediğin gibi davranabileceğin anlamına gelmiyor.” Her zamanki gibi yine destekliyor beni ama biliyorum yanlışımı değil doğrumu destekliyor. Başarı yüzdesi yüze iki olan operasyonu kurtardığım için destekliyor beni, emir çiğnediğim için değil. Ve ondan sonra öğretiyor bana doğruları hep yaptığı gibi.
Ağlamaktan artık nefes alamadığımda tüm vücudum şiddetle titrerken artık bu anılar dursun istiyorum ama tüm anılar bir film gibi hızla gözümün önünden geçmeye başladı. Tüm o güzel anılar bir film gibi hızla gözümün önünden geçerken artık dayanamadığımda çığlık atma istedim ama kendimi tuttum kendimi öyle bir sıktım ki vücudum acıdı biliyorum. Biliyorum çünkü fiziksel acı hissedemiyorum acımdan. Kalkıp zorlukla banyoya gittiğimde kendimi buz gibi soğuk suyun altına attım, üstümdeki kıyafetleri umursamadan buz gibi suyun altına yere düştüğümde tek istediğim zihnimdeki seslerin ve gözümün önündeki görüntülerin gitmesiydi.
Ne kadar sürdü bilmiyorum ama en sonunda kendime geldiğimde suyun altından çıkıp üstümü giydim ama bu sefer gidip o koltukta oturmadım.
Bana iyi gelmediğinden değil benim iyi gelmem gereken insanlar olduğundan, acım vardı ama acısı olan sadece ben değildim sevdiklerimin de acısı vardı. Darmadağın olmuş bir ailem vardı, benim timim aynıydı ama ailem darmadağındı ve onları bir araya toplamam gerekiyordu. Bu yüzden hazırlanıp dışarı çıktım arabaya bindiğimde arabada çalan şarkı bu sefer hüzünlüydü.
Uraz ile bir parktaki bankta yan yana oturuyorduk ikimizde sigaramızı içerken sessizliği paylaşıyorduk ben sigaramı bitirip yere attığımda başımı Uraz’ın omzuna yasladım. Bu yanındayım demekti, buradayım, senin acını seninle beraber çekiyorum demekti.
Uraz’ın dudaklarında minik bir tebessüm oluştuğunu biliyordum. “İyiyim deli yürek, iyiyim.” Değildi biliyorum bu yüzden elini tuttum desteğimi ve varlığımı hissettirmek isteyerek. “İyi değilsin biliyorum ve yanındayım kardeşim.” Dediğimde o sigarasını içip yere attı. “Sende iyi değilsin.” Değildim bunu biliyordu o yüzden saklama çabasına girmiyordum. “İyi değiliz, beraber iyi olalım.” Beraber iyi olmalıydık. Çünkü insanları birbirine bağlayan mutluluklar değil, acılardı.
Mutluluğunda beraber olduğuna değil, acında beraber olduğuna aittin.
Beraber mutlu olduğuna değil, beraber iyi olduğuna aittin.
Uraz derin bir nefes verdiğinde bana hak verdiğini sessizliğinden anladığımda bende derin bir nefes verdim, bakışlarım etrafta dolaşırken yaptığım pek bir şey yoktu ama yanında olarak ona iyi gelmeye çalışıyordum.
Uraz’ın yanından ayrıldıktan sonra Sare’nin yanına geldim askeriyenin arka bahçesinde tek başına oturuyordu ve bu bir derdi var demekti. Eğer derdi varsa hepimizden uzaklaşırdı Sare ve şimdi de öyle yapıyordu, yanına gittiğimde ayağa kalkmasına izin vermeden yanına oturdum. Şu an rütbede değildik şu an onun komutanı değil arkadaşıydım.
“Nasılsın Sare?” Soruma hiç düşünmeden cevap verdi. “İyiyim komutanım.” Değildi. Bu artık neredeyse her insanın söylediği bir yalan olmuştu iyi olmadığı halde iyiyim demek. Hangimiz söylemiyorduk bu yalanı? Hangimiz içimizde acıdan kıvranırken dışarıya iyiyim demiyorduk? Basit bir soru haline getirmiştik bu ‘Nasılsın?’ sorusunu ama aslında o kadar basit değildi.
“Gerçekten nasılsın Sare?” Sorumla bakışları bana dönerken afalladı gelişigüzel nasılsın sorusuna ve kimsenin gerçekten nasıl olduğumuzu sormayışına öyle alışmıştık ki gerçekten nasılsın diye sorulduğunda şaşırıyorduk. “Bilmiyorum komutanım.” Sare dertli bir nefes verdiğinde elimi omzuna koydum ve destek verircesine sıktım, bu yanındayım demekti. “Siz nasılsınız komutanım? Ama gerçekten.” Nasılsın sorusu hakkında bu kadar konuşup her seferinde iyiyim diyen tek insan da olabilirdim ama ben iyi olmak zorundaydım. Aileyi toplamak için ben iyi olmak zorundayım. “İdare eder.” Bunu gülümseyerek ve iyi bir sesle söylediğimden Sare rahat bir nefes aldı iyi olduğuma inandığı için, bir saat önce kriz geçirmemişim gibi.
“Ee Sare Hanım hiç oturup konuşamadık anlat bakalım, nasıl gidiyor aşk hayatın?” Bu soruyu hem kafasını dağıtmak hem de gerçekten merak ettiğim için sordum, Sare heyecanla bana dönüp anlatmaya başladığında gözlerinin içi parlıyordu. “Çok güzel komutanım ben yaraların sarılabileceğini öğrendim. Hiç beklemiyordum aramızda bir şey olacağını, bir anda oldu ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kapıldım ama pişman değilim, iyi ki de oldu.” Sare’nin yaraları sarılmıştı görünüşe göre yani hepsi değil elbette ama bazı yaralar sarılmıştı ve bu beni de mutlu ederdi.
“Güzel şeyler bir anda olur zaten.” Sare başıyla beni onayladığında dudaklarında bir tebessüm gözlerinde bir huzur vardı ve onu böyle görmek benim de gülümsememe sebep oldu. O kadar alışmıştık ki acıdan tepkisiz kalmaya böyle görmek bile mutlu edebiliyordu bizi. “O zaman görüşürüz Sare Hanım.” Neşeli sesime o da neşeli bir sesle karşılık verdiğinde tebessüm edip yanından ayrıldım bahçedeki bir masada oturan Turgut ve Kutay’ı görünce onların yanına ilerleyip yanlarına oturdum. “Nasılsınız beyler?” İçinde biraz neşe barındıran sesimle konuştuğumda ikisinin de asık suratında anında bir sırıtış oldu. “İyiyiz komutanım sizi sormalı?” Eyvallah dercesine bir baş hareketi yaptığımda ikisinin de gözlerinin içine baktım. “Gerçekten nasılsınız? Anlatın bakalım.” Sorumla onlar şaşırmadı bu soruyu birbirlerine soruyor olduklarını tahmin ediyorum.
“Bilmiyoruz komutanım.” Kutay’ın hemen ardından Turgut söze girdi. “Canımız acıyor komutanım ilk günden beri değişmeyen bir acı ve her geçen gün bir acı daha ekleniyor. Ama hayat da devam ediyor ve bizde devam etmek zorundayız o yüzden iyi olmaya çalışıyoruz ama iyi miyiz? Değil miyiz? Bilmiyoruz.” Turgut sustuktan sonra kısa bir sessizlik oldu aramızda, sessizliği bozan bendim. “İyi olacağız, hep beraber iyi olacağız.” Turgut yanımda oturduğunda onun omzunu destek verircesine sıktığımda Kutay bakışlarımdan anladı. “Olacağız tabi.” Kutay neşeli ve inançlı bir sesle konuştuğunda bizde gülümsedik.
Biraz sohbet ettikten sonra onların da yanlarından ayrıldım ve eğitim sahasından Atakan’ı görünce oraya ilerledim. Arkasında dururken onların hedeflere ateş etmesini izledim, tüm hedefleri on ikiden saniyeler içinde vurduğunda gülümsedim. O diğer şarjörünü takarken ben arkasındayken ona seslendim. “İşe yarıyor mu bari?” Bakışları bana döndüğünde önce asker selamı verdi sonra hazır ol da durdu ben ise bir baş hareketiyle rahata geçmesini işaret ettim. “Ne işe yarıyor mu komutanım?” Babamla olan anım gözümün önüne gelirken dudaklarımda minik bir buruk tebessüm oluşurken konuştum. “Acını öfkeye çevirmek diyorum işe yarıyor mu bari?” Bende öyle yapıyordum ama artık sadece acı çekiyordum çünkü öfkeye dönüştürecek gücüm kalmamıştı, yaşlanmıştım belki de.
Atakan sessiz kalırken ben yanına giderken konuştum. “Yaramıyor değil mi?” Yanına geldiğimde o yere çöküp oturduğunda bende eğitim sahasının ortasında yere çöküp oturdum, o sessiz kalmaya devam ederken konuştum. “Yaramaz Atakan bende çok yaptım bunu senin gibiyken işe yaramaz koçum. Acını öfkeye çevirirsen hem acı çekersin hem de o öfke yer bitirir seni.” Başını olumlu anlamda salladı Atakan. “Biliyorum komutanım normalde acımı çekme taraftarıyım ama bir kere de böyle deneyeyim dedim.” Acılar üst üste bize bindiği için iyileşmek için farklı yollar deniyorduk artık ama boşaydı, tecrübemden biliyordum. İyileşmeye çalıştıkça daha çok acırdı canın.
“Çok mu acıyor?” Sorumla bakışlarını bana çevirdi birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştu. “Çok acıyor ama alışıyorsun ama acıyor.” Buruk bir şekilde tebessüm ettiğimde elimle sırtını sıvazladım yanındayım demek için. “Alışsan da acımaya devam edecek.” Atakan başıyla onayladı beni. “Kanaması duruyor.” Dediğinde gülümsedim kanamasının durması demek iyiye gidiyor demekti ve onun yüzündeki minik tebessümü görmek de beni ikna etmişti. Son kez bakış attığımda oturduğum yerden kalkıp hangara ilerledim tahmin ettiğim gibi Oğuz buradaydı. Hangara girdiğimde ona rahat olmasını söyleyip geçip koltukta yanına oturdum ve bakışlarımı ona çevirdim.
“Nasılsın Oğuz?” Omuz silkti bilmiyorum dercesine. “İyileşiyor gibiyim ama canım da acıyor işte.” Elimi dizine koyup dostça sıvazladım. “İyileşeceğiz beraber.” Oğuz gülümsediğinde başını olumlu anlamda salladı bakışları yine bir noktaya dalacakken konuşarak buna engel oldum. “Nasıl gidiyor aşk hayatın?” Dudaklarında bir tebessüm oluşurken bana döndü yorgun gözlerinde bir huzur fişeği patladı ve tüm yüzünü sardı. “Güzel olan tek şey.” Etkilenmiş gibi dudaklarımı büktüğümde gülümsedik tam yine gevezelik edip ağzımı açacakken hangarın kapısının açılması ile bakışlarımı koca hangar kapısına çevirdim. Tüm Pençe timinin geldiği görünce kaşlarım havalandı hepsi gelip karşımıza ve yanımıza oturduklarında bakışlarım yanımda otura Uraz’a döndüğünde destek verici bakışları ile gülümsedim. Hepimiz birbirimize bakarken hepimiz gülümsüyorduk ve hepimiz destek verici bakışlarla bakıyorduk birbirimize. Konuşmuyorduk ihtiyacımız olan da konuşmak değildi zaten susuyorduk birlikte, sessizliği paylaşıyorduk. Sessizliğimizde duyuyorduk birbirimizin acı çığlıklarını ve o sessizlikle sarıyorduk birbirimizin yaralarını, ihtiyacımız olan buydu. Aileydi ihtiyacımız olan, sevdiklerimizdi ihtiyacımız olan, gerçek bir soruydu ihtiyacımız olan, destek verici bir bakış, bazen sessizlik, bazen sadece yanımızda var olmalarıydı ihtiyacımız olan. Zor değildi bunları yapmak aslında ama biz o kadar zorlaştırıyorduk ki hepimiz kalabalığın içinde yalnızdık.
“Sizi çok seviyorum.” Bir anda söylediğim sözlerle aynısını söyleyip gülümsediler zor değildi bunu yapmak, zor değildi seni seviyorum demek. Biz bunu da yapmıyorduk bu zaman kadar kime seni seviyorum demiştik? Kime bunu sürekli söylemiştik? Her fırsatta? Hiçbirimiz yapmamıştık bunu ama yapmalıydık çünkü seni seviyorum diyemeden kaybediyorduk insanları, bazen seni seviyorum demek için çok geç olabiliyordu ve bunun pişmanlığı fazlasıyla ağırdı. Ben Ali albaya karşı her fırsat bulduğumda baba demediğim için, seni seviyorum demediğim ve onu kaybettiğim için çekiyordum bu pişmanlığı.
Yapmalıydık işte tüm insanlar olarak vaktimiz varken sevdiklerimize seni seviyorum demeliydik zor değildi, gerçekten nasılsın diye sormalıydık çünkü hiçbirimiz acılarımı anlatamıyorduk, zor değildi. Bunları biz zorlaştırıyorduk işte bunu yapmamalıydık içten gelen bir seni seviyorum, samimi bir şekilde sorulan gerçekten nasılsın, gerçekten çok şey değiştirirdi. Henüz vaktimiz varken yapmalıydık bu basit ama samimi ve güzel şeyleri.
*********
Bizimkilerin yanından ayrıldıktan sonra eve geldiğimde akan gözyaşlarımı tutamadım duygusallaşmıştım. Onlarla beraber olmak ve o sürenin bana iyi gelmesi, onlara iyi gelmesi hep beraber iyileşmemiz. Bunların hepsi duygusallaşmama sebep oldu ama gözyaşlarımı anında silip salondaki koltuğa attım yine kendimi, saat şafağa dayanıyordu. Sabaha henüz vardı bu sefer aklıma düşen acılarım değil o oldu, sağ salim bana gelmesiydi düşüncem şu an çünkü bir tane daha kaldıramazdım. Bir acı daha kaldıramazdım. Kotamı fazlasıyla doldurmuştum bir taneye daha yerim de gücüm de yoktu. Bunları düşünürken kapının açıldığını görünce bakışlarımı kapıya çevirdim ve bir çift yeşil ile denk düştüm. O içeriye girip kapıyı ardından kapatırken ben oturduğum yerden kalkıp ona ilerledim.
Normalde koşarak boynuna atlardım ama koşmaya bile gücüm yoktu, tüm gücüm bedenimden çekip alınmış gibiydi. O postallarını çıkardıktan sonra yavaşça kollarımı boynuna dolayıp başımı boynuna gömdüm.
Nefes alabildiğim tek yerdi onun kokusu.
Yaşayabildiğim tek yerdi o.
O da yüzünün saçlarımın arasına saklarken bir süre böyle kaldık en sonunda ben geriye çekildiğimde o alnıma uzun bir öpücük kondurdu. “İyi misin? Aç mısın? Yorgun musun?” Ben sorularımı sıralarken yüzünde minik bir tebessüm oluştuğunda önüme gelen bir tutam saçımı geriye tararken konuştu. “İyiyim, aç değilim ve yorgun da değilim.” Yalan söylüyordu elbette yorgundu ama ben böyleyken elbette yorgunum deli yürek diyecek değildi. “Yorgun olduğunu biliyorum sen dinlen.” Şafak sökmeye başlıyordu o dinlenirken bende hazırlanıp askeriyeye gidecektim.
“Beraber dinlenelim.” Yumuşak çıkan sesine karşılık zorlukla bir tebessüm belirdi dudaklarımda. “Sen dinlen, ben askeriyeye gideceğim.” Daha fazla ısrar etmedi zorlamadı beni ve alnıma bir kez daha öpücük kondurduktan sonra odaya geçti, kıyafetlerini alıp banyoya girdiğinde bende postallarımı giyip evden çıktım. Zaten hazır durumda olduğumdan hazırlanacak bir şeyim yoktu, arabaya bindiğimde bu sefer gaza asılmadım, yavaş ve oyalanarak gideceğim bu yüzden açtım müziğimi ve çıktım yola.
********
Askeriyenin kapısında bir kadın e onun elinden tutmuş bir kız çocuğu gördüğümde adımlarım durdu, bakışlarım onlara takıldığında yutkunmaya çalıştığımda bir yumru oturdu boğazıma ve yaktı canımı. Askeriyenin kapısından genç bir asker çıktığında küçük kız çocuğu annesinin elini bırakıp o askere doğru koştu. “Baba!” Gidip babasının boynuna atladığında babası onu kucakladığında yumruklarımı sıktığımı ellerimde bir sıcaklık hissettiğimde anladım. Onları izlerken onların yanındaki boşlukta kendi çocukluğumu gördüm, elindeki tabancayı yere düşürmüş ailesinin naaşlarına bakan ben. Ve onun yanında on iki yaşında ailesinin mezarının karşısında duran ben.
O genç asker ve kızı renkliydi ama benim çocukluklarım siyah beyazdı, o genç asker ve kızı neşeliydi ama benim çocukluklarım ruhsuzdu.
Yumruğumu daha çok sıktığımda avucumdaki sıcaklık arttı ve yutkunmaya çalıştım boğazımdaki yumrunun canımı yakacağını, yutkunamayacağımı bile bile. Gözlerim sızladığında kendimi sıktım gözyaşlarım akmasın diye, acılarımı ve duygularımı bu kapının önünde bırakmak zorundayım çünkü bu kapıdan içeriye girdiğimde içimde taşıyabileceğim tek duygu vatan sevgisi. Duygulara yer yok bu dünyada. Kendimi toplayıp önüme döndüğümde askeriyeden içeriye girdim bahçede ilerlerken bakışlarımı avcuma çevirdiğimde sadece çizgi şeklinde olan kan bir anda tüm elimi kapladı gözümde.
Ellerimdeki bu kanın sahipleri ailemdi.
Sonrasında elimdeki kan değişti gözümde bu sefer daha da arttı.
Bu kanın sahibi babamdı.
Dudaklarım aralandığında nefes alamıyor gibiydim derin nefesler almaya başladığımda bakışlarımı zorlukla elimden çekip önüme baktım.
Duygulara yer yok Umay, duygulara yer yok.
Kendimi telkin ederken mantığımı ön planda tutmaya çalışıyordum, tüm acıya rağmen.
Eğitim sahasına geldiğimde bizimkilerin Cahit albayın karşısında ip gibi dizildiğini gördüm bende gidip en başlarında durduğumda Cahit albay hepimize göz gezdirdi. Bizi buraya çağıran oydu ve burnuma hiç de iyi kokular gelmiyordu. “Nişan al.” Cahit albayın bir anda söyledikleri ile hepimiz belimizden tabancalarımızı çıkarıp en uzaktaki hedefe nişan aldık o sırada Cahit albay konuşmaya devam etti.
“Ali albay yakın bir dostumdu, kaybına gerçekten üzüldüm.” Babamın adını duyunca gözlerimin ardı sızladığında yutkunmaya çalıştım ama boğazımdaki yumru buna izin vermedi. “İyi adamdı Ali albay hem iyi bir komutandı hem de babacan bir adamdı. Öyle herkese babalık yapmazdı, herkesi sahiplenmezdi ama sizi evlatları gibi görüyordu ve sahipleniyordu.” Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimin dolmasını engellemeye çalışırken dudaklarım aralandı nefes alamadığım için. Cahit albayın bakışlarının üstümde olduğunu ve ne yapmaya çalıştığını biliyorum ama kendime engel olamıyorum.
Babamın ölümünün bizde ne kadar hasar bıraktığını kontrol ediyordu odaklanmamızı, acımızın mantığımızın önüne geçip geçmediğini test ediyordu. Bu testten kalmam büyük sıkıntı çıkarırdı o yüzden kendimi kontrol etmem gerekiyordu. “İyi bir aile babasıydı ve sizi de ailesinin bir parçası olarak görüyordu, gerçekten iyi bir aile kurmayı biliyordu. Yaraları sarmayı çok iyi beceriyordu hepinizin yaralarını sarmıştır eminim.” Derin nefesler almaya başladığımda yine çocukluğum ve babamla olan anlar gözümün önüne gelmeye başladığında hedefe odaklanmaya çalıştım. Uraz durumumu fark ettiğinden göz ucuyla bana baksa da benim gözlerim boşluğa dalmıştı, o anları izliyorum. “Tetiği çek.” Cahit albayın emri ile refleks olarak tetiği çektiğimde gözümün önündeki görüntülerden kurtulmaya çalıştım, hedef tahtasına baktığımda on birden vurduğumu gördüm herkes on ikiden ben on birden vurmuştum. Ben kendime gelmeye çalışırken Cahit albay yine konuştu. “Gerçi siz bir adam eksildiniz yani ailenizin bir parçası gitti, ama Ali de bu duruma üzüldü.” Göktuğ’dan bahsetmeye başladığında yine derin nefesler almaya başladım tüm o operasyonu film gibi gözümün önünde izlemeye başladığımda kendimdeki kontrolümü kaybetmeye başladığımı hissediyorum. “Ali hep sizin bir timden fazlası olduğunuzu birbirinizin ailesi, ilacı olduğunuzu söylerdi. Ali ile birlikte bende üzüldüm kaybınıza Göktuğ geleceği olan bir çocuktu.” Operasyonu film gibi izlemeye devam ederken o patlamayı görürken Cahit albayın sözleri benim zihnimde o bombadan daha büyük bir yankı uyandırdı.
Göktuğ geleceği olan bir çocuktu.
Ama Göktuğ daha gençliğinin baharında kara toprağın bağrına girmişti.
Bu sözler zihnimde defalarca tekrar ederken ellerim titremeye başladığında nefeslerimi kontrol etmek için harcadığım çaba boşaydı. “Tetiği çek.” Cahit albayın emri ile refleksle tetiği çektim ama vurup vuramadığımı göremiyordum çünkü ben ş an Göktuğ ve babamla olan anlarımı izliyorum. “Bundan sonra Ali albay ve Göktuğ yok yani yola biz beraber devam edeceğiz.”
Zihnimde yankılanmaya devam etti sözler.
Göktuğ geleceği olan bir çocuktu.
Artık Ali albay da Göktuğ da yok.
Zihnim defalarca tekrar edip bana işkence etmeye devam ederken kirpiklerimi kırpıştırmam bile dolu olan gözlerimi engelleyemiyordu. Gözyaşlarım uçtaydı akmamalarını sağlayan tek şey benim sarf ettiğim çabaydı. Nefeslerimi ve ellerimin titremesini kontrol edemediğimde dolu olan gözlerim yüzünden önümü göremiyorken artık duyduğum tek şey zihnimin sesiydi. Ve arada Cahit albayın gür sesini duyduğumda refleksle tekrar tetiği çektim ama değil artık vurmak mesele tabancayı tutabilmekti zira ellerim gözle görülür bir şekilde titriyordu. Ama artık bunu umursayacak bir durumda değildim şu an zihnimle ve kendimle savaşıyorum.
Ali albay da Göktuğ da yok artık.
Göktuğ geleceği olan bir çocuktu.
Baban artık şehit.
Göktuğ artık şehit.
Zihnimdeki sesler beni delirtmeye başladığında gelecek olan krizin farkındayım ama buna engel olamıyorum ama beni kendime getiren karşımda duran Cahit albayın bağırışıydı.
“Yüzbaşı!” Dolu olan gözlerimi normale çevirmek için kırpıştırdıktan sonra bakışlarımı yavaşça ona çevirdim ve titrek çıkan sesime engel olamadım. “Hı?” Nefeslerimi hala düzene sokamıyorken Cahit albayın sakin ama sert bakışları üstümden bir an olsun ayrılmıyordu. “Sana diyorum yüzbaşı, ne oluyor? Deli yürek lakabıyla nam salmış, hiçbir hedefi on ikiden şaşmayan sen neden şimdi basit bir hedefi vuramıyorsun?” Bakışlarımı hedeflere çevirdiğimde herkesin on ikiden hedefi vurduğunu ve benim bir hedefi sadece tutturabildiğimi görünce zorlukla yutkunmaya çalıştım.
Bugünün tarihini atabilirdik çünkü ben ilk defa bir hedefi tutturamamıştım.
“Bir askerin elleri titremez yüzbaşı, az sonra tabancayı elinden düşüreceksin.” Cahit albay bakışlarıyla yanımda duran titreyen elimi ve zorlukla tuttuğum tabancayı işaret ettiğinde bakışlarımı elime çevirdim. Tek kelime edemiyordum çünkü sesle zihnimde yankılanmaya devam ediyordu ve ben hala düzenli nefes alamıyorum. “Neden konuşamıyorsun yüzbaşı?” Cahit albay üstüme gelmeye devam ederken benim bakışlarım titreyen elimden ayrılmıyordu. Kendimi kontrol etmeyi beceremezken Uraz’ı olaya müdahale etmek için hareketlendiğini görünce bir hareketle durdurdum onu.
Bunun yapılması gerekiyordu.
Buna ihtiyacım vardı.
Birinin bana bunu yapması gerekiyordu kendime gelebilmem için.
“Şu haline bak yüzbaşı. Vatanın senin gibilerine ihtiyacı yok silahı tutan eli titreyen adamın askeriyede yeri yok, öyle bir adama vatanın ihtiyacı da yok.” Haklıydı Cahit albaya asla sinirlenmiyordum aksine hak veriyordum yapması gereken buydu, onun yerinde olsaydım bende böyle yapardım. Birinin bunu bu şekilde söylemesine ihtiyaç vardı.
“Ne o yüzbaşı? Yoksa travma sonrası stres bozukluğun mu var?” Bakışlarım Cahit albayın gözlerine döndüğünde o an zihnimdeki sesler sustu.
Travma sonrası stres bozukluğu düzeltilemez veya ciddi bir seviyedeyse meslekten atılma sebebiydi.
Psikolojik rahatsızlıklar meslekten atılma sebebiydi.
Cahit albayın sert bakışları ile karşılaşırken yine tek kelime edemedim hala düzensiz olan nefeslerim, titreyen elim ve sızlayan gözlerim dilimi düğümlüyordu.
“Sana bir hafta rapor yüzbaşı, git bunu düzelt yoksa kapı orada.” Cahit albay bakışlarıyla kapıyı işaret ettiğinde bakmadım o kapıdan gitmek gibi bir niyetim yoktu. Bana verdiği rapor için teşekkür etme işini ise sonraya bırakacaktım.
Çünkü öyle kolay kolay rapor verilmezdi ve o bana bunu sağlıyordu dışarıdan bakan biri üstüme geldiği için kötülük yaptığını düşünebilirdi ama aslında iyilik yapıyordu bana.
Zorlukla çakılı kaldığım yerden hareket edip arkamı dönüp ayrıldım eğitim sahasından önce gidip üstümü değiştirdim aceleyle sonra askeriyeden çıkıp arabama bindim. Başımı geriye attığımda tüm gücümle direksiyonu sıktım, derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım ama boşaydı zihnimdeki sesler benim ecelimdi.
Ali albay artık yok.
Göktuğ artık yok.
Göktuğ’un çok güzel bir geleceği olabilirdi.
Gözlerimdeki yaşları atık tutamadığımda yanaklarımı ıslatırken ben zihnimdeki sesleri susturmaya çalışırken gözümün önünde izlediğim anılar beni daha da delirtmeye başladı. Kriz baş gösterirken ben kendime gelmeye çalışıp gaza asıldım son gücümle.
Evin önüne kadar arabayı zorlukla sürdüğümde kendimi eve zor attım zihnimdeki sesler beni her saniye öldürürken bakışlarımı çevirdiğim her köşede kaybettiklerimden bir görüntü görmek içimi yavaşça kemiren bir kurt gibiydi. Eve girip kapıyı ardımdan kapattığımda Ayberk mutfaktan çıkarken ben hiç düşünmeden kendimi banyoya attım buz gibi suyu açıp altına geçtiğimde yere çöktüm. Buz gibi su kıyafetlerimle beraber beni ıslatırken ben içim çıkarcasına ağladım, gözlerimi kapattım o anları görmemek için, kulaklarımı kapattım zihnimdeki sesleri susturmak için. O anda arkamda hissettim heybetli bedenini ve kolları beni sararak kendine çekti, sırtım heybetli bedenine yaslandığında kendimi tamamen ona yasladım. Başımı geriye atıp göğsüne yasladığımda aslında ona git demek istedim, buz gibi suda benimle beraber ıslanıyordu hasta olacaktı. Ama git diyemedim, konuşamadım.
Ben ruhumun çığlıklarını susturamıyordum ama o bunu başarabiliyordu o bana sarıldığı anda sesler azalmaya başladı.
Ve yavaş yavaş susturdu ruhumdaki çığlıkları, tıpkı yaralarımı yavaş yavaş sardığı gibi.
Hiçbir şey demedi bana sadece sarıldı ve kalbiyle hissettirdi bana varlığını, tuhaftı ama kalbiyle hissettirebiliyordu bana. Kalbimde hissedebiliyorum varlığını benden kilometrelerce uzakta olsa bile, hissedebiliyorum desteğini yanımda olmasa, bana tek kelime etmese bile. Nasıl başarıyordu, nasıl başarıyorduk bilmiyordum ama biz kalplerimiz birbirine karışacak kadar çok sevmiştik. Ve ruhlarımız birbirine ait olacak kadar sevmiştik.
Gitmesini istesem bile ona aittim, gitmesini istesem bile ruhuna aitti ruhum.
Buz gibi suyun altında bile ruhumu ısıtabilmesinin başka açıklaması olamazdı, zihnimdeki o işkence dolu sesleri susturabilmesinin, o görüntülerin silikleşmesini sağlamasının başka açıklaması olamazdı. Beni sakinleştirirken titremelerim azalırken geriye sadece gözyaşı döken bir ben kalırken seni seviyorum dedim ona kalbimle ve o da kalbiyle cevap verdi bana.
Ne sözlerle ne de gözlerle konuştuk, biz kalplerimizle konuştuk.
*********
Arkadaşlarrr ben geldim bölüm biraz gecikti bunun farkındayım bunun için kusura bakmayın lütfen birkaç aksilik oldu ama yayınlamayı başardım, yine daha sakin ilerlediğimiz bölümlerden bir tanesiydi bu bölüm bölümü de daha fazla geciktirmemek için lafı uzatmadan yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>
**********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.82k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |