36. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 35.BÖLÜM

35.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Sisler yine dağılmaz mı? Turan tekrar doğulmaz mı?

                                                                                                             *** 

6 ay sonra...

Helikopterden indiğimizde güvenlik çemberi oluşturduğumuzda her zamanki gibi Uraz haritayla yanımdaydı. “Komutanım onları bu bölgede arayacağız çember büyük olsa da bizden kurtulma şansları yok.” Haritaya bakarken Uraz’ı dinledikten sonra başımla onu onayladığımda o haritayı kaldırırken ben tek bir hareketle işaret verdikten sonra en önden ormanın içinde ilerlemeye başladım.

Görevimiz eylem yapacak olan kalabalık bir grubu durdurmaktı grubun içinde kırmızı listede aranan Zozan adında bir kadın terörist vardı ve yine kırmızı listede aranan Faraj adında bir erkek terörist vardı. Ne eylem yapacakları hakkında bir bilgimiz yoktu sadece orta büyüklükte bir çember vardı elimizde ve biz o çemberin içindeki tüm sivil yerleşkeleri korumak zorundayız. Eylemin bugün yapılacağını biliyoruz ve güneş daha yeni doğmaya başlıyordu gün yeni başlıyordu belki ama biz yirmi dört saatin çeyreğini bitirmiştik.

Hızlıca ilk sivil yerleşkesine geldiğimiz zaman buranın küçük bir Türk kasabası olduğunu gördük, çemberin içindeki tüm yerleşkeler Türklerin köy ve kasabalarıydı. Şerefsizlerin hedef aldıkları tek şey masum insanlardı, güçleri sadece sivil halka yetiyordu ki ona bile yetmiyordu. Damarda akan Türk kanı değil mi işte? Herkes kanının son damlasına kadar kendini savunmaya devam ediyordu.

Kasaba muhtarı ile görüşüp birkaç önlem almıştık bunlar onlar basit ama etkili önlemlerdi ve onlara bir adet telsiz vererek yardım gelene kadar bu önlemlerin onları korumasını sağlamıştık. Bunu tüm yerleşkelerde yapacaktık görevimiz o grubu durdurmaktı belki ama asıl görevimiz Türk milletinin güvenliğini sağlamaktı ve kanımızın son damlasına kadar yapıyorduk bunu.

İkili gruplara ayrılarak kasabada dolaşıp güvenlik sağlarken telsizden diğerleriyle konuşurken aynı zamanda yanımda benimle beraber yürüyen Uraz ile konuşuyordum. “Saldırının ne zaman olacağını bilemeyiz hem yavaş hem de hızlı olmalıyız.” Uraz beni dinleyip sessizliğini korumaya devam ederken ben konuştum. “Aynı zamanda dikkatli olmayız kimse çizik dahi almayacak.” Uraz yine sessiz kaldığında bakışlarım ona döndüğünde onun rahat bakışları da bana döndü.

“Bildiğim şeyleri bana anlatmayın komutanım, hisleriniz ne diyor onu söyleyin bana.” Teknik bilgiden daha çok hislerime güveniyorlardı ama sorun şu ki bu sefer hislerim sessizdi. Başka zamanlarda saldırının nereye yapılacağını hissedebilirdim ama hislerim şu an sessizdi ve bu sessizlik ilkti. “Hislerim şu an sessiz.” Uraz’ın bakışları bana döndüğünde bakışları bu sefer ciddileşti. “Bu pek hayra alamet gibi görünmüyor.” Bu sefer sessiz kalan taraf ben oldum çünkü bu sessiz hayırlı mı değil mi bilmiyorum, o yüzden her zaman olduğundan daha dikkatli olmalıyım. Uraz'da sessizliğe gömüldüğünde kasabanın içini taramaya sessiz bir şekilde devam ettik.

Kasaba muhtarı ile son bir kez daha görüştükten sonra kasabadan ayrılıp diğer yerleşkelere doğru yola koyulduk, tam olarak beş yerleşke var ve bizim vaktimiz gerçekten kısıtlı. Ormanda tek sıra halinde ilerlerken her zamanki gibi tetikteydik, zamana meydan okuyorduk.

İkinci yerleşkeye geldiğimizde burası bir önceki kasabadan biraz daha küçüktü bu sebeple aldığımız önlemler burada daha etkili olacaktı. Önlemleri aldıktan sonra yine ikili gruplara ayrılıp kasabanın içinde dolaştık bu süre boyunca yine ses seda çıkmayınca oradan da ayrılıp diğer yerleşkelere gitmek için yola koyulduk. Ormanda ilerlerken timin boş konuşmaları elbette durmuyordu.

“Elma dediğin kırmızı olur oğlum.” Turgut’un aksini iddia eden kişi tabi ki Kutay oldu. “Elma dediğin yeşil olur kardeşim.” Evet operasyonun ortasında elmanın rengini tartışıyorlardı, öyle de mükemmel bir timdik işte. Hayır çözemediğim konu bu kadar boş sohbetleri olan adamların nasıl en başarı tim olmamızı sağladığıydı, cidden tarihin gizemli sorusu gibi kalacaktı. “Erik mi bu yeşil olsun? Elma dediğin kırmızı olur.” Turgut kırmızı elmayı savunurken Kutay’da altta kalmayarak yeşil elmayı savundu. “Ne alakası var? Ona bakılırsa kırmızı elma olmaz çilek mi bu kiraz mı?” Şöyle boş sohbetleri olmasa gerçekten tatlı adamlardı.

“Bence elma sarı olur yani sarı elmanın hakkını yiyorsunuz komutanlarım.” Turgut ve Kutay’ın bakışları aynı anda Atakan’a döndüğünde Atakan söylediklerine çoktan pişman olmuştu. “Sarı elma olmaz.” Turgut ve Kutay aynı anda söyledikten sonra önlerine döndüler sonra tekrar aynı anda birbirlerine bakıp konuştular.

“Elma kırmızı olur.”

“Elma yeşil olur.” Cidden elmadan soğutmuşlardı beni bir daha elma yemeyeceğim. “Bazen zeka seviyelerini sorguluyorum.” Oğuz hepimizin iç sesi olurken Sare’nin bakışları ona döndü. “Bazen mi?” Sare’nin sorusuyla sırıttığımda Turgut alınmış bir sesle konuştu. “Niye öyle diyorsunuz komutanım? Alınıyoruz.” Oğuz’un bakışları ona döndü. “Lütfen alının.” Ben başımı olumsuz anlamda salladığımda susmayacaklarını anladığımda müdahale ettim. “Susmayı düşünüyor musunuz?” Herkes sessizliğe büründüğünde işimize odaklandık.

Üçüncü yerleşkeye geldiğimizde buranın diğer yerleşkelerin en büyüğü olduğunu gördük bu yüzden burada biraz daha oyalandık. Muhtarla konuşup önlemleri aldık ve kasabayı tarayıp güvenlikten emin olduktan sonra geriye kalan ilk yerleşkeye gitmek için yola koyulduk. Vaktimiz daha da daralmıştı öğleye geliyordu saat bu zamana kadar hızlı ilerlemiştik ama yine de vaktimiz kısıtlıydı.

Yol boyunca yine arada oluşan boş konuşmalar eşliğinde dördüncü yerleşkeye geldiğimizde yerleşkenin içine girmeden durdum, benimle beraber herkes durdu. Yerleşkeye girmek üzereydik ve ormanda ayak izleri vardı bu ayak izleri bu köydeki insanlara ait olabilirdi elbette ama bu zaman kadar sessiz olan hislerim uyanmıştı ve bir terslik olduğunu söylüyordu. “Dikkatlice ilerleyeceğiz önce köyü dıştan tarayacağız.” Benim ani plan değişikliğimle beraber tetiğe geçip köyün etrafındaki kayalıklara doğru tarayarak ilerledik. Kayalıklara geldiğimizde bir hareketle emir verdiğimde hepimiz kayalıklara siper aldık, bir kayanın arkasına saklandığımda silahımın dürbününden köyün içine baktığımda teröristleri gördüm ve köy meydanında topladıkları halkı. Canları istediği gibi masum halkı öldürürken ortada durmuş küçük bir kız çocuğu gördüm. Dört yaşında ya var ya yoktu hemen ayaklarının dibinde yatan iki cesede bakıyordu. Cesetlerden biri bir kadına diğeri de bir adama aitti ama o kız çocuğu tepki vermiyordu çünkü henüz öldüklerini, ölümün ne demek olduğunu bile bilmiyordu. Dejavu hissi tüm benliğime oturdu.

O kız çocuğunun yanında kendi küçüklüğümü gördüm aramızdaki tek fark benim elimde bir tabanca vardı.

Kalbime bir sancı girdiğinde acımdan daha baskın öfke kuruldu benliğime.

O kız çocuğu bizim olduğumuz tarafa baktığında sanki burada olduğumuz biliyormuş gibiydi, sanki göz göze geldik o an o kadar mesafeye rağmen. Gülümsedi tüm güzelliği ve masumluğuyla sanki biliyordu onun için, onlar için geldiğimizi. Benliğimi ele geçiren öfke beni harekete geçirdiğinde o kız çocuğunu nişan alan teröristi nişan alıp düşünmeden tetiği çektim. Kız çocuğu gülümseyerek önüne döndüğünde köy meydanındaki herkes çığlık çığlığaydı. “Pençe hiçbir şerefsiz yaşamayacak.” İçimdeki öfke sesime yansırken emrimle beraber ateş serbest olduğunda hiç tereddüt etmeden şerefsizleri indirmeye başladık. O kız çocuğunu hedef alan tüm teröristleri tek tek indirdim hem o kız çocuğunu hem de sivil halkı korudum.

Ben aslında kendi küçüklüğümü korudum.

Ama ben ölmek istememiş miydim? Beni kurtardığı için babama küsmemiş miydim? Ya o çocukta küserse? Ya o çocukta ölmek istiyorsa?

Bu düşünceler zihnimde yankılanmaya devam ederken beni etkilemesine izin vermedim. Evet hayatının değiştiği noktaydı burası, savaşı bu küçük yaşında öğrenmesi ve hayatının devamında hep bir savaşçı olması gerecekti. Ama hayatta yaşamaya değecek şeyler de vardı bunu büyüyünce öğrenecekti. Uğruna yaşamaya değer şeyler.

Kısa sürede tüm şerefsizleri temizlediğimizde dikkatlice köye indiğimizde köy meydanına indiğimizde yaşayanlara yardım etmeye başladığımızda ben ilk o kız çocuğuna ilerledim. Aramızda beş adım kala o üstündeki eski hırkasını çıkardı ve üstüne bağlanmış olan saatli bombayı gördüğümde dudaklarım şokla aralandı, bakışlarım saate kaydığında on saniye kaldığını gördüm. Silahımı kenara attığımda hızla ona koştum ve üstündeki bomba sistemini çözdüğümde bombayı tüm gücümle uzağa fırlattım. Kız çocuğunu kendime çekip onun üstüne siper olduğumda saniyeler içinde bir patlama sesi duyuldu.

Kız çocuğu geriye çekildiğinde hala dudaklarında olan minik tebessümle bana baktı, benim gözlerim sızlarken kendimi tutup ona buruk bir tebessümle baktım. Ellerini tuttuğumda aslında kendi küçüklüğümün ellerinden tutuyordum. “Senin adın ne?” İnce sesiyle bana cevap verdi. “Gökçe.” Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışırken buruk tebessümüm genişledi. “Gökçe.” Diyerek tekrar ettim adını. “Çok güzel bir ismin varmış Gökçe.” Başını aşağı yukarı salladığında tatlılığına güldüğümde o konuştu. “Babam koydu adımı.” Kalbimdeki sancı devam ederken ben gözlerimin dolmasını engellemeye çalışıyorum. “Senin adın ne?” Normalde bunu söylememiz yasaktı her türlü bilgi gizli kalmak zorundaydı ama kuralların canı cehenneme. “Benim adım Umay.” Gülümsedi tüm güzelliğiyle çok küçük yaşta olmasına rağmen çok güzel bir kızdı. Büyüyünce çok erkek ağlatırdı. “Senin isminde çok güzelmiş.” Gülümsediğimde onun gibi başımı aşağı yukarı salladım ve gözlerimin dolmasını engellemeye çalışarak konuştum. “Biliyor musun? Benim adımı da babam koymuş.” Heyecanla gülümsedi. “Gerçekten mi? Çok güzel koymuş ismini.” Başımı sallayarak onayladım onu. “Evet.” Güzel koymuştu adımı ve adınla yaşa derdi bana küçükken o zaman anlayamamıştım büyüyünce anlamıştım.

Umarım adımla yaşayabilmişimdir baba.

“Ama benim babam bir daha gelmeyecekmiş bana az önce dedi ben gidiyorum uzun süre beni göremeyeceksin dedi.” Babasının cansız bedenine bakarak söyledikleri ile ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimin dolmasını artık engelleyemediğimde Gökçe bana masum masum baktı.

“Ağlama çok uzun süre sonra kavuşacağız dedi bekliyorum seni dedi, göreceğim bir gün babamı.” Gözümden bir damla yaş aktığında Gökçe minik elleriyle sildi gözyaşımı. Yanına neredeyse yirmi yaşlarında bir adam geldiğinde bakışlarımı ona çevirdim, ağlıyordu. “Gökçe.” Gökçe bakışlarını adama çevirdiğinde gülümsedi masumiyetle.

“Abi.” Abisi olduğunu anladığımda onu teslim edebileceğim birinin olması beni gülümsetti.

Çünkü benim kimsem olmamıştı.

Benzediğimiz kadar farklıydık.

Umarım kaderlerimiz hiçbir zaman benzemezdi.

“Ben şimdi gitmek zorundayım Gökçe.” Benim konuşmamla bakışları bana döndüğünde yine tatlı atalı başını salladığında güldüm ve alnına minik bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildim. Ayağa kalktığımda bizimkilerin durmuş buruk bir tebessümle beni izlediklerini görünce bende buruk bir şekilde gülümsedim. Atakan’ın bana uzattığı silahımı alırken gelip bana sarıldığında bende ona sarıldım.

“Sizin kadar güçlü bir kız olacak komutanım adım kadar eminim.” Kulağıma fısıldaması ile gülümsediğimde geri çekildiğimizde kendimi toplamaya çalıştım. “Evet duygusallık yapmıyoruz Kutay karargaha haber verdin mi?” Konuyu değiştirmeme hepsi bıyık altından sırıttığında Kutay soruma cevap verdi. “Verdim komutanım buraya donanımlı bir ekip gönderecekler ve gerekeni yapacaklar, o zamana kadar burada bekleyeceğiz.” Başımla onayladığımda bakışlarım Gökçe’ye kaydı ve abisinin gözyaşlarını sildiğini görünce gülümsedim.

Benden bile daha güçlü bir kadın olacaktı.

Ekip gelene kadar bekledikten sonra helikopterin bizi alacağı yere gidip gelen helikoptere binip havalanmıştık, şimdi ise eve dönüyorduk.

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Helikopter bizim hangarın önünde indiğinde hepimiz tek sıra halinde çıkıp hangara girdik üstümüzü değiştirdikten sonra hangardan çıkınca bir çift yeşille denk düştüm. Koşarak boynuna atladığımda sıkıca sarıldı bana ayaklarım yerden havalanırken yüzünü saçlarımın arasına sakladığında bende başımı boynuna gömdüm. Beni yere indirdiğinde alnıma bir öpücük kondurdu geriye çekildiğinde yeşillerine baktım. “Evimi özledim.” Gamzesini gözlerimin önüne sererek gülümsedi. “Evinde seni özledi Bozkurt.” Bu sefer ben gülümsediğimde başımı göğsüne yasladım.

Evim oydu.

“Sana söylemek istediğim bir şey var.” Başımı göğsünden kaldırıp ona baktığımda konuşmaya devam etti. “Ailemle tanışmanı istiyorum Umay’ım, tabi sende istersen.” Şaşkınlıkla dudaklarım aralandığında birkaç saniye boş boş baktım, heyecandan elim ayağım birbirine dolaşırken yutkundum. “Ailenle mi? Tabi isterim canım niye istemeyeyim ama ben çok heyecanlanırım.”

Sözlerime başını olumsuz anlamda sallayarak güldü heyecanım hoşuna gidiyordu. “Heyecanlanacak bir şey yok merak etme sakin olabilirsin.” Hadi ya bende boşuna panik yapmışım çok rahatladım şu an, dalga mı geçiyordu bu adam benimle? Demesi kolaydı gel sen panik yapma da görelim. “Ha tamam o zaman ya.” Diyerek rahat bir nefes verdiğimde onunla dalga geçmeme güldü, gerçekten bu hallerimden zevk alıyordu. “Sen bunları dert edineceğine gidip dinlensen iyi edersin yarın sabah yola çıkacağız çünkü.” Valla bunu kesin dert ederim ama önce yapmam gereken birkaç işim vardı, ayrıca o olmadan elbette dinlenemezdim.

İşlerimi hallettikten sonra beraber eve geçtiğimizde küçük bir valiz hazırlayıp yatmıştık çünkü beyimizin söylediğine göre şafak sökerken yola çıkacaktık, operasyona gidiyorduk sanki.

Şafakla beraber uyandırıldığımda gözlerimi açmaya çalışırken Ayberk’in kalın, tok sesi doldu kulaklarıma. “İnşallah bugün çıkacaksın o yataktan.” Daha gözümü açmadım be adam! Gözlerimi ovuşturup kendime gelmeye çalıştığımda uyku sersemi banyoya gidip soğuk bir duş aldıktan sonra çıktım. Ayberk salonda beni beklerken beni görünce ayaklandı. “Her şeyi hallettim hadi gidelim.” Başımla onayladığımda önden çıktığımda o da arkamdan geldi aşağıya inip arabanın yolcu koltuğuna bindiğimde o da sürücü koltuğuna bindi. Arkada ise Eda vardı ama Eda çoktan uykuya dalmıştı, arabaya biner binmez buram buram onun kokusu ciğerlerime dolduğunda ona baktım. “Uyursan diye.” Diyerek bakışlarıma açıklama yaparken dudaklarımda bir tebessüm oluştu, yolculukta uyuyabileyim diye arabayı buram buram kendi kokusuyla doldurmuştu, nasıl başardığı hakkında hiçbir fikrim yok. Derin bir nefes aldığımda ciğerlerim tamamen onun kokusuyla doldu ve ilk sanki hayatım boyunca ilk defa nefes almışım gibi hissettiriyordu. Onun kokusu ne zaman ciğerlerime dolsa sanki daha öncesinde nefes almıyormuşum da ilk defa almışım gibi hissettiriyordu, kokusu bana yaşadığımı hissettiriyordu.

Araba yolculuğumuz başladığında henüz erken saatlerde olduğumuzdan, uykumun yarım kalmış olmasının ve ciğerlerime buram buram onun kokusunun dolmasıyla birlikte kapattım gözlerimi ve kısa sürede uykuya daldım.

Olduğum yerde kıpırdandığımda kapalı olan gözlerimi yavaşça araladım ve gördüğüm görüntü ile dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Saçlarından birkaç tutam alnına düşmüş, sert yüz hatları yüzüne vuran güneş ile birlikte onu şaheser gibi göstermişti. Dikkatini yola vermişken yan profilden dünyanın en güzel tablosuydu, gerçekten bir tabloya konu olmadığı için şanslıydım zira kesinlikle kıskanırdım.

Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eli benim dizimin üstünde duruyordu bakışlarını bana çevirdiğinde gamzelerini gözlerimin önüne serdiğinde daha fazla gülümsedim. “Günaydın.” Gözlerimi ovuşturup kendime geldikten sonra cevap verdim. “Günaydın.” Yolcu koltuğunda uyumuştum ama Ayberk ben uyuduktan sonra koltuğu yatırmış olmalıydı üstüme de bir battaniye örtmüştü, arkaya baktığımda Eda’nın hala uyuduğunu gördüm. “Boşuna bakma Umay’ım o daha on ikiye kadar uyur.” Güldüğümde onun da dudaklarında bir tebessüm vardı, kardeşini iyi tanıyordu. Bakışları bana döndüğünde benim bakışlarım da onun yeşillerine döndü. “Bir şeyler atıştırmak ister misin? Yoksa Eda’nın uyanmasını mı bekleyelim?” Uyanmasını beklemeyi tercih ediyorum ki zaten uyanır uyanmaz yemek yiyemezdim, midem almıyordu öyle garip bir şeyim vardı. “Uyanmasını bekleyelim.” Başını olumlu anlamda sallayarak kabul ettiğinde bakışlarını tekrar yola çevirdi onu bu şekilde saatlerce izleyebilirim. Ama tabi ki şans benden yana olmadı telefonumun titreyerek çalması ile bakışlarımı telefonuma çevirdim. Aramanın Uraz’dan olduğunu görünce aramayı yanıtladım ve ilk konuşan ben oldum.

“Uraz.”

“Neredesin?” Şu adamdaki öküzlük sanırım hiç değişmeyecekti.

“Yoldayız kardeşim.” Benim cevabımla dalga geçer bir cevap verdi. “Vay anasını be bilmiyordum iyi oldu söylediğin.” Göz devirdiğimde derin bir nefes verdim, bazen gerçekten dövesim geliyordu bu herifi. Bakışlarımı yanımdaki heybetli bedenin sahibine çevirdiğimde neredeyiz dercesine baktığımda sorumu anlamış olacak ki cevapladı. “Daha dört saattir yoldayız, dokuz saat var.” Ankara ile Diyarbakır arası on üç saat çekiyordu bunu öğrenmiş olmuştum. “Daha dört saatlik yol gelmişiz.” Dedim telefondan Uraz’a onu görmesem de başını olumlu anlamda salladığını biliyorum, kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu. “Nasılsın?” Uraz bu soruyu öylesine sormazdı gerçekten nasılsın anlamında sorardı bunu bilerek cevapladım sorusunu. “Karışık.” Karışıktım yorgundum aslında hem de çok fazla ama hala ilk görevime çıkıyormuş gibi enerjim vardı. Canım acıyordu hem de çok fazla ama bu acıyı da koluma takıp devam ediyordum, derin bir nefes alıyordum sürekli. Karışıktım yani ifade edemiyordum her zamanki gibi. “Buradayım biliyorsun.” Uraz’ın sözleri ile gülümsedim, biliyorum.

Telefonu kapattığı zaman ben başımı cama yaslayıp düşüncelere daldım çok şey yaşamıştık ve bunlardan sonra birbirimize daha fazla bağlanmıştık, o yüzden sürekli birbirimize gerçekten nasılsın diye soruyorduk. Yaşadıklarımız, daha doğrusu kaybettiklerimiz elimizde olanların kıymetini daha iyi bilmemize sebep olmuştu. Gerçi bu insan doğasında olan bir şeydi kaybetmeden elinde olanın değerini bilemiyordun, bu belki bir insan olabilirdi belki bir eşya ya da başka bir şey. Bunların değerini kaybedince değil elimizdeyken bilmeliydik çünkü sonradan yaşadığımız pişmanlıklar hayatımız renklerini soldurmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Mesela babama baba diyemediğim her anın acısını çekiyordum ben, onlara sizi seviyorum diyemediğim her anın acısını çekiyordum ben. Ama artık buna son vermemiz gerekiyordu çünkü hayat sandığımız kadar uzun değildi bir dakika sonramızı bile bilemezdik bu yüzden her fırsatta bunları yapmalıydık. Bu düşünceler zihnimde dolaşmaya devam ederken başımı camdan kaldırıp bakışlarımı sevdiğim adama çevirdim o da hissetmiş olmalı ki bakışlarını bana çevirdi. “Seviyorum seni.” Dedim bir anda gülümsediğinde gözleri kısılırken, gamzesi belli olurken her detayını izledim. O gülümsediği için bende gülümsüyordum, o mutlu olduğu için bende mutlu oluyordum. “Seviyorum seni Umay’ım.” Gülümsemem genişlediğinde o da dudaklarındaki tebessümle önüne döndü. Onu izlerken arabayı çok dikkatli kullandığını fark ettim eğer onu tanımıyor olsam dikkatli bir sürücü olduğuna inanabilirdim, ama malum kendisi ile yarıştığımız zamanlar olduğundan biliyordum. Bu sefer ekstra dikkat ediyordu ve bunun sebebi bizdik Eda ve ben varız diye bu kadar dikkatli kullanıyordu arabayı.

Saat on ikiye yakın Eda uyandığında bir dinlenme tesisinde yemek yemiştik sonrasında ise tekrar yola koyulmuştuk arabada müzik açmış Eda ile ben bağıra çağıra şarkıya eşlik etmiştik. Zaman ilerledikten sonra Eda arkada kendi halinde takılırken bende resim defterimi ve kalemlerimi almıştım elime. Normalde karakalem çizdiğim için ben sadece siyah kullanıyordum ama Ayberk bana donanımlı bir boyama seti almıştı.

Bana renklerimi o vermişti.

Bende bu sefer o renkleri kullanıyordum postallarımı çıkarıp bacaklarımı kendime çekip defteri dizlerime koydum. Çizeceğim şey elbette oydu ama bunu görmüyordu ki zaten dikkatini yola vermişti kalemi elime aldığımda bana arabadan çalan şarkı eşlik etti.

“Aydınlasın diye şu kirli yüzler

Biz durmadan savaşırdık

Aydınlansın diye şu kirli yüzler

Biz durmadan savaşırdık...”

Ben ona bakıp çizimime devam ederken onun bakışları arada hem bana hem Eda’ya dönüp ikimizi de kontrol ediyordu.

Göz göze geldiğimiz anlarda ikimiz de sırıtmadan edemiyorduk dışarıdan bakan liseli aşık sanabilirdi bizi ama değildik. Ben çizimime devam ederken şarkı değişti ve başka bir şarkı bana eşlik etmeye başladı.

“Yan yana geçen geceler unutulup gider mi?

Acılar birden biter mi?

Bir bebek özleminde seni aramak var ya

Bu hep böyle böyle gider mi?...”

Acılar birden bitmezdi ve bazı acılar hiç bitmezdi.

Ben çizimime devam ederken, renkleri kullanmaya devam ederken şarkı devam etti.

“...İçimdeki fırtına kör kurşunla diner mi?

Kavgalar kansız biter mi?

Bir mavzer çığlığında seni aramak var ya

Bu hep böyle böyle gider mi?...”

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum dikkat etmemiştim ama resmim bittiğinde durup resme baktığımda gülümsemeden edemedim. “Ne çizdin?” Ayberk’in sorusu ile bakışlarım resim defterinden ona döndüğünde o da gülümseyerek ve merakla bana bakıyordu. “Belki bir gün öğrenirsin.” Dedim omuz silkerek kıkırdadığında imayla bana baktı. “Belki bir öğrenmişimdir.”

Neyi ima ettiğini bilmediğim için kaşlarım çatıldı ama bunun üstünde fazla durmak istemedim. Sayfayı çevirdiğimde temiz bir sayfa açtım bir süre boş sayfaya baktım çizeceğim şeyi gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Bu sefer bu anı çizecektim onun ailesiyle tanışmaya giderken yaptığımız araba yolculuğunu çizecektim ve ölümsüzleştirecektim bu anı. Aslında herkes gibi birkaç fotoğrafta çekebilirdim ama bunu istemiyordum çizecektim bu anı. Yine kalemlerimden birini elime aldığımda çizim yapmaya koyuldum ve radyoda çalan bir başka şarkı eşlik etti bana.

“Ne sen Leyla’sın ne de ben Mecnun

Ne sen yorgun ne de ben yorgun

Kederli bir akşam, içmişiz sarhoşuz, hepsi bu...”

Ahmet Kaya’dan Hep Sonradan çalıyordu radyoda ve bu şarkı kaybettiklerimin üzerine bir soğuk su gibi geliyordu bana.

“...Hep sonradan, gelir aklım başıma, hep sonradan, sonradan

Hep sonradan, gelir aklım başıma, hep sonradan

Hep sonradan gelir aklıma, hep sonradan, sonradan

Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan...”

Hep sonradan gelir aklım başıma.

Resmimi çizerken arada arkama dönüp Eda’yı da inceliyordum arada göz göze geldiğimizde ise bana cilveli bakışlar atarak beni güldürüyordu. En sonunda resmimi bitirdiğimde yine durup resme bakıp gülümsedim, bu an ölümsüzdü artık. Resim defterini kapattığımda bakışlarımı yanımda oturan ona çevirdim, onu izlemekte hobilerimden biriydi. Onun bakışları da bana döndüğünde gülümsedi bakışları tekrar yola dönerken bana bilgi verdi. “Dört saat kaldı güzelim.” Başımı anladım dercesine olumlu anlamda salladım.

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

En sonunda yolculuğumuz bittiğinde iki katlı bahçeli bir evin önünde durduğumuzda eve baktım, eski ama baktığında bile huzur veren bir evdi. Eda anında arabadan inerken benim elim kapı kulpunda bekliyordum çok heyecanlıydım ve heyecanlanmanın verdiği bir gerginlikte vardı üzerimde derin bir nefes aldığımda bacağımda hissettiğim dokunuş ile bakışlarımı ona çevirdim. Camdan içeriye sızan sokak lambasının ışığı sert çehresine düşerken onu yine şaheser gibi gösterdi, yeşilin her tonunu barındıran güzel gözleri bana destek ve cesaret verircesine başımı olumlu anlamda salladığımda ikimizde arabadan indik. Eda çoktan içeriye gitmişti ben bahçe kapısının önünde dururken elime sızan sıcaklık ile yanımda yerini allan heybetli bedenin sahibine sonra da tuttuğumuz ellerimize baktım. Varlığı güven ve destek verirken derin bir nefes aldım ve bahçeden içeriye girdik birlikte. Evin kapısının önünde bizi bekleyen yaşlı bir çift vardı annesi ve babasıydı. Annesi kısa ve hafif kilolu bir insandı üstünde uzun bileğine kadar gelen düz, mor, çiçekli bir elbise vardı başında ise beyaz bir başörtüsü. Bembeyaz teni ve yeşil gözleri yaşlılığına rağmen güzel olduğunu haykırıyordu, beyimizin gözlerini kimden aldığı belli oluyordu. Babası ise uzun boylu bir adamdı ve hafif bir göbeği vardı üstünde beyaz gömlek ve onun üstünde de gri bir süveter vardı. Yaşlanmış olsa kemikli yüzü gençliğinde çok yakışıklı olduğunun habercisiydi, paşamız yakışıklılığını da babasından almış olmalıydı.

Biz onların yanına ilerleyip tam karşılarında durduğumuz ikisi de bize gülümseyerek bakıyordu, benim ise heyecan ve gerginlikten elim terlemeye başlamıştı. Bir ailenin içerisine girmeyeli çok uzun yıllar olmuştu ve benim ailem kardeşlerim ve babam olduğundan alışık değilim, böylesi bir ilkti. Ellerimiz ayrıldığında o önce babasının elini öptü ve sonra sarıldılar sonra ise annesine aynı şeyi yaparken annesi ince sesiyle konuştu. “Oğlum. Nasıl özlemişim seni.” Gülümsedim bu mutlu tabloya karşı ve beynim yine bana işkence etmek için düşünceleri zihnimde yankılandırmaya başladı.

Eğer benim ailem de yaşıyor olsaydı biz de kardeşimle böyle annemizi, babamızı görmeye gelir miydik? Aslında daha doğru soru bu değildi.

Ailem yaşıyor olsaydı ben asker olur muydum?

Bu soruyu kendime çok sormuştum en başta cevapsız kalmıştım ama sonrasında cevabı bulmuştum. Olurdum. Ailem hayatta olsaydı bile o terör tehlikesini bildiğimden ben itlerin soyunu kazımak isteyip, sevdiklerimi korumak isteyip yine de asker olurdum.

Paralel evrenlerin varlığına inanıyorlardı insanlar ve ben her evrende yine asker olurdum, başka bir evrende de.

“Bende özledim anacım.” Ayberk ve annesi sarılmayı bıraktıklarında annesinin ve babasının bakışları bana döndüğünde gülümsedim gerginliğimi belli etmemek adına. “Bu güzel hanım kızımız kim?” Dedi babası bana bakarak benim yerime ise Ayberk konuştu. “Sevdiğim kadın.” Bunu bana bakarak söylemişti ve bana bakarken gözlerinin içi gülüyordu belki başka bir zaman o gözlerine dalıp gidebilirdim ama şu an heyecandan ve gerginlikten romantik olamıyordum. “Ben Umay.” Derken annesi de babası da bana gülümseyerek bakıyordu ama ben haddinden fazla heyecanlı ve gergindim. “İsmin çok güzelmiş kızım.” Boğazıma bir yumru oturdu.

Kızım.

Ben Ali albayı bularak belki baba boşluğumu kapatabilmiştim ama anne boşluğunu hiç kapatamamıştım ve o yara hiç kabuk tutmamıştı. İnceden inceden sızlamaya devam ediyordu içimde ve şimdi o sızı daha belirgindi. “Teşekkür ederim.” Derken sesimi düz çıkmaya zorlamıştım ama ne kadar başarılı olmuştum bilmiyorum. “Benim adım Yaşar kızım memnun oldum.” Bakışlarım babasına döndüğünde bende memnun oldum dercesine bir baş hareketi yaptığımda annesi konuştu. “Benim adımda Ayşe kızım.” Dediğinde gülümsedim ama fazla gergindim çünkü ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, ellerini öpmeli miydim? En kötü rezil olurum diyerek önce babasının sonra da annesinin elini öptüğümde onların gülümsemesi genişledi. Doğru bir şey mi yapmıştım?

Bakışlarımı Ayberk’e çevirdiğimde bakışlarımla sorduğum soruyu bakışlarıyla onayladığında rahat bir nefes verdim. İçeriye girdiğimizde direkt mutfağa geçmiştik çünkü biz geliyoruz diye epey hazırlık yapılmıştı ve tokum demek de olmazdı, alacağım kiloları birkaç idmanla eritirdim. Mutfağa girdiğimizde gördüğüm görüntü beni gülümsetti, Eda çoktan yerine kurulmuş yemeklere gömülmüştü bakan kıtlıktan çıktığını düşünebilirdi. “Kız kıtlıktan mı çıktın? Ayrıca hani sofra adabı?” Ayşe Hanım, Eda’ya kızarken Eda yaprak sarmasını ağzına tıkmakla meşguldü. “Uzun zamandır elinden yemek yemiyorum Ayşe Sultan, mazur gör.” Eda kendini aklamaya çalışırken Ayşe Hanım ona ters bakışlar atıp ocaktaki yemeklerin başına ilerlediğinde ben ona bakarak sordum. “Yardım edebileceğim bir şey var mı?” Yemekten anlamıyor olabilirdim ama en azından sofrayı kurma konusunda yardım edebilirdim, gerçi sofradaki tek eksik kuş sütüydü. “Yok güzel kızım siz oturun bende yemekleri koyayım.” Başımla onayladığımda masaya ilerledim Ayberk benim sandalyemi çektiğinde gülümseyerek ona baktığımda o bana göz kırptı. Şu an yeterince heyecanlıydım kalbime indirmemeliydi!

Ama yüzündeki sırıtışa bakılırsa bu heyecanımın hoşuna gittiği ve bunu kullanacağını söylüyordu, bunun acısını sonra ondan çok fena çıkaracaktım benim gazabıma düşmese iyi ederdi. Yemekler geldiğinde o kadar çok yemek vardı ve bunları nasıl yiyeceğim hakkında hiçbir fikrim yok, birini yemesem aklım kalacak. Yemekler yenmeye başladığında Eda ve Ayberk özlem gidererek yaşadıklarını anlatırken ben sessiz sessiz bu mutlu aile tablousunu seyrettim, dudaklarımda buruk bir tebessümle. “Ee kızım senin mesleğin ne?” Annesinin sorusu ile Ayberk’in benim hakkımda onlara hiçbir bilgi vermediğini anladım ve konuştum. “Bende özel kuvvetler askeriyim. Yüzbaşı Umay Ülgen.” Annesinin gözlerine bir gurur oturduğunda boğazımdaki yumru büyüdü beynim bana işkence etmeden durmayacak biliyorum. O gururlu bakışları annemden görme düşüncesini zihnime bir virüs gibi yararken içimde kanamaya devam eden yaranın sızısı arttı.

Bu yara kan kaybından bir gün beni öldürür müydü?

“İyi ki varsınız kızım.” Annesinin sözleri ile gülümsedim. “Vazifemiz.” Masanın başında oturan Yaşar Bey’in konuşması ile bakışlarım ona döndü. “Senin gibi askerlerimiz olduğu için çok gururlanıyoruz.” O gurur bize ait.

“Umay tarihte görebileceğin sayılı komutanlardandır baba.” Ayberk’in rahatlıkla söylediği sözlerle babasının bakışları bana döndü hayranlıkla. “Babamın tarihimize çok ilgisi vardır.” Diyerek Ayberk bana açıklama yaptığında bende hayranlıkla Yaşar Bey’e baktım. Yemeğe devam ederken Ayşe Hanım’ın sorduğu soruyla ağzımdaki lokmayı yutamadım, lokma boğazıma otururken bakışlarım ona döndü. “Ailenler nasıllar kızım?” Çocukları onların katili olunca ne kadar iyi olabilirlerse o kadar iyiler diye temenni ediyorum. Ayberk’in ve Eda’nın bakışları bana dönerken ben buruk bir şekilde gülümsedim. “İyi olmalarını temenni ediyorum.” Ayşe Hanım’ın ifadesinden anlamadığı belli olurken sordu. “Nasıl yani?”

“Ailem ben küçükken şehit oldu.” Benim sözlerimle birlikte eliyle şaşkınla aralanan dudaklarını kapattığında ben önüme döndüm. Ayberk masanın altından elimi destek verircesine tuttuğunda ona bakamadım. “Başın sağ olsun kızım.” Yaşar Bey’in sözleri ile bakışlarımı ona çevirdim. “Vatan sağ olsun.” Herkes sessizleşirken Eda konuşarak ortamı neşelendirdiğinde yemeğe devam ettik ama tek bir lokma daha yemedim, su içerek zar zor boğazımda duran lokmayı yutabildim anca.

Yemekten sonra çaylar içildiğinde oturma odasında otururken sohbet muhabbet devam etti aramızdaki samimiyet her geçen an daha da arttı. Yani onlara teyze ve amca dememi istemeleri kadar samimiyet sağladık. Zaten gece geldiğimiz için çok fazla sohbet edemeden uyumamız için yatakları hazırladı Ayşe teyze ve bende elbette yardım ettim. Ayberk ve ben farklı odalardaydık tabi o kendi odasına ben misafir odasına kalıyordum ve doğal olarak o olmadan bu gece uyuyamayacaktım. Uyuyasım da yoktu zaten.

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

Arkadaşlarrr yeni bölümle yine karşınızdayım bu bölümde Ayberk, Umay'ı ailesiyle tanıştırdı sizler neler düşünüyorsunuz? İstediğiniz gibi Kartal ve Pençe timinin birlikte olduğu sahneler gelecekk. Bu arada daha önce soramamıştım şimdi sorayım dedim,

Gerçekten nasılsınız?

Ben yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Sizi seviyorum. Geceleriniz iyi olsun. Öpüldünüzzzz>>>>

************

 

 

 

 

 

Bölüm : 04.05.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...