

Bölüm şarkıları: Altaylardan Tunaya, Fikrimin İnce Gülü.
*
Bot bastığımız her yer bizim, kurşun yesek de durduramazlar.
***
Odamda yine camın önünde oturuyorum bakışlarım yine uçsuz bucaksız gökyüzündeyken içimdeki yıkımdan sağ çıkmaya çalışıyorum. On ikinci yaşımın doğum gününde ailemin mezarına gidip onlarla yüzleşmiştim ve şimdi de bu yüzleşmenin yıkımından çıkmaya çalışıyorum. On iki yaşındaki bir çocuk benim yaptığımı yapmamalıydı, yani en azından yaşıtlarım bunu yapmıyordu ama ben onlar gibi değildim. Olamadım.
Odamın kapısı tıklatıldığında başımı kapıya çevirmedim bir şey de söylemedim, söylemek istedim ama ağzımı açıp da konuşamadım. Konuşamıyordum istesem de başaramıyordum susuyordum kendimi ifade edemiyordum. Kapı açıldığında gelen kişiyi camın yansımasından babam olduğunu görünce ona bakmadım, ben cam kenarında benim için yapılmış olan oturma kısmında otururken o da geçip karşımda oturdu.
Her gece yanıma geliyor, benimle dertleşip içimdekileri benden almaya çalışıyordu, başaramıyordu içimdekileri almayı belki ama bana iyi gelmeyi başarıyordu sadece o bunu bilmiyordu bunu ona söyleyecek cesaretim yoktu.
“Bilir misin Umay, insan nedir?” Sorusu ile bakışlarım ona döndü on iki yaşındaki bir çocuğa bunu sorduğu için ona kızmıyordum, aksine benim yaşımda bir çocuğa böyle bir soru sorarak aklındakileri öğrenmek istemesini takdir ediyorum. Derin bir nefes aldıktan sonra ona bakarak cevap verdim.
“İnsan bir kitaptır. Binlerce kitap ve binlerce tür vardır. Mesela bazı kitaplar vardır kapak tasarımı çok güzeldir çok beğenirsin, merak edersin ve alırsın, ama okumaya başladığında içinin dışı kadar güzel olmadığını, boş bir kitap olduğunu görürsün. Bazı kitaplar vardır kapak tasarımı çok sadedir güzel bir yanı yoktur beğenerek almazsın aslında çok da okumak istemezsin ama okumaya başladığında ne kadar güzel ve etkileyici olduğunu görürsün. Bazı kitaplar vardır kapak tasarımı güzeldir ve okumaya başladığında içinin de çok güzel olduğunu görürsün, en güzel kitaplardır bunlar. Bazı kitaplar vardır 1. ağızdan yazılır kendi yazmıştır yani ama bazı kitaplar 3. ağızdan yazılır başkası yazmıştır aslında, bazı kitaplar ise 2. ağızdan yazılır içindeki duyguları bilmeden. Bazı kitaplar vardır kurgusu belki de en güzel kurgulardan biridir ama anlatım dili o kadar kötüdür ki çöp eder o kitabı, bazılarının da anlatım dili çok güzeldir ama kurgu o kadar boştur ki anlatım dilinin de bir anlamının kalmadığını görürsün en sonunda, bazıları ise ne güzel kurguya ve çok iyi bir anlatım diline sahiptir bu kitaplar en güzel kitaplardır mesela. Bazı kitaplar sadece eğiticidir mesela ve bir süre sonra sıkılırsın bazı kitaplarda sadece eğlencelidir bir fayda vermez sana, ama bazı kitaplar da edebiyatla karışık kurgudur işte o zaman hem öğrenir hem de eğlenirsin. Mutsuz sonlu kitaplar vardır mesela çok ağlatır seni canını yakar bitirdiğinde saatlerce duvara bakarsın bazı kitaplar ise tamamen eğlenceli ve mutlu sonludur güler, eğlenirsin ama bir süre sonra hatırlamazsın o anda kalır, bazı kitaplar ise mutlu sonludur ama okurken canını yakar ve mutlu sonda buruk bir tebessüm olur dudaklarında, bazı kitaplar ise sonsuzdur bir son yazılmıştır ama aslında o bir sonsuzluktur. O kadar çok detaylandırabilirsin ki bunları anlatım dili dersin, kurgu dersin, kapak tasarımı dersin, içeriği dersin, hangi ağızdan yazıldığı dersin, sonu dersin, türü dersin, dersin de dersin o kadar çok çeşit vardır ki. O yüzden insan kitaptır.” Uzun cevabıma karşılık beni dikkatlice dinledi ve her cümlemde kaşları biraz daha havalandı, bir çocuktan böyle bir cevap beklemiyor olmalıydı.
Ama benden tam olarak böyle bir cevap bekliyormuş gibi gülümsedi, derin bir nefes aldı ve konuştu. “Bunca yıllık hayatımda çok insan tanıdım, çok tecrübeli, bilgili adamlar tanıdım ama senin gibi birini hiç tanımadım Umay.” Sözlerini dinlerken gülümsemek istedim ama bunda da başarılı olamadım, çünkü bende ilk defa böyle birini tanımıştım ve baba diyordum. İçimden diyebiliyordum ama baba diyebiliyordum sonuç olarak.
“Bu soruyu da bana sevdiğim bir komutanım sormuştu, hakkını ödeyemem. Bende bu sorunun cevabını aradım çok kişiye sordum bu soruyu ama aldığım en güzel cevap sana aitti.” Genç ve yakışıklı bir adamdı ama ruhu yaşına göre daha olgundu, tıpkı benim gibi. Ne cevap vereceğimi bilemediğimde omuz silktiğimde gülümsedi gözlerimin içine gururla, sevgiyle ve şefkatle baktı.
“İyi bir insan ol Umay olacağından şüphem yok ama senin de olmasın evlat. Ve ileride gerçekten büyük bir insan olacaksın, ne olursun bilemem ama başarılı olacaksın.” Ne iş yapacağımı ben bilmiyordum on iki yaşında bunu düşünmek yerine düşünecek daha büyük dertlerim vardı ama o sanki ne iş yapacağımı bile biliyormuş gibiydi ve başarılı olmam konusunda umarım haklı çıkardı. Ama benim dikkatimi çeken nokta bu değildi.
İyi bir insan olduğunda şüphen olmasın.
Bunu söylediği kişi bir katildi, iyi bir insan bile değilken nasıl şüphem olacaktı ki?
“Umarım hep mutlu olursun güzel kızım.” Güzel kızım dediğinde gözlerim sızladığında kendimi tuttum bu yaşıma kadar bunu çok iyi öğrenmiştim, gözyaşlarımı çok iyi saklayabiliyordum. Duygularımı saklamayı çok iyi öğrenmiştim. “Umarım sende hep mutlu olursun, beni bilmem ama senin iyi bir insan olduğunda şüphen olmasın.” Gülümsedi, öyle güze gülümsedi ki babam gibiydi ama farklı bir babaydı. Öyle bir gülümsedi ki kalbim ısındı sanki içimdeki tüm kötülüğü almış gibi oldu. “Senin sözüne sonuna kadar güveniyorum ama sende benimkine güven olur mu? Senin de iyi bir insan olduğundan şüphen olmasın.” Ona hiçbir zaman yalan söylememiş ve ondan bir şey saklamamıştım bu yüzden bana güveniyordu ve bende ona güveniyordum, ama kendime güvenmiyorum. Ben ailemin katiliyim, iyi bir insan değil.
Oturduğu yerden kalktığında bana güzel gülümsemesiyle son bir kere bakıp “Gecelerin iyi olsun Umay.” dedi ve odadan çıktı. Senin de diyemedim.
*********
Gözlerimi araladığımda birkaç saniye kendime gelmeye çalıştım bakışlarım etrafta dolaşırken onun yakışıklı yüzünü bulduğunda hala uyuduğunu görünce gülümsedim. Saat kaçtı, ne kadar uyumuştuk bilmiyorum daha doğrusu sabah olup olmadığını bile bilmiyorum çünkü odaya güneş girmiyor. Ayberk benim uykum bölünmesin diye yatmadan önce güneşliği kapatıyordu ve bu yüzden güneş ışıkları beni uyandırmıyordu, bu alarm kurmamak gibi bir şeydi ve onun bu kadar ince düşünmesi her sabah kalbimin ritmini bozmayı başarabiliyordu. Bu adam kalbime gerçekten fena bela olmuştu ve ben bundan gayet memnunum.
Kolları bana sıkıca dolanmışken ben durup onun yüzünü izledim kollarının arasında santimlik hareket ettiğimde gözlerini açmasa da uyandığını biliyorum. Bu bizim mesleki deformasyonumuzdu uykumuz tüyden daha hafifti ve rüzgarın hissi ile bile uyanırdık o da şu an santimlik hareketimle uyanmıştı. Aslında uykusu bölmek istemezdim ki bunu da yapmazdım zaten ama bu bey ile evleniyordum ve düğün telaşım, heyecanım, içimin içime sığmaması gibi durumlar vardı o yüzden o güzel gözlerini açsa iyi ederdi. Ama elbette bunu yapmadı ve gözleri kapalı kalmaya devam etti beni kandıramayacağını tabi ki biliyordu ama onun bu oyununa ayak uydurdum. “Ayberk.” Dedim uyanması için ama aslında istediği şeyi biliyordum, onu öperek uyandırmamı seviyordu ve her sabah bunu bekliyordu benden, bu sabah ise onunla biraz uğraşacaktım. Müstakbel kocamla uğraşmaya hakkım vardı bence.
Yine onda milim kıpırdamadığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım avcumu yanağına yaslayıp tekrar seslendim. “Ayberk.” Yine milim kıpırdamadığında kahkaha atma isteğime hakim olmaya çalıştım. “Beni öpmeden gözlerimi açmayacağım.” Kalın ve derin sesi yine kalbimin ritmini şaşırmasına sebep olurken ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak yattığım yerde doğruldum. “Kalk hadi çok işimiz var.” Yatakta oturur pozisyondayken bileğimden tuttuğu gibi beni geriye çektiğinde tekrar yatmış bulundum, bileğimi bırakmazken gözlerini de açmadı. “Gözlerimi açmadan kalkamam.” Onu öpmeden kalkmayacağını anlayınca kendimi tutamayıp kahkaha attım bu halleri benim için fazla tatlıydı, ben kahkaha attığımda o anında gözlerini açtı ve gülüşüme bakarak gülümsedi. Ve yine kalbim ritmini şaşırdı.
Gülmeyi bıraktığımda anında gözlerini kapattı gülümsemeden edemediğimde uzanıp gamzesine bir öpücük kondurup geriye çektiğimde gözlerini açtı ve yeşilleri ile denk düştüm. “Günaydın.” Sırıtarak günaydın dediğinde inanamayarak güldüğümde o da gülümsedi.
“Hadi bakalım kalk artık çok işimiz var.” Sırıtışı bıkkın bir ifadeye büründüğünde ofladı bu düğün olayını pek sevmiyordu zira yıldırım nikahı teklifinde bulunmuştu. Bana kalırsa çok makuldü ama sonuç olarak ikna edilmiş ve bu düğünü yapma kararı almıştık. “Bari bende seninle geleyim.” İstekli sesine gülümsemeden edemedim ama başımı olumsuz anlamda salladığımda yine suratını astı bugün gelinlik deneyecektim ve o da benimle gelmek istiyordu, giydiğim her gelinliğin bana çok yakışacağını ve hepsini görmek istediğini söylemişti ama bu pek mümkün değildi. Malum gelenek görenek diye bir şey vardı beyimiz de paşa paşa uyacaktı, aslında gelenecekçi bir insan değildim ama onu biraz süründürme fikri açıkçası çok mükemmel bir fikirdi.
“Arkadaş hale bak ya ben gideyim on üç dangalakla düğün işlerini halledeyim ama karımla gelinlik seçemeyeyim, ne dünya ama.” O söylenirken ben gülerek odadan çıktım ve doğrusunu söylemek gerekirse o on üç dangalakla kendisine başarı diliyorum, umarım onları öldürmezdi zira o adamlar bana lazımdı. “Ne kadar daha kalırsın yatakta?” İçeriden ona seslenirken hala bulunduğu duruma sövdüğünü duyunca ve hareketlenmeler duyunca kalktığını anlayarak sırıttım. Tam kahvaltı için hoplaya zıplaya mutfağa gidiyordum ki bu mutluluğum çok sürmedi çalan kapı zili ile rotamı mutfaktan kapıya çevirdim ve kapıyı açtım.
Gördüğüm görüntü ile dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken olduğum yerde kalakaldım. Buse dirseğini kapının kenarına yaslamış duruyordu gözündeki güneş gözlüğü burnunun ucuna indirip bana bakıp göz kırptığında sırıttı. “Beni özledin mi yüzbaşı?” Üstümdeki şaşkınlığı attığımda gülmeye başladığımda o da benimle birlikte güldü, uzanıp ona sarıldığımda o da bana sarıldı yokluğu her zaman belliydi. “Soru mu? Elbette özledim.” Geri çekildikten sonra güneş gözlüğünü çıkarıp şüpheci gözlerle bana baktı. “Sen iyi misin? Düğün telaşı falan başına mı vurdu?” Göz devirdiğimde güldü, kırk yılın başında sarıldık duygularımızı söyledik diye hemen başımıza vuruyordu zaten.
Ve tabi ki de kambersiz düğün olmayacağı için binanın koridorunda saklanan Pençe ve Kartal timi ortaya çıktı. Kapıyı ardına kadar açık bırakıp içeriye girdiğimde salonun ortasında dikilen Ayberk’in kaşları Buse’yi görünce havalandı. “Buse hoş geldin.” Onun da beklemediği açıktı ki yüzündeki şaşkınlıktan belli oluyordu. “Hoş buldum. Ama artık şaşırmayı bıraksanız iyi edersiniz kambersiz düğün olacağını düşünmeniz beni üzer.” Üçümüzde güldüğümüzde Ayberk eyvallah der gibi bir baş hareketi yaptığında arkadan gelen timleri görünce sırıtışı anında solarken kaşlarını çattı.
“Ne işiniz var lan sizin yine burada?” Kızlar asla üstüne alınmazken diğerlerinin suratı düştü. “Komutanım ama olmuyor böyle alınıyoruz artık, Buse’ye gelince hoş geldin bize gelince niye geldiniz olmuyor böyle.” Ayberk’in öldürücü bakışları konuşan Günay’ın üstüne döndü, piknikte Günay’ın romantik anımızı bölmesinden dolayı kendisine fazlasıyla kinliydi. “Sen sus Günay, seni zaten boğmak istiyorum sus Günay, ölüm şeklini kötüleştiriyorsun Günay.” Günay’ın gözleri kocaman açılırken ben gülmemek için kendimi tuttum, Günay tam tekrar konuşmak için ağzını açacaktı ki Ayberk konuşarak buna engel oldu. “Hala mı konuşuyorsun Günay?” Günay sustuğunda Ayberk’in sinirli bakışları kızlar haricinde herkesin üstünde dolaştı, bizim kızlara asla ters bir şey söylemiyor ya da ters bir hareket yapmıyordu. Kadınlara nasıl davranması gerektiği bilen bir adamdı ve bu özelliğiyle bir kez daha ona tekrar aşık oldum.
“Her sabah ben sizin yüzünüzü görmek zorunda mıyım lan?” Ayberk’in isyanı ile kızlar olarak güldüğümüzde diğerlerinden ses seda çıkmıyordu. Ayberk tehdit edercesine işaret parmağını kaldırıp bizimkilere doğrulttu “Bana bakın evlendiğimde birinizi bile evimde görürsem tüm askeriyeyi size kırk kere temizletir sonra sizi o eğitim sahasına gömerim.” Yapardı, müstakbel kocamda bu potansiyel fazlasıyla vardı.
Ayberk’in uyarısının üzerine bunu elbette üstüne alınmayarak Buse bana dönüp konuştu. “E ne bu hal? Ben mi evleniyorum? Kızım hala duruyorsun git hazırlan çok işimiz var.” Kahvaltı yapmak gibi planlarım vardı ama içimdeki heyecandan dolayı bu plandan anında vazgeçtim ve koşarak odaya giderek hazırlanmaya başladım. “Kahvaltı yapacağız önce.” Seslerini hala duyarken ben hızlıca hazırlanmaya başladım. “Evleneceksin hala boğazını mı düşünüyorsun Göktürk?” Metehan, Ayberk’e sataşma fırsatını asla kaçırmazken Ayberk’in yüz ifadesini tahmin edebildiğim için sırıttım. “Boş boş konuşma karım aç kalmasın diye söylüyorum.” Daha evlenmemişken karım diyerek sahiplenişi kalbimiz ritmini şaşırtan ayrı bir olaydı, zaten heyecanlıydım ve bu adam da tuzu biberi oluyordu. “Yalnız daha evlenmediniz komutanım.” Oğuz’un sözlerinin üstüne Ayberk konuştuğunda sesinden sırıttığı belli oluyordu.
“Ben Cahit albaydan kızı almışım şu saatten sonra atacağım bir imza.” Cahit albayın o gece Ayberk’e döktürdüğü ecel terleri aklıma geldikçe gülmeden edemiyordum zira helal olsun dediğim bir durumdu. “Gerçekten komutanım yani Cahit albaydan almayı başarmanız takdir edilesi.” Doğan’ın sözleriyle herkes gülerken Metehan karıştı araya. “Bu şükretsin Cahit albaydan aldı albay bunu zaten seviyor, Ali albay olacaktı ki o zaman rüyasında bile alamazdı.” Hepsi güldüğünde ben durdum yüzümde buruk bir tebessüm olduğunda yine babamın ve Göktuğ’un yokluğu vurduğunda derin bir nefes alıp içimdeki heyecana tutunarak hazırlanmaya devam ettim. “Komutanım haklı, Ali albay olacaktı.” Uraz nadiren bu sohbetlere dahil olurken konuşması dikkatimi çekerken sırıtmadan edemedim. Babamın yaşamasını ve Ayberk’e kök söktürmesini istediğini bildiğimden sırıttım ve gerçekten babam olsaydı sanırım beni rüyasında göremezdi bile. Ali albay sadece ailesine pamuk gibi adamdı ve konu sevdikleri olunca sınırsız bir adamdı Ayberk’i fena süründürürdü ama maalesef yoktu, bu da Ayberk’in bir şansı gibiydi.
“Keşke olsaydı, süründürmesine de razıyım.” Ayberk’in buruk sesini duyduğumda içimdeki burukluğu heyecanıma sarılarak kapattım. “Komutanım öyle diyorsunuz da yani bence Rabbim size acımış şükredin oturun yoksa Ali albay olsaydı yani sürünmeye razıcı değil duacı olurdunuz.” Atakan sözleriyle güldüğümde başımı olumsuz anlamda salladım, haklıydı şimdi.
Aynadan son bir kez kendime baktım çok hazırlık yapmamıştım zaten altıma geniş rahat bir siyah pantolon üstüne ise beyaz bir crop giymiştim, üstüne de ince siyah bir gömlek almıştım. Beyaz spor ayakkabı ve açık bıraktığım saçlarımla işimi tamamlamıştım, gelinlik giyeceğim için rahatça çıkarıp giyebileceğim şeyler tercih ettim. Odadan çıkıp salona girdiğimde onlar sohbetlerine devam ediyordu. “Ayrıca abi annemler uyanınca seni sordular idare ettim zahmet olmazsa bir teşekkür de edersin.” Ayberk, Eda’ya baktığında Eda kollarını göğsünde bağlayıp teşekkürünü bekledi. “Teşekkür ederim abim.” Eda sırıttığında Ayberk’te güldü onların bu halini çok seviyordum kardeşlikleri tarafımca dünyanın en güzel kardeşliğiydi. “Muhabbetiniz bittiyse gidebilir miyiz?” Heyecanıma engel olamayarak araya girdiğimde kapıya ilerledim bizim kızlar arkamdan gelirken Ayberk’in sesiyle omzumun üstünden ona baktım.
“Heyecanlı gibisiniz yüzbaşım?” Benimle uğraşma fırsatını kaçırmazken onun gibi sırıtarak ona baktım. “Kesinlikle. Evleniyorum yüzbaşım heyecanım büyük.” Göz kırptıktan sonra kapıdan çıktım ve merdivenlerden koşa koşa aşağıya inerken bizimkiler heyecanıma ayak uydurarak asansör yerine merdivenlerden benimle birlikte koşturarak indi.
*********
Kabinden çıkıp bizimkilerin karşılarında durduğumda bakışlarım önce Ayşe teyzenin yüzünü taradı yüzünde minik bir tebessüm vardı, denediğim üçüncü gelinlikti ve üçünü de beğenmişti.
Ama tabi ki bizimkiler gaddardı. “Başka var mı?” Şimdiden içimde büyük bir ağlama isteği vardı zira bu gelinlik deneme işi haddinden fazla zordu ve içimdeki heyecan ve gerginlikle birleşince gerçekten ağlama isteği uyandırıyordu. Bunu da beğenmediklerini anladığımda derin bir nefes verdiğimde Cemre bana bir gelinlik getirdiğinde istemsizce gülümsedim, çok güzeldi sanırım aralarında en beğendiğim bu olmuştu. “Bunu dene.” Ağlama isteğim yok olurken işkence çeke çeke denemeye kabine girdim.
Aynadan kendime baktığımda yüzümde gerçekçi bir gülümseme belirdi, beğenmiştim bu gelinliği. Kabinden çıktığımda hepsinin bakışları bana döndüğünde sırıtarak bana baktıklarına hepimizin bu sefer hemfikir olduğunu anladım. “Bu ne güzellik komutanım? Sevgilim olmasa aşık olacağım.” Beren’in şakayla karışık iltifatı ile güldüğümüzde Eda heyecanla yanıma geldiğinde ben ondan daha heyecanlıydım elimden tutup beni kendi etrafımda döndürdüğünde yerinde duramayarak gülümsedi. “Seni bilmem ama abim körkütük aşık olacak.” Araya karışan Sare oldu. “Sanki değilmiş gibi.” Güldüğümüzde Pınar elini kalbine koymuş bana bakıyordu. “Melek gibi olmuşsun.” Eğer katil olmasaydım bu söyledikleri için belki sevinebilirdim ama gülümsemeden öteye geçememiştim, zira değil melek şeytan bile olamazdım.
“Yalnız bir şey diyim mi? Felaket yakıştı.” Cemre bir tabloya bakar gibi durmuş beni incelerken benim içim içime sığmazken bir de Ayşe teyzenin sözleriyle heyecanlandım. “Güzele her şey yakışır derler, ne giysen yakışıyor kızım. Çok güzelsin.” Başımı hafifçe omzuma eğip gülümsediğimde beni anladı ve gülümsedi. Elbette böyle anlarımız hep böyle kalmazdı bu sefer bölen Pınar’ın çalan telefonuydu, telefonu hoparlöre verirken Doğan’ın isyankar sesini duyduk.
“Hayat Pınar’ım bak sen bana çocuk değil de deccal vermiş olabilir misin?” Gelinlik denemesini rahat yapabilelim diye Pınar çocukları bizimkilere bırakmıştı ama on üç tane adam iki tane çocukla başa çıkamıyorlardı. “Doğan! Çocukların onlar senin.” Pınar onu uyarırken Doğan ona cevap vermek yerine arkadan çocuklara bağırıyordu ama tek bağıran o değildi.
“Doğan! Ulan gelsene buraya it herif keyif mi çatıyoruz biz burada!” Ayberk’in sesini duyduğumda kalbim ritmini şaşırırken ben o hallerini hayal edince gülmeden edemedim. “Hayatım bak ben sağlam gelemezsem komutanımdan tazminat al.” Doğan’ın sözleriyle kahkaha attığımızda arkadaki bağırışlar yüzünden Doğan kapatmak zorunda kaldı. “E o zaman alıyoruz gelinliği.” Bu gelinlik alma işi hala içime sinmiyordu.
Ayberk gelinlik kiralamak yerine bana hiç kiralanmamış bir gelinlik alma kararı almıştı, gereksiz olduğunu söylesem de dinlemiyordu beni. Hayır koskoca gelinliği evin neresine sokacaktım onu da bilmiyordum ki evden de taşınacaktım o da bambaşka meseleydi. Beyimiz benim evimde kalmayı reddedip gidip bir ev alıp onu da isteme gecesinde sürpriz yapmıştı, zaten heyecanlıydım sürpriz üstüne sürpriz yaparak beni kalpten götürmeyi planlıyor olabilirdi.
“Hadi hadi bakma öyle alıyoruz.” Ayşe teyze de Ayberk’e destek olmuş ana oğul birleşerek bana gelinliği alma kararı almış ve şu anda da icraate geçiriyorlardı. Diyecek lafım yoktu o yüzden üstümdeki gelinliği çıkarmak için kabine girdim.
*********
A.G.
“Dans şarkısı olarak bunu çalacaksınız.” Adam başıyla onaylayıp müzik listesine şarkıyı eklerken hayal ettiğim için dudaklarımda minik bir sırıtış belirse de solması çok sürmedi. “Komutanım pastayı ayarladım ama.” Kutay’a devam etmesi için bakarken devam etmeyince ellerimi iki yana açtım. “E Kutay? Kerpetenle söküp alayım lan lafı ağzından!” Kutay yutkunduğunda bir şey söyleyecekken vazgeçmiş gibiydi.
“Hiç komutanım öylesine demiştim ama.” Bir haltlar karıştırıyordu ama becerdiği sürece sıkıntı yoktu yoksa ben onu becerecektim. “Ne halt karıştırıyorsun bilmiyorum ama becersen iyi edersin Kutay yoksa ben seni beceririm.” Bunu sesli dile getirdiğimde bir anda diğerleri kahkaha atmaya başladığında başımı hışımla arkamdaki dangalaklara çevirdim. “Ne gülüyorsunuz lan!” Benim gür sesimle anında sustuklarında ben önüme döndüm müzik listesini son bir kez kontrol ettikten sonra Kutay’a uyarıcı bakışlar attıktan sonra arka taraftan çıkıp düğün salonun ortasında koşturan iki miniğe baktım.
Hayır bunları evde atom bombasıyla falan mı besliyorlardı anlamıyorum ki! Hadi onlar çocuk der anlarım ama onların başında korkuluk gibi dikilen Doğan ne halt ediyordu onu anlayamıyordum. Arkasından yaklaşıp dibinde durduğumda bu sorumu sesli olarak sakince sordum. “Ne yapıyorsun Doğan?” Refleksle elini beline attığında buradaki çalışanlar görmesin diye ona engel oldum arkasını dönüp beni gördüğünde derin bir nefes verdi. “Komutanım öyle gelinir mi ya? Aklımı aldınız ya sizi vursaydım?” Aklımı alacaklardı o belliydi, ulan düğün yapacağız sözde ama bu herifler cidden beni çıldırtıp aklımı alacaklardı.
“Seni vururum Doğan.” Sakin sakin konuşurken aslında sakin olmadığımı hepimiz biliyorduk bu yüzden Doğan yutkundu. “Tamam komutanım ya.” Sinir seviyem her saniye daha da yükseliyordu. “Ya lama Doğan bana ya lama.” Daha fazla sinirlenmemek için kendime hakim olmaya çalışırken arkamdaki ekibe döndüm, ulan kuyruk gibi arkamda gezinerek beni daha çok delirtiyorlar! O Metehan iti de zaten düğün işlerini halledeceğim diye gitmiş beni bunlarla yalnız bırakmıştı! Ona ayrı kinim vardı bunları bir kenara yazıyorum.
“Her şey tam mı?” Hepsi anında başıyla onayladı. “İyi her şey tam olmazsa sizde tam olmazsınız.” Bunu da anında başlarıyla onayladıkları bu bile beni sinirlendiriyordu, sakinleşmeye ihtiyacım vardı ve beni sakinleştirebilecek tek kişi deli yürekti. Nerede lan ben karım?
**********
Düğün günü...
Yatağın üstünde otururken derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım ama o pek de mümkün gözükmüyordu, zira heyecanım ve gerginliğim zirvedeydi. “Kızım sakin ol ya.” Buse beni sakinleştirmeye çalışırken ben tüm gerginliğimle derin nefesler almaya devam ettim.
“Bana bak kimin isminin silindiğine bakacağız tamam mı?” Cemre ve Eda’nın derdi ise topuklularımın altına yazdıkları isimlerden hangilerinin silineceğiydi ne önemi vardı ki? Zaten sevgilileri vardı her türlü evleneceklerdi ya ben? Ben burada ölecektim heyecandan, gerginlikten.
“Geldiler.” Pınar geldiler derken bunu heyecanla değil şokla söylemişti ne olduğuna bakmak için can atsam da salona giren Uraz ile bu içimde kaldı. Cahit albayın evindeydik madem kızı benden istediniz benim evimden alacaksınız diyerek amcalık yapmaya sağ olsun devam etmişti ama kuşak bağlama işi Uraz’a aitti. Babam eğer yaşasaydı o bunu yapacaktı ama o da Uraz’ın bağlamasını isterdi biliyorum. Uraz’a bana güvendiği kadar güvenirdi ve beni sadece ona emanet ederdi, Uraz benim abimdi.
İki metrelik adam olduğundan çenemi kaldırıp onunla göz göze geldiğimde gözlerinde birden çok duygu barındırıyordu ve gözleriyle konuşuyordu, konuştuk. “Bugünün geleceğini biliyordum ama bu işi yapacağımı hiç düşünmemiştim.” Bir gün aşık olup evleneceğimi biliyor muydu? Babam ve bu adam cidden ileri görüşlü adamlardı vesselam.
“Öyle süslü cümleler kurmam sende bilirsin söyleyeceğim tek şey mutlu ol Umay. Hak ediyorsun, hak ediyoruz ve sen hepimizin yerine de mutlu olacaksın. Ama olur da üzülürsen öyle bir ihtimale elbette izin vermem ama olağanüstü hal durumunda oldu da üzüldün bana geleceksin. Ve ben burada olacağım abin olarak burada olacağım ve senin dağın benim Umay. Kızların en güvendikleri dağ babalarıymış öyle duydum ama senin en güvendiğin dağ benim ve sen her ne olursa olsun her zaman bana geleceksin.” Gözlerimden akan yaşları silmedim bıraktım aksın, abimin varlığına şükür olarak aksın gözyaşlarım. Ben konuşmayı beceremiyorum Allah’ım varlığına şükür olarak gözyaşlarım aksın. Onun da ağlamak üzere olduğunu biliyordum ama o ağlamadı yine ve yine dik durdu, tıpkı bir dağ gibi. Kuşağımı bakarken ıslak gözlerle onu izledim makyajımın akması falan umurumda değildi şu an ağlamayacaksam hiç ağlamamalıydım. Kuşağımı bağladığında uzanıp heybetine tezat nazikçe gözyaşlarımı sildi ve başını eğerek konuştu. “Ağlama Umay, Ali albay beni topuğumdan vurur kardeşim.” Beni güldürdüğünde gözyaşlarımı sildiğinde kendimi tutamayarak ona sıkıca sarıldım hiç kaybetmek istemiyormuş gibi, sıkıca. O da bana aynı şekilde sarıldı, geriye çekilip sakinleştiğimde girmem için uzattığı koluna girdim ve evden çıktık.
Elbette duygusal romantik anlarımızın hep bir bölücüsü olurdu ve bu sefer bölen şey gördüklerimdi, dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken şokla bakakaldım. Evin önünde duran konvoyda en dikkat çeken şey gelin arabasıydı araba demek doğru olmazdı gerçi, gelin atımız çok dikkat çekiyordu.
Evet gelin arabam bir attı.
Kahverengi bir attı ve o kadar asil duruyordu ki boynuna asılmış kırmızı ve beyaz tüller vardı, bakışlarım atı tutan yeşillerin sahibine döndüğünde büyülenmiş gibi dudakları aralandı, daha çok nutku tutulmuş da olabilirdi o konuda biraz şüpheliyim.
Atın ipini Metehan’a bırakıp tam karşımda durduğunda kısa bir an bana baktı sonrasında ise Uraz’a boyları arasında birkaç santim varken ikisi de birbirine baktı ve gözleriyle konuştular sanki. Uraz kolundaki elimi tuttuğunda Ayberk kolunu uzattı ve Uraz elimi Ayberk’in koluna koydu. Bakışlarımı Ayberk’e çevirdiğimde o dünyanın en güzel şeyine bakar gibi bana bakarken ben yakışıklılığını göz ardı etmeye çalışarak gülümsedim.
“At?” Gülümsedi.
“At. Araba çok klasik ve bize uygun kalır mı? Damarda akan kana ancak at yaraşır.” Gülümsediğimde yine kalbimi fethetti, yine bir delilik yapıp bir at getirmişti ve ben bundan hiç olmadığım kadar memnundum. Özgür ruhluyduk ve en önemlisi at denilince akla ilk Türkler gelirdi ve o damarda akan kana yaraşacak şekilde at getirmişti.
En çok da kendim gibi bir deli bulduğum için mutluyum.
Davullar zurnalar çalmaya başladığında daha ilk dakikasından bambaşka olan düğünümüz başladı, Ayberk elimden tutarak ata binmeme yardım ettiğinde o da önüme bindi ben arkasından ona sarıldığımda çenemi geniş omzuna yasladım o ise atı sürmeye başladı.
Konvoy çevre yolunu turlarken ben atla dolu dizgin gitmenin verdiği huzurla gülümserken yine beni şaşırtmayı başararak bariyerlerin açık olduğunu kısımdan yan tarafındaki ovaya girdi atla. Konvoydan ayrılırken ovada daha hızlı dolu dizgin gitmeye başladık. “Ayberk, konvoy!” Hızımızdan dolayı biraz yüksek sesle konuşurken gülümsedi. “Bırak konvoyu nereye giderse gitsin.” O sırıtırken bende güldüm ve bizim nereye gittiğimizi sorgulamadan kendimi ona teslim ettim.
Ovada dolu dizgin giderken bozulan saçlarım açıkçası zerre umurumda değildi Ayberk’e sarılmayı bırakıp kollarımı iki yana açtığımda hissettiğim hisle kahkaha attım, o kadar tarifsiz o kadar güzel bir histi ki... Bu his için ona ne kadar teşekkür etsem çok hafif olurdu bu adam gerçekten bana hiç tatmadığım hisleri tattırıyordu, doğru adam olduğunu bana her saniye bir kez daha kanıtlıyordu.
At yavaşlayıp sonrasında durduğunda büyük bir ağacın altına geldik, meşe ağacıydı. Ayberk attan indiğinde bana elini uzattığında tuttum o da bir eliyle belimden kavrayarak inmeme yardımcı oldu, o atı ağacın dibine bağladığında ben gördüğüm görüntüyle gülümsedim. Uçsuz bucaksız yemyeşil bir ova vardı karşımda ve bana çok tanıdık bir şeyi hatırlatıyor ve özletiyor gibiydi, benim uçsuz bucaksız yeşilliği izlerken yanıma geldi ve elini belime koyarak o da izledi. “Eskiden Türkler sevdikleri kadınla birlikte olabilmek için onunla oyunlar oynar bu oyundan geçen sevdiği kadını alırmış.” O bana bildiklerimi anlatırken sanki bilmiyormuş da ilk kez öğreniyormuş gibi bir heyecan ve huzur vardı kalbimde. “Yani o oyunları oynayamayız belki ama o zamanda olan duyguları belki hissettirebilirim sana.” Bana o kadar çok şey hissettiriyordu ki eğer kendini benim merceğimden görseydi ne kadar mükemmel olduğuna o bile inanmazdı, öyle bir mevzuydu işte bende.
“Hissettiğin his asıl yurdun yokluğu, Türk’ün ayak bastığı her yer onun yurdudur ama Türklerin asıl yurdu Ötüken’dir. O yurt her Türk’ün kanında vardır. Seninle Ötüken’in uçsuz bucaksız ovalarında at sürmek ve o zaman yapabileceğimiz her şeyi yapmak isterdim ama yapabileceğimiz bu kadar.” O ovayı izlerken şimdi ben onu izliyorum. “Ve eskiden Türkler sevdiklerini öyle seni seviyorum diyerek değil, ‘senin gülüşün bana Ötüken’ diyerek söylerlermiş bir Türk kadını için söylenebilecek en güzel iltifat ve itiraf.” Bakışları bana döndüğünde yeşilleriyle denk düşerken gülümsedim, gülümsedi. Yönünü tamamen bana çevirdiğinde bende ona çevirdim belimde tutup beni kendine çekerken ben ellerimi omzuna koydum. “Senin gülüşün bana Ötüken Umay’ım.” Başını yüzüme eğdi. “Sen bana Ötüken’sin Umay’ım.”
Sen bana Ötüken’sin.
Kalbim attan daha hızlı dolu dizgin giderken ben ilk defa hissettiğim bu duyguyla ona baktım, çünkü kalbimi ve hislerimi ona ne kadar anlatırsam anlatayım eksik kalırdı. “Sen benim yurdumsun güzelim, vatanımsın sen benim her şeyimsin. Sana olan hislerimi ne kadar anlatırsam anlatayım eksik kalacak bu yüzden anlatmayacağım çünkü aynı hisleri paylaşıyoruz.” Kalp ritimlerim ölçülseydi dört tane adrenalin şırıngası aldığım düşünülebilirdi, ama hayır sadece sevdiğim adam konuşuyordu. “Ve sana söz veriyorum deli yürek, yurdumu asla bırakmayacağım. O yurda gömecekler beni ama ben yine de son nefesimden sonra bile o yurtta kalacağım.” O yurt bendim, bir gün kara toprağa girdiğinde onu içime gömecektim. Söz demişti ve ben onun sözüne sonsuz güveniyorum.
“Belki süslü cümlelerim yok, kendimi senin gibi ifade edemiyorum ama şunu bil Ayberk senin içindeki duyguların bin katını yaşıyorum ben. Ben bir savaşın içine doğdum sayılır ve hayatım bir savaşla başladı hala da devam ediyor bu savaş, şunu bil Ayberk bu savaşta sevdiğim her şeyi, herkesi kaybetsem bile seni asla kaybetmeyeceğim.”
Yeşilleri bana öyle bakıyordu ki ömrünün sonuna kadar bana böyle bakması için her şeyimi feda ederim. “Ve şunu bil Ayberk, sen bana Ötüken’sin.” Benim yurdumda oydu. “Sen benim vatanımsın, cumhuriyetimsin, sen benim her şeyimden bile fazlasısın.” Kalp atışlarımızı duyuyorum ikimizin kalbi de öyle bir haldeydi ki ben ikimizin kalp atışlarını duyuyorum ve bunu o da duyuyor. Ayberk boynumdan tuttuğunda baş parmağıyla yanağımı okşadı ve sonrasında beni kendine çekerek dudaklarını alnıma bastırarak bu anı mühürledi. Sözlerimizi, duygularımızı ve bizi birbirimize son nefesimizden sonra bile mühürledi.
**********
Gelin odasında otururken yerimde rahat duramıyordum odanın içinde üstümde kırk kilo gelinlikle volta atmaktan yorulup oturmuş ama oturduğum yerde de heyecanımdan duramıyordum. Bugün hissettiğim duygu yoğunluğu kesinlikle tarif edilemezdi ve ben her an bayılabilecek kıvama gelmiştim. “Şişt hazır mısınız? Siz çıkacaksınız birazdan.” Eda beni iyice heyecanlandırıp gererken ben rujum bozulmasın diye su bile içemiyordum ve gerçekten her an bayılabilirdim. “Sakin ol bizde geçtik bu yollardan merak etme.” Pınar abla için demesi kolaydı zira o geçmiş gitmişti ama henüz geçmekte olan ben için aynı durumu söyleyemeyecektim. Benim gibi soğukkanlı biri bayılacak kıvama gelmişti bana bunu yapan aşk kime ne yapmazdı. Herkes odadan çıkarken gelin ve damat denildiği anda ışık hızında ayaklandığında aynada son bir kez kendime bakıp gelin odasına çıktığımda odanın önünde bekleyen heybetli bedenin sahibiyle göz göze geldim. Sabahtan beri bana öyle bakıyordu heyecanıma artık tuz biber değil adrenalin şırıngası gibi oluyordu, ayrıca yakışıklılığı ve karizması da ayrı bir heyecanlanma sebebiydi. Takım elbisesi heybetini ve yakışıklılığını gözler önüne sererken kalbim artık delirmiş durumdaydı.
Artık ciddi manada delirdiğime göre bir tımarhane odası istiyorum.
“O kadar güzelsin ki, bayılmama tam olarak şu kadarcık kaldı.” Ayberk tırnağının ucunu gösterirken sanki bende heyecanımdan burada ölmüyormuş gibi profesyonel bir şekilde sırıttım, MİT sağ olsun bana çok şey öğretmişti. “Senin yakışıklılığında beni öyle etkiliyor beyim.” Beyim dememe sırıttığında tam konuşmak için ağzını açmıştı ki tekrar anons edilince mecburen kolunu girmem için uzattı, koluna girdiğimde koridoru bitirip salona girdiğimizde bir alkış tufanı koptu. En önde ise bizimkiler vardı, yani ailem. Kartal, Pençe diğerleri hepsi benim ailemdi.
Biz masamıza geçtiğimizde Ayberk benim sandalyemi çektiğinde sırıttığımda göz kırptı ben oturduğumda geçip o da oturduğunda nikah memuru bize döndü. Ve tam o sırada salona giren kişiyi gördüğümde sırıtışım yavaşça soldu dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken ikimizde bakışlarımızı birbirinden ayırmadık.
Pelin.
Onunla onca yıllık hukukumuz vardı bu yüzden onu çağırmıştım ama geleceğini hiç sanmıyordum ama bu sefer beni yanıltmayı başarmıştı. Geçip en öndeki bizim kızların olduğu masaya otururken tüm misafirler için her yolundaydı ama bizim için bir az tadımız kaçmıştı, Ayberk’te bunu bildiği için masanın altından elimi tuttu destek verircesine. Pelin’i incelerken simsiyah giydiğini gördüm, makyajı bile koyu tonlarındaydı elbisesi eğer gece elbisesi olmasaydı cenazeye gittiğini düşünürdüm ama zaten cenazeye gelmişti. Bizim düğünümüz onun cenazesi olmuştu ve bunu anlayacağımı biliyordu. Nikah memuru konuşmaya başladığında Pelin’in bakışları bize dönerken gözlerinde sadece öfke vardı bana bakarken Ayberk’e döndüğünde ise aşk. Ve bu beni de kızdırıyordu, kıskanç bir insan mıydım bilmem ama buraya gelip Ayberk’e aşık aşık bakacaksa bedelini de ödeyecekti.
“Siz Yusuf kızı Umay Ülgen, Yaşar oğlu Ayberk Göktürk’ü iyi günde ve kötü günde, sağlıkta ve hastalıkla hiçbir tesir ve baskı altında kalmadan eş olarak kabul ediyor musunuz?” Pelin’in gözlerinin içine baka baka gülümsedim bunu yapmak istemezdim ama beni o mecbur bırakmıştı ve Pelin’in gözlerinin içina baka baka mikrofona yaklaşıp bağırdım. “Evet!” Salonda bir alkış tufanı koptuğunda bizimkiler hızlarını alamayıp bir ara ayağa kalkarken ben güldüm bakışlarımı Ayberk’ çevirdiğimde tek odak noktasının ben olduğunu görmek yine kalbimin ritmini şaşırmasına sebep oldu. Nikah memuru ona bakıp konuşurken o sadece bana baktı, gözlerimin içine. “Siz Yaşar oğlu Ayberk Göktürk, Yusuf kızı Umay Ülgen’i iyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta hiçbir tesir ve baskı altında kalmadan eş olarak kabul ediyor musunuz?” Gözlerimin içine sırıtarak bakmaya devam ederken mikrofona eğildi ve gözlerimin içine baka baka bağırdı. “Evet!” Yine bir alkış tufanı koptuğunda ben heyecandan nefes alamıyormuş gibiydim. Nikah memuru şahitlere döndüğünde benim şahidim Uraz’dı, Ayberk’in ise Metehan.
“Sizlerde şahit misiniz?” Uraz, Ayberk’e bir bakış attığında dudağının köşesi yukarıya doğru kıvrıldı ve bizim aksimize sakince mikrofona konuştu. “Evet.” Ayberk bir an hayır diyeceğini düşünmüş olmalı ki tuttuğunu nefesini verdi. Sonrasında Metehan sırıtarak eğildi ve mikrofona konuştu. “Evet.” Yine bir alkış tufanı koptuğunda deftere imzamızı attık.
Biz aslında birbirimizin kalbine atmıştık imzayı bu ise sadece resmiyete dökmekti biz çoktan birbirimize ait olmuştuk. Ruhumuz ve bedenlerimiz birbirimiz için yaratılmıştı ve biz bunu her an daha iyi anlamıştık. Aile cüzdanımızı aldıktan sonra bir alkış tufanı daha koparken ben ailemin her bir üyesiyle göz göze geldim ve bizim için gözlerinde olan mutlulukları gördükçe daha çok mutlu oldum. Bir başkası adına mutlu olmak çok önemli ve çok güzel bir şeydi ve biz her an birbirimiz adına ondan daha çok mutlu oluyorduk biz aslında koca bir aileydik ve en önemlisi de buydu.
Kaybettiklerimizle birlikte kocaman bir aileydik.
Ayberk bana elini uzattığında tuttum o beni sahnenin ortasına getirdiğinde salonun ışıkları söndü ve sadece renkli ışıklar kaldı onlar da sadece bizim etrafımızda dolaşıyordu. Belimden tuttuğunda bir elimi omzuna koydum diğer elimi ise avcuna bıraktım biz yavaşça hareket etmeye başladığımızda Fikrimin İnce Gülü çalmaya başladı. Diğer düğünlerin aksine bu şarkı çaldı ve bunun sebebi de yeşilin her tonunu barındıran gözlerin sahibiydi. Aslında şimdi onun gözlerinin içine bakarak dinlediğimde fark ediyordum, bu şarkı bizdi. Bir satırında o vardı bir satırında ben.
“Fikrimin ince gülü
Kalbimin şen bülbülü
Fikrimin ince gülü
Kalbimin şen bülbülü...”
Gözleri yine kalbime indirecek güzellikte bana bakmaya devam ederken bende aynı şekilde ona baktım dansımıza devam ederken her şey yavaş yavaş silindi. Önce insanlar silindi, sonra mekan silindi, zaman yok oldu ve sadece ikimiz kaldık.
“...O gün ki gördüm seni
Yaktın ah yaktın beni
O gün ki gördüm seni
Yaktın ah yaktın beni...”
Gözlerinin içine bakarken tek odak noktam oydu çünkü sadece biz vardık, savaş yoktu, kayıplar yoktu, acı yoktu, sadece biz. Birlikte yaşadığımız güzel anlar vardı, kahkahalarımızın sesi, birbirimizi sevdiğimizi söylediğimiz anların sesi vardı.
“...Ateşli dudakların
Gamzeli yanakların
Ateşli dudakların
Gamzeli yanakların...”
Her anıyla biz vardık, yaşadığımız her şeye rağmen biz vardık ve biz olacaktık.
Alnını yavaşça alnıma yaslarken iki eliyle belimden kavradığında bende iki elimi omzuna koydum, yeşilleri yakından daha güzel, daha çok hayat verirken bana gülümsedi gamzelerini gözlerimin önüne sererek ve gülümsedim.
“Şu an delice seni öpmek istiyorum.” Müziğe rağmen sesini duyarken güldüm. “Delirme tüm Diyarbakır’a yetecek dedikoduya sebep olacaksın.” Sırıttı.
“...O gün ki gördüm seni
Yaktın ah yaktın beni
O gün ki gördüm seni
Yaktın ah yaktın beni...”
“İyi ya işte kime ait olduğumuzu anlarlar, saçma sapan konuşacaklarına bunu konuşsunlar.” Ve yine kalbime indirecek şeyi yaptı. Şarkı sonlarına gelip biterken bir eli hala belimde durup beni kendine çekerken diğer eli yüzüme çıktı çenemden tutup başımı kendisine çektiğinde gözlerimi kapatırken dudakları dudaklarımı mühürledi. Salondaki tüm ses kesilirken ve sadece müziğin bitimi kalırken herkesin gözünün önünde beni öptü. Ve karşılık verdim.
Omuzlarına tutunurken nazik ve sakin öpücüğüne karşılık verdim avucu yanağıma yaslanırken başını biraz daha eğer öptü beni, bir elimi ensesinde saçların arasında daldırarak öptüm onu.
Zaman algımız yok olurken ikimiz de istemesek de yavaşça uzaklaştığında gözlerimiz yavaşça aralandı ikimiz de derin nefesler alırken ve birbirimize bakarken hayatımın en unutulmaz anı yaptı bunu. Dudaklarını alnıma bastırıp alnımdan öptüğünde gözlerimi kapattım geriye çekildiğinde yine gözlerimi aralarken bana öyle bir bakıyordu ki.
İçi gitti ve içim gitti.
“Seni öyle bir seviyorum ki.” Kalbimi delirtmeye devam ederken kalbimin sesini duyduğundan adım kadar emindim, o seviyeye getirmişti beni. Müzik bittiği için ışıklar tekrar yandığında o elimden tutup yine beni masaya götürürken ve sandalyemi çekerken havadaki tozun bile bakışları bizim üstümüzdeydi ve havadaki tozun bile sesi çıkmıyordu. Bu durum beni hem gererken hem de gülme isteği uyandırıyordu. Beni dağıldığını bildiğim rujumu dudaklarıma yaymak için dudaklarımı birbirine bastırırken bakışlarının üstünde olduğunu biliyordum ve homurdandı.
“Seni delirmiş gibi öpmemek için kendimi çok zor tutuyorum deli yürek ve lütfen bana yardımcı ol.” Sırıtma isteğime hakim olurken onu biraz daha delirtme fikri ile şeytan beni dürterken bakışlarımı ona çevirdim. “Öpersin kocam, acele etme ne de olsa gece bitmedi. Hem önümüzde daha çok gece var.” Gözlerindeki yeşilin tonu koyulaşırken belamı aradığım farkındaydım ama şeytan işte ne yaparsın?
Derin bir nefes verdi. “Cümlelerinin her kelimesi beni ayrı delirtiyor ama sen az önce kocam mı dedin?” Müstakbel kocam diye diye etrafta dolaşıyordum ve direkt ona kocam demem etkilemiş olmalıydı. Yani bence diğer cümlelerim daha dikkat çekici ve kırmızı alarm barındırıyordu ama tabi ki kendim gibi bir deliye aşık olduğum için neyin daha çok dikkatini çekeceğini kestirmek zordu. “Evet kocam değil misin?” Dedim rahatlıkla omuz silkerken o sırıtarak bana baktığında derin bir nefes aldı delirmeye başladığı anlaşıldı.
“Kocanım.” Başımla onu onayladığımda hala kocam olduğu gerçeğine inanmıyormuş gibi bana bakıyordu. “Ne o? Hoşuna giden bir şey mi var?” Bakışlarına karşılık sorduğum soruyla yeşillerinin tonu biraz daha koyulaşırken cidden delirdiğini fark ettim ama şeytan da yakamı bırakmadı. “Yanlış soru.” Dedi dilini damağına vurarak. “Hoşuma gitmeyen bir şey var mı diye soracaksın.” Kalın ve derin sesi de beni delirttiğinde herkes hala bütün sessizlikleriyle bizi izlerken ve buna inat halay çalarken ben belamı aramaya devam ettim. “Hoşuna gitmeyen bir şey var mı?” Diye sordum sırıtarak o ise sırıttı ve kulağıma eğilerek o derin ve kalın sesi ile fısıldadı.
“İhtimal dahilinde bile değil.” Geri çekildiğinde tüm profesyonelliğimi korurken o bunu yapma gereksinimi duymadı zira bana bakarken dudaklarında bulunan sırıtışı çoktan belamı bulduğumun habercisiydi. Kalbim ritmini almış giderken bizimkiler şoku atlatan ilk kişiler oldukları için diğerlerini halaya kaldırırken Pelin’in bakışları bize sabitlenmişti. Masadaki sudan bir yudum içtiğimde her hareketimi izliyordu ve sadece beni değil Ayberk’i de izliyordu. Az önce herkesin içinde birbirimizi öpmemiz canını sıkmış olmalıydı ki o da benim canımı sıkıyordu ama yapmamalıydı zira ben bir melek değildim. Şeytan ise hiç değildim, şeytana bile boyun eğdirebilirdim işte bu yüzden canımı sıkmamalıydı. Önceden bu kadar canımı sıkmıyordu ama artık evli olmamıza ve gözlerinin önünde birbirimizi öpmemize rağmen hala devam ediyorsa ciddi manada canımı sıkmaya başlayacaktı.
“Düğünümüzde cinayet işlemeyi düşünmüyorsundur umarım yoksa bu dedikodunun altından kalkamayız.” Ayberk beni rahatlatmak için şaka yaparken işe yaradı ve bakışlarımı ona çevirerek güldüm. “Ha tek sorunumuz o yani? Bence sen bunu düşüneceğine annene ve babana bunu nasıl açıklayacağını düşün.” Muhafazakar bir bölgedelerdi ve bende küçükken öyleydim ama bu zaten çok kısa sürmüştü bence düşünecek önemli konuları vardı. “Karımı öptüm. Öpemez miyim? Günah mı?” Ciddiyetle bahanesini sunarken gülmeden edemedim ve başımla onayladım. “Ben kabul ettim.” Güldüğünde bende sırıtarak ona baktım, o sessiz kalıp halay çeken bizimkileri izlerken elbette onunla uğraşmaya devam ettim. Ben konuşmaya başladığımda su içmeye kalkması iyi olmamıştı ama. “Ne o? Geceyi mi düşünüyorsun?” Su boğazında kalırken öksürmeye başladığında sırtına vurduğumda kendine geldi bakışları bana döndüğünde mümkünmüş gibi daha fazla koyulaşan yeşilleri ve aldığı derin nefeslerle bana baktı. Gerçekten delirdiğinde sandalyemin tutarak kendine çektiğinde zaten gözler üzerimizdeyken bizi dip dibe getirip yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
“Düşünmeme gerek kalmayacak güzelim ama bu süre içiresinde beni delirtmeye devam edersen beklememe de gerek kalmayacak.” Kaşlarım havalandığında sırıtarak ona baktım. Biri beni durdurabilir mi? Zira sonu çok farklı bitecek. “Beklememe gerek kalmayacak derken?” Sırıtarak bana baktı ve o kalbime indiren sesiyle konuştu. “Seni alır kaçarım deli yürek, bunu yapabileceğimi sende biliyorsun. Bana bunu yaptırma ve uslu dur, en azından düğün bitene kadar.” Yapardı hiç şüphem yoktu, kendimden şüphe eder yine de bunu yapacağından şüphe etmezdim öyle emindim yani.
Ve bence de kesinlikle biraz uslu dursam iyi olacaktı zira belamı yeteri kadar bulmuştum ama uğraşmadan da duramıyorum bu yüzden ona döndüm. “Sen niye burada oturuyorsun? Kalkıp halay çeksene.” Onu gönderme çabamı anlamış olacak ki kahkaha attı ama hem uğraşma diyor hem de dibimde duruyordu, e şeytan da uzak değildi yani olmuyordu. “Gidiyorum.” İkimizi de senden kurtaracağım der gibi kalkıp gülerek gittiğinde ben derin bir nefes aldım, maksadım onu izlemek ve ne kadar karizmatik ve yakışıklı olduğunun bir kez daha farkına varmaktı ama tabi ki bizim için bu pek mümkün değildi. Bir anda kendimi zorla sahnede bulduğumda işin rengi değişmeye başladı.
*************
Arkadaşlarrr yeni bölümle karşınızdayım biraz bir ara vermiş olduk tekrar kusura bakmayın ama kaldığım yerden devam ediyoruz kemerlerinizi bağlayın. Düğün hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi çok merak ediyorum lütfen benimle paylaşın. Ve size bir haberim var şöyle ki kitabımızın final bölümünü yazıyorum benim için fazlasıyla zor veda etmek, 42.Bölüm bizim final bölümümüz olacak yani çok da uzun bir vaktimiz kalmadı maalesef. Nasıl veda edeceğim hakkında bir fikrim yok gerçekten ama daha fazla lafı dolandırmadan yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Geceleriniz iyi olsun. Öpüldünüzzzz>>>>
*************
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.82k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |