

Biz ölüme aşık olanlar, vatan toprağı için can verip can alanlar.
***
Ülkemize geri gelmiştik Ayberk polise adam çıkarılan depoyu ve çıkaran kişileri ihbar etmişti. Onlar tepesine çökerken biz Mazlum denen teröristi bizim karargaha götürüyorduk. Aslında teröristi de polislere teslim etmemiz gerekiyordu ama henüz onunla işimiz bitmemişti. Karargaha geldiğimizde dikiz aynasından Mazlum’un yanında oturan Ayberk ile göz göze geldim dudaklarım aralandığında konuştum.
“Yaşama yüzdemiz?” Cahit albay bizi kurşuna dizecekti, yaşama ihtimalimiz ne kadardı emin olamıyordum. Ayberk benden daha iyi tanıyordu o bilirdi.
“Sıfır.” Tahmin etmesi zor değildi, yeşilin en güzel tonu olan gözleri gözlerime odaklanmışken başlayalım der gibi baktım ve o da anladı. Arabadan indiğimde Ayberk’ de terörist ile birlikte arabadan indiğinde askeriyeye girdik. Herkesin gözü şaşkınlıkla bizim üzerimizdeydi ama bahçenin bir köşesinde oturmuş timim ile göz göze geldiğimde tam tersi olduğunu gördüm. Gayet normal karşılıyorlardı alışıklardı benim deliliğime, gözlerim timimin ilerisinde oturan Kartal Timine takıldı. En başarılı timlerden ikincisi, namını duyamamak imkansızdı. Time göz gezdirdim.
Kartal Timi
Yüzbaşı Ayberk Göktürk
Yüzbaşı Metehan Aslankara
Kıdemli Üsteğmen Emir Ayhan
Üsteğmen Doğan Özmen
Teğmen Beren Akkaya
Asteğmen Günay Kurt
Astsubay Kıdemli Başçavuş Akınalp Çağın
Astsubay Başçavuş Çetin Demiröz
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Ege Akın
Hiçbirinin gözlerinde şaşkınlık yoktu, onlarda Ayberk’in deliliğine alışmış olmalıydı. İki asker yanımıza geldiğinde teröristi aldılar elimizden biz ise albayın odasına doğru yol aldık.
Odanın kapısına geldiğimizde yeşilleri ile göz göze geldim sonrasında ise kapıyı tıklattım. İçeriden gelen sesle birlikte önce ben ardımdan Ayberk girdi içeriye, asker selamı verip hazır ol da beklemeye başladık. Odadaki ölüm sessizliğini bölen tek şey Cahit albayın öfke dolu nefes sesleriydi.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?” Bağırmamıştı ama her an patlayabilird,i kaçamak bir bakış attım Ayberk’e o ise bana bakıyordu. İkimizin gözünde de pişmanlık yoktu ve ne yaptığımızı çok iyi biliyorduk. Ama cevap vermedik, sessizliğimizi korurken bu sefer daha gür bir sesle konuştu albay.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz? Kimden izin aldınız lan?” Sesi her geçen saniye daha da yükseliyordu, Ayberk ve ben ise dik duruşumuzu bozmadık.
“Kime diyorum lan ben, kimden izin aldınız? Ne demek kafanıza göre terörist almak?” Sessizdik. Cahit albay tam karşımda durdu ve bağırarak konuşmaya devam etti.
“Bana bak yüzbaşı, ben delilik falan anlamam duydun mu beni? Sen askersin ve kurallara uymak zorundasın, emir dinlemezsin kendi kafana göre iş yaparsın. Burası askeriye, kurallara göre davranacaksın yoksa ben sana öğretirim.” ifadesiz bakışlarımı gözlerine diktim, doğruydu burası askeriyeydi kurallara uyulmak zorundaydı yaptığımızı savunmuyordum. Kendi başımıza tabi ki operasyon yapamazdık cezası elbette olacaktı paşa paşa çekerdim cezamı. Ama ben akıllanmazdım, emir dinlemem gerekiyordu ama ben rütbemi emir dinleyerek almamıştım ben lakabımı emir dinleyerek almamıştım. Beni ben yapan da buydu zaten deliliğimdi, yoksa hayata tutunmak için bir sebebim yoktu. Beni hayatta tutan damarımda akan kanda ki delilikti. Albay benden bir tepki alamayınca Ayberk’e döndü.
“Ulan sen? Ben sen akıllısın diye verdim bunun yanına sen buna uyuyorsun oğlum ben seni adam etmedim mi? Ne halt ediyorsun sen?”
“Onun bir suçu ben zorladım.” Sözlerim bir bıçak gibi sessizlik oluştururken Ayberk’in bakışları ne yapıyorsun sen dercesine bakıyordu. Bu işi ben başlatmıştım o ise gelmek zorunda kalmıştı, benim yüzümden ceza yemesini istemiyordum.
“Ne anlatıyorsun sen?” Ayberk tam itiraz edecekken albayın sorusunu cevapladım. “Bu işi ben başlattım ve kimseye haber vermemesini ben söyledim, başıma bir iş gelmesin diye gelmek zorunda kaldı. Yüzbaşının bir suçu yok.” Albayın gözlerini daha da öfke bürünürken Ayberk’i rahat bıraktı ve bana yöneldi, Ayberk ise şaşkınlıktan konuşamıyor gibiydi, bunu beklemiyordu.
“Suçunu kabul ediyorsun yani?” Hiçbir zaman itiraz etmemiştim. “Evet.”
“Yalan, ben kendi irademle yüzbaşı ile gittim bir zorlama yoktu bende suçumu kabul ediyorum.” Ayberk’e döndüğümde bakışlarında sessiz bir cümlesi vardı.
Ne yaptıysak beraber der gibiydi. “Siz dalga mı geçiyorsunuz lan benimle? İkinizde ikinci bir emre kadar operasyonlara katılmayacaksınız ve rapor istiyorum. Çıkın dışarı.” Asker selamı verip dışarı çıktık çıktığımız anda birbirimize döndük.
“Niye yalan söylüyorsun yüzbaşı ayıp değil mi?” Dedi büyük bir sakinlikle bende aynı sakinlikle cevap verdim.
“Yalan mı? Ben başlattım ya bu işi, ayrıca en azından birimiz ceza almazdık şimdi ikimizde aldık.” Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttı, başını eğmiş bana bakarken bende başımı kaldırmış yeşillerine bakıyordum.
“Ne yaptıysak beraber, cezasını da paşa paşa çekeriz ayrıca sen beni mi koruyorsun?” Alakası yoktu ne diye koruyacaktım onu? Hayır korunmaya ihtiyacımı vardı? Sadece birimiz bile cezadan kurtarsak iyi olurdu diye söylemiştim.
“Nereden çıktı? Cezadan ne kadar kurtarırsak o kardır diye söyledim, seni korumaya çalışsaydım cezayı almazdın yüzbaşı.” Yalan. Şu hayatımda korumayı becerebildiğim tek şey vatanımdı, kendi ailesini bile koruyamayan biriydim aslında.
“Beni değil kendini koru yüzbaş,ı ölümün üstüne yürürken başkalarını korumaya çalışmak yerine kendini koru.” Kendimi korumam için bir sebep yoktu korumam gereken tek şey vatanımdı, bu yolda da seve seve canımı feda ederdim.
“Vatanını korumak için canını veren birine mi bu sözlerin?” Yeşilin en güzel tonu gözleri kısıldı, dudakları aralandığında konuştu. “Hayır, kendini önemsemeyip diğer herkesi önemseyen bir insana bu sözlerim. Üç günlük dünyada bir gün yaşıyoruz, kendini de önemse yüzbaşı.”
“O bir gün bile fazla bana. Ayrıca gittikçe düşünceli bir adam olmaya başlıyorsun Göktürk Komutan, devam et böyle.” Güldü, konuyu değiştirdiğimi anlamıştı ama üstüne gitmedi gidecek bir şeyde yoktu zaten. Herkesin acısı kendineydi.
Bahçeye çıktığımda bizimkiler anında dibimde bitmişti. “Komutanım elinize sağlık valla.” Oğuz’un sözlerine karşılık başımı eyvallah dercesine salladım. “Söyleyeceklerinizi sonraya saklayın yorgunum.” Diyerek yanlarından uzaklaştım, eve gitmem, duş almam ve uyumam gerekiyordu.
Evin önüne geldiğimde gördüğüm kişi ile dudaklarım aralandı, kapının önünde bekleyen biri vardı.
“Eda?” Bakışları arkasında olan bana döndüğünde gülümsedi. “Şey ben seni görmeye gelmiştim, ağabeyim arayıp döndüğünüzü söyleyince gelip bir görmek istedim.” Eda ile aramızda bir yaş vardı, bu yüzden bana abla demiyordu demesini de istemiyordum zaten. Bir dakika ne demişti o? Seni görmeye geldim demişti, bana karşı bir sıcaklık hissediyordu ama ben buna alışık değildim. Kimsenin beni düşünmesine alışık değildim, kimse de beni düşünmezdi zaten ama şimdi...
“Sanırım sana evin anahtarını vermeliyim.” Dedim içimdeki sesleri susturmak için dalga geçer bir sesle. Yanına geçip kapıyı açıp eve girdim benim ardımdan Eda gird,i çekingendi.
“Çekinme Eda kendi evin niyetine rahat ol, ben duş alacağım.” Başını salladığında çantasını askıya astı. “Bende yemek yapayım, acıkmışsındır.” Yutkunduğumda ağır ağır kafamı salladım ve odamdan kıyafet alıp banyoya geçtim, sıcak bir duş ile rahatlamaya çalıştım.
Duştan çıktığımda saçımı kurutmamıştım ıslak olması daha rahat etmemi ağlıyordu garip bir huyumdu veyahut alışkanlığım bilmiyordum. Mutfağa gidecekken zil sesi ile kapıya yöneldim, Eda birini mi bekliyordu? Kapıyı açtığımda karşılaştığın bir çift yeşil göz ile kaşlarım havalandı, onun ise gözleri ıslak saçlarımdayken kaşları havalanmıştı. Gözleri gözlerim ile buluştuğunda konuştum.
“Yüzbaşı?”
“Deli yürek.” İçeri geçmesi için kapıyı açıp geri çekildim. “Ne oldu? Hasretime dayanamadın mı?” Diye sordum dalga geçer gibi dudakları yukarı kıvrıldığında içeri geçip koltuğa oturdu bende kapıyı kapatıp peşinden ilerledim.
“Sorma, öldüm hasretinden sen niye bu kadar şaşırdın?” Onun buraya geleceğini asla beklemiyordum misafirliklerden nefret eder gibi bir havası vardı. Karşısına oturduğumda yeşilleri saçlarımdaydı, sesimle birlikte gözlerime döndü.
“Bilmem, mağarasından çıkmayan biri gibi gelmiştin gözlerime şaşırdım.” Dudakları ağır ağır yukarı kıvrıldı. “Senin gözünde olduğum gibi değil, yabani bir insan değilim yani.” Mutfaktan çıkan Eda ile sohbetimiz bölünmüştü.
“Sonunda gelebildin abi, mağarandan çıkabilmen çok şaşırtıcı yabanisin sen sanırım seni çıkarabilmem için şantaj yapmam gerekiyor.” Eda’nın sitemli sesi ile gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, yalanın ortaya çıkmasından çok yüz ifadesine gülecektim. “Yemek birazdan hazır olur.” Diyerek ortaya attığı bombayı bırakarak tekrar mutfağa girdi Eda. Gülmeye başladığımda yeşilleri gülüşüme takıldı.
“Ayıp değil mi niye yalan söylüyorsun yüzbaşı?” Dedim birkaç saat öncesine atıfta bulunarak, gözleri gözlerime değdi.
“Ayıp değil mi niye insanların hatasını yüzüne vuruyorsun deli yürek?” Ayıptı. “Yemek hazır!” Diye bağıran Eda’nın sesi ile oturduğumuz yerden ayaklanırken yüzümde hala bir gülümseme vardı.
Masaya oturduğumuzda Ayberk Eda’ya ters bakışlar atıyordu. Önüme gelen sıcak mercimek çorbası ile duraksadım, bu çorbayı en son içtiğimde dört yaşımdaydım. Ve sonrasında bir daha asla içmemiştim canım yandığından değil, bir daha kimsenin yapmadığındandı. Kaşığı elime aldığımda gereğinden fazla sıkı tutuyordum, Ayberk bunu fark etti ama bozuntuya vermeden çorbadan bir kaşık içtim. Boğazımdan çorba değil bir ateş geçti sanki ama durmadan ikinci kaşığı da aldım, acıların üstüne gidilmezse daha çok can yakardı.
“Ee iyi anlaşıyor musunuz bari?” Eda’nın sorusu ile gözlerimi önümdeki çorbadan ayırdım, bir çift yeşil ile göz göze geldim. “Çok.” İkimizin de aynı anda söylemesine karşılık gülümsedi Eda. “Tebrik ederim seni, abimle anlaşmak çok zordur şu zamana kadar başarabilen ikinci kadınsın.” Çok güzel anlaşırdık nitekim birbirimizin kemiklerini kırmak da buna dahildi. İkinci kadın bensem birinci kimdi? Merakıma yenilerek sordum çünkü o birinci kadını kesinlikle tebrik etmeliydim.
“Birinci kim?”
“Annem.” Verdiği cevapla buruk bir gülümseme kondu dudaklarıma, Ayberk’in ters sesi ile ona döndüm. “Arkadaş insan abisini över savunur sen beni gömüyorsun, seni o cami avlusundan kesinlikle almamalıydık.” Bana bu şakayı yapan bir kardeşim hiç olmamıştı ama bizimkiler vardı kardeşimden de ileri.
“Ha ha ve ha canım, ne kadar komiksin sen ya.” Ayberk aynen der gibi kafasını salladığı sıra Eda’ya döndüm. “Yemekler çok güzel olmuş ellerine sağlık, seni de yormuş oldum hiç gerek yoktu.” Eda’dan önce Ayberk lafa atladı.
“Gerek yok muydu? Sen bizi aç bırakmak istiyorsun sanırım deli yürek.” Güldüm neyi kastettiğimi anlamıştı ama benimle dalga geçmezse içi rahat etmeyecek gibiydi.
“Ne oldu açlığa dayanmıyor musun yüzbaşı?” Yeşilleri bana bakarken gözlerinde çözemediğim bir ifade vardı. Bu ifadeyi kısa zamandan beri görüyordum ama üzerinde durmamıştım şimdi ise dikkatimi çekiyordu. Gözlerimi sevmemiş olabilirdi yadırgamazdım ama gözlerinde sevmemiş gibi ifade yoktu olsaydı tanırdım.
“Sorma, hiç dayanamam açlığa.” Dediğinde dudaklarında bir gülümseme vardı, yarı alaycı yarı samimi bir gülümsemeydi. “Abim bir süre göreve gitmeyeceğinizi söyledi, umarım bu süreçte evde boş boş oturmayı planlamıyorsunuzdur.” Tam olarak onu planlıyordum.
“Ben tam olarak onu planlıyorum.”
“Boş boş oturacak mısın yani? Ben eğitim yaparsın sanıyordum.” Ayberk’in konuşması ile güldüm tabi ki eğitim yapacaktım, bunun dışında boş boş oturmayı düşünüyordum. “Eğitim dışında boş oturmaktan söz ediyorum.” Ayberk başını anladım dercesine salladığında Eda’nın hayret dolu sesi ve bakışları ile karşılaştım.
“Kendinize gelin, göreve gitmediğiniz bir süre var ve bunu değerlendirmeyecek miyiz?” Eğitim güzel bir değerlendirmeydi bence ve zaten askeriyeye gidecektik. “Askeriyeye gideceğiz yani yine evde olmuyoruz.” Diyerek Ayberk lafı ağzımdan aldı, Eda’nın yüzünün düştüğünü gördüm.
“Sen ne yapmak istiyorsun?” Eda’ya yönelttiğim soru ile düşen yüzünü heyecan kapladı küçük bir çocuk gibiydi ve bu beni gülümsetmişti. “Bilmem pikniğe gidebilirdik mesela ikinizin de timi gelirdi, sonra AVM ye gidebilirdik. Lunaparkta güzel olurdu aslında.”
“Timimden uzak dur abicim yoksa önce onu sonra seni öldürmek zorunda kalacağım.” Kaşlarım çatıldı konu neydi? “Niye öldürüyorsun yüzbaşı?” Bakışları bana döndü ve sakin bir sinirle sorumu cevapladı.
“Akınalp ile fazla yakınlar gözüme batıyorlar.” Kaşlarım havalandığında sırıttım bir aşk hikayesi ha? Akınalp yakışıklı bir çocuktu Eda’da güzeldi yana yana çok güzel görünürlerdi, yakışacaklarını düşünüyordum.
“Ne alaka yani? Ne var samimiyet kurduysak? Senin yüzünden sadece kız arkadaşlarım var abi!” Şimdi iki anlamda erkek arkadaş vardı, bir arkadaş olarak iki sevgili olarak. Ve bu ikisi için kesinlikle ikinci seçeneğin geçerli olduğundan emindim.
“İyi işte onlar yeter sana, o çocuktan uzak dur.” Nedenini anlayamıyordum, pekala bende timimi zaafı olmayan insanlardan seçmiştim ama gönül ferman dinlemezdi. Hem Kartal Timi için bu geçerli değildi, Doğan evliydi mesela ve iki çocuğu vardı.
“Neden aşka karşı mısın yüzbaşı?”
“Aşk mı?” Eda’nın panik dolu sesine karşılık gözlerimi yeşillerden çekmedim o ise sakince cevap verdi. “Değilim ama askere vatan emanet edilir gönül emanet edilmez deli yürek, bilmiyor musun bunu?” Doğruydu, ama dediğim gibi gönül ferman dinlemezdi bir abi olarak kardeşini koruma isteğini anlıyordum. Ayberk’in de kardeşinin mutluluğunu elbette isterdi ama onu korumaya çalışıyordu, bu kısımda Ayberk’e hak veriyordum. Askere gönül emanet edilmezdi. Sessizliğimi evet olarak alınca yemeğimizi yemeye devam ettik ama kısa bir süre sonra Eda’nın sesi duyuldu.
“Pikniğe gider miyiz peki?” Eda’nın masum ve bir çocuk gibi istekli sesine karşılık yeşiller ile göz göze geldim. Bakışlarımız arasında sessiz bir konuşma geçtiğinde kararımızı vermiştik, onu kırmak istemiyorduk. Hem bu şekilde timler arasındaki soğukluk giderdi iki tim arasında garip bir soğukluk vardı, en azından bu giderilirdi.
“Gideriz.” Gözlerimizi birbirinden bir saniye bile ayırmadan aynı anda cevap verdik. “Gerçekten mi?! Birtanesiniz siz.” Yeşiller gözlerimden ayrıldığında Eda’ya döndü. “O çocukla yakın olduğunu görürsem tüm askeriyeyi ona temizleme cezası veririm iç ve dış olarak. Ceza almasını istemiyorsan uslu uslu otur.” Kaliteli cezaydı ama basitti daha kaliteli cezalarım vardı, isterse fikir verebilirdim.
“Tamam ya, eee ne zaman gidiyoruz? Yarın okulum yok, yarın gidelim.” Kesinlikle felaket bir gün olacaktı, yaşanacak en küçük kaos bile şimdiden başımı ağırtmaya yetmişti acaba yanlış mı yapmıştık? Telefonumu çıkarıp Uraz’ı aradım, yarın gitmeyi ben çoktan kabul etmiştim ne kadar çabuk o kadar rahattı. Telefon ikinci çalışta açıldığında kalın ve tok bir erkek sesi duyuldu.
“Komutanım.”
“Uraz yarın görev çıkma ihtimali kaç?” Her an görev çıkabilirdi ihtimalleri gözden geçirmeliydik. “Çok az komutanım, neden sordunuz?” Eda’nın hevesli yüzüyle karşılaştığımda derin bir nefes verdim ve konuştum.
“Yarın pikniğe gidiyoruz.” Derin bir sessizlik olduğunda Uraz’ın sesini duydum. “Komutanım özür diliyorum ama kafanıza saksı düşmüş olabilir mi? Pikniğe gidiyoruz? Ve bunu siz söylüyorsunuz? Komutanım gerçekten iyi misiniz?” Ayberk gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığında hoparlör konusunda büyük bir hata yaptığımı deneyimlemiş oldum.
“Ne demeye çalışıyorsun lan sen?” Normalde gerçekten kibar bir kadındım ama bu dingiller varken bir saniye bile sürmüyordu. “Yani siz genelde evden çıkmıyorsunuz ya komutanım.” Yabani mi demeye çalışıyordu bu herif?
“Sen bana yabani mi demeye çalışıyorsun lan dingil?”
“Tövbe öyle bir şey demedim komutanım.” Derin bir nefes aldım Ayberk’in gülmemek için kendini tutması ayrı sinirimi bozuyordu. Artık dalga geçtiğim konuyla rezil olmadım da demezdim, dalga geçmeseydim iyiydi.
“Neyse, bunu sonra konuşacağız pikniğe gidiyoruz ve Kartal Timi de geliyor.” “Ne?” Ne,ne? Neyini anlamamıştı acaba taş kafalı herif. “Pardon komutanım ben mi yanlış duydum? Kartal Timi ile pikniğe mi gidiyoruz? Komutanım siz daha geçen gün Ayberk komutan ile kemikleriniz kırılana kadar dövüşmediniz mi? Şimdi pikniğe mi gidiyoruz?” Çok iyi anlaşırdık evet, Eda’nın bakışlarının üzerimizde olduğunu hissediyordum ama bozuntuya vermedim.
“Lan normalde ağzından iki kelime almak için kafana sıkmamız gerekir şimdi niye bu kadar boş boğaz oldun oğlum? Ne içtin lan sen.” Ciddiyetle cevap verdi.
“Çay komutanım.” Hem en başarılı tim olup hem de nasıl bu kadar geri zekalı olmayı başarıyorlardı gerçekten merak ediyordum. Bunun için gerçekten özel bir yeteneğe ihtiyaç vardı diğer türlüsünü düşünemiyordum. “O çayı senin boğazına dizeceğim Uraz yarın Kartal Timi ile pikniğe gidiyoruz git diğer dingillere de söyle, yarın sabah onda benim evde olmayanı gebertirim duydun mu beni?!”
“Emredersiniz komutanım.” Telefonu kapattığımda yeşillerle göz göze geldim.
“Ayıp değil mi deli yürek niye insanlarla dalga geçiyorsun?” Yabani olmasıyla dalga geçmeyecektim ne halt ediyorsam başıma geliyordu.
“Ayıp değil mi niye yalan söylüyorsunuz?” Eda’nın sesi ile bakışlarımızı ona çevirdik bu ayıp meselesi garip bir hal almaya başladı artık. Ayıptı yani yapmazdık bundan sonra, yersen. Ayberk telefonunu çıkardığında Eda’nın öfke saçan gözlerinden kaçmaya çalışıyorduk, kemiklerimizin kırılma detayı olmasa kurtarırdık aslında.
“Ne var lan?” Diye bir ses duyduğumda bakışlarımı Ayberk’in telefonuna diktim Yüzbaşı Metehan’ın sesi olmalıydı tahminimce.
“Yarın pikniğe gidiyoruz.” Gerçekten çok iyi anlaşıyorlardı hiç uzatmamışlardı, tebrik ettim doğrusu.
“Ne oldu mağarandan mı kovuldun?” Dudaklarımı birbirine bastırdım bu iş gittikçe garipleşiyordu ama komikti de yani. “Boş konuşma lan pikniğe gidiyoruz, Pençe Timi ile birlikte.” Kısa bir sessizlik oldu.
“Niye? Kemikleriniz kırıldıktan sonra aklınız başınıza mı geldi?” Keyfim kaçmıştı, bu detay her seferinde verilmek zorunda mıydı? “Aynen yarın onda benim evin önünde olun, oradan gideceğiz.” Telefonu kapattığında derin bir nefes verdim, yarın olacaklar nedeniyle kış uykusuna yatmak gibi planlarım vardı.
“Gidiyoruz! Azıcık yüzünüz gülsün ya görende cenazeye gidiyoruz sanacak, pikniğe gidiyoruz.” Yarın bir cenaze çıkabilirdi ihtimaller arasındaydı, dertliydim aradaki soğukluk gitsin diye yaptık ama her an biri hayata veda edebilirdi.
Yemeklerimizi yedikten sonra sofrayı toplamıştık ve Ayberk ile Eda gitmişti salondaki koltuğa oturduğumda evdeki ölüm sessizliği ile karşılaştım. Başımı geriye attığımda bir nefes verdim düşüncelerin, anıların zihnime dolmasını istemiyordum. Ama çoktan dolmaya başlamıştı bile kesik kesik görüntüler sessiz anılar büyük gürültülerden daha çok başımı ağırtmaya başlamıştı.
Karanlık gittikçe eve hakim olurken sokak lambalarının loş ışığından başka bir ışık yoktu. Kaybolmuştum. Tek bir kelime kaybolmuştum anıların içinde, duyguların içinde, gerçekte. Ben gerçekten de kaybolmuştum kendimi bulamıyordum, ben aslında ben değildim. Aslım bu değildi sanki bir yerlerde gerçek ben saklıydı ve bulamıyordum.
Kafamı dağıtmalıydım, normalde öylece oturur anıların beni öldürmesine izin verirdim ama şu an bunu istemiyordum. Ayağa kalktığımda mutfağa yöneldim en azından yarın piknik için bir şeyler hazırlayabilirdim. Ama mutfağa girdim anda yemek yapamadığım ile yüzleştim, bilmiyordum yemek yapmayı. Öğrenmek için geç kalmıştım, öğreten olmamıştı sonrasında ise ben öğrenmemiştim mutfağın ortasında öylece dururken çalan kapı ile mutfaktan çıktım. Kapıyı açtığımda gelen kişinin Sare olduğunu gördüm, bir şey söylemeden içeri geçtim o da peşimden geldi. Karanlıkta yine aynı yerime oturduğumda Sare’de yanıma oturdu sessiz bir şekilde anlaşabiliyorduk.
“Komutanım,” Sözünü kestim. “Rütbede değiliz.”
“Piknik fikrinden emin miyiz?” Değildim ama Eda’nın gözlerinde gördüğüm o çocuğu kırmaya gönlüm el vermemişti. “Evet.” Sessizlik. “Ben bir şeyler hazırlayayım.” Sare ile normalde çok sessiz olurduk sessizliği paylaşırdık ama anlaşılan bugün o da sessizliği istemiyordu.
***********
Kombinime son bir bakış attım, siyah bir kot pantolon ve yeşil bir tişört, saçlarım ise açıktı. Yeterdi, sade olmaktan yanaydım odadan çıktığımda Sare’de kendi odasından çıktı, giydiği mavi kot pantolon üstündeki lacivert bluz ve hafif makyajı, dağınık topuzu ile çok güzeldi. Çoğu konuda yetenekliydi iyi bir savaşçıydı, yemek yapma konusunda üstüne tanımazdım, daha birçok konuda yeteneği vardı. Ona aşık olan birçok adam görmüştüm ama o hiçbirine pas vermemişti. Kapı çaldığında kapıya ilerledim bizim dingiller gelmiş olmalıydı, kolumdaki saate baktığım da dokuz elli dokuz olduğunu gördüm.
“Komutanım.” Kızma merasimine başlayacakken telefonum çaldı, komodinin üzerinden telefonu aldığımda ekranda yazan isme baktım.
Göktürk Komutan
Aramayı yanıtladığımda kalın ve tok sesini duydum.
“Deli yürek umarım uyanmışsındır çünkü tam olarak evinin önündeyim ama uykucuyum diyorsan bilemem.” Hiç uyumamıştım ki uyanayım. “Yüzbaşı dalga geçmek hoşuna mı gidiyor?” Çok makul bir soruydu. “Uğraşmayı seviyorum.” Ona ne şüpheydi.
“Umarım sabrı öğrenmişsindir yüzbaşı çünkü biraz bekleyeceksin.” Cevap vermesini beklemeden dingillere döndüm hepsinin eli boştu, tek yaptıkları yiyip içip yatmaktı zaten.
“Misafirliğe mi gidiyorsunuz lan niye boş eliniz?” Hepsi boş boş birbirine vardı gerçekten dayaklıklardı. “Komutanım biz yumurta kırarken yakan insanlarız, biz dedik hani marketten alınacakları alalım.” Bu da bir şeydi. Kafamı siz adam olmazsınız der gibi sallayıp mutfağa geçtim tam Sare’ye yardım edecektim ki içeriden bir ses duydum.
“Komutanım biz kapıda mı bekleyelim?” Sesleri gür değilmiş gibi bir de bağırıyorlardı sinirle içeri geçtim.
“Ne bağırıyorsunuz lan binada? Bekleyin iki dakika öküz herifler.” Tekrar içeriye geçtiğimde tezgahın üstündeki üç piknik sepetini gördüm çok makul bir soru soracaktım. Üç tane piknik sepetini tam olarak evin neresinden bulmuştu? Bizim öküzler yemek yapmadığı için onun yerine de yapmıştı benim yerime de yapmıştı cidden takdir ediyordum.
“Üç tane piknik sepetini nereden bulduğunu sorabilir miyim lütfen?” Dediğimde bana döndü ve gayet net bir cevap verdi. “Evde var ya komutanım.” Evde üç tane piknik sepetinin ne aradığını sormayacaktım.
“Kartal Timi gelmiş aşağıda bekliyorlar, hazır mısın?” Kısa bir anlığına etrafa göz gezdirdi sonra ise cevap verdi. “Hazırız komutanım, ben içeriden çantamı alacağım.” Kafamı salladığımda telefonumu ve anahtarı cebime attım bu kadardı benim için, piknik sepetlerini aldım ve dingillerin yanına gittim.
“Alın bunları inin aşağıya.” Arabanın anahtarını da aldığımda Sare’de gelmişti önden o çıktı arkasından ise ben çıkıp kapıyı kilitledim. Aşağıya indiğimde apartmanın önünde bekleyen siyah Mercedes AMG G63 ile karşılaştım Ayberk’in arabasıydı, arkasında ise siyah bir AUDİ A7 sportback vardı. Bunun kime ait olduğunu bilmiyordum, benim arabayı açtığımda Sare yolcu koltuğuna geçti arkaya Uraz, Atakan ve Göktuğ geçti. Benim arabamın arkasında ise her yanından zenginlik fışkıran kırmızı bir tofaş şahin vardı. Bu Oğuz’a aitti.
Benim canım timim her yönden kendini belli ediyordu, hayır en başarılı tim bizdik ama diğer timler bizden daha zengindi. Gerçekten anlamıyordum ve artık sorgulamıyordum da Oğuz’a arabayı sat diyordum arabasız mı kalayım diyordu, ulan sat para biriktir daha iyi bir şey al diyordum fakirim komutanım diyordu.
Arabaya binmeden Ayberk’in arabasının yanına gittim camına tıklattığımda camı açtı. Sürücü koltuğunda Ayberk yanında Eda vardı arkada Emir, Beren, Günay, Çetin vardı. “Sıkıştıysanız tofaşta yer var.” Dedim gülerek o araba bir kişiyi daha kaldıramazdı.
“Sıkışsınlar bir şey olmaz.” Ayberk’in timine olan sevgisinden sonra asıl doruyu sordum. “Nereye gidiyoruz?” Piknik alanı bildiğim bir yerdi önden biz çıktığımızda arkamızda Ayberk onun arkasında Metehan’a ait olduğunu öğrendiğim Audi ve en sonda şahin vardı.
Gidebiliyor olması bile şaşırtıcıydı, Ayberk yanımıza geçip bizi geçtiğinde mesajı almıştım. Yarışmak istiyordu, onun ardından Metehan’da bizi geçtiğinde trafik kurallarına veda ettim.
Gaza asıldığımda arabaların arasından geçiyorduk, ceza yiyecektik ama yapacak bir şey yoktu. Her an hızım daha da artarken Metehan’ı geçtim ardından ise Ayberk ile yan yana geldim sinyal verdiğimde güldüğüne eminim. Onu da geçtiğimde yüzümde bir sırıtış oluştu, şu an hayattan zevk aldığı bir andı.
“Komutanım bizi kimse yenemez valla.” Atakan’ın sesiyle kısa bir şekilde göz göze geldim yanımdan hızla geçen Metehan onun ardından geçen Ayberk şu an birbirlerini yenmeye çalışıyorlardı. Gaza daha fazla asıldığımda birbirini geçmeye çalışan ikiliyi geçtim, yolumuz kısalmıştı tahmini beş dakika vardı. Kritik anlardı derken telefonum çaldı açıp hoparlöre verdiğim sırada Oğuz’un sesini duydum.
“Komutanım biz biraz geride kaldık gibi, yemeğe başlamadan bizi bekleyin lütfen.” Hepimiz güldüğümüzde konuştum. “Söz veremem.” Telefonu kapattığımda Ayberk ve Metehan’da bize yetişmişti, berabere giderken hepimiz gaza asılıyorduk. Metehan biraz öne geçip gittiğinde kırmızı ışığı gördüm ve durdum Ayberk’te benimle durdu. Metehan son anda yeşilde geçmiş gitmişti ve biz Ayberk ile kırmızı da kalmıştık, ışığa dikkat etmemiştim o an bu da bir tecrübe olmuştu.
Yeşil yandığında gaza asıldım, son sürat giderken Ayberk arkada kalmıştı benim arabam onun arabasından boy olarak daha kısaydı bu yüzden rahat rahat her araya giriyordum. Ama onun arabası benim arabamdan daha büyük olduğundan öyle her araya giremiyordu, son sürat giderken bize çalınan kornaları umursamıyordum.
Piknik alanının geniş açık bir otoparkı vardı toprak yoldu dirift çekerek otoparka girdiğimde her yer toz toprak olmuştu. Dirift çekerek Metehan’ın arabasının hemen yanına ters girmiştim, aslında ben düz girmiştim o ters girmişti. Arabanın önü açıklığa bakıyordu arkası ise kaldırım tarafındaydı yani düzdü ama Metehan tam tersi girmişti.
“Vay komutanım, dirift çekerek park etmek ha? Çok havalı bir hareketti.” Atakan’ın konuşmasının ardından Göktuğ konuştu. “Şimdi gözlüklerimizi takıp en havalı halimizle arabadan iniyoruz.” Hepimiz güneş gözlüğümüzü taktığımızda arabadan indik, biz indiğimizde Ayberk’ park ediyordu. O da ters girmişti ben bir şey demiyordum artık bunlara, Kartal Timi arabadan inmiş bekliyorlardı bizi Ayberk’in arabası da boşaldığında gözlerim Ayberk’in üstündeydi. Siyah kot pantolonu ve yeşil kısa kollu tişörtü ile tam olarak aynı kombini yapmıştık.
Yeşil tişört gözlerini daha da ortaya çıkarmıştı, dağınık saçları ve heybetiyle birkaç göz ona dönmüştü. Bizim yanımız dolu olduğundan arabayı biraz ileriye park etmek zorunda kalmıştı ve salına salına bize doğru yürüyorlardı. Bir kişi hariç Eda eli kalbinde neye uğradığını şaşırmış bir şekilde geliyordu, yanımıza geldiklerinde bağırmaya başladı.
“Ya deli misiniz siz?! Ya kaza yapsaydık?! Ayrıca trafik kuralları diye bir şey var ceza yiyeceksiniz, ki hak ediyorsunuz da. Manyaksınız cidde,n sizin arabalarınızın bağlanması, trafikten men edilmeniz gerekiyor!” Evet bir asker olarak trafik kurallarını ihlal etmemiz biraz ayıp olmuştu ama hayattan zevk aldığım nadir dakikalardı.
“Eksik var sanki.” Metehan’ın sesi ile lafın üstüne alanda kırmızı bir şahin görüldü, tüm karizmamızın çizildiği bir andı. “Ben tanımıyorum.” Göktuğ’u hepimiz başımızı sallayarak onayladık. Arabayı park ettiğinde üç dingil güneş gözlüklerini takmış bize doğru geliyorlardı. Gülsem mi üzülsem mi karar veremediğim bir andı, yanımıza geldiklerinde güneş gözlüklerini çıkardılar ve Turgut konuştu.
“Az önce ne oldu ya? Biz kaçırdık da.” Kutay şaşkınlıkla Turgut’a baktı. “Kaçırdık mı? Hiç yetişemedik ki.” Hepimiz güldüğümüzde Oğuz, Kutay ve Turgut’a döndü. “Beğenmiyorsanız para verin daha iyisini alayım lan.” Kutay ve Turgut boş gözlerle Oğuz’a döndüler.
“Komutanım paramız olsa biz kendimize araba alırız.” Herkes güldüğünde bakışlarım Ayberk’e takıldı, bakışları benim üzerimdeydi ve kaşları hafif havalanmıştı ya da ben yanlış görüyordum.
“Yarışmanın kaybedenine ne ceza olsun?” Emir konuştuğunda bakışlarımız Oğuz, Turgut, Kutay üçlüsüne döndü.
“Dondurma!” Diye bir ses duyuldu, sesin sahibine döndüğümde üç yaşında bir erkek çocuğu olduğunu gördüm. Doğan’ın çocuğuydu, çok tatlıydı benim gibi erkek çocuklarını seven biri için daha da tatlıydı.
“Evet herkese dondurma alsınlar.” Dedim dondurmadan pek hazzetmezdim ama şu an yiyesim gelmişti. “Ne?! Pardon efendim?” Dediler aynı anda sanırım bu fakirler için büyük bir şeydi.
“Ben iki tane yerim.” Bu ses Günay’a aitti.
“Ee bizi biliyorsunuz komutanım tabi siz ısmarlayacaksanız hepimiz iki tane yeriz.” Bunu söyleyen Atakan’dı timdekiler birbirini çok severdi, hatta öyle severlerdi ki birbirlerine şantaj yapıp birbirlerini batırmaya çalışırlardı.
“Hava sıcak bizim timde ikişer tane yer.” Ayberk’in sözleriyle üçünün de ağzı daha da açıldı çeneleri yere düşebilirdi ki temennim bu yöndeydi.
“İyi de biz yarışa katılmadık ki biz en arkada kendi halimizde geliyorduk yarışı yapan sizsiniz.” Oğuz’un haklı cümlesiyle kısa bir bakışma yaşandı herkes arasında. Bakışlarım Ayberk’e döndü tam dibimdeydi başımı kaldırıp ona baktım.
“Bu durumda hesap sana kaldı yüzbaşı.” Dudakları aralandığında hepimiz kahkaha attık. “Ben üç tane yiyeceğim.” Metehan’ın zevk dolu sesiyle bakışları benim üstümden ayrılıp Metehan’a döndü.
“Yuh hayvan herif.” Güldüğümde bende Metehan’a katıldım. “Sanırım bende üç tane yiyeceğim, hava sıcak yani.” Bakışları bana döndü tam bir şey söyleyecekken bir ses duyuldu. “Bana da üç tane, bana da.”
“Kaan!” Doğan’ın karısı Pınar’a aitti bu ses. Ayberk ise hala bana bakıyordu. “Cidden üç tane yiyecek misin?” Güldüğümde kafamı salladım sadece onunla uğraşmayı sevdiğimdendi kafama sıksan da üç tane yiyemezdim, bir tane en fazla. “Niye herkese var da bana yok mu?” Kulağıma eğildi kalın sesi ile kulağıma fısıldayınca sesi daha farklı oluyordu. Ayrıca erkeksi kokusunu hissetmem etik değildi.
“Sana var, herkese yok.” Dediğinde kaşlarım çatıldı ne demek sadece bana vardı? Dalga mı geçiyordu ciddi miydi? Geri çekildiğinde gözlerimi kısarak yeşillerine baktım ama fazlasıyla ciddiydi.
“Dondurmalarınızı sonra düşünürsünüz kahvaltı yapmadım ben, yemek yiyelim açım ulan.” Bakışlarım hala ondaydı neye uğradığımı şaşırmıştım neye şaşırdığımı da tam olarak kavrayamıyordum.
“Bence de yemek yiyelim.” Herkes piknik alanına ilerlerken ben hala duruyordum şoka girmiş gibiydim ama neden girdiğimi de kavrayamıyordum. Bu ne boktan bir şeydi! Ne yaşıyordum ben şu an?
“Ne zamana kadar orada durmaya devam edeceksin deli yürek?” Bakışlarım yeşillere döndüğünde bozuntuya vermemeye çalışıp ilerledim o da arkamdan geliyordu.
El birliği ile kadınlar olarak yani beş kişi kahvaltı sofrasını hazırlamıştık, Uraz hamağı kuruyordu diğerleri ise futbol oynuyorlardı. “Yemek hazır hadi!” Pınar’ın üçüncü seslenişiydi ama dingillerin umrunda değildi, bu işe el atma zamanı gelmişti. “Ben hallediyorum.” Diyerek yanlarından ayrıldım ve diğerlerinin yanına gittim.
Oynadıkları yerin tam ortasında dururken Ayberk’in attığı pası rahat bir şekilde ben tuttum top ayağımın altındayken öfke saçan gözlerle onlara bakıyordum. “İki saattir kime sesleniyoruz lan sağır mısınız siz?! Açım açım diye başımızın etini yiyip şimdi niye gelmiyorsunuz lan?! Sabrımı zorlamayın valla topunuzu patlatacağım en sonunda. Dingiller!” Gür sesimle hepsi sesini kesmiş suçlu çocuk gibi dinliyorlardı, topu kamelyanın içine atıp kamelyaya ilerledim.
Kamelyaya geldiğimde hepsi efendi efendi geliyorlardı buna en köşede hamak kuran Uraz bile dahildi. Biraz fazla mı yükselmiştim? “Ağzına sağlık.” Diyen Pınar’a başımı eyvallah anlamında salladım.
Kamelyada oturup yemeğimizi yemeye başladığımızda Ayberk’in sesini duydum. “Maç yapalım, cezalı.”
“Hayır ya, voleybol oynayalım.” Pınar’ın önerisinin üzerine Eda konuştu. “Hayır yakartop oynayalım.” Hepimiz başımızı eğip kamelyanın en sonunda oturan Eda’ya baktık. Cidden mi? Bizim elimizin ayarı yoktu, vurduğumuzun bayılma ihtimali vardı. “Yemeğini ye abicim.” Diye çok makul bir cevap aldı Ayberk’ten.
“Aynen maç yapalım.” Metehan’da ona katıldığında Ayberk’in yüzünde bir sırıtış oluştu, bir işler karıştırıyordu. Herkes Ayberk’e katıldığında oy birliği ile maç yapılmasına karar verildi, ben oyumu voleyboldan kullanacaktım. Ama Ayberk’in alttan bacağımı dürtmesi nedeniyle maça vermiştim ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu.
Kahvaltı masasını toplamıştık, takımlar kurulmuştu, şimdi ise maç başlıyordu. Metehan’ın kaptanı olduğu takım Doğan, Akınalp, Ege, Oğuz, Turgut ve Kutay şeklindeydi. Evet yedi kişilikti takımlar adam olmadığından değil Ayberk öyle olmasına ikna etmişti, gerçekten ne karıştırıyordu? Ayberk’in kaptanı olduğu takım ise Emir, Beren, Günay, Çetin, Sare ve ben şeklindeydi.
Güzel futbol oynardım ve Ayberk’te bunu anlamış olmalıydı. Maç üçte bitecekti üç golü atan kazanırdı, biz kazanacaktık ama şu kısacık sürede fark ettiğim bir şey vardı Sare ve Metehan arasında bir gerilim vardı. Sonra sorgulayacaktım maç başlıyordu, Metehan’ın takımı başlayacaktı Ayberk siz başlayın demişti. Neler karıştırıyorsun yüzbaşı? Ne var aklında?
Metehan başlamıştı, topu Doğan’a atacaktı bu yüzden Doğan’a doğru koştum tahmin ettiğim gibi topu Doğan’a attı. Top Doğan’a ulaşmadan ben kaptığımda hızla ilerledim önüme çıkan Akınalp’ti bir çalımla geçtim. Topu Ayberk’e atacağımı düşündükleri için ona doğru koşuyorlardı ama ben Sare’ye attım. Metehan bunu tahmin etmiş gibi Sare’nin yakınındaydı ikisi arasında küçük bir arbede yaşandı ama galip gelen Sare’ydi. Yine topu Ayberk’e atacağını düşünmüşlerdi bu yüzden Ayberk’in yakınındaydı hepsi.
Ama topu Beren’e attı artık Ayberk’e atmayacağımızı düşünerek Günay’ın ve Çetin’in etrafını salladılar ama topu kalenin tam dibinde duran Ayberk’e attı. Ayberk bir çalımla önündeki Ege’yi geçti ve gol, güldüğümde Ayberk’in bakışı uzak mesafeye rağmen gülüşümdeydi. Neden hep gülüşüme bakıyordu? Kötü müydü? Gülüşümü silip kenara geçerek yerdeki soğuk suyumu alıp içtim Ayberk’te içmeye geldiğinde ben içip sahaya geri döndüm. Gerçekten gülüşüm kötü müydü? Eğer öyle düşünüyorsa yadırgamazdım, kırılmazdım da önceden yaşanan şeylere karşılık insanlar bağışıklık kazanırdı. Buna acı da dahildi, zaten bu yüzden önceden acıya dayanıklı olarak eğitilmiyor muyduk?
Önceden her türlü şeyi duymuştum gülüşün kötü, gözlerin kötü falan filan bunları takmamıştım takmıyordum da. Ama eğer gülüşüm kötüyse bunu insanlara göstermek istemiyordum kötü olan bir şeyi kim görmek isterdi ki? Maç tekrar başladığında bu düşüncelerden uzaklaştım.
Maçın kazananı bizdik şimdi ise cezanın belirlenme zamanı gelmişti, biz su içerken Ayberk’in söylediği şey ile suyunu içen Metehan püskürtmek zorunda kaldı.
“Benim cezamı size devrediyorum, dondurma ısmarlayacaksınız.” Zekiceydi, Metehan yarışta kazanmıştı bizim fakirler ise arada kaynamıştı yarışı kazanan aslında kaybetmiş oluyordu.
“O başka bu başka yok ceza devretmek falan.” Metehan’ın isyanına karşılık sırıttı Ayberk. “İyi tatlı ısmarlayın o zaman.” Tatlı dondurmadan daha pahalıydı yani dondurma ısmarlamak zorunda kalacaklardı. “Tamam, dondurma ısmarlarız.” Böylelikle cezadan kurtarmış oldu.
“Acıktık ya, hadi biz etleri falan hazırlayacağız ama su yok.” Pınar elinde altı tane beş kiloluk boş şişeyle benim yanıma geldi. “Hadi bakalım sen şu suları doldur Umay.” Bu işi erkekler yapsa olmuyor muydu diyecektim ama bir işin ucundan tutmam gerekiyordu ve yemek yapmadığım için razı gelecektim. Ayağa kalktığımda şişelerin üç tanesini aldım diğerlerini de alacakken Ayberk aldı.
“Biz hallederiz Pınar abla.” Ben Pınar abla demiyordum aslında en başında demiştim ama buna gerek olmadığını söylemişti. Bir şey söylemeden çeşmenin olduğu yere doğru ilerledim, bir yokuş çıkacaktık.
“Deli yürek.” Yanımda yürüyen Ayberk’e bakmıyordum neden yaptığımı da bilmiyordum, hayır neyin kafasındaydım? Kesinlikle piknikler bana iyi gelmiyordu sevmemekte çok haklıydım.
“Efendim?”
“Sen bana trip mi atıyorsun?” Sorusuyla duraksadım ne alakası vardı?
“Niye sevgiliyiz de benim mi haberim yok?” Diye dalga geçtim. “Niye sadece sevgiliye mi trip atılıyor?” Başka kime atılıyordu? Benim haberim yoktu.
“Evet.”
“O zaman biz sevgili miyiz?” Gözlerim kocaman açarak ona döndüm, ne münasebet? “Ne münasebet?”
“Niye bana trip atıyorsun o zaman?” Çıldırıyordu beni, trip falan atmıyorum diyordum neyin tribini atacaktım? Ayrıca neden yüzbaşıya atacaktım? Gerçekten ne münasebetti?
“Trip atmıyorum! Sen kafanda kurmaya başlamışsın, doktora git yüzbaşı.” Güldü, benimle uğraşıyor muydu? Gerçekten onunla bir uğraşacaktım görecekti. “Niye konuşmuyorsun o zaman?” Ne konuşayım istiyordu? Askerlik anılarını anlat falan mı demeliydim?
“Nasılsın devrem?” Dediğimde durdu geriye dönüp bakacağımı sanıyorsa çok yanılıyordu, olduğu yerde kalabilirdi beni için kardı. Çeşmenin yanına gelmiştim sıraya girdiğimde Ayberk’te yanıma geldi. “Sen az önce bana devrem mi dedin?” Ciddiyetle cevap verdim.
“Evet.”
“Ben senin devren miyim?” Olmamalıydı yoksa her an kafasına sıkabilirdim, sinirlenince sağım solum belli olmazdı. “Kendi can güvenliğin için olma.” Sinirlendiğini gittikçe sesinin yükselmesinden anlıyordum, keyfim yerine gelmişti gerçekten uğraşmak zevkliydi.
“Ulan ben niye senin devren olayım? Ayrıca bir şey anlatıyorum burada yüzüme bak.” Ben senin o nur cemalini görmek istemiyorum ama! Yüzüne baktım.
“Ne istiyorsun yüzbaşı?”
“O golden sonra bir şey oldu sana, ne oldu deli yürek kazanmamıza mı üzüldün?” Kuyruk uzun olduğundan diğer insanlar başka çeşmeye gitmişti ve şimdi sıra bizdeydi. Ve kimse de yoktu, rahat rahat suları doldurup gitmek istiyordum sorusuna ise cevap vermedim. Kesinlikle kazanmamıza üzülmüştüm. Suyu çeşmenin altına koydum ve benim üzerimde olan yeşillere gözlerimi çevirdim.
“Gülüşüm mü kötü yüzbaşı?” Gözlerine büyük bir şaşkınlık oturdu, sanki olağanüstü bir şey sorduk.
“Ne?”
“Gülüşüm mü kötü yüzbaşı? Niye gözlerin hep gülüşüme takılıyor?” Mümkünmüş gibi daha da şaşırdı ve bir adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttı, başını eğip bana baktı.
“Kötü bir şeye bakmam deli yürek, gülüşün güzel güzel olduğu için takılıyorum zaten. Buna mı üzüldün? Kötü olduğunu mu düşündün gerçekten?” Ben o üzülme faslını geçeli çok olmuştu.
“Neydi bu aşk itirafı mı?” Diyerek dalga geçtim, güldü. “Kesinlikle, her an evlenme teklifi edebilirim.” Güldüm, kesinlikle kabul etmeyecektim.
Suları doldurmuştuk ve şimdi bizimkilerin yanına gelmiştik ama olduğumuz yerde kalakaldık. Metehan ile Sare tam olarak dip dibe durmuş kavga ediyorlardı, kavga etmek için fazla yakınlardı sanki? Diğer tarafta Akınalp ve Eda vardı Akınalp’in Eda’nın saçına çiçek takıyor oluşu kırmızı alarm sebebiydi. Kaşlarım havalandığında bakışlarımı Ayberk’e çevirecekken gözlerim başka bir şeye takıldı. Beren ile Oğuz’un kamelyada oturmuş hem et dizip hem de kavga ediyor oluşu.
Gözlerime inanamayıp tekrar baktım, cidden doğru görmüştüm Ne olmuştu lan bunlara? Timlerin kaynaşması fikri kesinlikle bok gibi bir fikirdi, cenaze çıkmasını tercih edecek durumdaydım. Bunun sonunu tahmin edebiliyordum çünkü Ayberk sessiz ve hızlı bir şekilde Akınalp’in yanına gitti. Oradan bir cenaze çıkardı ama ben hala Beren ve Oğuz’daydım, cidden mi? Kamelyaya geldiğimde beni hala fark etmemişlerdi çünkü daha önemli işleri var gibiydi, ne diye dip dibeydi lan bunlar? Geldiğimi belli etmek maksadıyla şişeleri sertçe masanın üzerine koydum, temenni patlamamış olmalarıydı. Zira Pınar’dan fırça yiyebilirdim.
“Sohbet güzel mi gençler?” İkisi de paniklediğinde Oğuz tam savunmaya geçecekken gür bir ses duyuldu, tabi ki Ayberk’e aitti.
“Öldürürüm lan seni, geri zekalı herif!” Şu anda gizlice aradan sıvışıp eve gitsem ne olurdu ki yani? Ben bu kaosu çekmek zorunda mıydım?
“Sakin ol lan abartma.” Metehan müdahale ettiğinde yanımıza Sare geldi, hanımefendi sohbet güzel miydi? Hamakta oturan Uraz’ı gördüğümde çekirdek alıp yanına ilerledim, hamakta yanına oturdum.
“Çekirdek?”
“Sağ olun komutanım.” İkimizde çekirdek çitleyerek kaosu izlemeye başladık, müdahale etmem gerekirdi ama bu kaosa karışmak için mal olmak gerekirdi. Ve Rabbime çok şükür mal değildim.
“Lan çiçek vermiş diyorum!” Ayberk’in gür sesini buradan bile rahatça duyabiliyordum.
“Vermemiş komutanım, saçına takmış.” Günay’da arkadan ortalığı karıştırıyordu, çok sakinmiş gibi.
“Sus lan sen.” Metehan’da gergindi, sebebi çok sevgili Sare Hanımla kavgaları olabilir miydi acaba?!
“Komutanım boş verin ya, bir daha yapmaz.” Ayberk bir hışımla Doğan’a döndüğünde anında sustu.
“Ne diyorsun?” Diyerek Uraz’a sordum. “Kesinlikle yanlış bir fikirdi komutanım, artık timdekilerin yarısının zaafı olacak.” Uraz’a döndüğümde kaşlarını öyle der gibi kaldırdı. “Yok be, kavga ediyorlar baksana.” Kendimi avutmaya çalışıyordum. “En büyük aşklar nefretle başlarmış komutanım.”
“Saçmalama, ne diye aşık oluyorlar?! Ne münasebet?!” Kafasını salladı. “Haklısınız komutanım.” Yüzümü sıvazladım, olmazdı be ne diye aşık olacaklardı? Bu iki time görüşmek artık yasaktı.
“Komutanım müdahale mi etseniz? Cenaze çıkacak gibi.” Uraz’ın sesiyle sıkıntılı bir nefes vererek oturduğum yerden kalktım.
“Lan etleri yakacan, etleri çekil şuaradan ne anlarsın sen mangaldan?” Göktuğ, Atakan ve Ege çok ayrı bir alemde mangalın derdindeydiler.
“Yeter lan başlarım kavganıza, hepiniz ayrı bir alemde yapın şu pikniği defolup gidelim lan çıldırtmayım adamı.” Gür sesimle herkesin sesi kesilmişti Ayberk tam Akınalp’e sövmeye hazırlanıyordu ki sesimi yükselttim. “Kime diyorum ben!” Arkamı dönüp kamelyaya ilerlerken Göktuğ’un sesini duydum.
“Etler hazır bir kap yok mu koyalım?” Aynen etler.
Bir daha piknik lafını bile duymaya tahammülüm yoktu, bir daha pikniğe gider miydim? Bok giderdim. Kaos, kavga, yumruk dolu bir yemekten sonra şükür ki sona gelmiştik. Piknik alanında dondurmacı varmış dondurmayı da yiyip defolup gidecektik, sinir seviyem kendini aşmıştı. Herkes dondurma aldığında bizim fakirler ve diğer zenginler ortaklaşa hesabı, ödüyordu ben ise en sona kalmıştım.
Ayberk bizi en sona bırakmıştı kendisi dondurmasını almıştı tek olmayan bendim ben niye yiyemiyordum? Maksat yemek değildi zaten bizim fakirlere cezaydı. Hesabı ödediklerinde Ayberk bileğimden tutarak beni dondurma tezgahının önüne sürükledi.
“Nasıl istiyorsun?” Ben ne diye en sona kaldım? Ayrıca hesap zaten ödenmişti. “Vanilya ve Kavun.” Dondurma yeme hevesim Berat ve Kaan’dan geliyordu, şu pikniğin en güzel yanı da onlardı zaten. En başta bana yanaşmayıp sonra yanımdan ayrılmamışlardı, Pınar birini sana vereyim şakasını bile yapmıştı.
Ayberk benim dondurmamın parasını ödediğinde kaşlarım çatıldı ne yapıyordu tam olarak? Yanıma geldiğinde kulağıma eğildi ve yine o sesiyle fısıldadı.
“Sana var, herkese yok demiştim.” Geriye çekildiğinde dondurmamızı yemeye başladık ama ben yarıda bıraktım. Külaha bile gelmemiştim daha ama yeterdi bana, daha fazla yiyemiyordum. Berat veya Kaan’a vereyim diyecektim ama Pınar daha fazla yememelerini söylemişti ama bende bitiremiyordum. “Yüzbaşı.” Ayberk’in bakışları anında bana döndü dondurmamı hala bitiremediğimi görünce kaşları havalandı. “Ben daha fazla yiyemiyorum.”
“Gerçekten küçük bir dondurmayı bile mi bitiremedin? En son üç tane yiyordun deli yürek, ne oldu?” Omuz silktim, o üç konusunu fazla ciddiye almıştı. “Dondurma sevmiyorum, ayrıca o üç taneyi öylesine söyledim.” Dondurma ısmarlanmasına neden olanlardan biriydim ama yiyemiyordum.
“Yemeyecek misin?” Başımı olumsuz anlamda salladım zaten yeterince et yemiştim ve etin üzerine dondurma hiçbir halta yaramıyordu. Elimden alıp dondurmayı yemeye başladığında dudaklarım aralandı iğrenmiyor muydu?
“Ne diye bana öyle bakıyorsun deli yürek?”
“İğrenmiyor musun?” Cevabı netti. “Hayır.”
Sonunda eve gelebilmiştik hava kararmıştı, evde yalnız değildim Sare bende kalıyordu şu an evde banyo yapıyordu ben ve Uraz ise dışarıdaydık. Bankta oturmuştuk Uraz bir sigara çıkardığında bana da uzattı aldığım sırada kendi sigarasını yaktı ve çakmağı bana verdi. Aldığımda sigarayı yaktım ve tekrar Uraz’a verdim sessizdik, sessizliği paylaşıyorduk yine.
“Rütbede miyiz?” Sorusuna başımı olumsuz anlamda sallayarak cevap verdim, sigaradan derin ve uzun bir nefes çektiğim sırada konuştu.
“Yanlış yoldalar, tim yanlış yolda.”
“Ne yapayım Uraz? Aynı askeriyede görüşme yasağı mı getireyim?” Bana döndü. “Siz bir şey bulursunuz komutanım, bulmalısınız yoksa timde zaafı olmayan kimse kalmayacak.”
“Her zaman bir çözüm üretemem, görüşmelerini engelleyemem illaki denk gelecekler aynı askeriyede.” Sigaramı yere atıp postalımla ezdim, apartmana girdim. Eve geldiğimde Sare salonda oturuyordu yanına oturdum ve sert bir sesle söze girdim.
“Metehan ile aranızda ne var?” Bana döndüğünde gözlerinde şaşkınlık vardı. “O adamla aramda hiçbir şey olamaz komutanım.” Uraz’a güvenip yapıyordum bunu umarım aşkı gerçekten tanıyordur, bende en başta aşk diye düşünmüş sonra ihtimal vermemiştim.
“Emin misin teğmenim? Umarım en büyük aşklar nefretle başlar sözünü doğru çıkarmıyorsundur.” Serttim evet, diğer insanlara göre zalimceydi belki bir insanı robotlaştırmaktı. Ama biz yeteri kadar acı çekmiş ve duygularımızı kenara bırakıp vatanını savunmaya çalışan sekiz kişiydik. Bizim her şeyimiz vatandı aşkımızda, annemizde, babamızda, kardeşimizde bizim yapmamız gereken vatanı korumaktı. Her şeyle tehdit edilirdik biz, yüzbaşı gibi kardeşimiz kaçırılabilirdi mesela veya sevdiğimiz insanın kafasına silah dayayıp tehdit edebilirlerdi bizi. Bizim zaafımız bu yüzden olamazdı, bir saniye bile tereddüt edemezdik biz bir kişiyi feda edip sonra arkasından yıkılamazdık. Biz dik durmak zorundaydık, feda edeceğimiz tek kişi kendimizdi.
Biz askerdik, diğer insanlar gibi normal bir hayatımız olamazdı. Biz askerdik.
“Komutanım ben bir acı daha kaldıramayacak kadar çok acı çektim, bir de aşık olup yeni bir acı alamam başıma. Ben askerim komutanım, benim görevim vatanı korumak aşık olamam ben. Ben askerim komutanım, zaaflarım olamaz.” Benim öğrettiklerimi tekrar ediyordu, biz askerdik. Bize gönül emanet edilmez, biz gönül emanet edemezdik.
“Diğerleri hakkında ne düşünüyorsun?” Sesim biraz yumuşamıştı. “Olmazlar komutanım bunu bize siz öğrettiniz, bizim zaafımız olamaz ve hepimiz bunu çok iyi biliyoruz. Zaafımız olacak her şeyden uzak dururuz.” Başımı iyi dercesine salladım bunu yapmak zorundaydım.
Oturduğum yerden ayaklandım ve duş almak için banyoya ilerledim.
**********
Arkadaşlarrr yine güzel bir bölümle geldim şayet yazarken en çok eğlendiğim bölümlerden birisiydi, bu bölümde Kartal timini de görmüş olduk ilerleyen bölümlerde onların operasyonlarını da okuyacağızz. Bu bölümlük sakiniz ama her an her şey olabilir biliyorsunuz artık jsjsjssj o zaman yorumları size bırakıyorum ve desteklerinizi isteyerek kaçıyorum. Öpüldünüzzzz>>>>>
***********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.82k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |